Nemoris kasabası sabahın ilk ışıklarıyla uyanıyordu. Taş sokakların arasından yayılan serinlik, geceyi gölgelerde saklayan karanlığı dağıtamamıştı. Elara, evin verandasında oturuyor, elleri arasında tuttuğu fincanın buharını izliyordu. İçindeki fırtına dışarıdaki dinginliği bozacak kadar güçlüydü. Raphien’in geçmişi kulaklarında hâlâ yankılanıyordu: “Bir insanı seçtim.”
Annesinin kanında yankılanan o sır, kendi damarlarında da akıyordu. Avcı soyunun kaderi. Bir seçim uğruna zincirlerinden koparılmış bir melek. Ve şimdi aynı ihtimallerin önünde duran kendisi.
Kapı hafifçe aralandı, Lucien belirdi. Onun bakışları geceden kalma bir yorgunluk taşıyordu. Her zamanki gibi sessizdi ama bu sessizlik Elara’yı daha da sıkıştırıyordu.
“Rüyaların yine seni buldu değil mi?” dedi Lucien, gözlerini kısarak.
Elara dudaklarını ısırdı. “Rüyalar değil, gerçekler. Senin bana söylemediklerin, Raphien’in bana itiraf ettikleri… Hepsi kanımın içinde yankılanıyor.”
Lucien’in yüzü gerildi. “Raphien’in sözleri zehirdir. O sana kendi acısını miras bırakmak istiyor.”
“Ya söyledikleri doğruysa?” diye çıkıştı Elara. “Ya gerçekten zincirler kanımla bağlıysa? Sen beni susturdukça daha çok öğreniyorum.”
Lucien’in sesi buz gibi sertleşti. “Çünkü bilmen gereken her şey zamanı geldiğinde sana açılır. Bu soyun mirası, tek başına taşınmaz. Sen hâlâ hazırlıklı değilsin.”
Elara’nın gözleri parladı. “Hazırlıklı değilim çünkü sen izin vermiyorsun. Ama ben artık beklemeyeceğim, Lucien. Ne annemin sırrını, ne kendi kaderimi. Raphien bana göklerin gerçeğini gösterdi. Belki de senin sakladıkların yüzünden ona inanıyorum.”
Lucien öne adım attı, sesi neredeyse bir fısıltıya dönüştü. “Senin annen için düştüm, Elara. Onun kanını, soyunu korumak için. Eğer sen Raphien’in yolunu seçersen… bu sadece seni değil, tüm soyunu yakar.”
Elara’nın kalbi sıkıştı. Sözler ağır bir yemin gibi havada asılı kaldı. Ama içinde bir ses yükseliyordu: korku değil, meydan okuma.
Aynı anda, kasabanın uzak noktasından bir çan sesi yankılandı. Sessizliği yaran bu ses, sıradan bir çağrı değildi. Havanın titreyişi Elara’nın tenine dokunduğunda, mühür ateş gibi parladı.
Lucien’in gözleri büyüdü. “Geçit…” dedi, sesi öfke ve kaygının karışımıydı. “Bir kez daha açılıyor.”
Elara ayağa fırladı. Kalbinin derinliklerinde hissettiği çağrı, bu kez daha güçlüydü. Gözlerinde hem korku hem de inat vardı.
“Ve ben orada olacağım.”
Lucien elini uzattı ama Elara verandadan koşarak uzaklaştı. Onun ayak sesleri sokakların taşlarına vururken, Nemoris’in kalbinde bir şeyler uyanıyordu.
Çan sesi bir uyarı değildi. Başlangıcın yankısıydı.
Elara, kasabanın dar sokaklarını bir gölge gibi geçti. Çan sesleri her adımında daha da yükseliyor, Nemoris’in taş binalarının arasında yankılanıyordu. Kalbi, mühürle aynı ritimde çarpıyordu. Bir çağrıydı bu, kanının derinliklerinden yükselen bir çağrı.
Taş köprünün ötesinde, sisin arasından tanıdık bir siluet belirdi. Raphien. Gölgeler onun etrafında kıvrılıyor, karanlık adımlarının yolunu hazırlıyordu. Gözlerinde alışıldık o alaycı ışıltı yoktu bu kez; yerine ağır, kadim bir hüzün yerleşmişti.
“Elara.” dedi, sesi çanın yankısına karışarak. “Geçit uyanıyor. Senin kanın çağrıldı.”
Elara derin bir nefes aldı. “Ve sen yine buradasın. Hep gölgelerin arasından çıkıyorsun. Neden?”
Raphien birkaç adım yaklaştı. Ay ışığı yüzünün yarısını aydınlatıyordu; diğer yarısı hâlâ karanlığa gömülüydü. “Çünkü gölgeler benim cezam. Senin annen için zincirlerimi kırmadım. Benim düşüşüm, kendi seçimimdi.”
Elara’nın bakışları sertleşti. “Lucien, senin bir zamanlar göklerde parladığını söyledi. Ama bana anlatmadığı şeyler var. Sen neden düştün, Raphien?”
Raphien başını hafifçe kaldırdı, gözleri geçmişin acısıyla parlıyordu. “Çünkü kalbim, göklerin emirlerine itaat etmedi. Ben, savaşta bir insanı seçtim. Onun hayatı uğruna kendi ışığımı feda ettim. Ve işte buradayım: düşmüş, zincirlenmiş, gölgelerin arasında. Ama hâlâ hatırlıyorum. Onun yüzünü. Onun çığlığını. Ve göklerin beni nasıl sırt çevirdiğini.”
Elara’nın boğazı düğümlendi. “Yani sen de… bir insan için düştün.”
Raphien’in dudaklarında acı bir gülümseme belirdi. “Evet. Ama senin annen için değil. Benim seçimim, çok öncelerdeydi. Ve o günden beri tek bildiğim şey şu: Avcı kanı göklerin düşmüşlerine bağlanırsa, ikisi de yanar. Tıpkı benim gibi.”
Elara geri çekilmek istedi ama bir şey onu yerinde tuttu. Kalbinin derinliklerinden yükselen yankı, sanki Raphien’in sözlerini doğruluyordu. O anda çan sesi bir kez daha patladı.
Zemin titredi. Havanın dokusu değişti. Ve gözlerinin önünde, köprünün ötesinde gri bir yarık açıldı. Geçit.
Lucien’in sesi geriden duyuldu, öfke ve çaresizlikle karışık bir çığlık gibi:
“Elara! Sakın içine adım atma!”
Ama Elara’nın gözleri geçide sabitlenmişti. Mührü yanıyordu. Kanı çağrılıyordu. Ve yanında duran Raphien, tüm gölgeleriyle birlikte, sessizce fısıldadı:
“Seçim senin. Ama unutma, her seçim iz bırakır.”
Elara bir adım attı. Ayaklarının altındaki taş köprü uğuldadı. Gözleri Raphien’le buluştu. O an kalbinin çarpışı gökleri bile bastıracak kadar güçlüydü.
Geçit, onları bekliyordu.