Gece sessizliğini koruyordu ama Elara’nın içindeki fırtına dinmemişti. Lucien evin dışında gözcülük yaparken, Elara odasına çekilmişti. Odanın camını araladı. Dışarısı tamamen karanlıktı. Sokak lambalarının zayıf ışığı bile bastırılamayan bir siyahın içine gömülmüştü. Uykusu yoktu. Gözlerini kapattığında o figürü yeniden görüyordu. Ağaçların arasında beliren gölge, onun içini ürperten ama aynı anda içini saran o yankı: “Seni gördüm.” Karanlık tehdit gibi üzerindeydi ama Elara’nın içinde bir garip merak büyüyordu. Onu gören kimdi? Neden bir yabancının sessiz bakışı kalbini bu kadar sıkıştırmıştı? Elara yataktan kalktı. Ayakları çıplaktı, zeminin soğuk taşlarını hissetti. Odayı terk etti, evin arka kapısından çıktı. Bahçe bu kez daha sessizdi. Melek heykelinin etrafındaki tüyler yok olmuştu. Her şey olduğu gibi görünüyordu. Ama öyle değildi. Gecenin içinde bir şey vardı. Bir fısıltı. Bir hareket. Elara gözlerini kısıp ormana bakan patikaya yöneldi. Oraya doğru yürümeye başladı. Her adımı bir yankı bırakıyordu toprağın üstünde. Bir süre sonra ormanın derinliklerine ulaşmıştı. Ay ışığı ağaçların arasından süzülüyordu. Ama ileride bir yerde ay ışığını bile yutan bir gölge vardı. Sessizdi. Hareket etmiyordu. Ama oradaydı. Elara birkaç adım attı. Gölge de yaklaştı. Bir süre hiçbir şey olmadı. Sadece aralarındaki mesafe kısaldı. Sonra gölge biraz daha netleşti. Bir figür belirdi. Uzun boylu, koyu saçlı, yüz hatları belirgin ama tanımlanamayacak kadar pürüzsüzdü. Gözleri, o gözler… siyahın bile daha karanlığıydı. Ama içinde bir yankı taşıyordu. Elara adım attı. Figür de yaklaştı. Sonunda birkaç metre aralarında kaldı. Elara konuşmak istedi ama sesi çıkmadı. Figür konuştu. Sesi sanki içinden geçiyor gibiydi. “Senin adını biliyorum.” Elara gözlerini kırpmadan baktı. “Nereden?” “Sen doğduğunda gökyüzü sessiz kaldı. Ama toprak fısıldadı. Seni biz duyduk.” Elara bir adım geri çekildi. “Sen kimsin?” Figür başını eğdi. “Beni çoktan unuttular. Ama ben her gece onların rüyasında konuşurum. Ben, kelimelerin yasak olduğu karanlıktan geldim.” Elara yutkundu. “Neden buradasın?” “Çünkü seni bulmam gerekiyordu.” “Beni neden?” “Çünkü sen seçildin. Ama kim tarafından olduğunu bilmiyorsun.” Elara nefes aldı. “Sen beni tehdit mi ediyorsun?” “Hayır.” Adam yaklaştı. Elara'nın kalp atışları duyulabilir hâle gelmişti. Adamın gözleri onunkilerle buluştu. “Ben sadece seni uyarıyorum.” “Neye karşı?” Adam başını yana çevirdi. “Koruyuculara.” “Lucien’e mi?” “Ona güvenme.” Elara’nın yüzü gerildi. “O beni koruyor.” “Hayır. O kendini koruyor. Seni değil.” Elara birkaç adım geri çekildi. Figür ona yaklaşmadı. “Sana zarar vermeyeceğim,” dedi. “Ama senin zamanın geldiğinde, neyin içinde büyüdüğünü hatırlaman gerek.” “Ben kimim?” Figür bir an sustu. “Sen bir avcının kızı değilsin sadece. Sen, melek kanıyla damgalanmış bir karanlıksın. Ve senin ışığın… karanlığın bile yönünü değiştirecek kadar güçlü.” Elara nefes alamadı. O an, rüzgar yükseldi. Ağaçların dalları sarsıldı. Figür geri çekildi. Ama son sözlerini söyledi: “İsmim Raphien.” Elara adını tekrarladı. “Raphien…” “İleride seni ya kurtaracağım… ya yok edeceğim. Bu kaderin değil. Bu, bizim seçimimiz.” Sonra bir anda karanlığın içine karıştı. Rüzgar dindi. Orman sessizliğe gömüldü. Elara tek başına kalmıştı ama kalbinde ilk kez başka bir yankı vardı. Lucien’in gölgesi farklıydı. O, geçmişti. Ama bu… Raphien… karanlığın içindeki gelecekti.
Elara, Raphien’in adını hâlâ zihninde fısıldar gibi taşıyarak ormandan eve döndüğünde gökyüzü hâlâ karanlıktı ama zaman durmuş gibiydi. Ayağındaki toprağın nemi, parmak uçlarına kadar işlemişti. Gözleri hâlâ onun gözleriyle doluydu. Bu hissi tanımlayamıyordu ama bir şeyi biliyordu: Bu gece hayatındaki her şey değişmişti.
Kapıyı açarken içeri sızan rüzgar, sanki peşinden gelen bir gölge taşıyordu.
Lucien, mutfakta bekliyordu. Sessizdi. Gözleri doğrudan Elara’nın üzerindeydi.
"Geç kaldın," dedi sadece.
Elara, Lucien'in bu sessiz ve titrek öfkesinin ardında bir şey olduğunu hemen hissetti. Ama ona meydan okuyarak yaklaştı.
"Birini gördüm."
Lucien’in omuzları gerildi. "Kim?"
"Adı Raphien."
Lucien’in bakışları bir an dondu. Sesinde ilk kez kaygı değil, korku vardı.
"Onun adı anılmamalı."
Elara gözlerini kısmıştı. “Neden? Senin gibi mi o da? Düşmüş bir melek mi?”
Lucien başını eğdi. Cevap vermesi zaman aldı.
"Hayır. O sadece düşmedi. O… yönünü reddetti. Ne ışığı, ne karanlığı seçti. Sadece kendi yolunu."
"Yani?" Elara sert konuştu. "Bu onu kötü mü yapıyor? Yoksa… özgür mü?"
Lucien sesini alçalttı. “O özgür değil. O zincirlerini başka bedenlere vurdu. Raphien tehlikeli çünkü sadece düşmüş biri değil, sürgün edilmiş biri. Cennetten değil, karanlığın kendisinden bile kovulmuş biri.”
Elara bir an durdu. Kalbinde çarpan hissi tanımlamak zorundaydı. Raphien ona zarar vermemişti. Ama sözleri... bir seçim gibi yankılanmıştı. Bir uyarı değil, bir çağrı gibiydi.
"Yine de… bana zarar vermedi. Hatta seni uyardı."
Lucien gözlerini kıstı. "Beni koruyamaz. Seni de. O sadece karanlığı seni daha çok sarsmak için kullanır."
Elara'nın sesi kararlıydı. "Sen bana her şeyi anlatmadın."
Lucien bir adım yaklaştı. "Ne demek istiyorsun?"
"Annem," dedi Elara. “Onunla olan bağın. Neden ona yemin ettin? Neden onun için düştün?”
Lucien’in gözleri karardı. İç çekti.
"Çünkü… onu cennetin bile koruyamayacağını anladım. Ben düşmedim. Atıldım. Çünkü onunla birlikte kalmayı seçtim."
“Peki ya ben? Ben onun kızı değil miyim? Neden bana anlatmadın?”
Lucien’in sesi titriyordu. "Çünkü seni korumak için bilmen gereken her şeyi zamanı geldiğinde anlatmak istedim. Ama artık zamanı geldi, Elara. Sen yalnızca bir avcının kızı değilsin. Senin damarlarında mühür kanı var."
Elara geri adım attı. "Ne demek bu?"
Lucien başını hafif eğdi. "Senin kanın mühür taşıyıcısı olan ilk insanların soyundan geliyor. Annenin içinde mühür vardı ama o aktarmadan ölmedi. Onu doğurduğunda, o mühür sana geçti. Sen sadece hedef değilsin. Sen onların kapısı oldun."
Elara’nın gözleri doldu. "Yani beni korumuyorsun... mühürü mü koruyorsun?"
Lucien yavaşça yaklaştı. "Hayır, Elara. Seni koruyorum. Ama artık seninle aramdaki çizgi değişti. Geçmişte annen için düştüm... şimdi senin geleceğin için savaşıyorum."
Elara gözlerini kaçırdı. Raphien’in sesi hâlâ kulaklarındaydı. “Seni ya kurtaracağım... ya yok edeceğim.”
Lucien’e döndü. "Ben kimin tarafındayım, Lucien?"
Lucien acıyla gülümsedi. "Bu savaşta taraflar yok, Elara. Sadece seçimler var. Ve senin seçimin... hepimizi şekillendirecek."
O an kapının önünden bir ses duyuldu. Bir tüy süzüldü içeri. Siyah, kıvırcık kenarlı, tanıdık bir his taşıyan bir tüy.
Elara yere eğildi, onu eline aldı.
Lucien hemen tanıdı. "Raphien..."
Elara başını kaldırdı. Gözleri kararlıydı.
"Hayır. Bu, benim seçimim."