Sevgilim değil..

1875 Words
İsradan.... Nihayet tanışmıştık mavi ayıyla. O günden sonra Adama karşı inanılmaz bir antipati oluşmuştu kafamda ama elbette profesyonelliği elden bırakamazdım. Beni gördüğünde oldukça şaşırmış, inanılmaz kızarmıştı. Demek ki utanma duygusu varmış, pis zampara. Odama geçip bir duş alıp yatağa uzandım. Oldukça yorucu bir gün geçirmiş, arazide iz sürmüştük. Şerefsizlerin inine girmeye çok yaklaştığımızı hissediyordum. Geçen 20 günde iki zulalarını daha patlatmıştık; oldukça büyük bir darbe indirmiştik. Karşıdan bir atak bekliyorduk elbette ama nerede ve nasıl olacağını kestirmek pek mümkün değildi. Gözcü sihalar gece gündüz araziyi tarasa da gözden kaçan noktaları elbette vardı. Yorgunlukla gözlerimi uykuya teslim ettim. Sabah üzerimi giyinip kahvaltı için yemekhaneye indim. İki bayan arkadaşım da gelmişti; lakin ekibe katılmaları için yeterli görülmemişti. Ama Melike, gözlemleme ve bilgilendirme komutasında oldukça bilgiliydi. Bilgisayar ve ekranlarla adeta oynuyordu; parmaklarını o kadar hızlı kullanıyordu ki hayran kalmıştım. Melike ve Elif oturmuş kahvaltılarını yapıyordu, ben de yanlarına geçtim. Hemen ayaklanmaya çalışmışlardı; "Oturun kızlar" diyerek uyardım. Evet, komutanları olabilirdim ama bu her dakika hazır ola geçecekleri anlamına gelmiyordu. *** Günaydın komutanım, dedi Elif. Günaydın. Kahvaltı sohbet eşliğinde devam ediyordu. Komutanım, benim durum ne olacak? Kaç gün oldu geleli, karargahta pinekliyorum. Ne komutada ne sahada bir görevim yok. İsyan etmekte haksız sayılmazdı. Elif, senin yerini düşündüm. Sen hem doktorumuz hem savunmacımız olacaksın, canımızı sana emanet edeceğiz, dedim. Gözleri parladı. Yani sahaya çıkabilecek miyim? Evet, ama çatışma sırasında yine de uzakta olacaksın. Olası bir yaralanmada müdahale şansın olacak. İşte bu! Sağ olun komutanım, dedi Elif. Yüksek hemşirelik üzerine okumuş, aynı zamanda saha eğitimi almıştı. Ama sahra yetersiz görülünce benim aklıma ilk yardım müdahalesi geldi. Olası vurulma ve yaralanmalarda olay yerinde müdahale edecek birine ihtiyaç vardı. Elbette büyük yaralanmalarda müdahale şansı yoktu ama büyük yaralara yol açmadan ölüm riskini en aza indirmeyi hedeflemiştim. Timde bu derece bilgili asker yoktu. Revirde doktor vardı, lakin sahadan gelene kadar kan kaybı ve ölüm riski artıyordu. Bu düşüncemi Kenan Albay'la paylaştığımda mantıklı bulmuş, Elif'i bu göreve uygun bulmuştu. *** Melike ilk başta bozulmuştu sahaya alınmadığı için ama şimdiki yerinden oldukça memnundu. O bizim kulağımız olmuştu bir nevi. Kahvaltı biterken çayları tazeleyen Melike, "Komutanım, Zafer timi yine kendi arasında toplanmış, içinde bizimkiler de var. Melike, artık iki ayrı tim yok, timler birleşti, tek yürek olduk. Ama komutanım, şikayet gibi olmasın ama kadın olduğumuz için bizi küçümsüyorlar. Kulağıma gelen fısıltılar canımı sıkıyor," dedi. "Kim ne diyor?" dedim kaşlarımı çatarak. "Kimse kimseden üstün veya alçak değildi. Buraya gelen her asker, kadın erkek fark etmeksizin zorlu eğitimler alıp geliyor. Komutanım, eksik etek diyorlar. Evet, yeniyiz ama buradaki birçok askerden daha donanımlı olduğumu düşünüyorum. Küçümsenmek ağrıma gitti." Melike, "Şimdilik sessiz kal, ben zamanı geldiğinde eksik etek nasıl oluyormuş onlara en güzel şekilde göstereceğim," dedim. Tebessüm ederek, "Emredersiniz komutanım," dedi. Bu konuyu aklıma not edip, böyle düşünen herkese iyi bir ders verecektim. İştimadan sonra aklımdaki planı devreye sokacaktım. Kimse beni ve hemcinslerimi küçümseyemezdi. Birçoğundaki kafa, kadından asker olmazdı. O kadar operasyon çektik, adamların aylardır bulamadığı depoları 20 günde buldum. Ben hala eksik etek diyecek cesareti buluyorlardı, demek ki. ** İştima kontrolüne geçip sayımdan sonra her zaman ile yarayan şınav dersini verecektim. Timdeki birçok asker rütbe olarak altımdaydı. Rütbemi bu şekilde kullanmak istemezdim ama ağızlarını tutmayı bileceklerdi. "Şınav pozisyonu al" demeden önce Melike ve Elif'e "Görev başına" dedim. Onlar ayrılırken geriye kalan herkes şınav pozisyonu al deyince şaşırmış olsalar da, emir demiri keser hesabı, hepsi şınav pozisyonu almıştı. Elbette masum olanlar da vardı ama bazen kurunun yanında yaş da yanardı. Öncelikle bundan sonra nerede ne konuştuğuna dikkat edeceksin. "Asker, ağzım var diye konuşmayacaksın" diyince aralarında bazıları gözleri büyümüştü. Suçlular, bakışlarıyla kendini belli etmişti. "10 şınav şimdilik yeterli" dedim. Gülümsemeler vardı ama bu şınav "10" diyene kadar bitmezdi. "1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9..." "1, 2, 3" derken bu şınavın bitmeyeceğini anlamışlardı. Kabataslak bir hesap yapacak olursak yaklaşık 300 şınav olmuştu. "Herkes alması gereken dersi eminim almıştır" diyerek "10" dedim ve hepsi rahat bir nefes almıştı. "Şimdi herkes görev başına" diyerek askerleri geride bırakarak, İçeri girdiğimde kızların kıkırdadığını gördüm. "Gevşeme asker" diyerek onlara da gözdağı verip karargâhtaki ofisime geçtim. İncelemem gereken daha birçok arazi vardı. Öğle yemeğinden hemen önce kapım çaldı ama "gel" demeye fırsat olmadan açıldı. *** Miran yüzbaşı çatık kaslarla girdi içeri. "Teğmenim, askeri gereksiz yere yormakta neyin nesiydi? İştimada otoritenizi sarsmak istemedim ama ne suç işlediler ki o kadar şınav çektirdiniz askerime? Birincisi, yüzbaşım, içeri girin demeden girdiniz. İkincisi, siz nasıl bu timin komutanıysanız, ben de bu timin şu an başıyım. Bir şey oldu ki bu cezaya gerek gördüm. Bu, size bana hesap sorma hakkı vermez, bilmem anlatabildim mi? Komutanım, derince yutkundu, hızla ayaklandı. "Ben bunu yanınıza bırakamam, teğmenim," dedi. "Yaptığımda yanlış bir durum yok, komutanım. Elinizden geleni ardınıza koymayın." Bir de tehdit ediyordu: "Sen beni ne zannediyordun acaba? İstediğin yere kadar yolun var, mavi ayı. Ben adımlarımı da kararlarımı da hep sağlam atarım." *** Mirandan... İşitmada askerin canına okumuştu, vicdansız yeni yetme. Fena canım sıkılmıştı, benim timimdeki çocuklar da hatta birleşen timdeki çocuklar da patavatsız değildi. Neye sinirlenmişti, merak etsem de yanına gittiğimde soramamıştım, bir de posta yemiştim. İşi gücü bıraktık, kadınla uğraşıyordum ama acayip sinirlenmiştim. Posta koyması, otoritemi sarsmıştı. Direkt komutana gidebilirdim ama bu da çocuk gibi üstüne şikayet olurdu, bunu asla yapamazdım. Ama komuta başına geçtiğimde ben bunun intikamını senden alırdım elbet, İsra Hanım... Diğer gün görevimi bizzat İsra Hanım devretmişti. Ama o gözlerindeki alaycı bakış asla geçmiyordu.Komutanım olsanda zamparasın diyordu resmen (yada utanmışlık hissi bana böyle düşündürüyordu emin değilim) *** Akşam gelen bilgi üzerine sınırdan yüklü miktarda silah geçeceği bilgisi geldi. Büyük aşiretlerin birçoğu artık askere ve devlete güveniyordu. Bu yüzden sınırda büyük oranda kaçakçılığı, insan ticaretini ve uyuşturucu giriş çıkışını güvence altına almıştık. Lakin tamamen temizlenmesi uzun yıllar alacaktı. Hem arkadaşım hem de devrem olan Fatih Karadağ, sınırdan geçecek olan silahların bilgisini vermişti. Örgüt ağlarının birçoğunu Fatih sayesinde yakalamıştık. Karadağ ve Vanlıoğlu aşiretleri bu konuda çok çaba göstermişlerdi yıllardır. (Fatih Karadağ kaybolan Sevda adlı kitabımda baş karakterdir ) Velhasıl kelam, timi toplayıp sınıra konumlandık; şafak vakti operasyonu yapacaktık. İsra, görev başında yanımda emirlerimi bekliyordu. "Kendine bir alan bul, İsra," dedim. "Emredersiniz, komutanım," diyerek kendini konumlandırdı. "Zıpkın, sen de konumlan," dedim. Diğerlerine de görevlerini dağıtıp dürbünle sınır noktasını izlemeye koyuldum. İki nakliye tırı görüş alanıma girdi. "Hazır olun, işaret verince durdurun tırları," dedim. Çok geçmeden işaretimle tırlar durduruldu.Şoför ve yanındaki adamlar "Komutanım, yanlış bir işimiz yok, klima taşıyoruz. Açın bakın, yanlış anlama var, bizde yanlış olmaz," diyerek kendilerini aklamaya çalışıyordu. "Arayın," dedim askerlere. Tırlar didik didik arandı; lakin kutularda klima ve motorlarından başka bir şey bulunmadı. Üstelik sıfır ürünler, yeni fabrika çıkışlıydı. "Komutanım, yok diyoruz, bizde yamuk olmaz, vatanımıza kötülük asla gelmez," diyerek yağ çekiyordu şoför dengesizi. İsra yanıma gelerek, "Komutanım, izninizle bir de ben bakabilir miyim?" dedi. "Bak bakalım," dedim. Alaycı bir sırıtışla, "Ulan, o kadar tecrübeli asker aradı, bir bok bulamadı, bu ne bulacaktı acaba?" dedim içimden. Köpekleri bile saldık, bir şey çıkmadı. "Bak komutan, kadın gözüyle bir de sen bak," dedi. "Piç, şoför, kes lan sesini," dedi İsra. "Çok konuşuyorsun ve fazlas yalakasın, ben yalakalardan asla haz etmem." Şoförün gülüşü yüzünden donup kalmıştı. İsra ile birlikte ben de çıktım tıra. "Neden şüphelendin?" diye sordum. "Komutanım, fazla kusursuz bir şey var, çok rahatlar," dedi. *** Arkaya doğru gitti, kutulardan birini indirip hızlıca açtı. Sağını solunu inceledi. "Komutanım, tornavida ya da çakınız var mı?" diye sordu. Cebimden baba yadigarı çakıyı çıkarıp uzattım. Klimayı kapalı kutudan çıkarıp sağını solunu kurcaladı. Kutuyu paça pinçik yaptı, ambalajını çıkardı. Sabrım tükenmek üzereydi. "İsra," dedim dişlerimi sıkarak, "yok bir şey, neyi zorluyorsun?" Temiz dedim, çakıyı kullanarak klimayı söktü. İçinden uzun kalaşnikov tarzı silahı çıkarıp önüme uzattı. "Güzel saklamışlar komutanım," diyerek pis bir zafer sırıtışı suratına ekledi. "Ulan, paslandım mı acaba?" diye düşünmeden edemedim. Bizim yeni yetme diye dalga geçtiğimiz küçük kız yine zulayı patlatmıştı. İçimde hem gurur hem de ufacık bir kıskançlık peydah olmadı desem yalan olur. "Ahmet, Poyraz, Ali, kutuları boşaltıp klimaları sökün," diye emir verdim. Tırdaki klimaların iç ünitelerine paketlenmişti silahlar. İsra sayesinde büyük bir silah kaçakçılığının önüne geçmiştik. Kim bilir kaç can kurtulmuştu bu sayede. Karargaha zaferle dönerken, "Aferin asker, iyi iş çıkardın," diyerek tebrik ettim. "Göreviniz, komutanım. Ne kadar eksik etekte olsak, görsel zekama güvenirim," dedi. *** Eksik etek derken atladığım bi konumu var teğmenim yok bişey komutanım dedi İsra geçirştirdi lafımı ama benim kafama eksik etek lafı çoktan takılmıştı. Alaya dönünce bunu araştırmayı kafama not edip sessizlik içinde döndük. *** Sabah ilk işim Melike ve Elif'le konuşmak oldu. Belliki İsra'ya sorsam da söylemeyecekti. Kızlar geldiğinde "Oturun" diyerek karşımdaki iki tekli koltuğu gösterdim. Kızlar, "Lafı uzatmayacağım, bu eksik etek muhabbeti nedir?" dedim. İkisi de birbirine bakıp sustular. "Sizi dinliyorum" diyerek üstlendim. Melike, alayda askerlerin kendi aralarında kadın askerlere "eksik etek" diyerek fısıldaştıklarını söyledi. Timdeki bazı kişiler de buna katılıp gülüp alay konusu yaptıklarını anlattı. İsra, komutanın şınav cezasının bu yüzden olduğunu söyledi. "Haketmiş, itler" diyerek onlara olan desteğimi göstermek istedim. "Tamam kızlar, çıkabilirsiniz, konuşma şimdilik aramızda kalsın" dedim. "Emredersiniz" diyerek çıktılar. "Ulan ben size bu lafı yediemez miyim? Ne demek, eksik etek? Her asker, kadın erkek fark etmez, alnının teriyle, emeğiyle buraya geliyor, canını ortaya koyuyordu. Bir onlar mıydı? askerliğe layık olan fena halde bilgilendim. Cahilce edilmiş bir laftı belki ama hiç kimse kimseden üstün değildi." Hızla kalkıp tüm alayın askerlerini topladım; rütbeli, rütbesiz hepsi karşımdaydı. İsra, Melike, Elif de buna dahil. Şimdi bu alayda birileri kendini üstün görür olmuş. Onlar kendilerini gayet iyi biliyor; neden ve nasıl olduğu zerre umrumda değil. Eğer bir kez daha herhangi bir asker hakkında en ufak kötü söz ya da alaycı cümle duyarsam, rütbesine yaşına bakmam, keserim cezasını. "İsra komutanınız size gerekli cezayı vermiş, şimdi gelelim benim cezama." Birçoğu utançla kafasını eğip kendini belli ederken, olaydan haberi olmayanlar da "Ne ceza yiyeceğiz?" korkusuyla bana bakıyordu. "Kızlar, sizler muafsınız, siz dinlenmeye gidin" diyerek onları gönderdim. "İsra teğmen, siz de" diyerek onu da gönderdim. "Şimdi gelelim size; iki hafta şaplı yemek yiyeceksiniz." Gözleri büyüse de el mahkum yiyeceklerdi. Kimi evli, kimi bekar; birçok erkeğe en büyük ceza iktidarsızlıktı. Hak etmişti puştlar, ağızlarından çıkanları kulakları duyacaktı. *** İsra dan... Miran komutanın hakkımızı en güzel şekilde savunması, itiraf edeyim ki gururumu okşamıştı. Demek o, herkes gibi düşünmüyordu. Hayranlık ve sinir olmak arasında ince bir çizgideydim. Kızlar ertesi gün kahvaltıda yanıma geldiklerinde kıkırdıyorlardı. "Ne o kızlar, ne gülüyorsunuz? Komutanım, duymadınız mı? Miran yüzbaşının cezasını? Ee, şınav veya temizliktir, başka ne olacak?" "Elif yok, komutanım, iktidarsızlık cezası vermiş," dedi. Gözlerim kocaman açılmıştı. Kahkahayı basmamak için zor tutmuştum kendimi. Miran'dan da başka ceza beklenemezdi zaten. Azgın pislik, uçkuru, onun için önemli tabii. Herkesi de kendisi gibi sanıyor tabi dedim içimden ama kızlara bunu elbette söyledim .Eh, artık herkes nerede ne konuştuğuna dikkat eder. Bir erkek için zor olmalı, diyip gülümsedim. Kahvaltım bittiğinde bir kahve alıp bahçeye çıktım. Güneş gözlüklerimi takıp kamelyaya oturdum. Yarın evime gidecektim, yeni görev gelene kadar merkezde olacaktım. Biraz dinlenmeye ihtiyacım olduğu kesindi. Hafta sonu kızlarla buluşmalar yapabilirdik. Sonuç olarak burada onlardan başka arkadaşım ve hem cinsim yoktu. Ben güneşin keyfini çıkarırken, Miran yüzbaşı da elinde çayla yanıma gelip, "Müsaade var mı, teğmenim?" dedi. "Tabii ki, komutanım, buyurun," diyerek yer gösterdim. *** Bir şey konuşmak istiyor kıvranıyordu sanki. "İsra," dedi. "Buyrun komutanım, aslında sana bir özür borcum var. Yanlış zamanda, yanlış şekilde tanıştık. Beni yanlış anlamanı istemem. O gece..." Derken, "Komutanım, özürlük bir durum söz konusu değil. Biz iki meslektaşız. Yanlış zaman, yanlış anlama. Sadece her neyse, size ve sevgilinize mutluluklar. Belki bir gün tanıştırırsınız," diyerek ayaklandım. "Ayça benim sevgilim değil..."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD