“Evlerim ve sadece benim ol!” 🔥❤️

1451 Words
Kahvaltılarını konuşmaları bitince, sessizlik içinde yaptılar. Esasında ikisi de biraz utanıyordu birbirinden. Daha doğrusu Melek utanıyor, Alahan ise daha çok kahvaltısını yaparken, ara ara sırıtıyordu. Öpüşmeleri beklenmedikti ama güzeldi. Hele de Alahan mutluluktan uçacaktı neredeyse. Ama dışarıdan oldukça sakin duruyordu. Melek ise nasıl öpüşebilmişti hayret ediyordu. Belki de telefon çalmasaydı, ileri de gideceklerdi. Bunun olmasını ister miydi peki? Şu an için hayır, ileride belki. Karınları doyduktan sonra, birlikte sözleşmişler gibi sofrayı topladılar. Melek bulaşıkları da hallettikten sonra, hazırlamak için kaldığı odaya geçti. Güzel bir elbise seçti kendine. Saçlarını parmaklarıyla gelişi güzel taradı. Gülümsedi aynaya baktığında. Bu sefer oğlunun mezarına ağlayarak değil, gülümseyerek gidecekti. Toparlanmaya başladığını gösterecekti. Odadan dışarı çıktığında, Alahan da kendi odasından dışarı çıkıyordu. Şık bir takım elbise giymişti, Alahan. Kendini beğendirmesi gereken küçük bir çocuk vardı. Annesinin emin ellerde olduğunu göstermesi gerekiyordu. Konuşmadan, beraber yan yana yürüyerek, evin kapısına geldiler. Alahan kapıyı açınca kenara kayıp, Melek’in çıkmasını bekledi. O çıkınca kendisi de evden çıkıp kapıyı kapattı. Asansöre bindiler. Yine konuşmadılar. Binadan çıkıp, Hamza’nın açtığı kapıdan arabaya bindiler. Yine ayrı ayrı köşelere oturdular. Yine yol boyunca Melek dışarıyı izledi, camdan. Alahan ise Melek’i. Mezarlığa geldiklerinde, Melek ne kadar gülümsemeye çalışsa da hüzünlüydü aslında. Bir de Alahan’a söylemişti kahvaltı yaparken ama unutmuştu galiba adam, rüzgar gülü alacaklarını. Kendisi de çekinmişti arabada gelirlerken söylemeye. Kapın açılıp dışarı çıktıklarında, Melek direkt mezarlığa ilerlemek için hareketlendi ama Alahan onun bileğinden nazikçe tutup, durmasını sağladı. Hamza’ya bir işaret verince, Hamza hemen arabanın arka tarafına dolanıp, bagajına açtı ve eline beş tane rüzgar gülü alıp, Alahan’ın yanına geldi. Melek gördüğü rüzgar gülleriyle, ağlama isteğini bastırmaya çalışarak gülümsedi. Öyle zorlama bir gülümsemeydi ki, herkes anlamıştı kendini sıktığını. Alahan Hamza’dan aldığı rüzgar güllerini, Melek’e uzattı. “Sen kahvaltıda rüzgar gülü alalım diye söyleyince, ben hemen Hamza’ya mesaj attım alması için.” Melek başını sallarken, elini uzatıp rüzgar güllerini aldı. Büyüklü küçüklü beş taneydi. Arkasını dönüp mezarlığın içine girdi. Her adımında gözleri daha da bir doluyordu. Ezbere bildiği yolu geçti. Oğlunun mezarına vardı. Ne yapacağını bilemedi ilk. Küçücük mezara baktı kaldı. Kendi elleriyle kazdığı mezara. Yine kendi elleriyle yavrusunun kefenli bedenini koyduğu mezara. Ağlamayacaktı ama olmadı. Göz yaşları yanaklarından süzülürken, dizlerinin üzerine çöküp, oğlunun mezarına sarıldı. “Yavrum, annem ben geldim bak. Annen geldi. Kızmadın değil mi bana, gelmedim diye? Kızma oğlum ben iyileşmeye çalıştım, ondan gelemedim. Senin yanına gelecektim ya en son, gelemedim. Sende bunu istemezdin biliyorum, ondan yapamadım ben. Rüyalarıma da gelmez oldun. Oraya bari gel lütfen. Orada bari sarılayım sana, kokunu içime çekeyim. Seni çok seviyorum, canım oğlum. Çok çok seviyorum.” Melek sözlerini bitirip, hıçkırıklara boğuldu. Omuzlarında bir hayli sarsılıyordu, ağlamanın şiddetiyle. Sarılmaya devam etti oğlunun küçücük mezarına. Bir kaç kere öptü. Toprakları eline alıp, oğlunun kokusunu içine çekermiş gibi kokladı. Ağlamaya devam ederken, omzuna dokunan sıcacık bir elle başını kaldırıp elin sahibine baktı. Alahan gözleri dolmuş bir halde ona bakıyordu. Melek’in kıpkırmızı gözlerini görmek, Alahan’ın içini üşüttü. Melek onun gözlerine bakarken, gülümsedi yarım yamalak, oğlunun mezarına döndü. “Bak oğlum bu adam, beni o gün, o uçurumdan kurtaran adam. Elimi yutan ve o günden beri de bırakmayan adam. Her zaman yanımda olan, kimsesizliğime kimse olacağını söyleyen adam. Hiç görmediğim bir şehre götürdü beni. Güzel kıyafetler aldı. Senin eşyalarını evine getirdi. En sonunda da buraya seni görmeye getirdi beni.” Alahan, Melek’in yanına diz çöktü. Bir koluyla genç kadının omuzlarını sardı. Melek’in başı Alahan’ın göğsüne kondu. Alahan küçük mezara baktı. “Biz seninle daha öncede tanışmıştık ufaklık, hatırlıyor musun? Sana kendimi tanıtmıştım buraya gelip, anneni yanımdan ayırmayacağımı anlatmıştım. Annen güvende ufaklık. Ben onu her şeyden, herkesten koruyacağım.” Melek Alahan’ın dediklerini şaşkınlıkla dinledi. Göz yaşlarını eliyle silip, başını yasladığı yerden kaldırdı. “Ne zaman tanıştınız siz?” Masum ve titrek bir sesle sormuştu. Alahan gözleri hala mezardayken, konuştu. “İlk gömüldüğü zaman. Herkes mezarın başından dağıldığında geldim. Öncesinde de buradaydım ama yanınıza gelemedim.” Başını sola doğru çevirip, elini kaldırdı. Biraz uzaktaki bir ağacı işaret etti. “Oradan izledim her şeyi. Gelecek cesaretim vardı ama ne olarak geleceğimi bilemeyince, bekledim orada. Herkes gidince de anca gelebildim. O sırada yanında olmak için her şeyi yapardım. Ama gelemedim işte.” Sözleri bitince sustu Alahan. Hayatında ilk defa en çok yapmak istediği bir şey olmuştu ama yapamamıştı. Sevdiği kadının en açıkı gününde yanında olamamış, uzaktan izlemek zorunda kalmıştı. Başı eğik duran adama, tebessümle baktı Melek. Ne güzeldi bu adam. Ne güzel seviyordu, masumca, kırmadan, dökmeden. ‘Keşke kader bizi daha önce karşılaştırsaydı’ dedi Melek içinden. O zaman bu kadar acı yaşamazdı belki. Kısa sayılamayacak bir süre daha durdular mezarın başında. Melek elindeki rüzgar güllerini tek tek dikti, toprağın üzerine. Ayağa kalktıklarında el salladılar, Murat’a. Ne zaman gelirdi bilmiyordu Melek bir daha. Ama ne zaman isterse Alahan’ın onu buraya getireceğini de biliyordu. Mezarlığın yanından ayrılırken, Alahan Melek’in elimi tuttu. Ne arabaya binerken, ne de yolculuk boyunca da bırakmadı. Bir yıl sonra Alahan, konağındaki çalışma masasına oturmuş, önündeki dosyalara bakarken, yorgunlukla gözlerini ovuşturdu. Kolunu kaldırıp saatine baktığında akşam yemeğinin yaklaştığını görerek sandalyesinden kalktı. Odadan dışarı çıkarken, bakışları üst kata doğru kaydı. ‘Melek ne yapıyordu acaba?’ diye düşündü. Sonrada aklına gelenle gülümsedi. ‘Büyük ihtimalle kitap okuyordur’ diye geçirdi içinden. Bu bir yılda çok şey olmuştu açıkçası. En önemlisi de Melek’in psikolojisinin bir hayli düzelmesiydi. Zor günler atlatmışlardı beraber ama üstesinden gelmişlerdi. Melek gülüyordu artık, hatta arada şakalar bile yapıyordu. Arkadaşı Zahir’le de hemen hemen her gün konuşuyor, Melek’in düzelmesini bilgili bir elden de teyit ediyordu. Bu geçen zamanda Alahan’ın kitaplığındaki bir çok kitabı da okumuştu, Melek. Hatta bazılarını birlikte okuyorlardı. Kitaplar hakkında sohbet ediyorlardı. Gülüyorlardı. Bazen de sadece karşılıklı oturarak birbirlerine bakıyorlardı. En çok bu anları seviyordu, Alahan. Olumlu olan tek şey bunlarda değildi üstelik. Alahan itinayla Hem Salih ve ailesiyle uğraşmış, hem de Banu ve babasıyla ilgilenmişti. Her şeylerini almıştı ellerinden. İtibarlarını bitirmiş, tüketmişti onları. İkinci katın balkonuna geldiğinde avluya doğru baktı. Gördüğü manzarayla kaşları çatıldı. Bir adam ve Melek ayakta durmuş gülerek konuşuyorlardı. Adamın kim olduğunu hatırlamaya çalıştı. Hatırladı da. Şirketteki korumalardan biriydi. Kaşları daha da çatılırken, kıskançlık damarlarında şiddetle akıyordu. Melek’in kendinden başkasıyla gülerek konuşmasını istemiyordu. Hızlıca merdivenlerden inip, avluya geldi. İkilinin yanına yaklaşırken, adımları oldukça sertti. Hele yüzündeki ifade o adamı öldürmek ister gibiydi. “Ne oluyor burada?” Kıskançlıkla harmanlanmış sert sesi, sohbet eden ikili tarafından duyulduğunda. Koruma korkuyla baktı ona. Bilmeden bir kusur falan mı işlemişti acaba? “Bir şey yok Alahan bey.” Alahan’ın sinirli bakışları ona cevap veren adamı buldu. “Sana sormadım zaten!” Melek anlamazca baktı Alahan’a. Bir şeye sinirlenmişti belliydi. Alahan bir cevap ister gibi meleke baktı. “Bir şey olmadı. Ben önüme bakmayınca çarpıştık, özür diliyordum.” Alahan bir nefes aldı. Sakin kalmaya çalışıyordu. Adama döndü bakışları. “İçeride ne işin var senin? Kapının önünde olman gerekiyordu.” Genç adam başını eğdi. “Su almaya gelmiştim Alahan bey. Hemen dönüyorum şimdi yerime.” Alahan, Melek’e baktı. Gözlerinin içine içine bakıyordu genç kadının. “Git. Bir daha da içeri girdiğini görmeyeyim.” Genç adam başını sallayıp, hızlıca kapıya doğru koşturup, dışarı çıktı. Alahan giden adamın arkasından bakmaya devam eden kadının çenesinden tutup, kendisine çevirdi. Melek şaşkınlıkla bakıyordu halen. “Alahan, neden öyle yaptın ki, adama? Kötü bir şey yapmamıştı, su içmek işin gelmiş sadece.” Alahan dişlerini sıktı. Elini tuttuğu çenenin üzerindeki konuşan dudakları kendi dudakları işe susturmak istiyordu. “Melek ben seni hayvan gibi kıskanıyorum. Başkasına gülmeni de kaldıramıyorum. Biz evlenelim bence. Evlenelim ve sadece benim ol.” Başını eğip, Melek’in dudaklarına dudaklarını sürttü. “Sadece benim!” Dudakları birbirine sürtünürken, mırıldandı. Melek titrek bir nefes çekti içine. “Ben bilmiyorum Alahan. Seninle evlenmemi gerçekten istiyor musun ki?” Alahan, Melek’in dudaklarına bir öpücük kondurdu. “Hem de deli gibi.” Melek alt dudağını ısırdı. Alahan onun her şeyiydi. Elbetteki evlenirdi. Ağzını açıp cevap verecekken, konağın büyük kapısı gürültüyle açıldı. “Ağabey, çok önemli bir şey oluyor.” Alahan dişlerini sıkıp, Hamza’ya döndü. Bu adam her şeyin içine etmekten büyük bir zevk alıyordu galiba. Sanki adamda radar vardı da, yakınlaştıkları her an bildirim gidiyor o da bu anları güzelce bozuyordu. “Ne oldu Hamza? İnşallah önemlidir yoksa bacağına sıkarım Hamza.” Hamza yutkundu. Yapar mıydı yapardı ağabeyi. “Ağabey, halanız gelmiş. Çarşıda görenler olmuş. Buraya geliyordur şimdi de.” Alahan duyduklarıyla gözlerini kapatıp, bir nefes aldı. “Allah kahretsin. Bir araba gönderin, eşlik etmesi için buraya kadar.” Hamza başını salladı. “Emrin olur ağabey.” Arkasını dönüp geldiği gibi gitti, Hamza. Melek, Alahan’a yaklaşıp, omzuna dokundu. “Canın sıkıldı, neden?” Alahan ona baktı nasıl derdi ki, halasının görüp görebileceği en kötü insanlardan biri olduğunu. Hiç sevmezdi ama babası ölürken de ona emanet etmişti, halasını. Bir de kızı vardı yapışkan. “Yok bir şey canım. Aslında iyi oldu geldikleri. Düğün hazırlığına yardım ederler.” Melek utançla başını eğerken, Alahan’ın tek düşündüğü onun incinmemesiydi. Çünkü halası, kızıyla evlendirmek için her şeyi yapmıştı zamanında. Yine yapacağını da biliyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD