Melek gözlerini araladığında, tanıdık olmayan tavanla hızlıca doğruldu. Nerede olduğunu idrak etmeye çalışırken, aklına dün olanlar geldi. Doğru ya Antalya’ya gelmişlerdi. Derin bir nefes alırken, yatağından kalkıp, pencereye doğru yürüdü. Perdeleri açıp, dışarıya baktı. Güneş pırıl pırıl aydınlatıyordu her yanı. Pencereyi açıp, derin bir nefes aldı ciğerlerine. Deniz kokusu da çok hissettirmese de geliyordu biraz.
Keyifliydi bugün, Melek. Oğlunun mezarına gidecekti. Hem belki oğlu da onu özlemişti değil mi? Kesin özlemişti onu. Çok severdi o annesini. Dudaklarına yayılan gülümsemeyle odasından çıktı. Mutfağa doğru yürüdü. Dolabı açıp bakındı ilk. Bir çok malzeme vardı. Hemen kolları sıvayıp, kahvaltı hazırlamaya başladı. Planı yapmıştı bile kafasında. Önce kahvaltı hazırlayıp, Alahan’ı uyandıracak, birlikte karınlarını güzelce doyurup, oğlunun mezarına gideceklerdi. Mezarlığa giderken rüzgar gülü almak da istiyordu. Oğlu severdi rüzgar gülünü, hem de boş gitmemiş olurdu.
Elindeki son tabağı da masaya bıraktığında her şey hazırdı. Demlediği çayın altını kıstı ve Alahan’ın odası olduğunu düşündüğü yere ilerledi. Kapıya geldiğinde aralık olduğunu görüp, sessizce içeri girdi. Alahan siyah çarşafların arasında yüz üstü bir şekilde uyuyordu. Üzeri de çıplaktı. Melek yutkundu önce. Neden heyecan yapmıştı ki? Bir erkeği ilk kez üzerinde bir şey yokken görmüyordu sonuçta. Kısık sesle, ‘Alahan’ diye mırıldandı. Kendi bile zar zor duymuştu. Yeniden biraz daha yüksek sesle adını söyledi, uyuyan bedenin. Bir cevap alamadı. Hareket bile etmedi, Alahan.
Yatağın uzağında durmayı bırakıp, yanına doğru yaklaştı. Elini tereddütle kaldırıp, Alahan’ın omzuna koydu. Nazikçe dürttü. Bir yandan da ismini söylüyordu, uyanması için. Ama adam uyanmıyordu bir türlü. Elini biraz sertçe bastırdı. Tam o anda Alahan’ın omzunda olan eli, bileğinden tutuldu. Ne oluyor bile diyemeden çoktan sırtı yumuşak çarşaflarla buluşmuştu bile. Gözlerini sıkıca kapattığı için ne olduğunu da göremiyordu.
Göz kapaklarını yavaşça açtığında, Alahan’ı üzerine eğilmiş bir vaziyette buldu. Adamın sıcak nefesi yüzüne doğru geliyordu. Yutkundu. Yüzleri o kadar yakındı ki, yutkunma sesini büyük ihtimalle, Alahan duymuş olmalıydı. Titrek bir nefes aldı. Gözleri Alahan’ın gözlerine sabitlenmiş, öylece durdular saniyeler geçerken.
Alahan yavaşça eğildi, sabrı kalmamıştı artık. Önce dudaklarını yavaşça sürttü, Melek’in dudaklarına. Hafifçe başını kaldırıp, tepkisine baktı genç kadının. Herhangi bir olumsuzluk görmediğinde ise kapandı dudaklara açlıkla. Melek’in alt dudağını dudakları arasına alıp, emmeye başladı. İki yıldır bu dudakların hasretiyle yanıyordu. Melek’in dudaklarını hafifçe açmasıyla, öpüşünü sertleştirdi. Genç kadın, sakince karşılık vermeye çalışıyordu. Eli halen, Melek’in bileğindeydi. Öpüşmeye devam ederken, tuttuğu eli, kadının başının üzerine doğru kaldırdı.
Kendini hafifçe kadına bastırdığında, kısık bir inleme duydu. Bu onu biraz daha cesaretlendirdi. Boştaki elini genç kadının bacağına getirip, okşamaya başladı. Bu anı durum beklenmedikti her ikisi içinde ama güzeldi de. Eğer Alahan’ın telefonu çalmasaydı daha da güzel olabilirdi. Ancak çalan telefonla, Melek fırlarcasına kalktı, utançtan kızarmış yüzüyle odadan çıkıp gitti.
Alahan çıkan kadının arkasından bakarken, çalan telefona sövüyordu. Komidine uzanıp eline aldı ve ekrana baktı. Elbette ki arayan Hamza’ydı. Güzel anlarının katili başka kim olabilirdi ki? Telefonu açıp kulağına götürdü. “Hamza, eğer aramanın mantıklı bir yanı yoksa, seni gebertirim. Bu sefer net bir şekilde söylüyorum seni gebertir, cesedini de denize atarım!” Kısa bir sessizlik oldu hatta. Sonra Hamza’nın sesi duyuldu. “Ağabey, memlekete götür bari, buralarda bırakma!” Alahan başını kaldırıp, tavana doğru baktı. Sinir katsayıları artmıştı. “Söyle Hamza, ne oldu?” Yatağından kalkıp, dolaba yöneldi. “Ağabey, iti dün hastaneye yakın bir yere atmıştık dediğin gibi. Yakınlarda olan hastanelere de adam koyduk. Birine gelir diye, az önce Malik aradı. Onun olduğu hastanedeymiş. Gözlerini de açmış. Ne yapalım?” Duyduklarıyla kaşları çatılırken, yatağa oturdu. “Bir şey yapmayın, şimdilik. Malik izlemeye devam etsin. Polisler ifadesini almaya gelecektir. Konuşacak olursa, konuşamayacak hale gelsin!” Sesi sert ve kararlıydı. “Emredersin ağabey.” Telefonu kapatıp, yatağın üzerine attı.
Ayağa kalkıp, dolaba doğru ilerledi. Aklı az önceki öpüşmeye gidiyordu. Dudaklarını yalayıp, alt dudağını ısırdı. Bir öpücük çalabilmişti, sevdasından. Keyfi bir hayli yerindeydi yani. Dolaptan kendine kıyafet alıp, üzerini giyindi. Yüzündeki sevinç devem ediyordu. Odasından çıkıp, mutfağa doğru gitti. Melek, hazırladığı kahvaltı masasında oturmuş onu bekliyordu. Adım sesleriyle biraz daha eğdi başını. Utanması bitmemişti daha. Kendisine şaşırıyordu esasında. Nasıl karşılık verebilmişti, bilmiyordu?!
Alahan, masaya yaklaşıp, tam Melek’in karşısına oturdu. Onun oturmasıyla Melek ayağa kalkıp, bardaklara çay koymaya başladı. Gözleri sadece yaptığı işe odaklıydı. Zaten iş yapmasa da, Alahan’a bakabilecek gibi değildi.
Çayları doldurup yerine oturdu. Şu an dışarıdan bakıldığında o kadar güzel görünüyorlardı ki, evli bir çift gibiydiler adeta. Alahan, zaten öpüşmekten memnundu. Şimdi bir de karşılıklı kahvaltı yapınca, kendisini Melek ile evli gibi hissediyordu. Bu da yüzündeki mutluluğun esas sebebi sayılırdı.
Sessizce kahvaltılarını yaparlarken, Alahan karşısında yavaş yavaş kahvaltı yapan kadının konuşmayacağının farkındaydı. Boğazını hafiften temizleyip, Melek’in dikkatini çekti. Ardından yumuşak bir ses tonuyla konuşmaya başladı. “Birazdan, mezarlığa gideceğiz. Almak istediğin herhangi bir şey var mı? Ya da istediğin bir şey? Sakın çekincen olmasın!” Melek, başını salladı ve sıkıntıyla başını kaldırıp, Alahan’a bakabildi. Gözleri adamın dudaklarına kayarken, son anda odağını simsiyah gözlere çıkardı.
“Aslında, rüzgar gülü almak istiyorum. Oğlum, çok severdi. Ben şimdi buralarda değilim ya artık, beni fazla özlemesin, ağlamasın diye rüzgar gülü almak istiyorum. Esen rüzgarla kokum gelirse,ne kadar uzakta olsam da, yanında olduğumu bilir. Onu terkettiğimi sanmaz.”
Alahan, hevesli hevesli konuşan kadınla, yüreğinin yandığını hissetti. Bilirdi elbet ne kadar sevdiğini. İki yıl uzaktan izlerken görmüştü bunu. Dudaklarına güç bela bir tebessüm yerleştirip, başını salladı. Gözlerini ise Melek’in gözlerinden çekmemişti bir an bile. “Alırız, Melek. Sen iste yeter ki, ben binlerce rüzgar gülü alırım, oğlun için.” Melek, Alahan’ın konuşmasıyla başını eğdi hafiften. Bu adam ne çok iyilik yapmıştı ona böyle? Ölümden almıştı, kalacak yer vermişti, iyileşmesi için psikolog bulmuştu. Bunlar hatırına geldikçe, yüreği küt küt atıyordu. “Alahan, ben sana nasıl teşekkür ederim bilmiyorum? Bana yaptıklarını ödeyemem. İstediğin bir şey varsa söyle ama bana. Yapmaya çalışırım.” Yumuşak sesiyle, öyle güzel konuşmuştu ki, Alahan bir an ‘benimle evlen’ dememek için kendini zor tuttu. Ama buna benzer bir şeyler demeyi de ihmal etmedi. “Ben bir ömür senin yanındayım, Melek. Kendini borçlu hissetme. Benim her şeyim aynı zamanda da senin.” Melek, bu sözlere ne cevap vereceğini bilemedi. Evli insanların birbirine söyledikleri cümleleri duyuyordu.
Aklına başka bir düşünce geldi. Alahan’la evlenmek ister miydi? Başını kaldırıp, kendisine bakan adamı süzdü. Çaktırmadan da değil, bilerek baktı. Yakışıklı adamdı. Yapılı, uzun boylu, karizmatik. Bir çok özellik sıralayabilirdi onun için.
Gözlerini ondan çekip kendi bedenine baktı. Yanına yakışır mıydı ki? Ya da Alahan onu ister miydi? Kırık, dökük hiç bir şeyi olmayan birini ister miydi ki? “Benimle evlenmek ister miydin?” Aniden sormuştu. Neden böyle yaptığını da bilemedi. Alahan ise bir yudum aldığı çayı, boğazına takılınca öksürmeye başladı. Beklemiyordu böyle bir soru.
Melek hızlıca yerinden kalkıp, bir bardak su doldurdu, getirip Alahan’ın önüne bıraktı. Alahan bir kaç yudum su içti önce. Öksürüğü hafiflemişti ama arada boğazını temizler gibi ses çıkartıyordu. Yanında ayakta durmuş ona endişeyle bakan, Melek’e baktı. Elini uzatıp elini tuttu. “Ben seninle, ilk gördüğüm andan beri evlilik hayali kuruyorum, Melek! Seninle evlenmeyi, tabii ki isterim.” Melek ne diyeceğini bilemedi. “Şimdi değil belki ama biraz daha iyileştikten sonra, benimle evlenir misin Melek?” Melek, yere bakıyordu. Yanakları kızarmıştı bir hayli. Alahan utandığını biliyordu kadının. Ama bu sefer kaçırmayacaktı elinden. Biraz daha tutuşunu sıkılaştırdı. “Evlenirim.” Melek, içine kaçmış sesiyle, Alahan’a bakamadan konuştu. Alahan ise aldığı cevapla, keyifle gülümsedi.
“Seni öyle bir sevip, mutlu edeceğim ki Melek, bu sevginin fazlalığından şikayet edeceksin. Sevme bu kadar diyeceksin ama ben daha da fazla seveceğim seni.”