MELEK’İN ANLATIMIYLA
Yemeğimizi yedikten sonra, Alahan bizim için birer kahve getirmelerini söylerken, bir yandan beni yemek masasının karşısındaki koltuklara doğru yönlendiriyordu. Birlikte koltuklara geçip oturduk. Yüzüne pek bakamıyordum, Alahan’ın. Yemekten önce olan şey aklına gelip duruyor bir yandan içimde garip bir heyecan baş gösterirken bir yandan da huzursuzca çalkalanıyordum. Çalışanların adını pek bilmediğim için, kahverengi saçlı, ela gözlü bir kız kahvelerimizi getirdi. Burada yaşamaya devam edeceksem, öğrenmem gerekiyordu.
Alahan, kahvesinden bir yudum aldıktan sonra, bakışlarını bana çevirdi. Boğazını temizleyip, konuşmaya başladı. “Melek, Antalya’ya gitmek ister misin? Benim orada yapmam gereken bir kaç iş var. Seni yalnız bırakmak istemiyorum.” İlk başta şaşkınlıkla ardından da üzüntüyle baktım gözlerine. Oğlumun mezarına gitmek istiyordum bir kaç gündür, ve bana bunu kibar bir şekilde söylemeye çalışması, dudaklarına bir tebessüm yerleştirdi. “Gelirim. Bende oğlumun mezarına giderim hem. Çok özledim.” Anlayışla başını salladı. “Biliyorum. O da seni özlemiştir. Bir saate çıkarız konaktan. Uçakla gideceğiz. Kahveni içtikten sonra, yanına almak istediğin şeyleri ayarla istersen.” Onaylayarak başımı salladım. “Kaç gün kalacağız?” Koşa bir müddet karşısına baktı. Hesap yapıyor gibi bir hali vardı. “İki gün kalırız ama üç günü de bulabilir.” Sanırım çok işi vardı orada. Kahvemden bir yudum aldım. “Nerede kalacağız peki orada?” Bakışlarını yeniden bana çevirdi. “Evim var aslında orada. Otelde var. Sen nerede istersen orada kalırız.” Bu cevap yeniden şaşırmama sebep oldu. Neden, bana bırakıyordu ki? “Neden, benim karar vermemi istiyorsun?” Bakışları gözlerimden hafifçe aşağılara kaydığında, tenimin sıcaklamaya başladığını hissettim. Yeniden gözlerime çıktığında inceden adem elmasının hareket ettiği çarptı gözüme. “Çünkü iki yerde de, baş başa olacağız.” Kısık ve boğuk bir sesle söylediği kelimelerle içtiğim kahve boğazımda kaldı. Kendime hakim olamadan öksürmeye başladığımda, yüzümün kıpkırmızı olduğundan oldukça emindim. Yavaşça ayağa kalkıp, kahvenin yanında getirilen su bardağını eline alıp bana uzattı. Su bardağını elime alıp iki büyük yudum içtim.
Biraz zaman geçerken soluklarım da düzelmişti. Ama yüzümün yanması yerli yerinde duruyordu. Bir iki kez öksürüp kendimi toparlamaya çakıştım. “Neden baş başa kalacağız?” Yüzüne gülümseme yayıldı. “Seni tek bırakmam, Melek. Başkasıyla da bırakmam.” Söyledikleriyle kalbimin hızlanması normal miydi bilmiyorum, ama hızlanmıştı. “E-evde kalalım o zaman.” Sonuçta bir evde daha fazla oda vardı. Kaçmam kolay olurdu. Otel odasında nereye kaçabilirdim ki? Gülerek başını salladı. “Tamam. Evde kalalım.” Yüzümün yangınıyla başımı eğip, kahvemi hızlıca yudumladım. Neyse ki soğumuştu da bir de ağzımı yakmadım. Fincanı sehpanın üzerine bırakıp ayaklandım. “Ben gideyim de, eşyalarını hazırlayayım.” Başımın halen eğik olması onu güldürdü galiba. “Sen gitte, eşyalarını hazırla bakalım.” Koşar adım salondan çıktım.
Odamın önüne geldiğimde, hiç beklemeden içeriye geçtim. Kıyafet odasına gidip, götüreceğim eşyaları ayarlayıp yatağın üzerine bıraktım. Etrafıma koşa bir bakış attım. Eşyalarımı koyabileceğim bir çantam da yoktu. Alahan’dan istemek geldi aklıma. Ama şu anda yeniden onu göremezdim. Bir duş alsam iyi olurdu aslında. Bu şurada da utancım biraz olsun geçer, çanta istemeye giderdim.
Banyoya girdiğimde üzerimi hızlıca çıkartıp, kirli sepetine bıraktım. Duşa kabine girip, suyu ayarladım. Fazla oyalanmayı sevmezdim banyoda. İki kere saçlarımı şampuanlayıp, iki kere de duş jeli ile, köpürttüğüm lifle vücudumu yıkadım. Duşa kabinden çıkıp, bir havlu aldım. Vücudumu kurularken, kıyafet getirmediğimi yeni fark ediyordum. Havluyu üzerime dolayıp banyodan çıktım.
Tam yatağıma doğru gidiyordum ki, kapı hızla açıldı. Başımı anında kapıya çevirdim. Alahan söylenerek içeriye girdi. Daha bana bakmamıştı. “İki saattir kapıyı çalıyorum, Melek. Sana bir şey ol…” bana baktığı anda konuşmasına devam edemedi. Olduğu yerde durdu. İkimiz de şaşkınlıktan sadece birbirimize bakıyorduk. Saçlarımdan akan bir damla yanağıma, oradan da çeneme süzülürken, Alahan’ın bakışları o damlayı takip etmeye başladı. Tenimden akıp giden su tanesi göğüslerime doğru ilerlerken, Alahan seslice yutkundu. Ardından boğazını temizleyip bakışını üzerimden çekti. Başını yana çevirdi. Utancımdan öylece duruyordum. “Eşyalarını koyman için çanta getirmiştim. Ihım, şöyle bırakayım.” Çantayı olduğu yerde, yere bıraktı. Ağırca bana sırtını dönüp, odanın kapısından çıkıp gitti.
Kendime gelmem biraz uzun sürdü. Ama geldiğimde de etrafımda dönmeye başladım deli gibi. Ne olmuştu az önce? Resmen adama yarı çıplak yakalanmıştım! Hiç bir şey de yapmamış, diyememiştim. Daha kahve içerken yaşadığım utancı atlatamadan bir yenisini ekliyordum. Dikkatsiz davranıp, kıyafetlerimi unutmasaydım böyle olmayacaktı. Aceleyle üzerimdeki havluyu çözüp, giyindim. Bir yandan da, Alahan’ın yüzüne nasıl bakacağımı düşünüyordum(?). Saç havlusuyla saçlarımı güç bela kuruladıktan sonra, taradım. Alahan’ın getirdiği çantayı alıp, eşyalarımı içine yerleştirdim. Oyalandıkça oyalanmaya çalışıyordum. Yavaş yavaş yapıyordum işlerimi. Çantayı hazırladıktan sonra yapacak bir şeyim de kalmayınca, kuzu kuzu odadan çıktım.
Merdivenleri de olabildiğince yavaş bir biçimde indim. Alahan, kapıya yakın bir yerde durmuş, beni bekliyordu. Usulca yanına geldim, başım da eğikti. Yandan bana bastığını hissediyordum. Elimdeki çantaya uzanıp aldı. Yürümeye başladı. Büyük kapıdan çıkıp, arabanın yanına geldiğimizde, Hamza’ya elindeki çantayı verdi. Hamza, arabanın arkasına dolanırken biz de arabanın açık kapısına doğru yöneldik. Önce, benim arabaya geçmemi bekledi. Arabaya binip her zamanki yerime geçip oturdum. O da binince, aynı yerine oturdu. Karşılıklı koltuklarda çapraz bir şekilde oturuyorduk. Araba hareketlenip gitmeye başlarken, yine başımı camdan tarafa çevirdim. Alahan’a bakamıyordum. Ama onun, bana baktığını hissediyordum. Bu da yavaştan kızarmaya başlamama sebep oluyordu. Gözlerimi kapatıp, balımı koltuğa yasladım. Deve kuşu misali, böyle yapınca görünmez olacaktım sanki.
Bir kaç kasisten geçtiğimiz hissederken, gözlerimi araladım. Hangi ara uyuyakalmıştım? Elimi gözüme doğru ovuşturmak için götürdüğümde, üzerimde örtülen ceketi farkettim. Bakışlarım Alahan’a döndü. Bana bakıyordu. Yine beni düşünmüş, uyuyakalınca ceketini örtmüştü. Böyle bir adamın, bana aşık olması, rüyada olduğumu düşündürtüyordu. Beni kendinden önde tutması, elimi ayağımı dolaştırıyordu. Bakışlarımı ondan çekerken, hafifçe gülümsedim. Utangaç bir gülümsemeydi. Camdan dışarıya baktığımda havaalanına gediğimizi gördüm. Uçak pistinde hızlıca ilerliyorduk.
Az sonra araba yavaşladı, sağa doğru dönüp durdu. Hamza hemen, kapımızı açtı. Alahan, önce inip bana elini uzattı. Düşünmeden elimi eline bıraktım. Arabadan inince normal uçaklardan daha küçük bir uçağın önünde duruyorduk.
Takım elbiseli bir adam ve yanında uzun boylu manken gibi bir kadın vardı. Kadında kırmızı etekli bir takım giyiyordu. Alahan, elimi bırakmadan onlara doğru yaklaştı. “Kaptan her şey hazır mı?” Adam saygıyla ellerini önünde birleştirdi. “Hazır Alahan bey.” Alahan, başını salladı. Kaptan kadına döndü. “Meral, Alahan beylerin yardımcı ol!” Kadın güzel bir gülümseme ile Alahan’a baktı. Yalnızca ona bakmıştı zaten biz onlara doğru yürürken de. “Buyurun Alahan bey.” Elini öne doğru uzatıp, uçağın merdivenlerini gösterdi. Alahan benimle birlikte merdivenlere doğru yürümeye başladı. Merdivenleri çıktığımızda, kapıdan geçtik. Karşılıklı tek kişilik dört tane koltuk vardı. Her iki koltuğun arasında da sabit birer masa.
Kadının yönlendirmesiyle koltuklarımıza geçtik. Kemeri nasıl bağlayacağımız anlatıyordu. Gerçi Alahan o anlatmayı bitirmeden bağlamıştı. Bende anlattığı şekilde yaptım. “Alahan bey, bir arzunuz var mı?” Alahan, kadına değil bana bakıyordu sadece. Sert bir sesle yanıtladı kadını. “Yok. İşine bakabilirsin!” Kadının suratı düşerken başını sallayıp yanımızdan ayrıldı. Açıkçası biraz huzursuz olmuştum. Kadın sanki Alahan’a yakın olmaya çalışıyor gibiydi. İçimde anlam veremediğim bir his nüksetmeye başladı. Kadın güzeldi. Güzel bir makyajı vardı. Fiziği de iyiydi.
Düşüncelerime dalmışken uçağın yavaştan hareket ettiği de fark etmemiştim. Uçak havalanırken, Alahan’ın hangi ara tuttuğunu bilmediğim elini sıktım. Yanımda böyle bir adam olduğu için kendimi bir kere daha şanslı hissediyordum.
İki saatlik bir yolculuğun ardından, uçak piste iniş yaptı. Yine hafif bir sarsılma yaşarken, Alahan’ın elini sıkıca tuttum. O da bana güven vermek istercesine elimi sıkıyordu. Hostes kızın yolculuk şurasında ara ara bana bakışlarını yakalamış ama umursamamıştım. Sinirli bir edayla bakmıştı. Oysaki yaptığım bir şeyde yoktu. Uçak durduğu zaman, kemerlerimi çıkarttık. Alahan yerinden kalkıp, elimi bırakmadan uçak kapısını kendi açarak, merdiveni yerinden çıkarttı. Birlikte indik. Hamza da hemen arkamızdan indi. Alahan, arkamıza baktı. O bakınca bende baktım. Hamza’ya dönüp hostesi işaret etti başıyla. “İşten çıkartılsın!” Hamza onaylayarak başını salladı. Hemen telefonunu çıkartıp, bir kaç işlem yapıp kapattı. Az sonra kadının telefonuna bir bildirim geldi. Baktığında yüzü düşmüştü.
Önümüze dönüp yürümeye başlarken, az ileride bir araba duruyordu, Mardin’deki arabanın aynısıydı. Kapısı açık, yanında Hamza gibi yapılı bir adam bekliyordu. Biz yaklaşırken hemen hareketlenip ceketini ilikledi. “Hoş geldin ağabey.” Alahan adama bakıp gülümsedi. “Hoş bulduk, Hikmet.” Sabah bahsettikleri adam olmalıydı. Hamza’ya baktığımda gülerek bakıyordu. Hikmet ise, ciddi bir ifadedeydi. Arabaya bindik, yavaştan şehre doğru yola çıktık.