BÖLÜM 12

2762 Words
Bir haftalık rapordan sonra okula dönüyordum nihayet. Hala üzerimde kırgınlık vardı ama en azından yatakta olmaktan kurtulmuştum. Evde olmak o kadar sıkıcıydı ki biraz daha kalsam kesin katliam çıkartırdım. Bütün gün tek başıma olup akşam da ya ablamın ya Gülçin’in gösterdiği aşırı ilgiyle kafayı yemiştim. İlaçlar, yemekler, aşırı ilgi beni fazlasıyla bunaltmıştı. Arkadaşlarımın okul çıkışı uğrak yeri olmuştu bizim ev. Allah’tan geliyorlardı da beni Gülçin’in zulmünden kısa bir süre de olsa kurtarıyorlardı. Ali beni neredeyse her gün aradı. Muhtemelen vicdan azabı hissettiği için yapıyordu bunu. Görmeye gelmemişti ama. Ben de aptal gibi beklemiştim gelmesini, ne yazık ki gelmemişti. En azından aradı, deyip kendimi üzmemeye çalıştım. Ama kalbim çok acıyordu. Bizi bu hale o getirmiş olmasına rağmen benim kadar acı çekmiyordu. Hayatından da çok memnundu. Kız arkadaşıyla zaman geçirmekten benim yanıma uğrayacak beş dakikayı bile bulamıyordu muhtemelen. Eskiden böyle değildik biz. Elime çöp batsa dünyayı ayağa kaldırırdı. Hastalandığım zamanların dışında bile sırf odamın ışığını izlemek için gelip sabaha kadar beklerdi. Ama bu defa o kadar hastalanmama, hatta buna biraz da onun sebep olmuş olmasına rağmen görmeye bile gelmemişti. Her gece uyanıp aşağıda olup olmadığını kontrol ettim ama yoktu. Belki de Ali açısından bu ilişkinin ömrü tükenmişti… Çınar’la birlikte okula gidince kafeteryanın iç kısmına geçip oturduk. Normalde Çınar sigara içtiği için dışarıda otururduk ama bu kez benim hastalığımdan dolayı sigara keyfinden vazgeçmişti. Çaylarımızı ve simitlerimizi alıp boş bir masaya geçip oturduk. Keyifle yemeye başlamıştık ki Çiğdem karşımızda bitti. “Sinemis, geçmiş olsun. Hastalanmışsın çok üzüldüm” dedi o sevimsiz suratıyla. Önce Çınar’a baktım, bana sakin olmamı işaret ediyordu. Sonra derin bir nefes alıp “Teşekkür ederim” dedim yüzüne bakmadan “Benim yüzümden oldu, kendimi kötü hissediyorum” diyerek gereksiz sohbetini devam ettirmekte kararlı olduğunu gösterdi. “Senin yüzünden olan nedir?” dedim başımı kaldırıp “Sen o gece bana kızdığın için öyle dışarıya çıkıp dolaşmışsın. Ali bana anlattı senin ne kadar kızdığını ve üzüldüğünü. Özeline girmek istemezdim ama ben…” derken masaya öyle bir yumruk vurdum ki korkudan konuşmasını tamamlayamadı. Aynı anda kafeteryadaki herkes de bana bakıyordu “Pardon, Ali sana ne anlattı yine? Bana söyler misin?” dedim tak kaşımı havaya kaldırarak “Şey… Bana seninle ilgili anlattığı şeylere kızdığını söyledi” dediği an masadan hızla kalkıp yürümeye başladım. Bütün derdim Ali’yi bulmaktı. Yine aynı şeyi yapmıştı, yine o kıza aramızdaki şeyleri anlatmıştı işte. Ona ağzıma geleni söylemeden asla rahat edemeyecektim. Kafeteryada onu göremeyince dışarı yürüdüm. Biraz ileride arkadaşlarıyla konuşuyordu. Adımlarımı daha da hızlandırıp ona iyice yaklaşınca “Hiç vazgeçmeyeceksin değil mi?” diye bağırdım. Sesimi duyan herkes dönüp bana bakmıştı aynı anda. Ali de dâhil… “Sinemis?” dedi şaşkınlıkla “Evet, hakkında bildiğin duyduğun her şeyi sevgiline yetiştirmek için insanüstü çaba harcadığın Sinemis!” diye bağırmaya devam ettim “Sinemis iyi misin sen?” deyip bana yaklaştı ama ben bir adım geriye attım “Bana yaklaşma Ali! Söyler misin bana ne yapmam gerekiyor? Senin çeneni kapalı tutman için ne yapmam gerekiyor?” diyor sordum yine yüksek sesle “Sinemis sakin ol ve bağırma” dedi ama onu dinelmiyordum. O arada Ozan bana yaklaşıp “Güzelim, sakin ol lütfen” dedi ama onda da bir adımla uzaklaşıp Ali’ye döndüm yine “Bana hemen açıklama yapacaksın” diye bağırınca Ali’ni yüzünde öfke belirdi ve koluma girip beni çekiştirmeye başladı. O sırada Ozan onun karşısına dikilip “Ali, Sinemis’i bırak” deyince Ali beni bırakıp Ozan’ın yüzüne bir yumruk attı ve beni yeniden çekiştirdi. “Kimse gelmesin, kötü olur!” diye etrafa tehditler savurarak beni otoparka doğru sürüklemeye devam etti. Beni bırakmasını söyleyip bağırıyordum ama onun umurunda bile değildi. Çınar’ın hangi cehennemde olduğunu merak ederken bizi izlediğini gördüm. Yanında da Çiğdem vardı ve ağzını hayretle bir karış açmış bize bakıyordu aptal. “Çınar! Yardım etsene bana!” diye bağırınca “Müdahale etmeyeceğim Sinemis. Konuşup çözün derdinizi” dedi. Bu beni daha da çıldırtmıştı “Ali sana beni bırakmanı söyledim! Allah’ın cezası beni rahat bırak!” “Bu konuyu çözmeden seni bırakmayacağım” deyip beni otoparktaki arabasına kadar sürükledi. Beni zorla arabaya bindirdi, kendi de benim inmeme izin vermeden direksiyona geçti ve kapıları kilitleyip arabayı sürmeye başladı. “Ali sen ne yaptığını sanıyorsun!” diye bağırınca bana dönüp “Bana bağırmaktan vazgeç artık! Konuşacağız dedim, konuşacağız sadece!” diye bağırdı ve sonra da önüne döndü. Bense bir daha sesimi çıkarmadım. Konuşmak istiyorsa konuşacaktık. Uzun sayılabilecek bir süre devam etti yolculuğumuz. Şehir dışına doğru gidiyorduk. Bu bana Murat’la olanları hatırlatınca vücudum kasıldı birden. “Ne oldu?” diye soran Ali’ye cevap vermedim. “Sinemis bir şeyin mi var ne oldu?” diye ısrarla sorunca “Murat’ı hatırlattın bana” dedim. Birden fren yapıp arabayı durdurdu ve ana dönüp “Beni o manyakla karıştırma. Sadece konuşacağız” dedikten sonra arabayı yeniden çalıştırdı ve yola devam etti. İkimiz de konuşmuyorduk ama çok gergindik. Bilmediğim bir evin önüne geldiğimizde arabayı durdurdu. Kapının kilidini açtı ve önce kendi indi, sonra da benim kapımı açıp beni çıkardı arabadan. “Neresi burası?” dedim ama o bana cevap vermeden tuttuğu elimi çekmeye devam etti. Çiftlik evine benzeyen ama çiftlik evinden daha küçük bir yerdi. Öyle at ahırı falan da yoktu. Bahçe duvarları içinde küçük, sevimli bir evdi sadece, av köşklerine benziyordu filmlerde gördüğümüz. “Ali neresi burası diyorum” dedim yine ama ısrarla cevap vermedi. Ben de sormayı bıraktım. Kapının önüne gelince cebinden anahtarlığını çıkardı ve anahtarlardan birini alıp kapıyı açtı. Beni belimden tutup içeri doğru itti, sonra da kendi girdi içeri ve kapıyı kapadı. Ev morg gibiydi, dışarıdan bile daha soğuktu. “Çok soğuk” dedim dayanamayıp. Önce bana baktı sonra da “Biraz bekle” deyip bulunduğumuz odadan açılan bir kapıdan çıktı ve gitti. Beklerken etrafa göz attım. Derli toplu bir yerdi. Kullanılmıyor gibi durmuyordu. Her gün değilse bile sık sık ziyaret edildiği belliydi buranın. Belki de Çiğdem’le geliyordu Ali buraya. Bunu düşününce yine bütün sinirim tepeme çıktı. Zaten son zamanlarda önüme gelen her şeye sinirlenir vaziyetteydim. Evin içinde volta atıp ısınmaya çalışırken Ali elinde bir kova dolusu odunla içeri geldi. Şöminenin içine odunları dizdi, sonra da üzerine sıvı bir madde döküp kibriti çaktı. Odunlar öyle bir alev aldı ki gözüm korktu ilk anda. Ama sonra içerisi ısınmaya başlayınca korkmak yerine sevdim ateşi. Ben ısınmaya çalışırken Ali söze başladı “Evet, şimdi anlat bakalım derdin nedir senin?” deyince ben de ısınmayı bırakıp ona döndüm “Derdimin ne olduğunu sen gayet iyi biliyorsun” “Hayır, ben senin derdini de düşünceni de seni de anlamıyorum Sinemis! Gerçekten anlamıyorum ve anlatman için de seni buraya getirdim” “Peki, madem anlatmamı istiyorsun anlatayım. O kızın sürekli etrafımda dolanıp bana iyilik meleğini oynamasından sıkıldım” “Kim sana iyilik meleğini oynayan, Çiğdem mi?” “Evet, Çiğdem! Asıl sorun şu, sen neden benimle ilgili her konuyu onunla paylaşıyorsun?” “Neyi paylaşmışım yine?” “Benim bardaki gece neye kızıp gittiğimi bile anlatmışsın” “Merak etti seni, ondan anlattım Sinemis!” “Anlatma Ali! İstemiyorum anlatma! Başka konunuz mu yok konuşacak!” “Sen ona niye bu kadar taktın anlamıyorum. Nedir onunla alıp veremediğin?” “Gerçekten bunu anlamayacak kadar kör müsün Ali? Sen ne ara bu kadar anlayışsız biri haline geldin?” “Bana karşı biraz olsun açık davransan anlayacağım her şeyi” “Daha ne kadar açık olacağım Ali! Kıskanıyorum seni anlamıyor musun?” diye bağırdım. Bunu yaptıktan en fazla iki saniye sonra da deli gibi pişman olmuştum “Kıskanıyor musun?” diye sordu hayretle. Aptal! Anlamamıştı, ya da sırf beni sinir etmek için anlamamış gibi yapıyordu “Duydun işte” dedim sesimi alçaltarak “Sen beni kıskanıyorsun? Beni kıskanıyorsun yani öyle mi?” “Ali tekrar edip durmasana söylediklerimi” dedim yine sinirle. “Hayır, idrak etmeye çalışıyorum. Kıymetli prensesimiz beni kıskanıyormuş, gerçek olamayacak kadar güzel olduğu için kendimi inandırmaya çalışıyorum” derken benimle dalga geçiyordu. “Dalga mı geçiyorsun benimle” “Evet! Dalga geçiyorum! Sen sürekli dik tutarsın ya başını, şimdi nasıl oldu da beni kıskandığını böyle açıkça söyledim ona hayret ediyorum” “Ali, sen bunları inanarak mı söylüyorsun?” “Sence inanmıyor gibi mi duruyorum? Sinemis, biz seninle iki yıldır tanışıyoruz ve ben sana iki yıldır aşığım. Ama senin daha bir kere ben adım atmadan bana doğru geldiğini görmedim. Şimdi ne değişti de sen böyle davranıyorsun?” dediğinde şaşırmış ona bakıyordum cevap vermeden. “Bak işte, cevap veremiyorsun. Bir kere çıktı ağzından her nasıl olduysa o kelime, bir daha kim bilir kaç yıl sonra söylersin gerçekten ne hissettiğini. Ya da belki hiç söylemezsin” “Ali ben sana hislerimi her zaman söyledim” “Ben sorunca söyledin! Ben sormadan kendi kendine, sadece içinden geldiği için kurduğun bir cümle var mıydı Sinemis?” “Haksızlık ediyorsun” derken sesim kırılmıştı. Ben de kırılmıştım çünkü “Ne olur ağlama, bir tek ona dayanamıyorum. Ağlama da sana bütün hissettiklerimi anlatabileyim” deyince kendimi sıktım. “Ağlamayacağım Ali. Yeterince güçsüz kaldım karşında, bu kez ağlamayacağım” “işte bak, sen benim karşımda güçlü ya da güçsüz kalacağının hesabını bile yapıyorsun. Ben senden bunu istemiyorum. Karşımda nasıl duracağının hesabını yapmanı istemiyorum. Kalbin sana ne söylüyorsa onu yapmanı istiyorum, ucunu bucağını düşünmeden” “Ben zaten kalbimden geçeni yaptım her zaman Ali. Herkes senden ayrılmam için karşıma geçmişken ben onları dinlemedim. Ablamı bile dinlemeden elini tuttum senin” “Biliyorum. Ben bunları inkâr etmiyorum zaten. Ama benimleyken hep benden bir adım bekledin. Aylardır bu patlamanı bekliyorum ben. Aylardır kendini de beni de hapsettiğin o duvarları yıkmanı bekliyorum. Kendini şartlandırdığın şeyleri bir kenara bırakıp gelmeni istiyorum ama sen olduğun yerde duruyorsun. Sen istedin diye eve döndüm, sen istedin diye arkadaş kalmayı kabul ettim. Ama bunları kendim için yapmadım, isteyerek kabul etmedim ve bu durumdan hiç memnun olmadım” “Hiç öyle görünmüyor ama” “Sinemis” deyip yanıma yaklaştı. “Ben senin kalbinden geçen her şeyi biliyorum. Beni affedersen kendine ihanet edeceğine inandığın için benimle barışmadın. Ama beni kaybetmeyi de istemedin ve sırf arkadaşın olarak kalırsam istediğinde beni görebilirsin, konuşabilirsin diye böyle bir çözüm buldun. Ama Çiğdem’le olan yakınlığıma da katlanamıyorsun. Beni kıskandığını biliyorum, bunu sana söyletebilmek için günlerdir ne kadar uğraştıysam da sen söylemedin. Gözlerinde gördüğüm şeyi dillendiremedin bir türlü. Gururun yüzünden hissettiğin şeyleri kurban ettin” “Bütün söylediklerin doğru” dedim sakince. “Ama başka şansım yoktu” diye de ekledim. “Neden başka şansın olmadığını düşündün? Ben affetsen, yeniden barışsan ne kaybedecektin?” “Affedemedim Ali. Olanlar çok ağırdı. Benim zamana ihtiyacım vardı” “Ben de sana o zamanı verdim zaten. İstediğin şeyi yaptım ki sen kendini dinle, düşüncelerini, duygularını dinlendir ve kendin için doğru olan şeyi yap. Etrafında dolaşmadım kafan karışmasın diye. Ama sen geçen o koca aylar boyunca tek bir adım bile atmadın bana. Ben, kafanı topladığında bana geri dönersin diye ümit ettim. Aylarca deli gibi ders çalışıp seninle aynı okula girebileyim diye uğraştım. Yaptığın tercihleri bile takip edip birebir aynılarını yazdım. Sırf seninle aynı okula girebileyim diye. Dilediğim şey oldu ve aynı okulu kazandık. Ama yine bir şey değişmedi Okulun ilk gününü hatırlıyor musun, beni karşında gördüğün günü?” “Hatırlıyorum” “O gün ben senin gözünde küçücük bir mutluluk kırıntısı görmedim Sinemis. Benimle aynı okulda okuyacak olmana mutlu olmayı bırak, bana sadece ‘iyi olmuş’ dedin geçtin. O gün senin beni sevmediğine ikna oldum işte “Hayır, seni seviyorum” dedim. Aynı anda gözyaşlarım da akmaya başladı. Daha fazla tutamamıştım. “Sevmiyorsun Sinemis. Şuan hissettiğin tek şey hırs, sadece benden eski ilgiyi göremediğin için bu kadar öfkelisin. Ama sevgi değil bunun adı. Bak, sana zaman verdim, kararını bekledim ben ve eğer kararın benden vazgeçmek olsaydı buna da saygı duyardım. Ama sen ne geldin ne vazgeçtin benden. Ne benimle ne bensiz olabildin. İşte bu yüzden diyorum bu sevgi değil diye” “Ali, lütfen…” diyebildim yalnızca. Gözlerimin içine bakarken onun da gözleri doldu. “Bunlar gerçekler Sinemis. Çiğdem’i seni sevdiğim gibi sevmiyorum eğer bilmek istiyorsan. Zaten senden başka kimseyi sevebileceğimi sanmıyorum. Kalbimde hala sen varsın, daha doğrusu beni sevdiğine inandığım, bana şefkatiyle, sıcaklığıyla, gülümseyişiyle iyi gelen o kızı seviyorum. Sen değiştin, eskisi gibi değilsin artık ve bu halin bana çok yabancı” “Değişmedim Ali, inanmıyorsun bana ama seni hala seviyorum” “Kendini de beni de kandırma ne olur. Kıskançlık çok başka bir duygudur. Sevdiğini sanırsın ama aslında hissettiğin sadece elinden giden şeye beslediğin hırstır. Sana olan bütün inancımı kaybettim Sinemis. Artık beni ömrümün sonuna kadar sevebileceğine inancım yok” dediğinde sadece izledim onu. Öyle acıtıyordu ki sözleri, ağzımı açıp tek bir kelime edemiyordum. Konuşmaya devam etti benden ses çıkmayınca “Çiğdem’le sevgili değilim, içini rahatlatacaksa söyleyeyim. O babamın çok eski bir arkadaşının kızı. Eskişehir’den tanıdığımız bir ailenin kızı. Aramızda hiçbir şey yok. Çok iyi vakit geçiriyoruz, onunla çok iyi anlaşıyorum ama o kadar. Senin sandığın gibi birini hayatıma alabilecek kadar az sevmedim seni ben. Senden hala vazgeçmedim ama seni beklemekten, umut etmekten vazgeçtim” “Neden bana söylemedin bu kadar zaman?” “Bunun neden önemi var ki?” “Önemi var, çünkü ben o kız yüzünden sana çok kötü davrandım” “Hayır, onun yüzünden değil. Hırsın yüzünden öyle davrandın sen. Hayatında hiç bu kadar öfkeli olduğun bir zaman oldu mu?” “Sanırım hayır” “Çünkü hırs yapacağın bir şey olmadı. Sen o kadar alıştın ki etrafında dönüp durmama, bunu göremeyince zorlandın. Senin düşündüğün şuydu, Ali’yle arkadaş kalırım, canım isterse arar sorarım, istemezse bir zorunluluğum olmaz nasılsa, dedin ve benim de buna uyacağımı düşündün. Ama işler istediğin gibi gitmedi ve bambaşka bir şeyle karşılaştın. Seninle ilgilenmeyen, kul köle olmayan bir Ali görünce bunu hazmedemedin” “Hayır, kıskandım diyorum ya Ali. İnsan sevmediği birini kıskanabilir mi?” “Kıskanır. Alıştığı şeylerin olmaması insanı kıskanç yapar Sinemis. Aslında ben seninle uzaktan uzağa ilgileniyordum. Seni takip ediyordum. Mesela Ozan denen o çocuğun senin dibinden ayrılmadığını görebiliyordum. Beni Çiğdem’le gördüğünde yüzünün aldığı şekli fark edebilecek kadar iyi izliyordum seni” “Ama o gece, ben tek başıma kaldığımda sen benim peşimden bile gelmedin” “Evet, ben gelmedim ama seni yalnız da bırakmadım” “Bıraktın Ali. Ben eve geldikten sonra yanıma gelmen yalnız bırakmadığın anlamına gelmiyor” “Onu kastetmedim ki. Sen gittikten sonra ben peşinden gelmedim. Çünkü o kadar öfkeliydin ki, yanında kalmaya devam etsem işler daha da kötüye gidecekti. Ama seni tek bırakmadım” “Nasıl tek bırakmadın ya? Gecenin o saatinde tek başıma kaldım ben” “Eve nasıl döndün?” diye sordu önce. Sonra tam ben ağzımı açacakken benden önce cevapladı “Cahit Sarıkaya’ya rastladın ve seni evine kadar götürdü değil mi?” “Sana kim söyledi?” “Kimse. Cahit amcayı ben gönderdim senin arkandan” “Nasıl yani?” dedim hayretle. “Biz bara girerken Cahit amcayla karşılaşmıştık. Babamla çok iyi arkadaşlar. Çocukluğumdan beri tanırım onu. Hatta bana çok emeği vardır. Barın yanındaki mekâna gelmişti o gece arkadaşlarıyla yemeğe. Sen gidince aklıma o geldi. Yanına gidip durumu anlattım. Sağ olsun hemen benimle geldi, arabasına binip seni uzaktan takip etti. Sonra da seni ikna edip evine bıraktı” “İnanmıyorum Ali! O sen istediğin için mi geldi?” “Evet. Aslında bardaki arkadaşlarımdan birini yollayacaktım ama genç oldukları için güvenip arabalarına binmeyeceğini düşündüm. Cahit amca gibi yaşlı bir adamdan zarar gelmeyeceğine inanıp ona güvenirsin de tek başına kalmazsın diye hesap ettim” “Ali, sen…” derken lafımı kesti “Bana teşekkür etme olur mu? Ben bunu senin için değil, sevdiğim kızın başına bir şey gelmesin diye yaptım. Sonra yanına gelip senden özür dilemek istedim. Belki bana samimi olarak içini açarsın ve gerçekten hissettiklerini anlatırsın diye umdum. Ama sen yine diktin başını ve yine kendini haklı çıkartmaya çalıştın. Zaten sonrasını biliyorsun, ben de içimdekileri söyledim” “Ben… Ne diyeceğimi bilmiyorum Ali” dedim. Gerçekten ne söyleyebileceğim konusunda hiçbir fikrim yoktu. “Bir şey söylemene gerek yok. İşte kafandaki soru işaretlerinden kurtuldun. Derin bir nefes al ve rahatla, kafan da rahatlasın için de ve lütfen artık sakinleş” “Ali, ben bilmiyordum” “Bilseydin de bir şey değişmezdi zaten. Sözlerini duymak istedim evet, ama ne gözlerinde ne de hareketlerinde de bir şey göremedim ben. Dedim ya, okulun ilk günü bana bakışını ve o cümleni unutamıyorum. Ben orda vazgeçtim savaşmaktan. Sevgine inanmayı orada bıraktım” “Ben o gün çok şaşkındım Ali. Ama öyle davranmam seni sevmediğim anlamına gelmiyor ki” Bak, ben artık sana inanmıyorum, bize inanmıyorum” “Ama yanlış düşünüyorsun” “Sen dediklerimi uzun uzun düşün. Benden öğrendiklerini düşün, kafandaki soruları düşün, biraz kendinle baş başa kal ve olan biten her şeyi düşün. Sonra sen de haklı olduğumu anlayacaksın” “Ben düşüneceğim tamam, ama sen de yanıldığını anlayacaksın” dediğimde bir şey demedi. Başını sağa doğru döndürüp dışarıyı izledi bir süre. Sonra yeniden bana dönüp “Gidelim mi?” diye sordu. Konuşma burada bitmişti işte. “Gidelim” dedim çaresiz. Ama benim için konu burada kapanmamıştı…
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD