O an Miran ile göz göze geldik, aklından geçenleri tahmin edebiliyordum. Arabalara binip oradan ayrılmadan önce, en iyi Türkçe bilen üç adamımı yanıma aldım ve diğerlerine mağaraya geri dönmelerini emrettim. Bitirdiğimiz işlerin ardından inzivaya çekilip bir süre ortalarda görünmüyorduk. Dağ başındaki mağara bunun için gayet uygun bir yerdi. Kuzey Irak, Suriye, Yemen, Çeçenistan, Mısır… daha birçok yerde bulunmuştuk ve dönüp dolaştığımız yer her zaman o mağara oluyordu. Diğer adamlarım kuzeye doğru yol alırken bizde batıya doğru sürdük arabamızı. Minibüsü Miran kullanıyordu, onun yanında ben oturuyordum. Diğer iki adamım arka taraftaydı. Yolda kılık kıyafetimizi değiştirmek için kısa bir mola verdiğimizde iş adamları gibi takım elbise giydik her birimiz. Yaptığımız plana göre sınırı geçmemiz için bu şarttı.
“Nasıl görünüyorum?” diye sordu Behnan. Uzun boyu ve kalıplı yapısıyla tam bir boksör gibi görünüyordu. İçimizde en uzun boylu olandı Behnan o iri görünümüne zıt olarak duygusal bir yapıya sahipti ve Miran gibi Iraklıydı. Memo atıldı hemen.
“Ulan eşeğe altın semer giydirsen eşek yine eşektir.” Hep bir ağızdan gülerken Behnan çoktan Memo’nun enseye indirmişti şamarı.
“Sen kendine bak yer cücesi.”
Memo ise içimizde en kısa fakat hızlı ve çevik olanımızdı. O da tıpkı benim gibi Türk’tü. Buralara nasıl geldiğini, bu adamlara niçin katıldığını bilmiyordum geçmişi hakkında hiç konuşmuyordu. Hazırladığımız sahte kimlikleri kullandığımız için sınırdan geçmek sorun olmamıştı. Saatlerce yol aldıktan sonra nihayet İstanbul'a geldik. Kimsenin dikkatini çekmeyecek şekilde orta halli bir otelde odalarımıza yerleştik ve söylediğim gibi yarım saat sonra adamlarım odamda toplandılar. Oval masaya oturduğumuzda kafamda oluşturduğum planımı anlatmaya başladım.
“Bugün dikkat çekmemek için dışarıya çıkmayacağız, o yüzden bugünü sadece yüzeysel bilgiler toplayarak geçireceğiz. Yarın sabah kahvaltıdan sonra işe gidiyor gibi otelden çıkacağız ve tüm gün gözlem yapacağız. Yalnız bugünden iki araç kiralamalıyız. Sen Memo araba kiralama görevi senin.” Önüne küçük bir kağıt bıraktım, alınacakların listesiydi bu. Bilgisayar, dürbün, silah, fotoğraf makinası, ince halat, koli bandı...
“Dışarıya çıkmışken bunları alman gerekiyor. Burada yaşayan Harun adında bir adamım var o sana yardımcı olacak.”
“Peki patron.”
“Görevimiz nedir, kimi ortadan kaldıracağız?” Konuşan Behnan’a baktığımda düşünceliydim.
“Bu defa silah kullanmayacağız çocuklar. Görevimiz iki kişiyi kaçırmak ve hiç birinin kılına zarar gelmeyecek şekilde adamlara teslim etmek. Onları sağ salim alıp Irak’a götüreceğiz, bizden istenen tek şey bu.” Şaşkınca birbirlerine bakan adamlarımı uyardım.
“Bu iş diğerlerinden farklı olacak beyler. Temiz olsun istiyorum anlaşıldı mı?” Hepsinin yüzüne tek tek baktım ve;
“Öldürmek yok.” diye eklemeyi ihmal etmedim. Ne de olsa en iyi yaptığımız şeydi bu biz öldürmek için kurulmuş saat gibiydik.
“Sen nasıl istersen patron, ben her zaman yanındayım” dedi Miran. Ardından Behnan ve Memo;
“Bende” diye katıldılar. Neredeyse çocukluğumdan beri onlarla beraberdim, seviyordum bu adamları.
“Peki kaçıracağımız adamlar kim?”
“Silah uzmanları.”
Herkes odasına çekildiğinde, yatağıma sırt üstü yatıp ellerimi başımın altına yerleştirdim. Haziran ayının sonları olduğu için hava fazlasıyla sıcaktı. Üzerimde sadece siyah atletim vardı, altımda da siyah kot pantolonum. Siyahtan başka renk kullanmıyordum çünkü bu renk beni tamamlıyordu. Bugüne kadar olan yolculuğum geldi aklıma ve işte çocukluğumda Miran’ın bana dediği gibi topraklarıma tekrar geri dönmüştüm. Bu şekilde dönmeyi hayal etmemiştim fakat sonuçta dönmüştüm işte.
Ya ailem?
Annem ve babamın hayatta olup olmadıklarını bilmiyordum. Belki de iki oğullarının ani ölümleri yüzünden hastalanıp yataklara düşmüşlerdi. Büyük abim Hamza’yı hatırlayınca ona olan nefretim yüzünden yumruklarımı sıktım. O iki kardeşinin katiliydi.
Sinirle yerimden doğrulup başucumdaki komodinin çekmesini araladım ve içinden dosyayı çıkardım, kafamı dağıtmaya ihtiyacım vardı. Beyaz bir zarf dikkatimi çekti. Daha önce bakma gereği duymamıştım bu zarfa. Ağzı kapalı değildi ve tahmin ettiğim gibi içinde iki adet resim bulunuyordu. Önce ilk resmi elime aldım bu kaçıracağımız silah uzmanı olan adamının resmiydi. İkinci resmi elime alıp baktığımda ise yemin ederim tek kelimeyle nutkum tutuldu.
Habersizce çekilmiş resimde, dünyalar güzeli bir kız vardı. Adeta kanatları eksik bir melek gibiydi.
“Sikeyim ben böyle işi…”
Öfkeyle yerimden kalkıp odanın içinde volta atarken, bir yandan da okkalı küfürler savuruyordum. Pencereye yanaştım ve beyaz tülün ardından bir süre dışarıyı izledim. Sokak lambalarının aydınlattığı kaldırımlar bomboştu. Düşünceli bir şekilde çenemi sıvazlarken aklımda aynı görüntü vardı.
Masum bir yüz. İnsan bakmaya bile kıyamazken zor kullanıp onu nasıl kaçırabilirdi. Hele de o vahşi adamlara teslim etmek… Bunun düşüncesi bile kafayı yemeye sebep olabilirdi. Hiçbir zaman kadına zor kullanmamıştım, benim gözümde tıpkı annem gibi narin varlıklardı. Bir an duraksadım bu durum Yiğit için böyleydi ama Efsane için kadın sadece anlık zevkler için kullanılan değersiz bir şeydi.
Bazen kendimi çift kişilikliymiş gibi hissediyordum. İçimde yükselen iki farklı ses duyuyordum. Biri kötülüğü telkin ediyor diğeri de iyi şeyler söylüyordu. Beni bir süre kararsız bırakıyorlardı ama kısacık bir süreydi bu. Çünkü uzun zamandır kötülük kazanıyordu o savaşı.
İşin içinden çıkamayınca volta atmayı bıraktım en iyisi yatıp uyumak diyerek yatağıma uzandım ve zorda olsa uyumaya çalıştım. Gerek ailemi, gerekse o güzel yüzlü meleği gördüm rüyalarımda. Bu boktan hayatımı adı gibi Bahara çevireceğini o anda bilmiyordum ama bir şeyler olacağını hissedebiliyordum ve bu da beni inanılmaz derecede korkutuyordu. En son kaçırıldığımda hissettiğim bu korkuyu tekrar yaşamak benim için garip bir duyguydu. Alışılmadık…
Birkaç saat sonra uyandığımda masamın üzerindeki bilgisayarı açıp kızın adını girdim ve ardından hakkında edinebildiğim bütün bilgilere göz attım. i********:, f*******: ve bütün sosyal medya hesaplarını bir bir inceledim. Pek fazla paylaşımları yoktu, arkadaşlarıyla birlikte çekildiği birkaç fotoğraf vardı. Mutlu görünüyordu ama ela gözlerinde gördüğüm hüzün kendini ele veriyordu. Bir yazı da babasının adını öğrendiğimde bu defa onun adını girip ailesi hakkında bir şeyler öğrenmeye çalıştım. Annesi vefat etmişti, babası ise kaşları çatık sert mizacı olan bir adamdı. Beş para etmez biriydi.
Gün ağardığında geceye çizgi çektim ve odamdan çıkıp diğerlerine katıldım, sakince kahvaltımızı yaptıktan sonra dışarıya çıktık. Behnan ve ben adamı takibe alırken, Memo ve Miran da kızı takip edip resimlerini çekiyor ve bilgi topluyordu. Adam elli beş yaşlarında, emekli olmuş sözde makine mühendisiydi. Öğleye doğru Beşiktaş’taki evinden çıktı ve yürüyerek sahile indi, deniz kenarındaki çay bahçelerinden birine oturup manzara ve çay eşliğinde gazetesini okumaya koyuldu. Garson birkaç defa geldi ve çayını tazeledi. Yarım saati aşkın bir süre orada oturduktan sonra, onun yaşlarında iki adam daha geldi ve koyu bir sohbete daldılar.
İkindi vaktine doğru, ayaklandılar ve camiye gittiler. Namazlarını kıldıktan sonra yolda birbirlerinden ayrıldılar. Takip ettiğimiz mühendis evine doğru yol alırken bizim onu izlediğimizden bihaberdi. Görünüşe göre sakin bir yaşantısı vardı ve onu kaçırmak zor olmayacaktı. Şimdiden kafamda birkaç senaryo oluşmuştu bile.
Akşam otele döndüğümüzde, diğerleri bizden iki saat sonra ancak gelebildiler.
“Nerde kaldınız?” Memo atıldı hemen ve kendine has mimikleriyle durumu anlatmaya başladı. İçimizde en neşeli olanımızdı o. Her şeye rağmen neşeli ve komik biriydi.
“Abi kız çok aktif biri. Sabah erken bir saatte tekvando kursuna gitti, iki saat boyunca kaldı orada. Öğrendiğimize göre yeni kayıt olmuş, bu onun üçüncü gidişiymiş.” Edindiğim bu bilgiyi ilginç bulmuştum. Tekvando dersleri alan genç bir kız. Aslında günümüz şartlarını düşünecek olursak, bir kadının kendini korumayı öğrenmesi elzemdi. Hoşuma gitmişti böyle dişli biri olması.
“Sonra” dedim devam etmesini istediğimi belirterek. Garip bir şekilde o kız hakkında daha fazlasını bilmek istiyordum.
“Sonra arkadaşlarıyla kahvaltıya gitti.”
“Sizi fark eden olmadı değil mi?” Adamım kendinden emin bir şekilde başını iki yana salladı.
“Nerde oturuyor?”
“Levent’te”
“Güzel.” Kaldığı yerden anlatmaya devam etti.
“Oradan çıkınca birkaç mağaza dolaştı sonra da evine gitti. Akşama doğru tekrar dışarıya çıktı. Arkadaşlarıyla birlikte bir mekana gidip eğlendiler. Sanırım bir arkadaşının doğum günüydü. Oradan geç bir saatte ayrıldığı için mecburen bizde geç kaldık.”
Kafamda bir sürü soru işaretinin oluşmasına engel olamadım. Sorular adeta beynimi kemiriyordu. Bahar oradan yalnız mı ayrılmıştı, bir erkek arkadaşı var mıydı? Bunları düşündüğümü fark edince hadi ama Efsane dedim içimden toparla kendini oğlum. Görevini hatırla... Buraya ne için geldiğini hatırla… Küçük bir kızın seni bu denli etkilemesine izin veremezsin. Evet o masum yüzü beğendin ama o kadar. Bunun nedeni bu güne kadar böyle biriyle karşılaşmamış olman, olay bundan ibaret. Bunu bu kadar büyütmeye gerek var mı? Kızı alacak, adamlara teslim edecek ve görevimi bitecektim. O an kendime bir söz verdim, kararımı bir daha asla sorgulamayacak ve ne olursa olsun hiçbir olayın beni etkilemesine izin vermeyecektim. Evet Efsane bir kez daha Yiğit’i halt etmişti.