Şer sandığımız şeylerde Allah’ın var ettiği hayırlar gizlidir.
Bahar Ataman
Günümüz…
“Keşke o gerilim filmini izlemeseydim. Bir daha asla gerilim filmi izlemeyeceğim…”
Gecenin yarısında eve bir hayalet gibi girip zavallı kızı öldüren katil, bir türlü gözlerimin önünden gitmiyordu.
“Hadi Bahar başka şeyler düşün. Okullar bitti çok şükür sonunda mezun oldum. Bu yazın tadını çıkaracağım çünkü üniversite hayatımda sadece derslerime odaklanmak istiyorum. Türkiye’nin en iyi çocuk doktoru olmak istiyorum. Ayy filmde ki kız da doktordu ve kurtaramadığı hastasının sevgilisi tarafından vahşice katledilmişti.” Zorlukla yutkunup yatakta diğer tarafa döndüm.
“En iyisi koyunları saymak. Neden olmasın denemekte fayda var.”
“Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi…”
Dakikalardır koyunları saymaktan yorulmuştum, uykum gelmek yerine daha çok açılmış, dilim damağım kurumuştu.
Boğucu ve nemli havadan dolayı uyuyamamanın verdiği öfkeyle söylenerek yataktan kalktım ve yerleri döverek mutfağa doğru ilerledim. Koridordan süzülen ışık mutfağa loşluk katsa da yine de düğmeye dokundum. Çocukluğumda yaşadıklarımdan dolayı karanlıktan korkuyordum. Ev arkadaşım yaz tatili dolayısıyla iki gün önce memleketine gitmişti. Bende birkaç gün sonra gidecek olsam da şu an evde yalnız olduğum gerçeğini değiştirmiyordu. Tüylerimi ürperten bu düşünceden hızlıca uzaklaşıp buzdolabından şişeyi aldım ve midemi boylayan soğuk suyun tadını çıkardım. Yaz aylarında soğuk su büyük bir nimetti.
Çıplak ayaklarımla yatak odama doğru yöneldiğimde işte tam o sırada koridorda birinin varlığını hissettim ve bütün tüylerim diken diken oldu. O an bedenim felç geçirmişçesine donup kaldım, boğazıma oturan yumru orada takıldı. Yutkunamadığım gibi nefes dahi alamıyordum. Kalbim olağanca hızını artırırken göğüs kafesim dar gelmeye başladı.
Bunun bir hayal ya da kuru bir evham olmasını diledim ama hayır değildi işte. Birinin arkamda durduğuna adımın Bahar olduğu kadar emindim.
Hissediyorum birkaç saniye içinde ya kalp krizinden ölecek ya da korkudan bayılacaktım.
Ama önce kaçmak için hamle yapmalıydım. Evet en mantıklısı buydu kurtulamasam bile en azından bunu denemiş olacaktım. Bu düşünceyle ileriye doğru adım atmak istediğimde iri bir el benden hızlı davranarak ağzıma kapanıp duruşumu sabitledi. O an panik ve korkuyla çırpınmaya başladım.
“Şişt sakin ol, sana zarar vermeyeceğim.” Genzimi yakan kokuyla, ayaklarımın gücü çekilirken başım geriye doğru adamın omzuna düştü. Gözlerim kapanmadan önce en son gördüğüm şey simsiyah gözlerdi. Karanlıkla uyumlu bir çift siyah gözdü…
*
Yattığım yatak hafifçe sallandı. Ne derin bir uyku halindeydim ne de tam uyanık bir halde. Sanki rüya ile gerçeklik arasında kalmış arafta gibiydim. Bedenim az önceki gibi tekrar sarsılınca biraz daha kendime gelir gibi oldum.
Göz kapaklarımı zorlukla aralamaya çalışırken adeta yüzyıllık bir uykudan uyanır gibiydim. Kendime gelmeye başladığımda başımda şiddetli bir zonklama vardı ve bütün vücudum külçe gibi ağırlaşmıştı. Neden böylesine berbat hissettiğimi anlamak için beynimi zorladım fakat hiçbir işe yaramadı.
En son hatırladığım şey bedenimi esir alan cumartesi gününün tatlı yorgunluğuyla yatağıma uzandığım ve uyumaya çalıştığımdı. Öyle hemen uykuya dalabilen bir insan değildim ben, kafam her daim bir şeylerle meşgul olduğu için uyku öncesinde yatakta dönüp durmam kaçınılmaz oluyordu. Sonrasındaysa işkence gibi geçen dakikalar olmazsa olmazımdı. Hele de buna sıcaklar eklenince işkence iki katına çıkıyordu. Bu nedenle her sabah uyanmakta zorlanıyordum. Oysaki şu an hissettiklerim daha önce hiç yaşamadığım bambaşka duygulardı.
Birkaç saniye boyunca bulanık olan görüşümü normale döndürmek için gözlerimi açıp kapamak zorunda kaldım. O anda bedenim yattığım yerde tekrar hafifçe sendeledi, hareket halindeki bir arabanın arka koltuğunda uzandığımı fark edince korkuya kapıldım. Gözlerim beni yanıltıyor mu yoksa bu bir rüyamı diyerek tekrar açıp kapattım ama bu hiçbir işe yaramadı çünkü hala evimde ve yatağımda değildim. Bu defa tarifsiz bir korku sarıp sarmaladı yüreğimi, nerede olduğuma dair fikirler üretmeye çalıştım ama pek başarılı olamadım çünkü hiçbir fikrim yoktu. O an ellerim ve ayaklarımdaki ipleri fark ettim aman Allah’ım bu da neyin nesiydi? İçimden yükselen panikle iplerden kurtulmaya çalışınca başımdaki ağrı ense köklerime kadar indi ama bunu umursayacak durumda değildim. Bütün gücümle bağırmak ve yardım istemek için ağzımı açmaya çalıştım fakat bu defa da ağzımdaki bant bunu yapmama engel oldu. Gözlerim korku dolu dehşetle açılırken içinde bulunduğum durumun ciddiyetini fark ettim.
Kaçırılmıştım…
Aklımda oluşan bin bir soru ve korkunç ihtimalleri göz ardı ederek pes etmeden debelenmeye devam ettim. İpler öyle sağlam bağlanmıştı ki kurtulamayacağım aşikardı ama en azından bu şekilde beni kaçıran kişinin dikkatini çekmeyi umuyordum. Bilmiyorum belki de saçma bir fikirdi.
Düşündüğüm gibi oldu ve ön taraftaki koltuklarda bir hareketlenme hissettim. Kulağıma dolan erkek sesleri vücudumun anında korkuyla kasılmasına neden oldu, bütün kanım çekilmişçesine donup kaldım. Kim bilir belki de hayatımın son dakikalarını yaşıyordum ve bir minibüste acımasızca öldürülecektim. Sonrasında ise cesedimi ya bir uçurumun kenarından aşağıya atarlardı ya da kimsenin bulamayacağı ıssız yerlere gömerlerdi. Mezarım bile belli olmazdı. Bu ihtimaller düşündüklerim arasında en masum olanlarıydı. Bir fabrika gibi çalışan beynim en korkunç film sahnelerine bile taş çıkartacak senaryoların seri üretimine geçmişti.
Eninde sonunda öleceğimi biliyordum ama bu kadar erken olacağını hiç tahmin etmemiştim. Hani derler ya benim geleceğe dair hayallerim, umutlarım, uzunca bir yapılacaklar listem var diye… Bu durum benim içinde tam anlamıyla öyleydi ve henüz ölüme hazır değildim. Zaten ölüme kim hazır olurdu ki? İnsan ne kadar çok yaşarsa yaşasın ona asla yetmiyordu ve yaşamaya doymuyordu belki de. Allah’ın bizim için tayin ettiği nihai ömrü bilmiyor olmamız nasıl büyük bir nimetmiş şimdi daha iyi anlıyordum bunu. Yirmi beş haziranda yirmi bir yaşımda öleceğimi bilseydim sanırım aklımı kaçırmam kaçınılmaz olurdu. Belki de bu adamlar beni kaçırmadan önce ben kendi canıma kıyardım. Evet kesinlikle yapacağım şey bu olurdu.
“Kız uyanmış patron.”
Bu sesi duymamla sırtımdan aşağıya buz gibi bir ürperti yayıldı, kalp atışlarım hızlandı adeta kulaklarımda pompalanıyordu. Diğer adamdan karşılık gelmedi sadece ayaklandıklarını ve bana doğru geldiklerini duyuyordum. Sanıyorum ki bu adımlar kendi ecelimin ayak sesleriydi. Boğazıma doğru yükselen korkuyla gözlerim irice açıldı ve panikle daha çok debelenmeye başladım. Kolay pes etmeyecektim ve öleceksem de hiç değilse mücadele ederek ölecektim. Aslında ölümün o karanlık yüzünü ve dehşetini düşünecek olursak kabullenmesi zor bir durum ve diğer taraftan kaçılması imkansız bir gerçekti, her ne kadar insan kendine yakıştıramasa da... Korkuyu iliklerime kadar hissediyordum. Gözbebeklerimin titremesine engel olamadım. Hayatım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden akmaya başladığında pişmanlıklarım bir örümcek ağı gibi kalbimi kuşatmış ardından keşkeler bir bir sıralanmıştı.
Keşke daha iyi bir insan olabilseydim.
Keşke babamla daha çok vakit geçirseydim. Belki böylelikle onu ve yaptıklarını daha iyi anlayabilirdim.
Keşke dayımın sözlerine o güzel nasihatlerine daha çok kulak verseydim.
Keşke Figen denen kız için kötü şeyler söylemeseydim.
Keşke buzdolabında kalan son dondurmayı ev arkadaşıma verip sevap kazansaydım.
Keşke ilkokuldayken sıra arkadaşımın silgisini çalmasaydım. Ama kokulu silgilerdendi ve çok güzeldi.
Ne kötü bir duyguydu geriye dönüp yanlışlarımı düzeltmeyi istemek, oysa en başından doğruları yaşamak varken…
İnançlı bir insan mıydım?
Elbette hiç şüphesiz yürekten inanıyordum. Ama ne yazık ki herkese öğretilen yüzeysel bir din bilgim vardı o kadar.
Peki inancımın yükümlülüklerini yerine getiriyor muydum?
Ne yazık ki Hayır! Sağlık açısından faydalı olduğu için oruç tutmaya gayret ediyordum. Hepsi o kadar. Ölmeden önce farkına vardığım bu gerçek ebedi hayatımın sallantıda olduğunu fark etmemi sağladı. Üzüntü ve pişmanlığı iliklerime kadar hissettim.
O an sevgisi içimde büyük bir yer kaplayan dayım geldi alıma. Dini yükümlülüklerini titizlikle yerine getirmeye çalışan biriydi ve eğer şu an yanımda olsaydı bana her zaman ki gibi şefkatle bakar ve şunları hatırlatırdı.
“Doğmak ve yaşamak nasıl normal algılanıyorsa ölümünde bundan bir farkı yoktur güzel kızım. Dünya aldatıcı bir serap ahiret ise ölümsüz bir hayattır. Ölüm ki bir köprüdür ve dostu dosta kavuşturur.” Bana her zaman hayrı tavsiye eden güzel yürekli adamın sözlerini kulak ardı ettiğim için şu an ne de çok pişmandım.
Ölüm meleği gibi başımda dikilen iki adamı fark edince düşüncelerim bir anda dönme dolap misali tersyüz oldular. Etraf o kadar karanlıktı ki simalarını seçmekte zorlanıyordum. Ayrıca beni uyutmak için kullandıkları her neyse dengemi bozup görüşümü bulanıklaştırdığı kesindi, hala net olarak göremiyordum.
“Ağzındaki bandı çıkar.”
Patron olan adamın sesini tanımıştım. Bu kesinlikle beni evimde bayıltıp kaçırandı. Emri alan adam bana doğru uzanarak bandı çıkardı. Canım o kadar acımıştı ki ağzımdan kopan küçük bir çığlığa engel olamadım ama acıyı çabuk unuttum çünkü özgürlüğe kavuşan sesimle dile getirmek istediğim çok şey vardı. Aklıma ilk gelen şeyleri sıralamaya başladım.
“Neredeyim ben? Siz de kimsiniz, benden ne istiyorsunuz?”
“Korkmayın Bahar Hanım size zarar vermeyeceğiz.” Bandı çıkaran adam konuşmuştu. Hayretle gözlerimi kırpıştırarak bakışlarımı ikisi üzerinde gezdirdim. Bana zarar vermeyeceklerse o halde neden kaçırmışlar ve bağlamışlardı? Bu adamların amacı neydi? Belki de benimle kafa buluyorlardı. Şu an ki şaşkın ve korkmuş halimin onları eğlendiriyor olmasından çekinerek yüz ifademi değiştirmeye çabaladım.
“Kızı boşuna umutlandırma Miran. Evet biz ona zarar vermeyeceğiz ama götürdüğümüz adamlar verecek.” dedi diğer adam, sesi nasılda alaycı ve acımasız çıkmıştı. Keskin sesinin ve söylediklerinin bir bıçak gibi yüreğime saplandığını hissettim. O anda gözlerim daha çok yaşarırken boğazımdaki yumruyu yutkunarak geçiştirdim. İçimde filizlenen ve hızla büyüyen korku dolu ürperti sesime karışıp dışarı sızdı.
“Bahsettiğiniz bu adamlar kim, Allah aşkına beni nereye götürüyorsunuz?” Acımasız olan bana doğru eğildi ve yüzünde şeytani bir gülümsemeyle sorumu yanıtladı.
“Dünyadaki cehenneme.”
*