Tutkulu bir hayal;

1267 Words
Deniz, Harun'un bu kadar anlayışlı olmasından dolayı rahatlamıştı. Yemeği zehir etmediği için de içten bir şükran duyuyordu. Atmosfer artık gerginlikten sıyrılmış, iki arkadaşın güzel bir buluşması haline gelmişti. "Çok teşekkür ederim, Harun. Gerçekten bir arkadaşla konuşmak iyi geldi," dedi Deniz samimi bir şekilde. Harun omuz silkti: "Ben her zaman burdayım, Duygularına sen yön verebilirsin zamanla.'' dedi. Deniz gülümsedi: "Aslına bakarsan duygularım sanırım yabancı, Ben türkçe konuşuyorum ama o japonca sanırım.Ve ben o dili bilmiyorum. ." dedi. Harun şimdi kahkaha ile gülüyordu, ''O zaman benim duygularımın türkçe bildiğine sevinmeliyim'' diye mırıldandı. Deniz gülerek cevapladı, ''Evet kesinlikle mutlu olmalısın'' Harun biraz çekinerek, bir soru yöneltti. "Peki ya Fatih Yüzbaşı? Onunla nasıl anlaşıyorsun? İlk geldiğinde çok gergin görünüyordunuz." Deniz bir an duraksadı. Fatih'in adını duyduğunda içinde o tanıdık karmaşa yeniden belirdi: "Şey... başta biraz iletişim sorunu yaşadık. Ama artık daha iyi." diyebildi. Harun gülümseyerek devam etti: "Fatih gerçekten iyi bir komutan. Ben onunla ilk tanıştığımda çok etkilenmiştim. Buraya geldiğinde biz ona çok mesafeli davranıyorduk çünkü önceki komutanımız çok sıkıntılıydı." Deniz'in gözleri parladı: "Gerçekten mi? Nasıl tanıştınız?" "Valla çok komik bir durum. İlk geldiği gün, biz ona göstermelik bir hoş geldin yemeği düzenledik. Ama kimse samimi değildi. Herkes zorunlu gelmiş gibi oturuyordu masada." Deniz kahkaha atmaya başladı: "Hayal edebiliyorum! Çok kötü, Peki o ne yaptı?" "Çok şaşırtıcı bir şey yaptı. Ayağa kalktı ve dedi ki: 'Beyler, ben burada kendimi kimseye zorla sevdirmek istemiyorum. Ama birlikte iyi bir ekip olmak zorundayız. Birbirimize canımızı emanet edeceğiz. Bazı şeyler zamanla ve emekle akılda kalır dedi.' Deniz merakla bekliyordu, ''Eee sonra ?'' ''Bizimkiler iştahsızca yemeklere bakıyorlardı, askeriyede özel yemek yapılma gibi huylar yoktur. Kutlama bile olsa, öğle yemeğinde çıkan yemekler getirilmişti. Haliyle burun kıvırıyorduk. Sonrası bizim yemeklere bakışlarımızı farkettmiş olacak ki, masadan aniden kalktı, Mutfağa geçti.. Bizide askeri mutfağa çağırdı." Deniz'in ağzı açık kalmıştı, heyecanla: "Ne yaptı mutfakta?" diye sordu. "Kendi elleriyle bizim için yemek yaptı! Makarna bolonez yapıyordu. Ama makarnaları kaynatırken o kadar sakardı ki, neredeyse mutfağı yakıyordu. Biz de panik halinde koştuk yardım etmeye." Deniz gözlerinden yaşlar gelecek kadar gülüyordu: "Cidden mi? Fatih yüzbaşı yemek mi yapıyordu?" "Çok kötü yapıyor aslında!" dedi Harun kahkahalarla. "Ama o gece hepimiz birlikte bol soslu öğrenci evi işi bir makarna yedik ve gerçekten kaynaştık. O günden sonra ona saygı duymayan kimse kalmadı. Sırf yüzümüz düştü diye kendini bizden sorumlu hissedip, bilmediği bir iş olan yemek işine soyunmuştu." Deniz, Harun'un anlattıklarını dinlerken yüzünde sadece merak ve mutlu bir tebessüm vardı. Fatih'le ilgili her şey neden onu bu kadar etkiliyordu? Bu adamın farklı yönlerini öğrenmek neden bu kadar keyif veriyordu? "Sonrasında da çok ilginç şeyler oldu," diye devam etti Harun. "Bir gün bizden birinin babası hastalandı. Fatih ona hemen izin verdi ve bir de özel olarak uçak bileti aldı. Adam ağlıyordu neredeyse duygusallıktan." Deniz'in gözleri gülüyordu, dışarıdan buz gibi duran bu adamın bu tavırları aslında kendini koruma içgüdüsü müydü? Normalde bu kadar ince ruhlu bir adam mıydı?: "Vay be... hiç böyle birisi olduğunu düşünmemiştim." diye mırıldandı. Harun başını sallayarak onayladı, "Dışarıdan sert görünüyor ama aslında çok şefkatli. Sadece duygularını belli etmekte zorlanıyor." Deniz bu söze gerçekten hak veriyordu. Gülümseyerek Harun'u dinlemeye devam etti. Bir süre sonra, Yemek bitti. Deniz tabağından son lokmayı ağzına attıktan sonra arkasına yaslandı: "Uzun zaman sonra ilk kez bu kadar çok yedim, patlamak üzereyim!" Harun gülerek: "Valla ben de ilk kez bu kadar iştahlı bir kadınla yemek yiyorum," dedi. Deniz yüzünü buruşturup sırıttı: "Bu bir kadına hakarettir, Üsteğmen! Şuan sizi şu çatalla öldürsem haklıyım." Harun ellerini kaldırdı: gülüyordu. "Teslim oluyorum, özür dilerim!" Şimdi ikisi de gülüşüyordu. Harun gözlerini kısarak: "Ama hemen toparlanma, buranın bir künefesi var... Üff diyorum! Yemeden gidersen çok üzülürsün," dedi. Deniz dudaklarını büzdü ve üzgün bir suratla: "Cidden patlarım ama çok da merak ettim. O zaman bir tane söyle, beraber yiyelim." dedi. Harun hemen keyifle elini kaldırdı ve garsondan künefe istedi. Biraz sonra Türk kahvesi eşliğinde künefe masada yerini almıştı. "Bir kahvenin kırk yıl hatırı var derler, hemen belgelemeliyim," dedi Harun ve telefonunu çıkarıp bir fotoğraf çekti. Deniz fotoğrafta, üzerindeki siyah elbisesinin gerdanına oturan güzel ufak dekoltesi ve inci küpeleriyle adeta ışıldıyordu. Kollarını masada birleştirdi ve kızıl saçları omuzlarına dökülürken sıcak bir gülümseme takındı yüzüne. Harun da yakışıklı yüzünde kocaman bir gülümsemeyle gülerek objektife bakıyordu. Harun, Bu fotoğrafı story atmaya kıyamadı ve gönderi olarak ekledi: "Kırk yıllık hatıra, güzel anılara. @hazardeniz" yazdı. Şimdi masada tatlılar yeniyordu ama bu şehrin sert rüzgarlarının estiği bir yer vardı. Fatih lojmanına geçmişti. Önce kendine bir kahve hazırlamış, biraz kitap okumaya çalışmıştı. Ama hala camdan gördüğü o manzara beynini tırmalıyordu. Harun'un arabanın kapısını açıp Deniz'e eşlik ettiği görüntü... Sinirle homurdandı: "Kadına bak, tam zamanlı randevu mühendisi! Habire birileriyle mi tanışacak bu kadın!" Sonra koltuğa bacaklarını uzattı ve kitabı kenara attı. Kollarını sinirli bir yüz ifadesiyle göğsünde birleştirdi. Üzerine yapışan askeri tshirt'in kolları adeta pazularını sarmış haldeydi. Okumak hiç sarmıyordu şuan. Telefonunu aldı ve biraz ekran kaydırdı. Ama sanki evren ona inat çalışıyordu. Önüne o güzel gülümsemesiyle Deniz düştü. Fotoğrafı çeken Harun da 32 diş gülüyordu. Kıyafeti dikkatini çekti Deniz'in. Sonra gözleri silik bir eski anıya daldı. Pastaneye onunla randevuya geldiğinde de siyah şık bir elbise giymişti Deniz. Saçları ve makyajı bu fotodakinin aksine abartılıydı. Ama amaç belliydi, Fatih'i kaçırmak için böyle bir saç makyaj yapmıştı. Önce gülümsedi sonra beyni idrak edince sinirle çenesini sıktı: "Anlaşılan Harun'u kaçırma gibi niyetin yok!" Sonra gözleri nota ilişti: "Kırk yıllık hatıra, güzel anılara. @hazardeniz" O an daha da sinirlendi, artık çenesi bir kemik gibi kütürdüyordu. Insta***m'ı olduğunu bile bilmiyordu. Merakla Deniz'in profiline tıkladı ve ekranı kaydırmaya başladı. Sanki Deniz'in o sabah kahvaltıda Deniz'in ona anlattığı her şey gözünün önünde canlanıyordu. Irak'ta görev yaptığı projeden kumların içindeki koca bir şantiyeden bir görüntü, sonra dünyayı gezdiği birçok fotoğraf ve Deniz'in güzel gülüşü. Ve en sonlarda New York'taki anlattığı dairesinin minik balkonundan bir fotoğraf. Tüm bu görüntüleri görürken Deniz'in sesi kulağında geziyordu. Anlattığı anıları sanki yeniden keyifle dinliyordu. Ama geri tuşuna bastığında ilk görüntüye dönen ekranla yüzündeki gülümseme silindi, kaşları çatıldı. Harun ve Deniz'i yan yana görmek bile kalbini sıkıştırıyordu. Ve ilk kez öfkesine yenik düşerek telefonu yere çarptı. Sakinleşmek istercesine başını koltuğa dayadı ve nefeslendi. "Bu böyle devam edemez," diye mırıldandı kendi kendine. "Ben ne yapıyorum? Neden bu kadar çok umursamıyorum?" Ayağa kalktı ve pencereye doğru yürüdü. Dışarıda karanlık çökmüştü. Uzaklarda şehrin ışıkları göz kırpıyordu. Deniz ve Harun şimdi orada, belki de çok güzel vakit geçiriyorlardı. İçinden bir ses ona "Bırak gitsin" diyordu. Ama kalbi bambaşka şeyler haykırıyordu. O güzel kahvaltı anını, Deniz'in gülüşünü, saçlarının kokusu, o tatlı tebessümünü düşündü. "Keşke ona o gün 'dur' deyebilseydim," diye düşündü. "Keşke 'haklısın ama umursamıyorum' diyebilseydim." Telefonu yerden aldı. Ekranı çatlamıştı ama hala çalışıyordu. Bir an Deniz'e mesaj atmayı düşündü. "Nasıl geçiyor akşamın?" diye sorabilirdi. Ya da "Uzun zaman oldu, konuşalım mı?" diyebilirdi. Ama yazmadı. Çünkü Deniz haklıydı. İkisi iş arkadaşıydı ve çizgileri aşmamalıydı. Hem artık çok geçti. Deniz başka birine ilgi gösteriyordu. Sigara içmek için balkona çıktı. Soğuk rüzgar yüzünü okşadı. Gökyüzü yıldızlarla doluydu. Böyle gecelerde normalde huzur bulurdu ama şimdi sadece yalnızlık hissediyordu. Uzaklarda bir araba farları belirdi. Acaba Deniz'i geri mi getiriyorlardı? Kalbi hızlandı. Belki de pencereden bakıp randevunun nasıl geçtiğini görebilirdi. Ama kendini durdurdu. Ya iyi geçtiyse ve O ilk randevunun sonunda ki 'Veda öpücüğünü' görürsem diye düşündü. Deniz'in dudaklarına başka bir erkeğin dokunuşunu düşünmek bile, Beynini adeta zonklatıyordu. Sonra o dudaklara kendinin dokunduğunu hayal etti. Islak dudaklarında tutkuyla bıraktığı bir öpücük. Dudaklarından ayrıldıktan sonra yüzünün önünde Deniz'in güzel gözleri, tatlı çilleri ve kızıl saçları... Kendi kendine irkildi ve yanağına sert bir tokat attı. En son böyle hayaller kurduğunda Liseli bir ergendi ve şimdi bu hallerine iyice sinirleniyordu. Bu çok saçmaydı. Kendi yaşamını yaşamalıydı. Deniz'in kararlarına saygı duymalıydı. Ama yine de o gece, pencerenin yanında uzun uzun bekledi. Neden kendine söz geçiremiyordu...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD