Adliyeden oldukça hızlı bir şekilde çıkarken, adımın seslenilmesi üzerine durmak zorunda kaldım. Serkan’ın anne ve babası seslenmişti. Gözlerimi sabırla açıp kapattım. Kötü insanlar değillerdi asla ama ben o aileyle bir daha muhatap olmak istemiyordum. Yanıma doğru yaklaşan ikiliye doğru bende bir kaç adım attım. Ortada bir yerde buluştuğumuz da buruk bir tebessümle baktılar. “Hakkını helal et kızım. Oğlumuzun yaptığı yanlış için, özür dileriz senden.” Sevim hanımın konuşmasıyla ona baktım. Bir suçları yoktu ama özür diliyorlardı. Dudaklarıma samimi bir gülümseme yerleştirdim. “Sizin bir suçunuz yok Sevim hanım. Suçlu tamamen oğlunuz ve onun adına özür dilemeyin lütfen.” Sevim hanım üzgünce başını eğdi. Bir şerefsiz yüzünden karşımda eğilip bükülmeleri sinirimi bozmuştu. “Yine de, sen o haldeyken onun uçkurunu düşünmesi, çok kötü kızım. Af da dilemedi senden değil mi?” Dilememişti. Sadece itibarı için, çektiğimiz videoyu paylaşmamamı istemişti. “Bunun bir önemi yok artık. Ayrıldık ve bitti. Zaten özür dilemesi çok saçma olurdu.” Başını salladı ağır ağır. “Sizin evlenmenize çok sevinmiştim. Çok iyi bir kızdın. Ama oğlum kıymetini bilemedi.” Pek de iyi bir insan değildim aslında. Tabi bunu onlara söylemedim. “Artık önemli değil. Siz de oğlunuzun yaptıklarından dolayı utanmayın lütfen. Hatalı olan o!” Dediklerimden sonra bana doğru bir adım atıp sarıldı. Bende ona sarıldım. “Hakkını helal et güzel kızım.” Sırtını sıvazladım. “Helal olsun.” Geri çekildiğimizde gülümsediler. Bende gülümseyip arkamı döndüm onlara .
Arabamın yanına geldiğimde, içine geçip oturdum. Bitmişti, her şey. Şimdi evime gidip, biraz dinlendikten sonra, uçağımın kalkış saatinde havaalanında olmam gerekiyordu. Önce Ankara’ya oradan da Hakkari’ye gidecektim. Arabamı çalıştırıp, adliyeden ayrılırken, Sevim hanım ve eşi Turgut beyi gördüm yine. Bıraktığım yerde duruyorlardı. İlk tanıştığımız zaman geldi aklıma. Çok iyi insanlardı ve bana da çok iyi davranmışlardı. Bebeğimi kaybettiğim zaman da yanımda olmaya çalışmışlardı hep. Tabi ben kimseyi istememiştim. Olan olmuş biten bitmişti artık. Arabamı yola çıkardığımda evime doğru kırdım direksiyonu.
Evime vardığımda önce bir duş aldım. Ardından yatağıma uzanıp, gözlerimi kapattım. Yeniden uyandığımda iki saat uyuduğumu gördüm. İyiydi. Yatağımdan kalkıp, hazırlanmaya başladım. Mavi diz üzeri bir elbise giydim. Ayakkabı olarak da kalın tabanlı beyaz bir sneakerde karar kıldım. Boyum kısa değildi bir yetmişti ama kendimi kısa hissediyordum çoğu zaman. Bu yüzden genellikle topuklu ya da kalın tabanlı ayakkabılar tercih ediyordum. Telefonumu açıp, evime en yakın yerdeki taksi durağını aradım. Arabamla gidemezdim. Bu işi de halledince, odama baktım son bir kez. Gitme zamanı gelmişti. El çantamı ve bavulumu da alıp odamdan çıktım.
Merdivenleri biraz zorlanarak indim, çünkü havuzluk gerçekten çok ağırdı. Güç bela aşağıya indiğimde bavulumu salonda bırakıp mutfağa geçtim. Anne kız mutfak masasında oturmuş, bekliyorlardı. “Aaa ne bu halleriniz bakalım?” Sesimi duyar duymaz başlarını kaldırdılar. İkiside gülümsediler. “Ah hanımım, ne zaman geri geleceksiniz? Sizsiz biz ne yapacağız?” Yanlarına varıp, sarıldım. “Yakında dönerim. En azında kış başlamadan. Soğuğu sevmem bilirsiniz.” Güldüler ben de onlarla birlikte güldüm. “Sizi çok özleyeceğiz, Melisa hanım.” Asmir’in yanına gidip ona da sarıldım. “Ders çalışmaya devam et, Asmir. Çok akıllı bir kızsın.” Başını eğdi. Utanmıştı. “Hadi ben gidiyorum. Uçağımı kaçırmayayım. Yakında görüşürüz.” Onlara el sallayıp, mutfaktan çıktım.
Evden dışarı çıktıktan iki dakika sonra takside geldi. Şöförün yardımıyla bavulumu, bagaja yerleştirdim. Arabaya binip, havaalanına doğru yola çıktık. Yolda giderken son bir defa baktım bu şehre. Aslında ben Antalya’da yaşıyordum. Okuma için buraya, İstanbul’a gelmiştim. Nişanlımla ayrıldıktan sonra, bir arkadaşım bizi Serkan’la tanıştırmış, evlendikten sonra da burada yaşamaya başlamıştık. Baştan sona olmaması gereken bir şeydi bizim evliliğimiz. İyiydik aslında ama bir ayrılıktan hemen sonra olması iyi bir fikir değildi.
Havalanına vardığımızda taksiden indim. Yine şöför beyin yardımıyla bavulumu yere indirdim. Taksi yanımdan giderken, telefonumu çantamdan çıkardım ve saate baktım. Yarım saat vardı uçağımın kakmasına. Hemen kapıdaki kontrolden geçip, içeri girdim. Biletimin kontrolünü yaptırıp, bavulumu teslim edip, uçağa binmek için tünelden geçtim. Uçağa bindiğimde koltuk numaramı bulup, oturdum. Fazla efor harcamıştım ve nazik bedenim bunu nefes nefese kalarak çok güzel bir şekilde gösterdi. Ben nefesimi düzeltmeye çalışırken, uçak da kalkış için hareketlendi. Bu şehirden biraz olsun uzaklaşmak bana iyi gelecekti.
Uçak yavaştan sarsılarak yere indiğinde, kemerimi çıkardım. Ankara’ya gelmiştim. İki saat sonraydı Hakkari’ye uçağım. Kardeşimi görecek olmanın sevinci yavaş yavaş içimde yükselmeye başlamıştı. Ben evlenip de evden gidinceye kadar, çok iyiydi aramız. Aslında nişanlımdan ayrılıncaya kadar iyiydi desem daha doğru olur. Ondan ayrıldıktan sonra uzaklaşmıştı benden. Başkasıyla da evlenip gidince, çok fazla konuşmaz olmuştuk. Ziyaretime zaten gelmiyordu, izine geldiğinde. Benim haberim olursa ben gidiyordum. Serkan’ı hiç sevmemişti.
Bavulumu aldıktan sonra bir restorana gittim. Sabah da boşanacak olmanın stresiyle kahvaltı yapamamıştım. Acıktığımı yeni yeni hissediyordum. Restorana geçip, boş bir masaya oturdum ve gelen garsona yemeğimi sipariş ettim.
Bir saatin sonunda, yemeğimi telefonumda gezinerek, yavaş yavaş yemiştim. Karnım doyunca kahve sipariş ettim ve biraz daha oturdum. Kahvemi içerken bir yandan da kardeşime mesaj atıyordum. Üç saate Hakkari’de olacağımı öğrenince özce kızdı bana. Yatın bekliyordu çünkü. Ben öyle demiştim. Fikrimi sonradan değiştirdiğimi söyledim. Beni havaalanından alacağını söyledi ama taksiyle geleceğimi belirttim. Yormak istemiyordum, onu.
Güç bela, saatleri geçirip, uçağa bindiğimde derin bir nefes aldım. Pek sevmiyordum uçakla gitmeyi. Otobüsle gitsem de oturmaktan kıçım ağrıyacaktı. Ve yol çok çok uzundu. Yerime geçip oturdum ve uçağın küçük penceresinden dışarıyı izlemeye başladım.
Uçak nihayet durduğunda, anında inmek için hareketlendim. İçim daralmıştı ve yere bir an önce ayak basmam gerekiyordu. Uçağın merdivenlerinden inip, yere bastığımda içimden şükürler ettim. Havaalanının içine girip, bavulumu aldım. Yolcu çıkış kapısından çıktığımda bekleyen taksilere ilerledim. “Merhaba, sıradaki siz misiniz acaba?” Genç yakışıklı bir çocuk bana döndü. Önce bir güzel süzdü, ardından olumlu anlamda başını salladı. “Benim güzel hanımefendi. Nereye gidecektiniz?” Hafif bir doğu aksanı vardı ama konuşması düzgündü. “Çukurca, tugay komutanlığına gideceğim.” Adam başını salladı. Elimdeki bavula uzandı. “Görev için mi gidiyorsunuz, yoksa ziyaret mi?” Meraklı meraklı sorunca gülümsedim. “Kardeşimi ziyarete gidiyorum. Biraz kalacağım yanında.” Arabaya binip yavaştan hareket ettik. Torpido gözüne uzanıp bir kart çıkardı. “İstediğiniz zaman arayabilirsiniz. Gitmek istediğiniz her yere götürebilirim sizi.” Tamam biraz yavşak bir şekilde konuşmuştu. Bu gardımı almama sebep olurken, uzanıp kartı aldım. Ne olur, ne olmazdı. “Kardeşinizin rütbesi ne?” Bakışlarımı camdan dikiz aynasına çevirdim bana bakıyordu. “Teğmen. En son üsteğmen olmak için sınavlara hazırlanıyordu.” Başını salladı. Ortam sessizleşince, dışarı bakmaya devam ettim. Pek bir şey yoktu gerçi, baktığım yerlerde.
Tugay komutanlığının önüne geldiğimizde arabadan indim. Şöför de inip bavulumu, bagajdan çıkardı. Teşekkür edip, nöbetçi kulübesine doğru yürüdüm. Nöbet bekleyen asker beni görünce dikkatle süzdü. Şimdi böyle dikkatle bakılınca da bir değişik hissettim. Kulübenin yanına geldiğim zaman çantamdan kimliği çıkartmaya çalışırken konuştum. “Ben teğmen, Melih Tekiner’in ablası, Melisa Tekiner. Onu ziyarete gelmiştim.” Kimliğimi uzatırken gülümsedim. Başını sallayıp, kimliğimi aldı ve bakarken kaşları çatıldı. “Burada Melisa Korhan yazıyor.” Üzgünce başımı salladım. “Sabah boşandım daha. O yüzden.” Asker şaşkınca baktı bu sefer. Elime telefonumu aldım. “Ben en iyisi arayayım kardeşimi. Böyle olmayacak!” Melih’i aramak için telefonumu açtım ve arayıp kulağıma koydum. Bir kaç çalıştan sonra meşgule atıldı. Hemen mesaj yazdım, ben geldim diye. Telefonun ekranını kapatırken, mahcup bir ifadeyle bakıyordum askere. Bavulumu sürükleyip, nöbetçi kulübesine doğru taşırken, hızlı bir askeri cip kapıya geldi ve kapının açılmasıyla tabiri caizse tozu dumana katarak, içeri girdi. Askerlerden biri gülerek diğerine baktı. “Yine bir Karabayır’ı sinir etmiş anlaşılan. Hesap sormaya gidiyor.” Onun dediğine güldüler birlikte. Pek anlamamıştım denilenden bir şey.
Bir on dakika rahat bekledim orada. Askerler ben beklemekten, gerginleştikçe sanki silahlarını, her an bana doğrultup da yat yere diyecekmiş gibi bakıyorlardı. Az kalmıştı suçlu muamelesi görmeme. Telefonumu elime alıp bir kere daha aradım Melih’i, açmadı. Keşke seni ben alırım dediğinde, kendim gelirim triplerine girmeseydim. Çok pişmandım şu anda. Askeriyenin içinden kapıya bir cip yanaştı. Kapı açılınca dışarı çıkıp, yanımdan geçerken durdu. Bir cam indirildiğinde asker kıyafetli bir adam vardı. “Hanımefendi neden burada bekliyorsunuz?” Al işte bir de bu adama dert anlat şimdi. Zoraki bir şekilde gülümsedim. “Teğmen kardeşimi ziyarete gelmiştim ama aramalarımı açmadığı için giremedim. Onu bekliyorum.” Adam arabanın içinden görebildiği kadarıyla beni süzdü. “Kardeşiniz kim?” Sanane desem çok kaba olacağı için cevapladım. “Melih Tekiner.” Kısa bir an düşündü. Sonra hatırladığı yüzünden belli olan bir ifadeye büründü. “Hatırladım, Melih’i. Komutanı bir evrak iş vermişti ona galiba. Halledince gelir.” Bu sefer nazik bir ifadeyle gülümsedim. Teşekkür babında başımı salladım. “Adınız neydi bu arada?” Sağıma soluma bakındım. “Melisa.” Gülümsedi. Çapkın bir gülümsemeydi bu. “Bende Murat. Üsteğmenim burada.” Bakışları arkamdaki bavuluma gitti. “Uzun süreli kalacak gibisiniz. Tekrar karşılaşacağımıza eminim.” Yani pek içimden gelmiyordu kimseyle görüşmek ama kaba olmaya da gerek yoktu. “Belki. Olabilir.” Telefonu çalınca bakışlarını beden çekip, yan koltuktaki telefona uzandı. Bir kere bakıp, kapattı. “O zaman görüşmek üzere. Acil bir işim var, gitmem gerek. Sizinle tanışmak güzeldi.” Yine çapkın çapkın baktı. Yakışıklı sayılırdı aslında ama gözüm yoktu. “Sizinle tanışmak da güzeldi. İşinizden kalmayın lütfen.” Cümlemi bitirip, bir kaç adım geri çekildi. Bana gülümseyerek bakıp, başını salladı ve gaza basıp gitti.
Melih’i yeniden beklemeye başlarken az sonra nefes nefese koşarak kapıya geldiğini gördüm. Hemen bavulumu da alıp kapıya doğru gittim. “Ah abla, ben alsaydım ya seni. Böyle beklemezdin. Komutan acil bir iş verdi onu yapmak zorunda kaldım.” Bavulumu eline alıp nöbet tutan askerlere döndü. “Ablam kendisi. Yeni boşandı ondan sayadı farklı. Bir kaç haftaya soyismi düzeltildiğinde yeniden girişini yaparsınız. Binbaşının haberi var.” Askerler başlarını salladılar. Kapıdan geçip, askeriyenin içine doğru yürümeye başladık. “Abla şimdi sana bir şey diyeceğim. Bak zaten her aradığımda beni susturdun. Usluca dinle şimdi.” Sanırım yine hoşlandığı kişiyi anlatacaktı. Başımı salladım. Arabaların yanına geldiğimiz de durdu. Bende durdum. O sırada bakışlarım biraz ileriye kayınca, bana dik dik bakan bir adam gördüm. Gözlerimi kısıp, dikkatlice bakınca şaşkınlıktan ağzım açıldı. Bu oydu. Dört sene önce ayrıldığım, eski nişanlım Hülagü. Dik bakışları öfkeyle harmanlandı. Sinirli gözleri, gözlerimi delip geçti. Ağzımı güç bela kapatıp, Melih’e döndüm. Başını hafifçe eğdi. Söylemeye çalıştığı şey buydu galiba. Ve ben onu dinlememenin bedelini böyle kalakalarak ödüyordum.