“Kocanda böyle bir öpüşüyle ıslanmana sebep oluyor muydu?” +16🔥😡

1545 Words
Hülagünün anlatımıyla Karşımda durup, dudakları kıvrılan kadına baktım. Kabul edecekti. Karargahta kalıp, çalışmayı kabul edecek ve sürekli etrafımda olacaktı. Şansımı denemek için bir kere daha gözlerine baktım. Dudaklarımı da ‘sakın kabul etme’ diye oynattım. Bakışları dudaklarıma kaydığında, yutkundu. Bir kaç saniye oyalandı gözleri. Yeniden gözlerime baktığında tek kaşını kaldırdı. Bana bakmayı kesip, albaya döndü. “Sizinle çalışmayı, çok isterim efendim.” Bakışlarımı albaya çevirdim. Gülerek bakıyordu. Dişlerimi sıktım. Allah kahretsin ki, hiç bir planım düzgün gitmiyordu. “Bizde sizinle çalışmaktan mutluluk duyacağımıza eminim. Devletimizin sizin gibi, akıllı, bilgili insanlara ihtiyacı var!” Albayın uzattığı eli, nazikçe tutup sıktı. Olmuştu bile. Kabul etmişti. Yakında ortalıkta dolanmaya başlardı. Onlara bakmayı kesip, odayı taradım. Hayran hayran bakıyorlardı, Melisa’ya. Gerçi az önceki yaptığı şova ben bile hayran kalmıştım. Okulu bitirdikten sonra hemen evlendiği için çalışmadığını sanıyordum ama akıllı olduğunu kanıtlamıştı. Peki bu kadar akıllı olan bir insan, nasıl birilerinin dolduruşuna gelebilirdi? Nasıl başkasının lafıyla hareket edebilirdi? Aklım almıyordu gerçekten. Albaya döndüm. Sanırım gitsem iyi olacaktı, yoksa sinirlerime hakim olamayabilirdim. “Albayım.” Albay bana baktı. Başını salladı. “İzninizle, erlerin talimlerine bakacaktım. Çıkabilir miyim.” “Tamam, Karabayır. Gidebilirsin.” Selam verip, odanın kapısına doğru gidip, dışarı çıktım. Kapıyı arkamdan kapatırken, derin bir de nefes almıştım. Bu kadının olduğu yer bana iyi gelmiyordu. Fazla kalma git derken, temelli yerleşmişti, iyi mi? Hızlıca merdivenleri inip, kendimi dışarı attım. Bir daraltı gelmişti. Açık hava bile rahatlatmadı, nefesimi. Üniformamın üstten iki düğmesini açtım. Şimdi daha iyi gibiydi. Olduğum yerde biraz soluklanıp, talim yapılan yere doğru yürümeye başladım. Kafamı şimdi bir güzel dağıtabilirdim. İleride çavuşun erleri sıraya dizdiğini gördüm. Adımlarım hızlanırken, kulağıma da çavuşun erleri azarlamaları gelmeye başladı. Bu keyfimi bir tık düzeltmeye başlamıştı. Çünkü, bugün ben biraz sinirliydim ve bu siniri de atmam gerekiyordu. “Lan oğlum, ben size demedim mi, iki yüz şınav, yüz elli mekik çekilecek diye? Kimse yapamadı lan. Oğlum, siz kendinize erkek mi diyorsunuz lan? Bu kadarcık şeyi bile yapamıyorsanız, bu askeriye kime emanet? Bu devlet kime emanet, lan? Bu mu oğlum yapabileceğinizin en iyisi?” Sinirlenme sebebi tam da tahmin ettiğim gibiydi. Yanlarına vardığım zaman, erler artık çavuşa değil bana bakıyorlardı. “Komutanım.” Çavuşun verdiği selamı alıp, erlere döndüm. Onlar da aynı şekilde, selamda duruyorlardı. “Rahat.” Ellerini arkalarında bağlayıp, bana bakmaya başladılar. Hepsini gözlerimle süzdüm. Çoğu halen nefes nefeseydi. Ayrıca hem güneş, hem de antrenman yüzünden aşırı derecede terlemişlerdi. “Karargahın çevresinde, yirmi tur koşu, ardından sürünme, şınav ve mekik. Sayıları buraya geldiğiniz zaman söyleyeceğim. Şimdi yan yana sıraya girin, ikişerli. Koşmaya başlayın.” Bir kaç kişiden oflama duyar gibi olunca. Elimi kaldırdım. “Koşuyu tamamlayamayan olursa, güzel bir ceza bekliyor onları. Hadi aslanlarım, tabana kuvvet.” Aslında antrenman sırasında fazla sert davranmazdım askerlerime. Gerektiği kadarını gösterirdim. Lakin verdiğim cezaların kötü olduğunu bilirlerdi. Acımasız değildim ama bu mesleği yaptığım altı yıl boyunca o kadar farklı insanlar görmüştüm ki askeriyede, anlatılır gibi değildi. Ukalası, burnu havada olanı, serserisi, meczupu, bağımlısı. Daha bir çok örnek verebilirdim buna. Akıllanmaları gerekiyordu kısacası. O yüzden antrenmana katıldığım zaman, biraz uğraşmasını severdim askerlerimle. Askerler koşularına başlarken, onları beklemek için, bir banka oturdum. Normalde çoğu zaman bende katılırdım. Hatta her sabah da antrenman yapardım ama bugün olmamıştı. Aklım yine ona giderken, başımı iki yanıma salladım. O sırada onu gördüm. Toplantı odasının bulunduğu binadan çıkmış, lojmanların olduğu yere doğru gidiyordu. Ya da gittiğini sanıyordu desem daha doğru olur, yanlış yere gidiyordu. Gerçekten yön duygusu yoktu hiç. İzlemeye devam ederken, üzerindeki elbiseye baktım. Beyazdı. Siyah saçları da dalga dalga omuzlarından beline doğru dökülüyordu. Her adımında hafif hafif savruluyordu saçları. Gittiği yön birazdan askerlerin çıkıp da yanıma gelecekleri yöndü. Dişlerimi sıkarken yerimden kalktım. Bu kadın geldiğinden beri, dişlerimi sıkmaktan çenem ağrımaya başlamıştı. Hızlıca onun gittiği yere doğru gitmeye başladım. Şimdi erler onu görürse hiç iyi olmazdı. Aşık falan olurlardı. Zaten çoğu yoklukta kalmış gibi her karşı cins gördüklerinde yürüyorlardı. Onun yanına giderken duraksadım. Bananeydi ki? İsteyen aşık olabilirdi, sonuçta. Beni ikinci defa istemeyen bir kadının, neden peşinden gidiyordum ki? Geri dönmek istedim. Tam şu anda oturduğum o banka oturup, askerlerin gelmesini beklemek istedim ama yapamadım. Kalbim izin vermedi yine. Beynim ne kadar geri git dese de, ayaklarım yeniden harekete geçmişti bile. Sağına soluna bakınarak giden kadının, arkasından ilerleyip kolunu tuttum. Kendime çevirdiğimde şaşkınca bakıyordu. “Ay ne oluyor be?” Kolunu kurtarmak istedi, izin verdim. “Asıl sana ne oluyor? Lojman bu tarafta değil.” Kaşları çatılırken, etrafa bakındı. “Biliyorum bu tarafta olmadığını. Yürüyüşe çıkmış olamaz mıyım?” Gülerek baktım. “Cidden yürüyüş için, atış talimi yapılan yere mi gidiyorsun?” Yüzüne gelen saçını, kulağının arkasına doğru götürdü eliyle. “Yani bilmiyorum. Burası oraya mı gidiyor?” Başımı salladım. “Geri dön. Dümdüz gidip, mavi binayı gördüğünde, sağ tarafa git, lojmanlar çıkar önüne.” Dudaklarında bir tebessüm oluştu. “Teşekkür ederim, yüzbaşı.” Hitabıyla kendime geldim. Burada tatlı tatlı sohbet ettiğim kadın tarafından, iki kez reddedildiğim aklıma geldi. Kaşlarım çatıldı. “Neden teklifi kabul ettin? Gidecektin en son.” Sesimin sertliğiyle yüzündeki ifade düzleşti. “Önüme bir iş imkanı geldi değerlendirmek istedim. Bunda yanlış bir şey göremiyorum!” Gözlerim kısılırken, şöyle bir süzdüm onu. Her gün böyle giyinip gezecek miydi yani? Yok canım. “Senin derdin iş değil, Melisa! Bana acı çektirmek. Dağıldığımı daha iyi mi görmek istiyorsun? Yoksa seni aklımdan atamadığımı, test mi etmek istiyorsun? Ne istiyorsun Allah aşkına?” Yutkundu. Onun da ne istediğini bildiğini sanmıyordum. Sessizce bekledi. Bir cevap verecek gibiydi bakışları ama susuyordu. Askerlerin, marş seslerini duyduğumda, fazla göz önünde olduğumuz aklıma gelirken, Melisa’nın kolunu tutup, görünmeyecek bir yere doğru çekiştirdim onu. İtiraz etmeden geldi peşimden. Boş duran nöbet kulübesinin, arkasına gittik. Sağıma soluma baktım. Görünmezdik burada. “Soruma bir cevap alamadım.” Sırtını duvara yaslayıp bana baktı. “Soruların saçma da o yüzden. Ben neden sana acı çektirmek isteyeyim? Ya da dağılmanı neden görmek isteyeyim? Sadece kendi yoluma bakmaya çalışıyorum.” Bir adım attım üzerine doğru. “Yolun burada çalışmak mı, anasını satayım? Melisa, sen ne istediğini biliyor musun ki? Bir gün öyle diyorsun bir gün böyle! Asıl istediğin ne?” Başını iki yanına salladı. Bilmiyordu. Tahmin etmiştim bunu zaten. Kalan bir iki parça gururumu siktir ettim içimden. Elimin birini yanağına koyup, nazikçe okşadım. Gözlerini kapattı. Diğer elimi de beline koyup, hafifçe sıktım. Göz kapakları titreşirken, yavaşça gözlerini açıp, gözlerime baktı. Arzu vardı gözlerinde ya da şehvet. Hangisi bilmesem de benim gözlerimde de aynısı vardı. Dudaklarına kaydı bakışlarım. Ah bu pembe gül rengi dudaklar. Güç bela gözlerine bakmaya çalıştım. Ama bu sefer de onun gözleri benim dudaklarımdaydı. İstemsizce dudaklarımı yaladım. Ben yalayınca o da yaladı. Yutkundum. Bakışları anlık olarak inip kalkan adem elmama kaydı. Benden buraya kadardı. Hırsla öne atılıp, dudaklarına kapandım. İlk başta hareketsiz dursam da, yavaşça alt dudağını emmeye başladım. Dudaklarını araladığında, biraz daha şiddetlendim. O da benim üst dudağımı kavradı. Biraz daha üzerine doğru kendimi ittim. Elinin birini enseme doğru götürüp beni kendine çekti. Yanağında duran elimi de beline sarıp, iyice duvarla arama hapsettim onu. Boştaki elini koluma götürüp okşamaya başladığında ise filmler koptu bende. Bacağımın birini iki bacağının arasına getirip, kasıklarına baskı uyguladım. Kısa bir an öpüşmeye ara verip inledi. Bu beni azdırmıştı. Sertçe yeniden dudaklarına yapıştım. Ellerim belinde değildi artık. Vücuduna dokunmaya başladım. Bir elim göğüslerine giderken, diğer elim de elbisesinin altına, bacaklarına doğru gitti. Göğsünün birini avucum arasına alıp sıkınca yeniden inledi. Kısık sesle inliyordu. Sanırım, dışarıda olduğumuz için böyle yapıyordu yoksa lojmanda öpüştüğümüz zaman gayet yüksekti sesi. Bacağındaki elim, kasıklarına doğru giderken, orada duran bacağımı geri çektim. İç çamaşırının üzerinden hafifçe kadınlığına değdiğimde, başını geriye çekip inledi. Beni istiyordu. Dudaklarım kıvrılırken iki yana, boynuna doğru yöneldim. Bahar çiçekleri gibi kokuyordu. Dudaklarım arasına aldığım deriyi, emmeye başlarken, bir yandan da vajinasını okşuyordum. Üç çamaşırının üzerinden bile belli oluyordu ıslaklığı. “Amın nasıl da benim için sulanmış, görüyor musun?” Dediklerimle bacaklarını kapatmaya çalıştı ama izin vermedim. Kulak memesini uzanıp, hafifçe ısırdım. “Şimdi orayı yalayıp yutmak için ne yapmazdım ki?” Biraz da parmağımla bastırıp, inlemesine sebep oldum. Geriye çekilerken, elimi de çektim. Baygınca bakıyordu bana. Rahatlayamamıştık ama ben, tadını bir kere tatmak nasip olan yeri okşamıştım. Parmağımı burnuma götürüp kokladım. Güzeldi. Aynı o zamanki gibiydi kokusu. Gözlerinin içine bakarak parmağımı yaladım. Ağzından titrek bir nefes çıktı. Her şey güzel giderken ne yazıkki ağzımdan çıkanlara engel olamadım. “Kocanda böyle bir öpüşüyle ıslanmana sebep oluyor muydu?” Nereden aklıma gelmişti de sormuştum bilmiyorum ama anında pişman oldum. Hayal kırıklığı gördüm gözlerinde, sonra da yüzüne bir öfke yerleşti. Elini kaldırıp bir tokat attı sol yanağıma. “Ben…sen, yalan söyledin değil mi? Aslında beni sevdiğin falan yok! Sadece intikam almak istedin. Eridim kaldım kollarında mutlu oldun mu? Biraz da olsa intikamın söndü mü? Allah kahretsin seni!” Gözlerinden yaşlar akarken, uzaklaşmaya başladı. Afalladım kaldım. Ben neden böyle yapmıştım ki? Deli gibi istediğim kadına neden bunları söylemiştim? Kendime geldiğimde Melisa’nın gittiği yere doğru gittim. Biraz ilerleyince görüş alanıma girdi. Başını eğmiş hızlı adımlarla lojmanların olduğu yere doğru gidiyordu. Arkasından gitmek istesem de gitmedim. Ne kadar onu sevsem de beynim bir şekilde kabul etmek istemiyordu onu. Aklımdan daha önce geçmemişti bile o sözler. Ellerimle başımı sarıp sağıma soluma bakındım. Melisa’ya ne istediğini bilmiyorsun demiştim ama bende aynı bokun lacivertiydim. Yaptıklarımla söylediklerim birbirini tutmuyordu. Adımı duyarken, sağ tarafıma döndüm. Çavuş yanıma doğru geliyordu. Melisa’dan tarafa baktım, yoktu kimse. Bir nefes alıp, çavuşa doğru yürüdüm. Bu sorun beklesin dedim içimden. Belki çözülür, belki çözülmez bilinmez ama şu anlık beklesin. Biraz benim zamanında beler çektiğimi anlasın dedim, içimden.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD