-Uzak Durmalıyım-

1262 Words
Üç gün... Bugün sözümüzün üçüncü günü. Her sabah ' Günaydın' her gece de ' İyi geceler ' mesajı atıyoruz birbirimize. Bundan öteye gitmiyor konuşmamız. Toprak çıkışlarda beni bekliyor ya da okulun arkasında kitap okuduğum yere gelip beni alıyor, Muhsin dedeyi ziyaret edip oradan sonra da evlerimize ayrılıyoruz. İkimiz de sessiz bir anlaşma yapmış gibi hiç birbirimizle konuşmuyoruz. Arada bakışlarını üzerimde hissetsem de cesaret edip çatık kaşlarına bakamıyorum bile. Ağzımı açıp birşey söyleyecek olduğumda ya beni umursamıyor yada ters bir cevap veriyor. Ailelerimizin yanında ise ikimiz de maskelerimizi takıp mutlu bir çift oluyoruz. Yengemin elime zorla tutuşturduğu yemeklere kısa bir bakış atıp adımlarımı hızlandırdım. Pek sevgili damadı için yiyecek birşeyler yapıp yollamıştı. Ben de pek sevgili nişanlım için seve seve kabul etmiştim. Cebimden telefonumu çıkartıp Toprak'ı aradım ama öncekiler gibi telefon açılmadı. Kısa bir mesaj atıp kulübenin içindeki askerlerin bakışları altında beklemeye başladım. Burada çok dikkat çektiğimi biliyordum ama söz verdiğim gibi çevresinde görünmek istemiyordum. O yüzden onun gelmesini beklemeliydim. Bir süre sonra pes edip içeri girmek için yaklaştığımda dakikalardır şüpheli gözlerle beni izleyen askerlerden biri kulübeden çıkıp önüme geçti. " Buyrun hanımefendi, bir sorun mu var?" dedi bir eli cebine giderken. " Ben..." dedim elimdeki poşeti sallayarak. " Şey yemek getirmiştim de." Karşımda beni muhtemel bir suçluymuş gibi inceleyen askerin karşısında kendimi oldukça rahatsız hissediyordum. Kaşlarını çatarak gözlerini elimde tuttuğum poşete çevirdi " Kim için?" " Toprak için. Toprak Arslan." " Neyi oluyorsunuz Toprak komutanın." Çatılan kaşlarımın altından sabırsız bakışlarımı askere yönelttiğimde merakla hareketlerimi izlediğini gördüm. Bıkkın bir soluk verip elimde olmadan yükselen sesimle cevap verdim. " Nişanlısıyım oldu mu?" Adam cevap vermeden  suratıma bakarken sinirle devam ettim. " Ay inanmıyorsanız arayıp sorun komutanınıza." Asker kararsız bir bakış atıp kulübeye doğru bir adım attığında birkaç metre arkasında Toprak'ın sinirli yüzünü gördüm. Sert adımlarla yaklaşıyor bakışlarını bir saniye bile yüzümden almıyordu. İstemsizce gerildiğimde kaçmak için can atan ayaklarımı zor zapdedip ve olduğum yerde kaldım. Asker Toprak'ı görüp selam verdi ve tam ağızını açıp konuşacağı sırada Toprak'ın sinirli ama alçak sesi duyuldu. " Aç kapıyı doğru söylüyor." Bakışlarımı kaçırıp Toprak hariç her yerde gezdirirken karşımdaki askerin gözleri bir bana bir Toprak'a dönüp duruyordu. Toprak çileden çıkmış gibi elini saçlarında gezdirip " Açsana lan!" diye kükrediğinde hem asker hem ben olduğumuz yerde sıçradık. Asker " Kusura bakmayın komutanım." diyerek bakışlarını bana çevirdi. 'Allah kurtarsın' der gibi bakıp "Kusura bakmayın yenge." diye mırıldanarak kapıyı açtı. Bunu sadece ben duymuştum. 'Amin' der gibi bakıp "Sorun değil." diye geçiştirdim içime kaçan sesimle. Bunu da sadece askerin duyduğuna emindim. Toprak sabrı taşmışcasına başını iki yana sallayarak çantamın askısından tutup bir köşeye götürdü beni.  Etraftakilerin bakışlarını üzerimde hissetsem de tek baktığım nokta bana öfkeli bakışlarını dikmiş olan Toprak'tı. Gözlerimi gözlerine deydirmiyordum. Bakışlarım kasılan çenesi patlayacak gibi görünen damarları arasında gidip gelirken öfkeli sesi kulaklarıma doldu.  " Ne konuştunuz." " Ne?!" " Askerle..." dedi bir eliyle az önce geldiğimiz yeri göstererek. "Birşeyler konuştunuz ve ben duymadım ne söyledi?" " Sanane." dedim  hiç beklemeden. Bana hesap sorma hakkını nereden buluyordu bu adam? Ayrıca akmak için direnen göz yaşlarımı zor durdururken yüksek çıkan ses tonu da bana hiç yardımcı olmuyordu. İnsanların yanında ağlamayı hiç sevmiyordum ama ne yazık ki sinirlendiğim zamanlarda kendimi ağlarken buluyordum. Sertçe yutkunup her sinirlendiğinde yaptığı gibi kendini dizginlemek için saçlarına daldırdı ellerini. Arkasına döndüğünde boğazından bir 'hıh' nidasi çıktı. Ardından yönünü tekrar bana döndü. " Niye geldin buraya? Kızım sana kimse bilmeyecek demedim mi? Birde gelmiş burada nişanlıyız diye bağırıyorsun! Megafon da vereyim mi tüm askerler duysun?! " Titreyen dudaklarımı zapdetmek adına dişlerimi geçirsem de kırgın bakışlarımın rotasının Toprak'ın gözleri olmasına engel olamadım. Gözleri  dolan gözlerimi bulduğunda yüzünden bir ifade geçti. Sert bakışları dağıldığında gözleri sinirden dişlediğim dudaklarıma kaysa kendini toparlayıp bakışlarını kaçırdı. " Çok meraklı değilim sana." dediğimde tarazlı çıkan sesimden dolayı durup öksürerek devam ettim. " Yengem yolladı beni. Kaç kere aradım, mesaj attım, dakikalardır dışarıda bekliyorum ben. Söylememek için kıvrandım ama ne yapayım adam suçluymuşum gibi bakıyordu suratıma."  Omuzlarımı küskün bir çocuk gibi silkip elimdeki poşeti önüne bırakıp doğruldum. " Yemek getirmiştim. Al ne yaparsan yap." diyerek arkamı döndüm. Arkamı döner dönmez bir damla gözyaşı firar etti yerinden. Bu adamın beni üzmesine neden izin veriyordum ki? Günlerdir tek kelime etmediğini neden düşünüp duruyordum? Neden kırılıyordum?  Ellerimi çantamın askısına sıkı sıkı sarmış birkaç adım atmıştım ki adımın seslenilmesi ile olduğum yerde durdum. " Eylül." Elimin tersiyle gözlerimi silip arkamı döndüm. Konuşmasına izin vermeden bir iki adımda tam önüne dikildim. Gözleri yanağımdan destursuzca akan yaşlara kaydı ardından pişmanlık dolu bakışları gözlerimi buldu. Bu sefer ben gözlerimi kaçırıp ona bakmayı reddettim. " Askerine karşı mahcup ettim kusura bakma." dedim başımı aşağı yukarı sallarken. "  Benden utandığını biliyorum. Keşke  bu kadar fark ettirmeseydin. Ama şunu bil ki ben de sana bayılmıyorum. Hele şu hallerinden nefret ediyorum. "  Ağzını itiraz etmek için açtığında izin vermeyerek arkamı döndüm. Birkaç kez seslense de durmadan yürüyüp hızla uzaklaştım. Yeterince ağlayıp kendimi rezil etmiştim. Neden ağladığımı, neden sinirlendiğimi bile bilmiyordum. Tüm suçu bana bağırmasına, fütursuzca konuşmasına atsam da asıl suçlunun günlerdir içimi yiyip bitiren düşünceler olduğunu biliyordum. Toprak Bakışlarımı gözleri ben hariç her yerde gezinen Eylül'e çevirdim. Aklım ise hâlâ az önce askerle ne konuştuklarındaydı. Oysa buraya geldiği için sinirlenmem gerekmez miydi? Sonunda kelimeler izinsizce dudaklarımdan döküldü. " Ne konuştunuz." " Ne?!" dedi gözlerini açarak. " Askerle..." dedim askerin olduğu yeri işaret edip. "Birşeyler konuştunuz ve ben duymadım ne söyledi?" Dilimin ucunu ısırıp ters cevap vermemesini diledim. Hangi sıfatla neyi olarak hesap soruyordum ki? Ama içimdeki meraka engel olamamıştım işte. O sırada tam da tahmin ettiğim cevap geldi. " Sanane." Sebepsizce sinirleniyordum ve ne merakıma ne de yükselen sesime engel olamıyordum. Sakinleşmek adına arkamı dönüp derin bir nefes aldım.  Tekrar yönümü ona döndüğümde işe yaramadığını anlamak geç olmadı. Yeni birşey bulup öfkemi kusmuştum bile. " Niye geldin buraya? Kızım sana kimse bilmeyecek demedim mi? Birde gelmiş burada nişanlıyız diye bağırıyorsun! Megafon da vereyim mi tüm askerler duysun?! " Bakmak için çırpındığım gözlerini bana çevirdiğinde hissettiğim şey saf bir pişmanlıktı. Gözleri dolmuş simsiyah hareleri parlıyordu. Burnunun ucu pespembe olmuş öfkeyle dişlediği dudaklarını kıpkırmızı yapmıştı.  Az önce ağlamış minik bir bebeğe benziyordu sanki.  Gözlerimi daldığım yüzünden çekip hiç hoş yerlere gitmeyen düşüncelerimi durdurdum. " Çok meraklı değilim sana." dedi sessizliğini bozup. " Yengem yolladı beni. Kaç kere aradım, mesaj attım, dakikalardır dışarıda bekliyorum ben. Söylememek için kıvrandım ama ne yapayım adam suçluymuşum gibi bakıyordu suratıma." Dudaklarını büzüp omuzunu silkti. Elinde sıkı sıkıya tuttuğu poşeti önüme bırakıp doğruldu. " Yemek getirmiştim. Al ne yaparsan yap." diyerek konuşamama izin vermeden arkasını döndü. Kendime binbir küfür yağdırırken  " Eylül." diye seslendim arkasından. Durup tekrar arkasını döndü. Sanki bir şey unutmuş gibi hızla yanıma yaklaştığında yanaklarından kayan yaşlara takıldı gözlerim. İyi halt etmiş kızı ağlamıştım işte. Benim ısrarlı  bakışlarımı umursamayıp  " Askerine karşı mahcup ettim kusura bakma." dedi bakışlarını kaçırıp başını aşağı yukarı sallarken. "  Benden utandığını biliyorum. Keşke  bu kadar fark ettirmeseydin. Ama şunu bil ki ben de sana bayılmıyorum. Hele şu hallerinden nefret ediyorum. "  Bu saçma düşünceyi reddetmek için ağızımı açtığımda arkasını dönüp hızlı adımlarla yürümeye başladı. Arkasından seslensem de dönüp bakmadan uzaklaştı. Ellerimi saçıma geçirip karıştırdım. Saçma... Ondan utanmak mı? Çok saçma. Bu tavırlarımın sebebini bende bilmiyorum. Onu neden sürekli terslediğimi günlerdir neden konuşmadığımı bilmiyorum. Korkuyorum... O gün kendimi gülümseyerek ona bakarken bulduğumdan beri korkuyorum. Kampüsünün arkasındaki bankta oturmuş kitap okurken yanına gelen kediyle oynuyordu ve kendimi gülümseyerek onu izlerken bulmuştum. Sonra aklıma bana hiç gülmediği gelmiş bir de üstüne bunu sorgulamıştım. Bugün gözünden akan yaşlara bakınca hissettiğim tuhaf şey, ona sarılma isteğim... Bu duygulardan korkuyordum. Kendimi çıkmaza sürüklemekten korkuyordum. Ondan uzak durmalıyım diye düşünüyor kendime sürekli bunu hatırlatıyordum. Ama o ondan utandığımı düşünüyor bir de üstüne benden nefret ediyordu. Ve ben yine insanları kendimden soğutmayı başarıyordum...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD