Bölüm 1

4450 Words
Bu hikâyeyi okuyan sevgili okur :) Öncelikle hikâyemi okuduğun için teşekkür ederim, umarım birlikte çıkacağımız bu yolculuk seni bir farklı bir dünyaya çekebilir. Fakat yolculuğumuzun başlangıcında sana söylemek istediğim birkaç şey var. Ben hikâye yazmaya 15-16 yaşlarında bir sosyal medya platformunda başladım. Şu an okuduğun bu hikâye yıllar önce orada yayımlandı ve bitti. Burada bir hesap açmamızla beraber taşınmasına karar verdim. Bu hikâye de ya 15 ya da 16 yaşlarında yazdığım bir hikâye. Tam bir acemi işi diyemem ama hala işin acemisi olduğum bir döneme ait. Düşüncelerimin şu an olduğu kadar sabit ve oturaklı olmadığı bir döneme ait. O yüzden yanlışları ve doğruları çoktur. Eleştirilebilecek birçok noktaya sahiptir. Bu eleştirilerin hepsini kabul ediyorum. Ve seni de eleştirilerini yaparken bu noktaları göz önünde bulundurmanı rica ediyorum. Hikâyemi okumaya değer bulduğun için tekrar teşekkür ederim. Keyifli okumalar :) İlknur  Kan Kırmızı Bölüm 1 - "Kanlı Düğün" İngiltere,1522 Héloise, büyük yatağında oturmuştu. Uyku vaktinin geldiğini dadısı Bayan Jullance telkin ettiğinde, geceliklerini giyip kadının dediğini yapmıştı. Son günlerde hep uysaldı zaten. Heyecan ve stresli vakitlerinde genç kıza bir rehavet çökerdi. Normalde yerinde duramayan genç kız,o zamanlarında narin bir çiçeğe dönüşür,bütün gün boynu bükük bir koltukta otururdu. Genç dadısı Bayan Jullance saçlarını tararken, o da gözlerini kapatmış, müstakbel kocasını hayal etmeye çalışıyordu. Esmer olduğuna emindi. Bu kötü olacaktı. Héloise altın sarısı saçlara sahipti. Her zaman evleneceği adamın da öyle olmasını isterdi. Ama hatırladığı kadarıyla -en son on yaşında görmüştü – Bay Hammerstack'ın saçları simsiyahtı. Umarım saçlarının rengi açılmıştır diye dua etti kız içinden. Ve hafızasını yoklamaya devam etti. O yaşlarda kısaydı, kızdan bile kısaydı. Héloise onu kolunun altına rahat alabilirdi. Tabi ki böyle bir şeye yeltenmemişti. Annesinin yanında bir davette otururken görmüştü onu. Ve bir an bakışmışlardı. Héloise o an, ileride bu kısa çocuğun onun kocası olabileceğini asla tahmin etmezdi. Bu emri vaki ürünü olan evliliği istediğinden de emin değildi. Babasının isteği üzerine hiç tanımadığı bir adamla evlenecekti. Buna pek üzülmüyordu, ama sevindiği de söylenemezdi. Biraz bozulmuş, ailede dışlandığını hissetmişti. Héloise henüz on sekiz yaşına yeni girmişti. Oysa ablası Mermaid -adı denizkızı anlamına geliyordu ve Héloise çok kıskanıyordu – yirmi bir yaşındaydı. Kesinlikle bu izdivaca daha uygundu. Fakat annesi onu bir köşeye çekip, Hammerstack ailesinin kendisini daha çok beğendiğini, bu yüzden onun evleneceğini söylemişti. Héloise bir şey diyemedi. En başta gururu okşanmıştı. Ama sonra düşününce, bunun üvey ailesinin ondan kurtulma planı olabileceği aklına geldi. Héloise, bundan on sekiz sene önce Starsbugh'da bir kiliseye terk edilmişti. Henüz üç-dört aylık olan Héloise'yi bulan rahip onun güzelliğine vurulmuştu. Öyle ki, henüz bebek olan kızı, rahibelik için fazla gösterişli bulmuştu. Birkaç gün sonra da, şehrin zenginlerinden olan, gemi ile ticaret yapan Bay Lingston'nun evine götürüp, onlara bu güzel bebeği evlatlık edinip edinemeyeceğini sordu. Adam da, karısı da tıpkı rahip gibi kızı kucaklarına alır almaz, büyük mavi gözlerinin çekiminden kaçamadılar. Bir kızları olmasına rağmen onu evlatlık edindiler. Héloise, bu hikâyeyi on beşinci yaş gününden bir hafta sonra öğrenmişti. Yaşadığı şoku hala hatırlayabiliyordu. Küçükken hep sorgulardı evdeki tek sarışının neden kendisi olduğunu. O an daha iyi anlamıştı. Ağlamasını beklemişti herkes. Ama o yapmamıştı. Sapasağlam durmuştu yıllarca babası bildiği adamın karşısında. Üvey annesi olduğunu öğrendiği Bayan Lingston bile ağlarken o ağlamamıştı. Nedenini bilmiyordu. Héloise güçlü biri olduğunu düşünmüyordu. O an sadece duyguları yok olmuştu, körelmişti. Bir şey hissetmedi tatlı Heloisé. Daha sonraki geceler, birçok kez ağlamış olsa da o akşam hiçbir tepki veremedi. "Ne düşündüğünüzü sorabilir miyim küçük hanım? " Bayan Jullance'nin nazik sesi ile açtı gözlerini. Genç kadın, saçlarını tararken ara ara duruyor, kızın ipeği andıran saçlarını okşuyordu. Yine öyle bir anda yönelmişti sorusunu. "Bay Hammerstack'ı düşünüyorum." "Düşüncelerinizin olumlu yöne olmasını umuyorum." "Tanımadığım, bilmediğim biri hakkında olumlu ya da olumsuz bir düşüncem olamaz ki." "Onu hiç görmediğinizi unutmuşum." Ona doğru döndü kız. Üzerinde beyaz, altın sarısı işlemeleri olan bir gecelik vardı. Kadının ellerini tuttu. Belki Bayan Jullance ona yardım edebilirdi. "Bayan Jullance, anneme ya da ablam Mermaid'e sormaya utandığım bir soru var. Sadece size sorabilirim." "Sizi dinliyorum." "Siz Bay Hammerstack'ın son halini gördünüz mü? Bana anlatabilir misiniz? " Kadın istemeden gülümsedi. Héloise'i kasıp kavuran merak, onun için belki de komik bir unsurdu. Héloise sığ bir kız değildi. Kesinlikle insanların iç dünyalarını da önem verirdi. Ama ruha hitap eden şeyler eğer göze de hitap etmiyorsa bir parçası hep eksikti onun için. "Evet, onu en son bir evvelki yaz mevsiminde görmüştüm. Pek bir şey hatırlayamıyorum, akşamüzeri bir davetten ayrılırken karşılaşmıştık." "Lütfen onu bana anlatın, rica ediyorum." "Kendi fikirlerimi belirtmemi ister misiniz? " "Hayır. Ne varsa onu anlatın. Önyargısız bir fikir almam gerek." "Peki o zaman. Gördüğüm kadarıyla orta boylu bir beyefendiydi. Yani ne çok uzun ne de çok kısa. Gür siyah saçları var, iyi hatırlıyorum o akşam özenle taranmıştı. Siyah renkli çekik gözlere sahip." Kız kafasında bir şeyler canlandırmaya çalıştı. Ortaya çıkan adam onu mutlu etmiyordu. O hiç böyle bir kocası olacağını düşünmemişti ki. Her zaman sarışın, uzun boylu ve kaslı, aynı zamanda da soylu ve bilge bir adamı hayal etmişti. Ve dadısı Bayan Jullance'nin anlattığı adam bu hayalden tamamen uzaktı. Héloise hayal kırıklığını belli etmeme çalışarak kadına teşekkür edip, uyuması gerektiğini söyledi. O ne kadar belli etmemeye çalışsa da, Bayan Jullance durumu anlamış gibiydi. Odadan çıkarken kıza söyledi. "Yarın sabah kahvaltıya gelecek. Sizinle tanışmak için. Biliyorsunuz değil mi? " "Evet." "Peki. İyi geceler efendim." "Size de iyi geceler Bayan Jullance." Kadın odadan çıkınca, Héloise derin bir nefes verdi. Şimdi istediği gibi somurtabilirdi. İstemediği evliliği, tahminine göre çirkin olan kocası için istediği kadar somurtabilirdi. Planı buydu. Ve uyku gözlerini kapatana kadar öyle yaptı. Bütün gece rüyasında esmer ve çirkin adamlar görmüştü Héloise. Büyük, mermer bir yerdeydi. Etraf bir sürü kapı ile kaplıydı. Ve her kapıdan "Ben senin kocanım Héloise! " diyen bir adam çıkıyordu. Hepsi ona doğru gelip, kızın bir yerini çekiştiriyordu. Dişleri çürük ve ağzı tütün kokanlar, şaşı gözlüler, birleşik kaşlılar... Sayısız iğrençliklere katlanmıştı. Sabah dadısı onu kaldırdığında ise kadına sevinçle sarıldı. Onu bu iğrenç kâbustan kurtarmıştı. Yüzünü yıkadı ve odasındaki küçük aynanın önündeki tabureye oturdu. Bu sabah geliyordu adam, güzel görünmeliydi. Yoksa sevgilisi annesi kızar, babası ise ona tavır yapardı. Zaten bu adamla da babasının işleri için evlenmiyor muydu? Deniz üzerinden ticaret yapan, gemilere sahip olan Bay Lingston, kasabada ve ülkenin birçok yerinde şarap üretim atölyesi olan Hammerstack ailesi ile bağ kurmak, daha da güçlenmek istiyordu. Hammerstack ailesi de Lingston'larla akraba olmaya gayet sıcak bakıyordu. Sonuç olarak Starsbugh'un en zengin aileleri rakip olmak yerine sırtlarını birbirlerine dayayacaklardı. Bayan Jullance kızın saçlarını güzelce taradı. Héloise'in parlak ve gösterişli yüzünün ortaya çıkması için saçlarının iki kenarından birer tutam saç alıp burdu, arkada birleştirdi. Uçlarının buklelerini de kendi elleri ile düzeltip hacimli hale getirdi. Ve son olarak, babasının onun için on sekizinci doğum gününde aldığı kokudan sürdü kızın sütten beyaz boyuna. İşte Héloise müstakbel kocası için hazırdı. Aynada kendine baktı. Etekleri ve korse kısmı kan kırmızı olan elbisenin kolları kırık beyazdı. Üzeri altın sarısı işlemelerle süslenmişti. Ne kadar muhteşem gözükse de, kendini kıymetsiz hissetti Héloise. Ailesi ona değer vermiyordu. Eğer bunun tersi olsaydı, Héloise'yi böyle hediye paketi gibi tanımadığı bir adama sunmazlardı. Somurtmamaya çalıştı genç kız. Bayan Jullance'ye kibarca gülümseyip odasından çıktı. Koridorlarda kimseyi göremeyince tırabzanlara dayanıp evin alt katındaki hole baktı. Sesler geliyordu, ailesi salonda olmalıydı. Yavaş adımlarla -annesinden böyle öğrenmişti, bir hanımefendi asla koşuşturmazdı – alt kata indi. Karşılaştığı genç kâhya Gregory'den iltifatlar aldı, karşılığında ona iyi günler diledi. Salona girdiğinde büyük masada muntazam bir kahvaltının hazır olduğunu gördü. Evlerinde kahvaltı her zaman önemli bir öğündü ama bu sefer bambaşkaydı. Bay Hammerstack geliyordu, Héloise dâhil her şey kusursuz görünmeliydi. "Héloise! Güneş gibi doğdun odamıza." Babası oturduğu yerden kalkmış, coşkulu adımları ile ona doğru geliyordu. Omuzlarından tutup kızı kendine çekti, alnına şiddetli bir öpücük koyduktan sonra geri çekilip onu tekrar süzdü. Yüzündeki büyük gülümsemeden gördükleri karşısında mutlu olduğunu anladı Héloise. Keşke o da babası kadar içten gülebilseydi. Yüzünde hayaletlere yaraşır bir tebessüm vardı, her an solmayı bekliyordu. Geçip annesinin yanına oturdu. Kadının yüzünde de kocaman bir gülümseme vardı. Bu sinir bozuydu. Genç kızın için kan ağlarken evdeki herkesin gülücük saçması onda hiç de iyi bir izlenim yaratmıyordu. "Benim tatlı Héloise'im, ne kadar güzel gözüküyorsun sen böyle." "Teşekkür ederim anneciğim, o sizin güzelliğiniz." Kırklı yaşlarının sonunda olan kadın, Héloise'in sırtını sevgiyle okşadı, ona sokulup kulağına fısıldadı. "Seni kendim doğursaydım, ancak bu kadar sevebilirdim. Benim peri kızım, sakın annenin Sevgisinden şüphe duyma, olur mu? " Héloise, bu yersiz konuşmayı en başta anlamadı. Bakakaldı, gülümsedi anlamsızca. Biraz düşününce aklına geldi. Evlatlık olduğunu öğrendiğinden beri, ne zaman evde Héloise'in hoşnut olmadığı bir şey olsa, annesi ona bu şekilde yaklaşır, ona ablasından farklı olmadığını hatırlatan bu sözü söylerdi. Yüzünde, aptallığını ifade eden gülümsemesi gerçeği anladığı an hüzünlü bir hal aldı. Kimseye belli etmek istemiyordu ama üç senedir kendini bu evde bir yabancı gibi hissediyordu. Belki evlenmesi bu açıdan iyi olabilirdi. Kendi evi ve düzeni olduğu zaman içindeki bu boşluğu bir şekilde doldurabilirdi. Annesi birlikte bir müddet oturdular, Héloise için bir anlam ifade etmeyen konular – tanıdıkların dedikodusu – hakkında konuştular. Zaman geçtikçe ablası Mermaid de onlara katıldı. Uzun boylu, gösterişli kız siyah parlak saçlarını serbest bırakmış, gayet rahat bir elbise giymişti. Gelip Héloise'in yanına oturdu. Mermaid o kadar rahat ve doğal gözüküyordu ki Héloise kendini iyice hediye paketi gibi hissetti. Acaba Bayan Jullance süs işini abartmış mıydı? Bilmiyordu. Zaten kendini yeterince kötü hissederken bir de bunun üzerinde duramayacaktı. Uzun ve sıkıntılı bir bekleyişten sonra beklenen misafir eve varabilmişti. Babayla birlikte anne ve kızlar da ayağa kalkmışlardı. O an, kalbi ağzına gelecekmiş gibi hissetti. Hoşnut bir durumdan kaynaklanan heyecanın belirtisi değildi bu. Karşılaşacağı felaketi bekliyordu. Yüksek tavanlı binanın, kemerli salon kapısına gözünü dikmiş, pür dikkat bakıyordu. Derken içeriye bir adam girmişti. Aslında girdi demek yanlış olurdu. Dizlerine gelen mevsimlik siyah paltosu, uzun boyuyla adam resmen içeri doğru süzülmüştü. Héloise başta inanamadı. Dadısının anlattığı, kendinin hatırladığı adam, o an karşısında durandan çok farklıydı. Sağa doğru taranmış siyah saçları ve yine gece kadar siyah olan gözleri vardı, bu kısım doğruydu. Ama Héloise bu şeylerin Hammerstack'a bu kadar uyacağını düşünememişti. Nefesinin kesildiğini hissedebiliyordu genç kız. Ayıp olduğunu ne kadar bilse de gözlerini Bay Hammerstack'tan alamıyordu. Adam önce onunla gelen hizmetçiye paltosunu verdi, teşekkür etti. Sonra Héloise'in babası ile el sıkışıp, halini hatırını sordu, kısaca kendi durumunu anlattı. Bu kısa anlar, Héloise için ömür kadar uzun gelmişti. Onun her hareketini büyük bir özenle inceliyor, ince ve narin dudaklarının her harfle nasıl büküldüğüne bakıyordu. Hayal gücünün daha önce hiç bu kadar yanıldığını hatırlamıyordu. Bay Hammerstack, babasını kapının önünde bırakarak Héloise ve yanındakilere dönmüştü. Bir an göz göze geldiklerinde, adamın dudaklarında nazik bir gülümseme belirmişti. Zarif adımlarla onlara doğru yaklaştı. Önce annesinin eline uzanıp, ona yakışan bir kibarlıkta öptü. Tıpkı babasına yaptığı gibi ona da afiyetinin nasıl olduğunu sordu. Ses tonuna dikkat etmişti bu sefer Héloise. Adamın sesi kavanozdan akıp giden balı andırıyordu, yumuşak ve pürüzsüz. Kendini buna kaptırmışken, o ablasının da elini öptü, kendini tanıttı, denizkızlarının onu kıskanabileceğini – Mermaid denizkızı anlamındaydı – söyledi. Mermaid'in esmer teninde belli olmasa da, yanaklarının kızardığını anlıyordu. Ve en sonunda sıra ona gelmişti. Hammerstack Héloise'e doğru döndüğünde kısa bir an tekrar göz göze geldiler. Kısacıktı. Ama Héloise o an kalbinden bir şeylerin akıp gittiğini hissetmişti sanki. Aşk bu muydu? Ya da birçok tartışmaya söz konusu olan ilk bakışta aşk böyle bir şey miydi? Bilmiyordu. Önünde duran adama yavaşça, kendinden geçmiş bir şekilde elini uzattı. Öpmesini bekledi. Ama bu olmadı. İki eli ile Héloise'in zarif elini tutup, göğsünün hizasına getirdi, bu şekilde konuştu "Bayan Lingston, kendimi tanıtmama izin verin; Albert Hammerstack." "Memnun oldum Bay Hammerstack. Uzun zamandır yolunuzu gözlüyorduk." "Bu güzellikten ayrı geçirdiğim her saniye için yas tutacağım, emin olun." Sözlerini bitirdiğinde, kızın elini dudaklarına götürdü. Daha önce bulunduğu davetlerde birçok kez, birçok adam elini öpmüştü Héloise'in. Ama Albert'ın -adını yeni öğreniyordu – dudakları tenine değdiği an, içinde binlerce kelebeğin serbest kaldığı hissetti, heyecandan tedirgin oldu. Babasının daveti ile birlikte kahvaltı masasına geçtiler. Héloise başta oturan babasının hemen yanına geçti, oturdu. Ve Albert Hammerstack da gelip onun yanında yerini aldı. Basit bir şeydi, ama adamın bunu yapması Héloise'i mutlu etmişti. Bir an yine göz göze geldiler, bu sefer Héloise önce davranıp adama gülümsedi. Kahvaltı boyunca Albert, baba Bay Lingston ile konuşmuş, eğitimi hakkında bilgiler vermişti. Heloisé, yanındaki adamın sözlerine tam anlamıyla kendini kaptırmıştı. Felsefe ve edebiyat üzerine Fransa'da eğitim görmüştü, ayrıca matematik ve fiziğe ayrıca ilgisi vardı. Tam hayallerimdeki adam diye geçirdi içinden kız. Onunla yapacağı edebiyat sohbetlerini iple çekiyordu. Yemeklerini yediler, çaylarını içtiler. Sohbetin bir yerinden sonra Albert Héloise'in babasına dönüp izin istedi. "Efendim, sizin izniniz olursa ve Bayan Héloise de isterse, kendisi ile Starsbugh sokaklarında biraz vakit geçirmek isterim. Evleneceğim kadını daha yakından tanımak benim için mutluluk verici olacaktır." "Benim için bir sorun yok, siz gençler daha iyisini bilirsiniz." Bay Lingston bunu söyleyince Albert Héloise dönmüştü, cevap bekliyordu. Kızın cevabı belliydi. Albert ne kadar onunla konuşmak, onu tanımak için can atıyorsa, aynı şeyleri Héloise de hissediyordu. "Benim için de uygun. Müsaade ederseniz üzerime bir şal alıp geleyim." "Sizi bekliyor olacağım." Héloise neredeyse uçarak üst kata çıktı, odasına girip kan kırmızı şalını kaptı, omzuna geçirip aceleyle hole geçti. O kadar hızlı hareket ediyordu ki dadısı Bayan Jullance'e çarptı. "Ah, Bayan Lingston iyi misiniz? " "Bir şeyim yok Bayan Jullance, sadece âşık oldum! " Kız kıkırdayarak kadının yanından ayrıldı. Héloise'in genç dadısı da, kızı uzun zaman sonra böyle neşeli gördüğü için mutlu olmuştu. Alt kata indiğinde, Héloise Albert'ın onu dış kapının önünde beklediğini gördü. O da üzerine paltosunu geçirmişti. Evi terk etmeden önce tek tek herkesle vedalaştı, Héloise'in babasına yine büyük bir özen göstererek iyi günler diledi. Birlikte dışarı çıktılar. Kapıyı geçtikleri ilk an, Albert ona koluna girmesi için kolunu uzattı. Héloise de bir an tereddüt yaşadıktan sonra şalını düzelterek adamın koluna girdi. Birlikte, yavaş ve sessiz adımlarla yürümeye başladılar. Ve Héloise, kendini her an ölebilecekmiş gibi hissediyordu. Büyük bahçeden çıkana kadar aralarında heyecan dolu bir sessizlik oldu. Bunu hissedebiliyordu. Göz ucu ile Albert'a bakıyor, onu kendisine bakarken yakalıyor, utanıyor, kafasını çeviriyordu. Saçma gelebilirdi. Adamı topu topu iki saattir tanıyordu ama ona âşık olduğuna neredeyse emindi. Sonunda sessizliği, ipeği andıran sesi ile Albert bozdu, gülümseyerek Héloise'e bakıyordu. "Tanrım, bu sessizlik bizi öldürecek." "Heyecanımı mazur görün lütfen Bay Hammerstack, daha ilk-" "Sözünüzü kestiğim için özür dilerim ama bana Albert deyin lütfen, kendimi daha iyi hissederim. İzniniz olursa ben de size isminizle hitap etmek isterim." "Benim için sorun değil, Albert." Albert... Héloise adını söylediği an utandı, yanakları kızardı. Adını ilk kez ağzına almıştı ve bu anı hiç unutmayacaktı. "Sen söyleyene kadar ismimin bu kadar güzel olduğunu fark etmemiştim. Her neyse, bir şey diyordun Héloise." "Evet, bu ilk görüşmemiz olduğu için fazlaca heyecanlı olduğumu söyleyecektim." Kız bunu söylediği an, Albert elini alıp kumaş yeleğinin altına soktu, kalbinin üzerine getirdi. Kalp atışlarını hissetmesini istiyordu. Héloise şaşırdı. Albert'ın kalbi de en az onunki kadar hızlı atıyordu. Yüzündeki gülümseme büyüdü. "Şimdi anladın mı benim durumumu ?" "İkimiz de çok heyecanlıyız." "Heyecan mı? Her an ölebilirim, kalbimin daha önce böyle attığını hatırlamıyorum." Kız bütün dişlerini göstererek gülümsedi, annesi daha önceleri hanımefendilerin sadece tebessüm ettiğini söylese de Héloise umursamadı. Albert da ondan hoşlanıyordu. O an bundan daha ötesi yoktu onun için. Birlikte Starsbugh'un sokaklarını saatlerce dolaştılar. Onları gören herkes, izlemekten kendini alamıyordu. Şehrin o zamana kadar gördüğü en muhteşem çift olmuşlardı, ayrıca hesabı yapılamayan zenginlikleri ile belki de en güçlü çifti de olabilirlerdi. Lakin o anlarda, ikisinin de fikri bu tip konulardan çok uzaktı. Birlikte sürekli olarak felsefe ve edebiyat konuşmuşlardı. İkisi de birçok kişi gibi Shakespeare'e bayılıyorlardı. Montaigne de ortak noktalarının arasındaydı. Bir tek yerde ayrılıyorlardı; Héloise Bacon'nın fikirlerini sıkıcı bulmuştu, fakat o bunu dediği an, felsefe konusunda hassas olan Albert, felsefi fikirlere bu şekilde yaklaşmaması yönünde onu uyardı. Uzun ve sıcak sohbetlerinde, zıtlık yaratan tek yer Bacon olmuştu. Kendilerini kaptırmış, yürürlerken, şehrin neredeyse çıkışında olan Boniét gölüne geldiler. O zaman anladılar ki saatlerdir yürüyüp sohbet ediyorlardı. Ve ikisi de bunun tek dakikasından sıkılmamışlardı. Héloise, gölün kıyısına gitmek istedi. Birlikte yaklaştılar. Etrafta kimsecikler yoktu. Héloise, sırtını bir ağaca yaslayıp batmakta olan güneşin ışıklarının göldeki yansımasını seyretti bir süre. Aynı zamanda Tanrı'ya bu güzel gün ve Albert için şükrediyordu içinden. Artık hiç şüphesi yoktu. Albert onun için yaratılmış bir adamdı ve muhteşemdi. Bir an Albert yanında durmak yerine onun karşısına geçti, gülümseyerek elini tuttu, öptü. Dudakları yumuşak ve sıcacıktı. Héloise'in hiçbir şikâyeti yoktu. Öylece onu izliyordu. "Söylesene Héloise, hangi yıldızdan düşüp geldin de beni buldun ?" "Ben bir yıldızdan düşmedim. Kilisede bulundum. Oraya nereden geldiğimi de sadece Tanrı bilir." "Tanrı... Bence onun hakkında bu kadar fazla konuşma. Dünyadaki varlığın, ona başlı başına meydan okuyor." "Söylediğin şeyler günah, sevgili filozof." "Söylediklerim sadece seni anlatıyor. Ve eğer sen günahsan, ben yanmaya hazırım." Albert, kızın elini bırakmış, kalın korsesi yüzünden hissedemediği belini kavrıyordu. Bu ilk buluşmalarıydı. Ama Héloise daha önce, değil bir erkek, hiç kimseye kendini bu kadar yakın hissetmemişti.Aşk...Çok değişik,anlatması güç bir duyguydu.Bu ilk kez hisseden Héloise içinse,durum daha fenaydı.Çekinerek eliyle Albert'ın mermer kadar pürüzsüz yanağını okşadı. "İlk görüşte aşka inanır mısın Albert ?" "Sevecek olan ilk bakışta sever." "Bu Shakespeare'in düşüncesi.Ben senin ne hissettiğini öğrenmek istiyorum." "Bana tutuldun.Şimdi benden de aynı cevabı bekliyorsun." Albert'ın bunu söylemesini beklemiyordu genç kız.Utandı,yanakları kıpkırmızı oldu.Başını,hissettiği duygunun ağırlığı ile öne eğdi.İlgisini bu kadar belli ettiğini fark etmemişti.Şimdi ise utanç içindeydi.Albert,eliyle çenesini kavradı,başını kaldırdı.Hala gülümsüyordu.Héloise'i gözlerine bakmaya zorladı. "Ne Tanrıya,ne de ilk görüşte aşka inanmazdım,şu ana kadar.Evren belki tesadüfen meydana gelmiş olabilir.Ama senin gibi bir güzellik asla tesadüfi olamaz.Sende ilahi bir şeyler var." Albert,kıza daha yaklaştı.O kadar ki neredeyse burunları birbirine değecekti.Bu kadar yaklaşmasına izin vermeli miydi Héloise ? Bilmiyordu.Zaten o an,hissettiği heyecanla bunu tam anlamı ile düşünemiyordu.Kalbi daha önce hiç bu kadar hızlı atmamıştı,aldığı nefes hiçbir zaman ona bu kadar az gelmemişti.Albert'ın ona bu kadar yaklaşması bile onun neredeyse bayılmasına yol açacakken,adam yüzünü daha da yaklaştırıp kızın dudağına küçücük bir öpücük bıraktı.Yavaşça geri çekildi. "Peri kızı...Sen tam da anlatıldığı gibi peri kızısın." Kısa bir an kızın gözlerinin içine baktı.Siyah gözleri parıl parıldı.Mantığının beyninden uçup gittiğini hissedebiliyordu Héloise.O an tek hissettiği şey,iliklerine kadar Albert'tı.Okuduğu birçok kitabı,aldığı öğütleri yok saydı.Zayıf kollarını Albert'ın boynuna doladı.Adamın tam şakağında olan küçük bene takıldı gözü.Dudakları oraya yöneldi.Tereddütlüydü ama kesinlikle önceki gibi değildi.Öptü,heyecanla kendini geri çekti.Albert ona hala gülümsüyordu.Ama onun tereddüdü daha azdı.Yaklaşıp yanağına bir öpücük bıraktı ve kendini tamamen geri çekti,elini ona uzattı. "Hadi,gel böyle.Artık seni eve bırakma zamanı." Héloise,belki de hayatında yüzünde o andaki kadar sıcak,içten bir gülümsemeye sahip olmamıştı.Elini Albert'ınkine uzattı.Birlikte,anayola çıkana kadar yürüdüler.Albert,daha sonra onlar için bir at arabası çevirdi.Yol boyunca Héloise konuşma ihtiyacı duymadı.Zaten bütün bir günü konuşarak geçirmişlerdi.Héloise onunla hiç susmadan bir ömür boyu konuşabilirdi.Ama belki aşkın bir diğer özelliği de buydu.Normalde,bir insanla baş başayken sessizlik onu rahatsız ederken,Albert ile öyle olmamıştı.Aşk,sevdiğiniz insanın sessizliğinde huzur bulmaktı o an ona göre. Bir an kendini durdurmak istedi.Acaba ani duygularına mı kapılıyordu ? Albert'ı tanıyalı henüz yirmi dört saat olmamışken,aşkı onunla tanıdığı fark etti.Daha önce birçok erkeğin ilgisine mahzar olmuş,ama asla böyle hissetmemişti.Kalbi,asla Albert'layken attığı kadar hızlı atmamıştı.Sonra,Albert'ın söylediği,Shakespeare'e ait söz geldi ; "Sevecek olan ilk bakışta sever." Evin önüne geldiklerinde Héloise Albert'la vedalaştı.Genç adam,en geç bir gün sonra onu tekrar görmeye geleceğini söz verdikten sonra eline uzandı.Bu sefer,uzun bir bir öpücük koydu. Eve girdiğinde,salondaki anne ve babasını gördü Héloise.Yavaş adımlarla,utanarak onların yanına geçti.Babasının yüzüne bakamıyordu.Annesininkinde ise hiçbir anlam yoktu.Hava kararmak üzereydi,Héloise daha önce hiç bu kadar geç gelmemişti evine. "Merhaba Héloise." "İyi akşamlar babacığım.Ben,geç kaldığım için özür dilerim." "Önemli değil.Biz akşam yemeğini yedik.Sen mutfakta veya odanda yiyeceksin yemeğini." "Peki babacığım,siz nasıl dilerseniz." Adam salondan çıkıp gitti.Héloise'in anladığı kadarıyla çok kızmamıştı ama kızmadığını da söyleyemezdi.Derin nefes aldı,annesine doğru döndü. "İzninizle ben odama çıkıyorum anneciğim." "Peki tatlım,iyi geceler şimdiden." Odasına çıktı.Bir müddet anlamsız bir şekilde sırıtarak odasındaki pembe renk divanda oturdu.Gün içinde Albert ile aralarında geçen her anı kafasında canlandırıyordu.Albert...Karanlıktan çıkıp gelen beyaz atlı prensiydi artık onun. Kapısı çaldı,neşeli sesiyle girmesini söyledi Héloise.Gelen ablası Mermaid'di.Üzerinde sabahki elbiseleri vardı.Gece kadar siyah saçlarını savurarak kızın yanına geldi,ona yakışan bir durulukla yanında duruyordu.Dünyanın en güzel kızı olsa bile,Héloise Mermaid'i kıskanacaktı. "Merhaba abla." "Bay Hammerstack ile nasıl geçti ? " Mermaid'in bu ses tonunu tanıyordu.İkisi birlikteyken,ne zaman Héloise başkası tarafından övülse,kız da bir üste çıkma çabası,kıskançlığını belli eden bir duruşu olurdu.Artık Héloise buna alışmıştı.Mermaid'in Albert'ı beğendiğini biliyordu,onun yerine küçük kız kardeşinin evlenmesine bozulmuştu. Héloise biraz utandı.Ama gerçeği ondan saklamadı.Mermaid'in kıskanç dürtüleri yüzünden duygularını saklamayacak,sırf onun morali daha bozulmasın diye,sanki cennetten çalınmış gibi yaşadıkları o günün güzelliklerini törpülemeyecekti. "Çok güzeldi.Albert gayet bilgili.Oldukça da kibar.Kendimi Juliet gibi hissediyorum,Romeo'mu buldum sanırım." "Ben asla böyle bir emri vakiye katlanamazdım." "Normalde ben de istemezdim.Ama bu emri vakiye ömrümü adayabilirim." Mermaid'in yüzü iyiden iyiye düştü.Héloise'in yanından kalktı.Biran hata mı yaptım diye düşündü kız.Zannetmiyordu.Henüz on sekiz yaşındaydı,hayatının aşkıyla karşılaşmıştı.Hata olsa bile bu ona çok fazla koymazdı. "Yorgunsundur. Ben çıkayım,sen de dinlen en iyisi." "Teşekkür ederim Mermaid." Ablası daha odasından çıkmadan,onu böylesine kıskandırmakla hata yaptığını fark etti.O bu eve sonradan gelmişti.Yaşadığı hayat,giydiği elbiseler,konuştuğu insanlar,belki de Albert aslında onun kaderinde yazılıydı.Héloise pat diye ortaya çıkıvermişti,mantar gibi görünmüştü onun hayatında. Bunu bilerek kızın peşinden gitti.Kolunu tutup,en nazik ses tonunu tutturarak konuştu. "Mermaid." "Efendim ? " "Sen çok güzel bir kızsın.Hatta gördüklerimin arasında en güzelisin.Bir gün gerçek aşkı bulacağına inanıyorum.Hem de sen,benim gibi değil,sana yakışır bir yolla yapacaksın bunu,tıpkı okuduğumuz romanlardaki gibi." Mermaid,dudağının kenarı ile gülümsedi.Bunu yaptığında fazlasıyla asil ve çekici duruyordu.Kızın özellikle yaptığı bir şey değildi.Hep böyle gülümserdi.Siyah saçları,uzun ve esmer vücut yapısının oluşturduğu asi görüntüsüne,bu gülüş tam bir ironi oluşturuyordu. "Teşekkür ederim kardeşim." Ona sarıldı.Kısaydı ama aralarında oluşan bağı hissetmişti.Kardeşim derken Mermaid'in sesi olabildiğince içtendi.Geri çekildiğinde hala gülümsüyordu.Yavaşça odadan çıktı.Mermaid çıkınca,Héloise de dadısı Bayan Jullance'yi yanına çağırdı.Korsesinin iplerini çözmesi için ondan yardım istedi.Genç kadın,odasına girdiğinde bir müddet sessizlik korundu.Fakat Héloise,önünde sonunda Albert'ı soracağını biliyordu.Ki bu düşünceyi aklından geçirdiği an,Bayan Jullance sorunusu yöneltti. "Size Bay Hammerstack ile olan görüşmenizin nasıl geçtiğini sorabilir miyim küçük hanım ? " "Hiç sormayacaksınız zannetmiştim bir an.İnanamıyorum Bayan Jullance.Hayal gücüm nasıl bu kadar yanılabilir ? Albert benim hayatımın aşkı.Bunu hissedebiliyorum." "Bu sizin için bir ilk değil mi ? " "Ah,evet.Hiçbir erkek beni bu kadar etkileyemez zannederdim önceden." "Beni bağışlayın ama bu kadar erken hayallere kapılmamanızı öneririm efendim. Beklenmedik bir talihsiz olay,sizi büyük hayal kırıklığına uğratır." "Böyle bir şey olmayacak.Doğan her yeni günle,sadece aşkım büyüyüp,hayallerim gerçeğe dönecek." Kızın sesi o kadar katı ve kararlı çıkmıştı ki,Bayan Jullance daha fazla konuşamadı.Kıza korse konusunda yardım etti,iyi akşamlar dileyip odasından çıktı. Héloise,yatağının içine girdi.Uyumak için erken olduğunu biliyordu.Uyumayacaktı da zaten.Bütün günü tekrar gözünden geçirdi.Her bir an için yüzünde ayrı bir gülümseme oluştu.Saatler geçtikçe,gecenin karanlığı onun üzerine uyku örtünce bile,yüzünde anlam veremediği,Héloise'in "Albert Sırıtışı" adını verdiği bir gülümsemelerden biri vardı. Üç ay sonra Düğün Akşamı Eli gözündeydi.Beyaz,iri elmas...Karanlıkla bile fazlaca parlıyordu.Mücevherlere önem vermezdi Héloise.Onun için takıdan öte değildiler.Ama bu yüzük onun için bambaşkaydı.Etrafı küçük pırlantalarla çevrili bu güzel yüzük,Albert ile evliliğinin simgesiydi.Hala inanamıyordu.Tüm olanlar gerçek miydi ? Rahip,büyük kilise,onları alkışlayan kalabalık,evlilik yeminleri,Albert'ın onu alnından öpüşü ? Yaşadıkları mükemmelden öteydi.Her şey hayallerinin de ötesinde,muhteşem gitmişti Süslü at arabasının içinde,artık kocası olan Albert'ı bekliyordu Héloise.Düğünleri bitmişti.Onlarda kendi köşklerine gideceklerdi.Albert ile sadece kendilerine ait bir yapıda yaşacaklardı.Héloise bunun için sevinmişti.Tek bir sorun vardı,büyük köşk Starsbugh'un neredeyse dışında sayılırdı.Oraya ulaşabilmek için ormanın içinden geçen,tekin olmayan yoldan gitmeleri gerekti.Ve her çarşıya çıkmak istediğinde,bu Héloise için bir parça sorun olacaktı. Albert,kapıyı açıp arabaya gelince,Héloise bu saçma konuyu savurdu kafasından.Aptal olduğunu düşündü.Albert ile,artık hayatının aşkı olduğuna emin olduğu insanla evlenmişti.Onun karısıydı,ilerde onun çocuklarının annesi olacaktı.Onunla bir aile olacaklarını düşündükçe,içinde durduramadığı bir heyecan oluşuyordu.Böyle anlarda,utanmasa Albert'ı nefesini kesene kadar kollarına sarmak istiyordu.Ancak ona sımsıkı sarıldığı zaman,adamın sadece kendine ait olduğunu hissedebiliyordu. Albert,arabacıya sürmesi için bağırdı.Ve arabaları,onları alkışlayan kalabalıktan sıyrılıp,büyük binanın bahçesinden ayrıldı.Hareket etmeye başladıkları an,Albert Héloise'nin elini kavradı,dudaklarına götürdü. "Evli olduğumuza hala inanamıyorum.Sanki hepsi bir rüya.Ben uyanacağım ve sen kaybolacaksın." "Aynı hisleri paylaşıyoruz Héloise.Bu geceye asla erişemeyeceğim zannediyordum." Sözlerini bitiren Albert,kıza doğru yaklaştı,belini kavradı.Yüzleri birbirine çok yakındı.Héloise,her ayrıntısı hafızasına kazımak istiyormuşçasına inceledi sevdiği adamın yüzünü.Albert ise sadece onun gözlerine bakıyordu.Uzun uzun izlediler birbirleri.Sonra genç adam,dudaklarını Héloise'in dudakları üzerine örttü.Daha ilk anda Burgonya tadını almıştı kız.Gece boyunca içkiler oradan oraya servis edilmişti.Héloise,Albert beşinci içkisini içtikten sonra saymayı bırakmıştı.O kadar çok içip hala ayık kalabilmesine şaşırıyordu. Albert'ın,en başta nazik olan öpücüğü,gittikçe tutkulu bir hal almıştı.Dudaklarını daha önce hiç bastırmadığı kadar çok bastırıyordu.O kadar ki,Héloise bir an dudaklarının acıdığı hissetti,Albert'ın omzunda olan kollarını çekip,onu kendinden birazcık da olsa uzaklaştırdı. "Henüz köşke varmadık, hatırla istersen." "Ben sadece karımı öpüyorum." Albert,aralarındaki konuşma hiç olmamış gibi kızı öpmeye devam etti.Yüzüne,boynuna,gerdanına küçük küçük öpücükler bırakırken Héloise onu yeniden durdurdu. "Böyle aceleci tavırlar senin gibi bir beyefendiye yakışmıyor Albert." "Düğün gecesinde kim beyefendi olarak kalır ki aşkım ? " Héloise içten bir şekilde gülümsedi,Albert'a cevap vermek yerine,başını onun göğsüne koydu.Düğünleri muhteşem geçmişti,fakat aynı derecede yorucu da olmuştu.Héloise fazlası ile uykusu geldiğini hissediyordu. "Korkarım ki istediğin şey bu gece olamayacak Albert.Benim fazlası ile uykum var." Albert'ın derin iç çekişini duymuştu.Sevdiği adam da bir yere kadar tanıdığı diğer erkeklerden farklıydı.Cinsellik söz konusu olduğunda,hepsinin aynı olduğu su götürmez bir gerçekti.Kızın yanağını hafifçe okşayıp,yumuşak sesiyle konuştu. "Sorun değil.Önümüzde birlikte geçireceğimiz sayısız gece var." Sessizlik içinde,yol boyu arabalarıyla ilerlediler.Héloise bir ara gözlerini açık tutmakta zorlandı.Gece gerçekten onun için çok yorucu geçmişti.Derken,birden arabaları durdu.Önce ikisi de tepki vermedi.Bazen arabanın dizginlerinde sorun olur,arabacı da bu yüzden durmak zorunda kalırdı.Ama bu sefer çok uzun sürmüştü.Ve etraftan insanı huzursuz eden sesler gelmeye başlamıştı.Ayakl sesleri,at solumaları,nal sesleri...Héloise korkmuştu.Albert,ondan uzaklaştı,inmeden önce tembih etti. "Sesini çıkarma,arabada kal." "Çıkma dışarı,ne olur." "Şşş.Korkacak bir şey yok,tamam mı ? Dediğimi yap,burada kal." Albert,yavaşça kapıyı açtı,dışarı.Héloise kalbi duracakmış gibi hissetti.O an yaşadığı korku tarif edilemezdi.Düğün gecesi yaşadığı talihsizliğe inanamıyordu. Ayak sesleri hızlandı.Sonra yumruklaşmaları duydu Héloise,Albert'ın acı feryadını.Daha fazla arabada kalamazdı.Kapıyı açıp kendini dışarı attı.Gecenin karanlığında hiçbir şey seçemedi ilk önce.Gözleri karanlığa alıştığında ise,iri cüsseli,kıvırcık saçlı bir adamın Albert'ın yakasına yapışmış,yumruk geçirdiğini gördü.Albert diz çökmüştü,ağzından kanlar geliyordu.Etrafta dört-beş kişi daha vardı.Biraz daha bakınca,etraftaki serbest atları da gördü. Adam Albert'a bir yumruk daha geçirince,Héloise kendini daha fazla tutamadı.Öne doğru atılıp bağırdı. "Ne yapıyorsunuz siz ! Bırakın onu ! " Bir anda herkesin dikkatini çekmeyi başarmıştı.Adamların hepsi ona doğru döndüler.Albert,fısıltı şeklinde çıkan sesiyle konuşmaya çalıştı. "Hé-loise... Ka-kaç." Albert sözünü bitirdiği an, adam ona bir yumruk daha geçirdi. Sanki Albert ona bir kötülük yapmış gibi, hınçla geçiriyordu yumruklarını. Héloise pelteleşmiş bacaklarıyla onlara doğru ilerledi, hiçbiri onu önemsiyormuş gibi gözüküyordu. Bir tanesine tekme atarak aralarına girmeyi başardı. Adam sinirle arkasını döndü, kolundan yakalayıp onu sarstı. "Aptal herifler! Siz bizim kim olduğumuzu biliyor musunuz? Bu hareketiniz yüzünden şehrin ortasında asılacaksınız! " Albert'ı döven adam Hélois'e doğru döndü. Kız, gözlerinin hangi renk olduğunu göremiyordu, ama içlerindeki öfke alev gibiydi. O Héloise'e doğru bakarken, korkuyu daha iyi hissetmişti kız. Kılıcını kabından çıkarırken, adamlara emir verdi. "Kızı tutun, kaçmasın. Bir de onunla uğraşmayalım." O bunu der demez, iki adam atılıp Héloise'in kollarını kavradılar. Kızı geri geri sürüklemeye başladılar. Héloise, çığlık atıyor, bağırıyordu. Bunların hepsi kâbustu. Buna inanmak istiyordu. Birazdan uyanacak, kendini sıcak yatağının içinde bulacaktı. Evet, Héloise yüzünden sıcak yaşlar akarken, sadece buna inanmak istiyordu. Fakat ne yazık ki bunların hepsi gerçekti. Az önce Albert'ı döven adam kılıcını havaya kaldırmıştı, bir müddet Albert'a baktı. Sonra, bir hamlede genç damadın boynundan geçirdi kılıcı. Héloise bir an tepki veremedi, Albert'ın kafasının yere yuvarlandığını gördüğüne inanamıyordu. Sevdiği adamın cansız bedeni de yere yığıldığında midesinden bir şeyler yükseldiğini hissetti. Beyninin içi uğuldamaya başladı. Öldürülmüştü... Hayatının aşkı Albert öldürülmüştü. Fal taşı gibi açılmış gözleriyle etrafa bir kez daha baktı. Artık Héloise'in acı çığlığı geceyi yırtıyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD