Nikah alanına doğru yürürken, kalbim göğsümde taş gibi duruyordu. Gülümsüyordum. Herkes gibi görünüyordum ama içimde bir şeyler çatır çatır kırılıyordu. Adım attıkça yıkılan bir köprü gibiydim; her adım, bir parçanın daha düşüşü…
Abim ve Neşe abla, sonsuz bir heyecanın içindeydiler. Gözlerinde pırıl pırıl bir gelecek vardı. Oysa benim geleceğim… Sanki karanlık bir odada üstü örtülmüş bir kutu gibiydi. Açılmıyordu. İçinde ne olduğunu ben bile bilmiyordum artık.
Poyraz’la göz göze gelmemeye çalışıyordum ama içimde bir yanım, onu her saniye izliyordu. Selin’in koluna her dokunuşu, ona yönelttiği her bakış, bıçak gibi saplanıyordu içime.
Nikâh kıyılmaya başlandı; gelin, damat ve şahitler nikâh memuru önündeki yerlerini aldılar. Herkesin heyecanı yüzlerinden okunuyordu. Annemle babamın heyecanı ise başka boyuttaydı. Dünürleriyle yan yana oturmuş, bu özel ana şahitlik ediyorlardı.
Ben, Esin ve Tunç, hepimiz heyecanla nikâhı izliyorduk. Ardı ardına sorulan sorular ve verilen “evet” cevaplarıyla yüzdeki tebessümler arttı ve bir alkış fırtınası koptu. Hepimiz çok duygulanmıştık. Abimle Neşe abla, nikâh kıyıldıktan sonra hepimizle kucaklaşıp ilk danslarını yapmaya başladılar. Mutlu çiftimizden sonra diğerleri de dans etmeye başladı.
Annemle babam, Gülay teyze ve Hilmi amca, Neşe ablanın anne-babası, Esin ve Serkan, Poyraz’la Selin de çok samimi bir şekilde dans etmeye başladılar. Bir süre onları seyrettim. Poyraz gerçekten mutlu görünüyordu. Selin’in ise ayakları neredeyse yere basmıyordu.
Sonra aynı anda Can ve Taner bana doğru gelirken fark ettim ve bu kötü bir durumdu çünkü ikisinden birini tercih etmem gerekiyordu. Yapacağım tercih, ikisi tarafından da yanlış anlaşılabilir ve yeni bir durum doğurabilirdi. Tam o sırada Tunç koşarak yanıma gelip elimi tutup beni dansa kaldırdı. Ona kocaman sarıldım.
Yüzüme bakıp gülümsedi.
“Naz, bana borçlandın güzellik,” diyerek yanaklarımdan makas aldı.
“Sen benim kurtarıcımsın,” dedim.
“Kız arkadaşım burada olmadığı için dua etmelisin, yoksa o ikisi arasında kalacaktın,” diye gülümseyerek ekledi.
Can ve Taner biraz bozulmuş şekilde yerlerine oturdular. Ben de rahat bir nefes aldım. Bir süre Tunç’la dans ettik ve dans ederken epeyce beni güldürdü. Gözlerim Esin’i bulduğunda tebessüm edip göz kırptı bana. Çok mutlu görünüyordu, Serkan’ın kollarında.
Sonra Can yanımıza gelip benimle dans etmek için Tunç’tan izin aldı ve biz dans etmeye başladık. Artık burada olacakları için en kısa zamanda onunla konuşup aramızda arkadaşlıktan başka bir durumun söz konusu olmadığını anlatacaktım.
Naz, “Nasılsın?” diye sordu.
Gülümseyip, “İyiyim, Can. Okul, ev... Çok yoğun geçiyor,” dedim.
“Sen nasılsın, yorgun görünüyorsun.”
“Evet, yorucu bir süreç geçirdik,” dedi.
Poyraz ve Tim görevlerinden asla bahsetmezler ve askeri kimliklerini ortaya koymazlardı. Sürekli bir gizlilik vardı görevleriyle ilgili. Biz de bunu bildiğimizden bu konularda pek soru sormaz, onların anlatıklarıyla yetinirdik. Ama Poyraz ve Tim’in katıldığı en uzun görevdi ve bu iki yıl, herkesten çok şey almış, çok şey katmış gibi görünüyordu.
Naz, “Seninle özel konuşmak istiyorum. Sana anlatacaklarım ve senden duymak istediklerim var,” dedi.
Onu asla kırmak istemiyordum ve iki gün sonrasına görüşmek için sözleştik. Daha sonra masaya geçip oturduk ama çiftler dans etmeye devam ediyordu.
Bir süre sonra Serkan ve Esin de geldi. Çok keyifliydiler, birer kadeh şarap alıp bize eşlik ettiler. Daha sonra Poyraz, Selin’le birlikte masaya döndü. Poyraz kalkıp kısa bir süre sonra elinde iki kadehle döndü. Biri kendi için, diğeri Selin’e. Ona karşı çok düşünceliydi. Onları izlerken dalmışım.
Can’ın koluma hafifçe dokunmasıyla irkildim.
“Naz, iyi misin?”
Başımı salladım.
“İyiyim, sadece duygulandım…”
Yalanların en yorgunu artık bende barınıyordu.
Can bana bakıyordu. Gözlerinde endişe vardı. Onu rahatlatmak için,
“Abim evlendi, duygulanmam normal değil mi?” diyerek tebessüm ettim.
Gecenin ilerleyen saatlerinde hava serinledi. Herkes yeniden dans etmeye başlamıştı. Ben biraz uzaklaştım ve bahçenin en köşesindeki bankta oturdum. Gözlerim masaların üzerinde gezinirken bir an, Poyraz’ın beni izlediğini fark ettim. Göz göze geldik. Yavaşça yerinden kalktı ve yanıma doğru yürümeye başladı. Kalbim delice çarpıyordu. Yutkundum. Derin bir nefes aldım ama yetmedi. Nefes onunla birlikte benden uzaklaşmış gibiydi.
Yanıma geldi. Ayakta bekledi, oturmadı.
“Biraz konuşabilir miyiz?” dedi sessiz bir ses tonuyla.
Başımı salladım. Kalktım, onu izledim. Bahçenin loş ışıklarla aydınlatılmış daha sessiz bir köşesine yürüdük. Durdu. Yüzü bana dönüktü ama bakışlarını kaçıyordu.
“Evet, seni dinliyorum,” dedim.
Bir süre sessiz kaldı, sonra beni kendine doğru çekip iri elleriyle belimi sıkıca tuttu ve benle dans etmeye başladı. Şaşkınlıkla yüzüne baktım ama ellerim sanki oraya aitmiş gibi omuzlarındaki yerini aldı. Bir süre sessizce göz göze dans ettik. Bahçenin en tenha köşesinde olduğumuz için kimsenin dikkatini çekmiyorduk. Başkasına ait bir adamın kollarında olmak nasıl bir insana kendini bu kadar huzurlu hissettirir, anlamıyordum. Saatlerce onun kollarında kalabilirdim. Bu anın bozulmasını istemesem de…
Poyraz, “Her şey yolunda mı?” diye sordum.
Gözlerime baktı. Yine anlamlandırmadığım bir sürü duygu vardı o gözlerinde. Bir süre daha sessiz kaldıktan sonra,
“Seni çok özledim, Yeşil,” dedi.
Ve onun bu cümlesinden sonra zaman durdu benim için. Bugünkü ilk karşılaşmamızda bana soğuk ve mesafeli davranan Poyraz gitmiş, o çocukluğumdaki sevgi dolu adam geri gelmişti. Kafam o kadar karışmıştı ki ne düşüneceğimi bilemiyordum. Ama ne olursa olsun ona böyle yakın olmak çok güzeldi. Kokusunu solumak, o kadar zamandan sonra gözlerine bakabilmek... Çünkü her gittikleri görevler çok riskliydi ama Poyraz her defasında sağ salim bize geri dönüyordu.
Sizce de normal bir insan, başkasına ait bir adamın kollarında bu kadar huzurlu olabilir mi?
Sessizce dans ederken Poyraz,
“Taner denen o çocukla aranda bir şey mi var?” diye sordu.
Kafamı kaldırdım.
“Hayır,” anlamında başımı salladım.
“O zaman neden hep etrafında?” diye sordu.
“Arkadaşım çünkü,” dedim.
“O zaman ona da arkadaşı olduğunu hatırlat,” dedi.
“Seni bu kadar sahiplenip aranızda bir şey varmış gibi davranması çok sinir bozucu,” diye ekledi.
Şok olmuş şekilde ona baktım. Bu konuya bu kadar dikkat etmesi ve bunun onu rahatsız etmesi beni çok şaşırtmıştı.
Daha sonra, “Peki Can’a bir şey hissediyor musun?” diye sordu ve beni tekrar şaşırttı.
“Hayır,” dedim, “O da sadece arkadaşım.”
Sinirli bir şekilde, “O zaman sınırlarını belirle. Seninle ilgili hayaller kurmasına izin verme. Artık genç bir kızsın. İstemiyorsan bunu dile getir. Etrafında bu kadar adamın dolanmasına izin verme çünkü bu davranışlar çok farklı sonuçlar doğurabilir,” dedi ve belimi daha da sıktı. Bu tavır beni gerçekten sinirlendirdi.
Gözlerimi gözlerine dikip, “Ben insanlara nasıl davranacağımı çok iyi biliyorum. Ve herkesle de bir sınırım var. Kimse, benim isteğim dışında sınırlarımı geçemez. Merak etme. Senin de söylediğin gibi, artık davranışlarımın sonuçlarını üstlenecek kadar büyük bir kızım,” dedim öfkeli bir ses tonuyla.
Sanki çevremdeki erkeklerin olmasına benim davranışlarım sebep oluyormuş gibi içten içe beni suçluyordu ve bu durum onu ciddi anlamda rahatsız ediyormuş gibi davranıyordu. Ama neden?
Biz birbirimize odaklanmışken Selin’in sesi aramızdaki gerilime son verdi.
“Heryerde seni arıyordum, Poyraz.”
Poyraz beni kollarından yavaşça bıraktı ve Selin’e döndü.
“Burdayız, Naz’la konuşmaya dalmışız,” dedi.
Yine Naz’a döndü, yüzüne öfkeyle bakıp Selin Hanım’a döndüm.
“Kusura bakmayın, sevgilinizi biraz sizden çalmış gibi oldum ama Poyraz’ın ağabeylik damarı tutmuş,” dedim imalı bir şekilde ve ikisinin de yüzüne bakmadan oradan uzaklaştım…