7 - Düğün
O gecenin üstünden tam bir yıl geçmişti... Poyrazın soğuk vedası hâlâ içimde bir sızı gibi duruyordu. Tim bir yıldır görevdeydi. Bizse hayatlarımıza kaldığımız yerden devam etmeye çalışıyorduk. Poyrazla ilgili haberleri Esinden alıyordum. Allah’a şükür, iyiymiş. Ama onları da sık sık arayamıyormuş; bulundukları yer, aramaya pek müsait değilmiş. Biz de okulun yoğunluğuna kendimizi kaptırmıştık.
Ama bende değişen hiçbir şey yoktu. Aklımda ve kalbimde hâlâ Poyraz vardı. O fırtına dinmiyordu. Ona duyduğum aşk, zamanla küllenmek yerine her geçen gün daha da alevleniyordu. Bir kitapta okumuştum; bu tür sevgilere “kara sevda” denirmiş. İnsanın tüm ruhunu ve kalbini ele geçirirmiş, öyle kolay kolay bitmezmiş. Sanırım benim Poyraza duyduğum şey, aşk değil, tam anlamıyla kara sevdaydı.
Bazen “Keşke her şey daha farklı olsaydı…” diye geçiriyorum içimden. Keşke o başkasını değil de beni sevseydi… Gönlündeki kişi ben olsaydım… Belki de şimdi her şey çok başka olabilirdi. Ama benim payıma, bu hayatta imkansız bir aşk düştü.
Cumartesi günü Esinle kız kıza vakit geçirmeye karar verdik. Süslendik, önce güzel bir kahvaltı yaptık, ardından alışverişe çıktık. Okulun ilk yılını acı-tatlı tecrübelerle geride bırakmıştık.
“Esin, Serkan’la nasıl gidiyor?”
“Naz, uzakta olmasına rağmen her şey harika. Ben bu çocuğa aşık oldum! Sesini duymak bile yetiyor. Abimden bile çok arıyor beni. Gerçekten aşk buymuş. Mesafeye rağmen, kalpten kalbe kurulan bir bağ var.”
“Canım, çok mutlu oldum senin adına,” dedim içtenlikle.
Esin bir anda heyecanla:
“Tunç’un kız arkadaşı var, biliyor musun?” dedi.
“Evet, biliyorum… Hem de ilk günden beri,” dedim gülerek.
“İkiniz için de çok mutluyum. En yakın arkadaşlarım aşk sarhoşu olmuş durumda.”
“Sende ne zaman bir gelişme göreceğiz, Naz Hanım?”
Omuz silktim.
“Aşk bana çok uzak,” dedim.
Yalan söyledim.
Keyifli kahvaltıdan sonra AVM’de dolaşırken, Taner’le karşılaştık. Neredeyse bir yıldır onu görmüyordum. En son yurt dışına çıkmıştı. Ara sıra kısa telefon görüşmeleri dışında hiç görüşememiştik. Büyük bir coşkuyla sarıldı bana.
“Çok özlemişim seni,” dedi, o eski samimi ses tonuyla.
Ben de mutlu olmuştum. Eski bir dostu görmek her zaman iyi gelir insana.
“Zaman senin lehine işliyor, çok güzelleşmişsin,” dedi.
Gülümsedim.
Kafede oturup sohbet ettik. Artık tamamen burada olduğunu, okul işlerinin bittiğini söyledi.
“Artık daha sık görüşeceğiz. Hem konuşmamız gereken şeyler var,” dedi.
Bir süre daha konuştuktan sonra ayrıldık.
Eve dönerken Esinin sesi kulaklarımdaydı:
“Naz, neden bu çocuğa bir şans vermiyorsun? Belli ki sana karşı bir şeyler hissediyor. Kibar, akıllı, eğitimli, görgülü ve yakışıklı… Tam sana göre. Neden denemiyorsun?”
Başımı iki yana salladım.
“Yapamam, Esin. Hiçbir şey hissetmiyorum. Dostane duygulardan başka… Onunla bir ilişkiye başlamak, ona haksızlık olur. Ne ona, ne de kendime bu kötülüğü yapamam. Ben gerçek bir şey yaşamak istiyorum.”
Ama içimden biliyordum.
Bunun imkansız olduğunu…
Eve döndüğümde bahçede babamı çardakta oturmuş, düşüncelere dalmış buldum. Sessizce yanına gidip arkasından sarıldım.
“Canım babam, nasılsın?”
Yüzünü bana çevirdi. Gözleri buğuluydu. Babam bu zamanlar hep duygusallaşırdı. Halamın ölüm yıldönümü yaklaşıyordu. Babam, halama çok düşkünmüş; genç yaşta kaybetmişler. Ama detayları hiçbir zaman anlatmadı. Her yıl bu zamanlar, yüzüne bir hüzün çökerdi.
O da bana sarıldı.
“Güzel kızım…” dedi.
Gözlerime baktı.
“Efsun’un kopyası gibisin. Halana o kadar çok benziyorsun ki… Seni her gördüğümde kardeşime olan hasretim biraz olsun diniyor,” dedi.
Canım babam… Bir süre öyle kaldık. Annemin sesi duyulana kadar:
“Çifte kumrular! Yemeğe buyurun, konuşmamız gerek.”
Hep birlikte sofraya oturduk. Neşe abla da vardı. Bugün düğün tarihini netleştirecekler di. 1 Eylül olarak karar kılındı.
“Poyrazlar da dönmüş olur o zamana,” dedi abim.
“Nikah şahidim olmadan evlenemem herhalde,” diye ekledi.
Neşe abla gülümseyerek:
“Ben bu Poyrazı kıskanmaya başlayacağım,” dedi.
Abim:
“Poyraz can kardeşimdir. O olmadan olmaz,” diye açıkladı.
Tarihler netleşti, hazırlıklar başladı…
Ve nihayet, beklenen gün geldi.
Bugün düğün günüydü.
Neşe abla ve abimin ayakları yere basmıyordu. Annem ve Gülay teyze ise gelin ve damattan daha heyecanlıydı. Her şey harikaydı; açık havada, çiçeklerle süslenmiş bir düğün alanı, özenle seçilmiş bir konsept...
Ben ve Esin de epey özenli hazırlanmıştık.
Ben, Neşe ablayı kırmamak için açık mavi bir elbise tercih etmiştim; çok da tercih ettiğim bir renk değildi ama bugün gerçekten kendimi çok güzel hissediyordum.Esin krem rengi mini bir elbise giymişti ve tek kelime ile harika görünüyordu.biz ikizler gibi sürekli dip dibeydik her zamanki gibi.
Tüm sevdiklerimiz düğün alanındaydı. Gelin ve damadımız da hazırdı.ve beklenen son misafirlerimizde kapıdan giriş yapmaya başladılar.
Tim kapıdan içeri girdiğinde, gözlerim onu aradı. Hepsi çok şıktı. Dün gelmişlerdi ama görüşememiştik. Geceyi erkek erkeğe eğlenerek geçirmişlerdi. Henüz Poyrazı görmemiştim…
Timin diğer üyeleriyle selamlaştık. Can, gözlerimin içine gülümseyerek baktı.
“Harika görünüyorsun,” dedi. Elimi tutup öptü.
Ben mahcup bir şekilde teşekkür ettim. Görevde olduğu süre boyunca beni ara ara aramıştı ama hep arkadaşça konuşmuş, ona umut vermemek için kelimelerimi dikkatle seçmiştim. Ve en kısa zamanda bu durumu tamamen sonlandıracaktım.
Esinin gözlerinin içi gülüyordu. Serkan’a bakarken gözleri ışıldıyordu. Serkan da ona aynı aşkla bakıyordu. Çok tatlı görünüyorlardı.
O sırada Taner geldi. Direkt beni kucaklayıp selam verdi. Canın gözleri karardı. Hoşlanmadığı çok belliydi.
İki adama da hiçbir şey hissetmiyordum ama her ikisi de üzerimde hakları varmış gibi davranmaya çok heveslilerdi.
Ve…
Beklediğim kişi geldi.
Poyraz.
O kadar çok özlemişim ki… Allahım, bu adama duyduğum özlem hiç bitmeyecek galiba…
Ama sevincim çok kısa sürdü.
Yanında, iki yıl önceden aşina olduğum o kadın geldi.Adını sonradan öğrendiğim Selin Hanım. El ele değillerdi ama aralarındaki yakınlık gözle görülür cinstendi. Gülay teyze ve Hilmi amcayla tanıştırdı onu. Gülay teyze resmen mutluluktan uçuyordu. Sonra annemle babamla kucaklaştı ve Selini Onlarla da tanıştırdı.
Ben olduğum yerde donmuş gibiydim. Bütün duygularım ölmüştü sanki. Ama kendime binlerce kez söylediğim o cümle çınladı içimde:
“Kabullen.”
Ama neden?
Neden bana ihanet ediyordu kalbim?
Neden hâlâ paramparçaydım?
Gözyaşlarım dökülmesin diye dudaklarımı ısırdım.
Sonra Abimler in yanına gittiler onlarla da kucaklaştılar.Abim ve neşe abla seline çok sıcak davranıyordu. Çünkü o poyrazın sevdiği kadındı.
En sonunda Poyrazla selin bizim ve Timin oturduğu masaya geldi. İki yıldır hasret çektiğim adam karşımdaydı ama bana yabancı gibiydi. Yinede bana dönüp kollarını açtı ve ben her zamanki gibi gidip ona çok kısa sarıldım.Eski sıcaklığı ve samimiyeti yoktu bunu hissedebiliyordum sanki iki yıllık uzaklık aramıza gözle görülmez bir duvar örmüştü.
Nasılsın naz her şey yolunda mı diye soğuk bir sesle sordu.
Bir an duraksadım artık onun yeşili değildim…
İyiyim teşekkür ederim dedim
Sadece tebessüm etti
Sonra sırayla selini hepimizle tek tek tanıştırdı güzel bir kadındı ve doktormuş yaşı da poyraza uygun çok uzun zamandır arkadaşlarmış. Çok sıcak davrandı selin hepimize ama sevemedim onu nasıl sevebilirdim ki sevdiğim adamın sevdiğiydi ve ben bu gece yine kalbimde yara alarak yoluma devam edecektim kimseye bir şey belli etmeden .
O yanıma oturmadı. Benim bir yanımda Can, diğer yanımda Taner vardı. İkisi de bana çok ilgili davranıyordu. Karşımda ise Poyraz ve Selin… Yan yana oturuyorlardı. Ve çok mutlu görünüyorlardı.
Poyraz, ilk defa gözlerime baktı. Çok kısa bir an... Sonra yanımda oturanları süzdü. Ağzının içinde bir şeyler homurdanır gibi oldu. Belki de bana öyle geldi.
Bu duruma alışmam gerekiyordu artık.
Çünkü belli ki Selin, Poyrazın hayatında kalıcıydı.
Esin anlattığına göre Timin yeni görev yeri Ankaraymış. Uzun bir süre burada olacaklarmış. Eğitim kısmında yer alacaklar, çok önemli görevler dışında başka yere gitmeyeceklermiş.
Bu habere normalde çok sevinmem gerekirdi. Ama hiç sevinemedim. Çünkü bu, Poyrazın Selinle ciddi olduğunu gösteriyordu. Onun için burada kalıyordu. Onunla olmak için yeni bir düzen kuruyordu.
Boğuluyordum. Lavaboya gittim. Elimi yüzümü yıkadım. Nefes almaya ihtiyacım vardı. Aklımda deli sorular… “Yurttaşına mı çıksam? Ne yapsam?” Sürekli bir çıkış yolu arıyordum.
Kapı çaldı. Abimdi.
“Geldim abi,” dedim.
Kaşları çatılmıştı.
“Ne oluyor? Ne bu halin?”
“Ne var halimde?”
“Kimse anlamasa da ben anlıyorum. Bir süredir sende bir şeyler var. Mutsuzsun. Ne kadar saklamaya çalışsan da ben farkındayım. Anlatmanı bekliyorum. Ama senden hiçbir adım gelmedi,” dedi kızgın bir sesle.
İçimdeki paniği bastırıp ona gülümsedim.
“Abi, iyiyim. Gerçekten. Zaten çözemediğim bir problemim olsa, ilk sana gelirim. Ayrıca bu güzel günde bunları mı konuşacağız?”
Sarıldım ona.
Çenemden tutup yüzümü kaldırdı.
Buradayım, güzelim. Ne yaşarsan yaşa, buradayım. Bunu unutma,” dedi.
Beraber nikahın kıyılacağı alana doğru yürümeye başladık…