Naz
Kapıyı açar açmaz karşımdaki yüz kalbimi yerinden söküp almış gibi oldu. Gözlerim büyüdü, nefesim yarıda kaldı. Bir anlık sersemliğin içinde tek düşündüğüm şey şuydu: “Rüya mı görüyorum?”
“P… Poyraz…” dedim, dudaklarım titreyerek, fısıltı gibi.
O ise konuşmadı. Sadece gözlerimin içine baktı. O bakışlarda öyle çok şey vardı ki: özlem, pişmanlık, kararlılık… Ellerim kapının kenarında titrerken, içimden kaçmakla ona sarılmak arasında kalmıştım.
“Burada… ne işin var?” dedim, sesim ince bir cam gibi kırılmıştı.
“Senin için geldim, Yeşilim.”
O kelime dudaklarından dökülünce içimde bir şey koptu. Günlerdir bastırmaya çalıştığım tüm hisler bir sel gibi üzerime aktı. Kaçmak istedim gözlerinden ama yapamadım; bakışlarının ağırlığıyla yere mıhlanmış gibiydim.
“Poyraz… yapma. Biz seninle her şeyi konuştuk. Lütfen.”
Bir adım attı bana doğru. Sesinde hem öfke hem de çaresizlik vardı.
“Ne zaman Naz? Bana abi dedin. O kelime beynimde dönüp duruyor günlerdir. Ne demek istediğini biliyorum. Ama ben senden vazgeçmedim. Vazgeçmeyeceğim.”
Kalbim deli gibi çarpıyordu.
“Senin için kolay. Ama benim için öyle değil. Bana yaşattıklarını, kırdıklarını nasıl yok sayayım?”
Poyraz gözlerimi yakaladı, bırakmıyordu. Dudaklarının kenarı titriyordu, sesinde ilk defa bu kadar çıplak bir yalvarış vardı.
“Biliyorum, hata yaptım. Ama ömrümün geri kalanını telafi etmek için önüne sererim Naz. Sen bana sırtını dönsen bile ben buradayım. Vazgeçmiyorum. Çünkü sen… benim tek Yeşilimsin.”
Bir anlık sessizlik oldu. İçimdeki duvarlarla kalbim savaşıyordu. Onu görünce yıkılmak isteyen bir yanım vardı; kalbine koşmak isteyen yanım… Ama öte yandan gururum, yaralarım, yeniden aynı acıyı yaşamaktan korkan benliğim…
Gözlerim doldu. Titreyen bir sesle, “Poyraz… yapma. Korkuyorum. Sana güvenmiyorum.” dedim.
Kapı önünde konuştuğumuz konular beni şaşkına çeviriyordu
Kapıdan çekilip içeriyi işaret ettim
O ise acı bir tebessümle başını eğdi.
“Ben de korkuyorum Naz. Ama senden değil… sensiz kalmaktan korkuyorum. Evet, biliyorum güvenini sarsacak şeyler yaptım. Ama bırak telafi edeyim. Ne olur, beni sensiz bırakma. Senden son bir şans istiyorum.”
“Poyraz… aramızda engel olarak gördüğün herkes ve her şey hâlâ duruyor.”
“Ben aynı değilim Naz.” dedi hırçın bir kesinlikle. “Denedim… ama olmadı. Sensiz olmuyor.”
Yaklaştı. Elini yanağıma koydu. Sanki odanın içindeki hava ağırlaştı, nefes alamaz oldum. Gözlerimden süzülen yaşları usulca sildi. Dokunuşu… yıllar sonra yeniden nefes almak gibiydi.
“Bırak… yaralarını tek tek kapatayım,” dedi kısık bir sesle.
Ve o an, kasvetli Paris sabahında tek gerçek sorum şuydu: Ona inanmalı mıydım?
Allah’ım… Ona hiçbir zaman “hayır” diyemeyecektim. Kendime verdiğim tüm sözleri, tek bir kelimesiyle, tek bir bakışıyla bozuyordu.Ona karşı bu kadar zayıf olmak.
Bu son, dedim içimden. Son kez onun için savaşacağım. Ona son kez şans vereceğim.
“Tamam Poyraz. Deneyelim.”
Bu kelimeyi söylememle beni kucağına aldı, etrafında döndürmeye başladı. Yüzünde mutluluktan kocaman bir tebessüm vardı.
Boynuna sarıldım. “İndir beni, düşüreceksin.”
“Kuş kadarsın güzelim. Tek elimle bile seni taşırım.”
Gülerek devam etti: “Bu iki gün sadece bizim olacak. Herkesten, her şeyden uzak. Önce güzel bir kahvaltı yapacağız, sonra Paris’i baştan sona gezeceğiz. Olur mu?”
Kafamı salladım. “Tamam.” Ama aklıma hemen Tunç geldi.
“Tunç ne olacak? Ona haber vermedim.”
“Güzelim, Tunç bu iki günü kendi başına geçirecek. Ben ayarladım.”
“Poyraz, bu Tunca haksızlık. Bir sürü plan yapmıştık. O da bizimle gelsin.”
Kaşlarını çattı.
“Hayır. Hiç kimse gelmiyor. Bu iki gün bize özel. ayrıca o piç başının çaresine bakacak kadar büyük
Derin bir nefes aldım. Onunla inatlaşmanın faydasız olduğunu biliyordum.
“Of, Poyraz… hadi gidelim o zaman.”
Kapıdan çıkınca ellerimi tuttu. Bakışlarımız birleşti.
“Bundan sonra hep böyle olacak Nazım. Alış buna. Şimdi seni hiç tanımadığın bir Poyraz’la tanıştıracağım. Gerçi ben de bu Poyraz’ı seninle tanımaya başladım.”dedi içten bir samimiyetle.
Güzel bir yerde kahvaltımızı yaptık. Sonra Paris’in sokaklarını adım adım dolaşmaya başladık. Ellerimiz bir an bile ayrılmıyordu. Birbirimizi çok iyi tanıyorduk ama aynı zamanda birbirimize çok yabancıydık. Çünkü bu Poyraz bambaşkaydı.
İlk olarak Louvre Müzesi’ne gittik. Ben bayıldım; Poyraz çok keyif almasa da benim mutluluğumla gülümsedi. Ardından Notre Dame Katedrali… Burası büyülü bir yerdi. Onunla gezmek, anın tadını çıkarmak tarifsizdi. Seine Nehri’nde yolcu gemisine bindik, Paris’i suyun üzerinden seyrettik. Poyraz kollarını sürekli üzerime doluyor, saçlarıma öpücükler konduruyordu.
En sonunda Eiffel kulesini kefes kesen gün batımında gezdik ve kulenin tam kaşısın da kuleyi seyrederken poyrazla güzel bir akşam yemeği yedik .
Sanki bir rüyanın içindeydim. Poyraz huzurla bana bakıyordu.
“Poyraz…” dedim.
“Efendim, güzelim?”
“Teşekkür ederim.”
Kaşlarını kaldırdı. “Neden?”
“Bu anları birlikte yaşadığımız için.”
Gözlerimden süzülen minneti görünce gülümsedi.
“Naz, asıl ben teşekkür ederim. Yaptığım tüm saçmalıklara rağmen bana bir şans verdiğin için. Ve ben… bu şansı en güzel şekilde kullanacağım.”
Sonra bana dönüp, “Yoruldun mu?” diye sordu.
“Hayır. Seninle el ele Paris sokaklarında yürümek istiyorum.”
Elimi tuttu, ayağa kaldırdı. Sarmaş dolaş yürümeye başladık. Bulduğu her fırsatta dudaklarıma kapanıyordu. Dudaklarındaki tutku ve istek, beni de kendine benzetiyordu.
Otele yürüyerek dönmeye karar verdik. Tam varacakken birden yağmur bastırdı. Ben yağmuru çok severdim. Poyraz kulağıma eğildi:
“Dans et benimle.”
Gözlerim kocaman açıldı. Ama o çoktan kollarını bana dolamıştı. Yağmurun altında, sırılsıklam halde dans etmeye başladık. İri gövdesi tüm bedenimi sarmıştı. Islak dudaklarını dudaklarıma sürttü, gözlerime bakarak fısıldadı:
“Beni deli ediyorsun Yeşil. Her halin o kadar güzel ki… Ve sen sadece bana özelsin. Sadece bana.”
Sonra tutkuyla dudaklarıma kapandı. Paris sokaklarında, yağmurun altında, hem dans ediyor hem de öpüşüyorduk. Hayalini bile kuramayacağım kadar güzeldi.
Ama üşümeye başlamıştım. Titrediğimi fark etti.
“Üşüdün mü, güzelim?”
“Evet… hadi otele dönelim.”
Koşarak otele girdik. İkimiz de sırılsıklam haldeydik, yanımızdan geçen herkes bize bakıyordu. Kadınların gözleri Poyraz’ın üzerinde geziniyordu. Onun iri, yakışıklı ve dikkat çekici oluşu içimi burkuyordu.
Yüzümün düştüğünü gören Poyraz kulağıma eğildi.
“Sadece seninim. Sen de sadece benimsin. Saçma kuruntularla üzme kendini.”
Asansöre bindik. Katımıza çıktığımızda gülümseyerek sordum:
“Aynı katta oda tuttuğunu söyleme bana.”
Ellerimi öptü. “Aslında aynı odada kalmayı planlıyorum.”
Gözlerim büyüdü.
“Önce odalarımıza geçip duş alalım. Yoksa ikimiz de hastalanacağız.” dedim, gülerek koşmaya başladım. Kapıdan içeri girerken arkama baktığımda şaşkın bir Poyraz’la göz göze geldik. “İyi geceler,” dedim ve kapıyı kapattım.
Kalbim deli gibi çarpıyordu. Aynaya baktığımda gerçekten çok mutlu bir kız gördüm. Hızlıca duşa girdim. Sıcak su yediğimiz yağmurdan sonra kaslarımı gevşetmiş ve bana çok iyi gelmişti.
İnce bir bornozla, saçlarımın sadece suyunu almış halde odadan çıktığımda kapım çaldı.
“Kim o?” dedim.
Kapının arkasından boğuk bir ses: “İtalyanca Oda servisi.”
Kapıyı açtığımda… Karşımda duşunu almış, siyah tişört ve eşofman altıyla, servis arabasının önünde duran Poyraz vardı. Gözlerim ona kilitlendi, gözleri bana. Adem elmasının hareketi bile içimi baştan çıkarıyordu.
Ve o an… nefes almak bile zorlaştı.