Tanışmalar ve konuşmalar

1458 Kelimeler
Odanın köşesinde yere çömelmiş oturuyordum. Yanıp sönen bozuk ampulü kapatmıştım, bir penceresi dahi olmayan odaya sadece kapının altından hafif bir ışık hüzmesi giriyordu.Ara ara kısa uykulara dalıp uyandığım oluyordu. Bu döngü beynimi iyiden iyiye bulandırmıştı. Yine irkilerek uyandığımda ceketime sarıldım. Üşüyordum. Karşımda dikilerken gördüm onu. Sarı ışık ifadesiz yüzüne vuruyordu, sönüyordu tekrar yanıyordu ve yüzü yine sarı ile aydınlanıyordu. Kızıl saçları bir sarı yansıyordu, bir kahverengi. "Kız geri döndü." dedi telefonu bana uzatırken. "Fikret benim için gelmeyecek." dedim. "Yakını olduğunu söyledin. Deneyeceğiz." "Bana göre yakınız!" Nefes aldım. "Telefonumu sen gördün az önce, kimse yok! Kimse ile yakın değilim, sadece bana daha az uzak diye onunla yakın mı sayılıyorum?" "Kızı ara. Eğer dediğin gibiyse sonrasına bakarız." Telefonu aldım istemeyerek. Son aramalara girip Eylül ablayı aradım. O köşedeki sandalyelerden birine oturup beni izlemeye koyuldu. Telefon bir çaldı, iki çaldı... Sonra Eylül'ün sesi duyuldu. "Alo." "Alo," dedim. O öne eğilmişti artık dikkatle beni izliyordu. "Fikret orada mı? Onunla konuşmam gerek." "Hayır. Fikret'in işi var şuan, burada değil. Ne söyleyeceksen bana söyle." "Onunla özel konuşmam lazım." dedim. "Yine para mı isteyeceksin Alp? Eğer öyleyse san-" Sözünü kestim sinirle. "Hayır! Fikret'le konuşmam lazım!" "İyi misin sen?" dedi merakla. Nefes aldım sinirle. "Başını belaya mı soktun yine yoksa?" Karşıdaki bana kaşlarını çatarak baktı uyarırmış gibi. "Belaya sokmadım..." dedim. "Fikret geldiği zaman beni tekrar arar mısın?" "Neredesin sen?" dedi. "Evde." somurttum. "Tamam, ilaçlarını almayı unutma. Arada da yanımıza uğra. Sadece para için arıyorsun, ayıp edi-" Göz devirip telefonu kapattım sözünü bitirmesini beklemeden. Kalkıp sandalyeyi önüme çekti. Telefonu ona uzattım. "Arasa bile Fikret gelmeyecek, başından söyleyeyim." Telefonu aldı. Sandalyeye oturdu. "Fikret tam olarak neyin oluyor?" diye sordu. "Daha önce söyledim ya..." dedim. Avuçlarımın içi ile gözlerimi kapattım. "Şu ışığı kapat Allah için!" Bir süre bekledi. Sonra yerinden kalkıp ışığı kapattı. Rahatlamışcasına nefes verip gözlerimi açtım. Yere çömeldi, karşıma oturdu. Birbirimizi neredeyse hiç görmüyorduk. "Güzel, karanlıkta konuşalım. Bana anlat aranızdaki ilişkiyi." "Sen daha iyi kullanabil diye mi?" "Evet. Anlat şimdi. Fikret kim, seninle alakası ne?" "Sonra gitmeme izin verecek misiniz?" "Hayır, Fikret'in buraya gelmesini bekleyeceğiz." "Tanrım!" Saçlarımı geriye attım. "Ya gelmezse?" "Bakarız." dedi sonra derin bir nefes aldı. "Önce ben kendimi tanıtayım o zaman...Sonra sen utangaçlığını yenip konuşmaya karar verirsin belki." Cevap vermedim. Gözlerim karanlığa alışmıştı, artık onu daha net görebiliyordum. "Adım Reyhan. Sedat'ın yanında kendimi bildim bileli çalışıyorum. Sedat sana ne iş yaptığından bahsetti mi?" "Evet..." dedim. "Tacir olduğunu söyledi." "Ayrıntı verdi mi?" "Ayrıntı verdi...Ama ne kadar iğrenç bir iş yapıyor olsa da onunla parası için takılmaya devam ettim. Ne? Yargılayacak mısın beni?" "Hayır, bu benim haddime değil. Kendin için endişelenmeden nasıl onun evine gidip geldin merak ettim. Birçok kişiyi öldürdü...Birçok kişiyi. Sonra seninle olan kasetleri...Çalınan belgeler ve fotoğraflar ve birden ortalıktan kayboluşu...Anlıyor musun?" "Bir şey yapmadım." dedim. "Bana denk geldi...Sadece tesadüf. Ona bir şey yapmadım..." "Geçmişini araştırdım. "dedi. "Baban antikacıymış." "Evet..." "Dükkanına baktığımda Sedat'ın oraya gitmeyi sevdiğini hatırladım. Hoş bir tesadüf değil mi?" "Daha önce onu hiç görmedim." dedim. "Gelip gelmediğini bilmiyorum. Onu öldürdüğümden falan mı şüpheleniyorsun? Böyle bir şeye gücüm yetmezdi." "Şüphelenmiyorum." dedi. "Bir bağlantın olduğunu düşündüm. Sadece zengin avcısı mısın yoksa?" "Benim için tek önemli şey para." "Para için neler yaparsın?" "Her şeyi." Güldü. "Ben de." Sonra duruldu. "Aslında...Telefonunu kurcaladım. İçim burkuldu bu kadar yalnız olmana. Senin için bir şey ifade etmiyor değil mi burada, karanlıkta tek başına oturmakla sokakta yürümek arasındaki fark?" Omuz silktim. "Biri daha sıkıcı sadece." "Nasıl böyle yaşayabiliyorsun Alp? Kimsenin umurunda olmadan? Fikret denilen herifin de gelmeyeceğine adım gibi eminsin. Ama sabah onunla ne kadar yakın olduğunu anlatıyordun. Acınası değil mi? Acınası...Zavallı gibi hissettiğin oluyor mu?" "Abi kardeş ikiniz de kafayı yemişsiniz!" Bağırdım. "İkiniz de kafayı yemişsiniz!" "Gerçekleri söylüyorum." dedi. "Yalnızsın, zavallısın, acınasısın. Hatta o kadar acınasısın ki şimdi sana bulaştığımız için kendimizi kötü hissediyoruz. Resmen iradesiz birine işkence ediyormuşuz gibi...Ama bizler kötü insanlar değiliz Alp. Sadece hak edene hak ettiğini vermek istiyoruz. Ama sen bize kötü hissettiriyorsun böyle yaparak." Odayı gösterdi eliyle. "Böyle burada karanlıkta büzüşerek yatarak saatlerce. Bir şey yemek veya içmek bile istemedin. Saatlerce burada böyle." Güldü. "Kaçmaya çalışmadın bile Alp." Bana yaklaşıp fısıldadı. "Kapıyı açmaya çalışmadın, kapı kilitli değildi." Kalp atışlarım hızlanmıştı, ellerim titriyordu. Kendi telefonundan flaşı açıp yere koydu. Reyhanın parıldayan mavi gözlerine baktım korku ile. Elleri ile yüzümü tuttu, bana yaklaştı. "Sedat'a yaptıklarından dolayı senden nefret edeceğimi mi düşünüyorsun?" "Ona bir şey yapmadım..." "Hayır, senden nefret etmem. Eğer Sedat'ı bu hale getiren sensen bu ancak seni takdir edeceğim anlamına gelir. O heriften nefret ediyorum." Yüzümü tutmayı bırakıp duvara yaslandı. Bacaklarını uzattı. Sadece önüme bakıyordum. Eve gitmek istiyordum. Eski mahalleme gitmek... Sevmesem de annemin yanına gitmek istiyordum. Kendi küçük odama kapanmak ve yorganı üstüme çekmek. Artık tümüyle titriyordum, midem bulanıyordu. Reyhan'a baktım. Sigara paketini çıkardı. Bir tane yaktı. "Bu oda sandığımdan daha rahatlatıcı." dedi. Ayağa kalkmaya yeltendim aceleyle. Tişörtümden tutup beni çekti. Silahı doğrulttu bana doğru. "Otur Alp, ben konuşurken nereye gidiyorsun? Tam da rahatlamışken...Hiç onaylamadım bu hareketini." Oturdum sessizce. O konuşmaya devam etti. "Ben..." dedi sigarasını üfledi. "Belki ben de senin kadar yalnızımdır." "Sus artık." dedim. "Tek dediğin şey yalnızlık, sefalet ve acınası olmak!" "Ağzımdan sefalet kelimesi çıkmadı." "Neyse ne..." dedim sessizce. "Arabada olanlar da..." dedi sırıtarak. Nefesim kesildi birden. "Aptal çocuk seni." diye ekledi dişlerinin arasından. "Leş gibi kokuyorsun." Ellerimle yüzümü kapattım. "Tanrım... Tanrım." "Ne var?" dedi muzipçe. Tam o anda gözlerimden yaşlar boşaldı. Neden ağladığımı bilmiyordum. Güçsüz düşmüştüm, halim yoktu oturmaya bile. Gözlerimi silerken bir yandan bilincimi kaybetmiş gibi konuştum. "Ben, pişmanım. Arabada olanlar yüzünden...Kendimi iğrenç hissediyorum. Leş gibiyim! Leş gibi...Çok pişmanım. Pişmanım. "Artık ağlamam kontrol edilemez bir boyuta ulaşmıştı. "Dediğin her şeyde haklı mısın yani? Leş gibiyim. Yani haklı olmalısın." "Ha?" dedi Reyhan. "Kendine gel." "Napıcam? Artık napıcam?.. İnsanların yüzüne nasıl...kimse sevmeyecek beni artık. Olanlar yüzünden...İğreniyorum." Nefes nefeseydim. Zorla konuşuyordum, tekleyerek. Reyhan ayaklandı. Telefonunu alıp flaşı kapattı. "Düşündüğün tek şey bu mu?" "Ha?" "İğrençsin evet." dedi kapı eşiğine geldiğinde. "Hayır..." Kapıyı kapatmadan önce durdu. "Biraz güçlü olmaya çalış." dedi. Sonra çekip gitti. Yere uzandım. Ceketimin koluyla burnumu sildim. Karanlıkta ve sessizlikte istediğim gibi ağlayıp zırlayabilme özgürlüğüm vardı. Ben de öyle yaptım. Aç ve susuzdum ama kalkıp gitmek de zor geliyordu. Sonunda uyuyakalana kadar yerde yatmıştım. Zihnimde dönüp duran pişmanlık ve boğazıma kadar gelen tiksintiden kurtulabilme umudu ile... Yine gözlerimi açtım. Sızlanıp yana döndüm. Her yerim ağrıyordu. Sert ve soğuk yerde uyumak sandığımdan çok daha kötü bir deneyimdi. Dizimden destek alıp ayağa kalktım. Kapıyı yoklamam gerektiğini biliyordum artık. Neden açık bırakıyorlardı ki? Gerçekten onların kafasında bu kadar mı tehlike arz etmiyordum? Bunun ne kadar iyi ne kadar kötü olduğundan emin değildim açıkçası. Kapıyı açıp odadan çıktım. Bacaklarımda derman kalmamıştı, her adımımda son adımımmış gibi hissediyordum. Kansızlık için daha önceden doktora gitmeliydim. Uzunca bir koridoru geçtim. Kapalı kapıların ardından hiç ses gelmiyordu. Açıkçası orada ne olduğunu merak da etmiyordum. Sağa dönüp ilerleyince geniş bir hole çıktım. Dikdörtgen masanın etrafında birkaç kişi vardı. Kafaları çoktan gitmiş gibi duruyordu. Beni gördüklerinde biri ayağa kalktı. "Ne istiyorsun?" dedi. Ona bir şey demeden ileledim. Yanından geçerken söylendi bağırarak. "Ne istiyorsun dedim piç!.." Kolumdan tutup kendisine çevirdi. "Reyhan nerede?" dedim. "Patron!" dedi yamuk peltek bir ağızla. "Patron uyuyordur bu saatte. Saatten haberin yok mu senin? sabahın altısında gelmişsin burada...Bırak! Bırak güneş doğsun bari." Kolunu ittim. Sendeleyip masaya çarptı. Tuhaf sesler çıkarıp sandakyeye oturdu ve kafasını masaya çarprı. Ondan sonra sesi çıkmadı. Oradan ayrılıp bahçeye çıktım. Hava buz gibiydi. Gökyüzü mavisi mora çalıyordu. Güneş doğmak üzereydi. Kaç saattir uyuduğumu hesaplamaya çalıştım. Yaklaşık 16 saattir buradaydım. Öfledim. Bir önemi yoktu kaç saatin geçtiğinin. Acaba bu bahçeden de çıkıp gitmeme izin var mıydı? O zaman fikret planına ne olacaktı. Denemek istemiyordum. Biraz ilerleyip evlerin ortasında kalan boş havuzun yanına gittim. İçinde kalan azıcık su bulanık ve pisti, daha çok çamuru andırıyordu, içine bir sürü yaprak ve çalı düşmüştü. Bacaklarımı uzattım aşağıya. Kafamı kaldırdığımda ise onun uzaktan buraya geldiğini gördüm. Hiç uyumaz mıydı? "Dışarı çıkmaya karar vermişsin." dedi. "Burası yazın çok güzel oluyor." Saçlarını bu sefer toplamıştı, perçemleri önüne düşüyordu. "Ya bahçeden de çıksaydım ve kaçsaydım?" "Kaybolurdun bu arazide ya da güvenlik seni benim yanıma getirirdi." dedi. "Pöf!" dedim. "Hala telefonuna arama gelmedi." "..." Gelip yanıma oturdu. Bacaklarını uzattı. "Önemli değil. Biraz daha bekleriz." dedi. Omuz silktim ve onun dediklerini tekrar ettim. "Önemli değil." "Yani sen onların patronusun..." diye devam ettim. "Evet." dedi. "Severek yaptığım söylenemez." Ofladı. "Sana neden anlatıyorsam?" "Bilmiyorum." "Beğendin mi bahçeyi?" "Evet...Neden bana iyi davranıyorsun?" Güldü. "Sana iyi davrandığımı mı düşünüyorsun? Hahaha..." "Sanırım evet." "Bilmem. Sana acıdığımdan herhalde. Seni tehdit ederek bir yere varamayacağımı hissettim. Hiçbir şeye sahip değilsin. Kaybetmekten korkmuyorsun. Biraz dikkatli bakan insanlara nasıl davranılması gerektiğini anlar. Onlara ihtiyacı olanı verirsin, onlar da sana istediğini." dedi gülerek. "Evet, hmm... Yani...Korkutucu geliyor kulağa." Güneş yavaşça açığa çıkıyordu ufukta, ağaçların arkasından. Ayağa kalktı, üstünü silkeledi. "Bir şeyler yiyelim." dedi. "Sonra daha yapacak işlerimiz var." "Senin var..." dedim. "Ben sadece bekliyorum." Ayağa kalktığımda onun benden bir iki santim uzun olduğunu fark ettim. Önüne bakarak keyifle güldü. "Öyle olsun." Dedi.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE