-Felix
Prens Khris'in önünde eğilip pelerinimle selamladıktan sonra doğrulup duruşumu düzelttim ve söze girmem için müsaade vermesini bekledim. O da benim gibi ayaktaydı ve ellerini sırtında birleştirmiş görkemli terasının önünde duruyordu. Üzerinde her zamanki gibi gümüş işlemeli ve etekleri renkli taşlarla çevrili pelerini vardı. Pelerinde gümüş rengi sadece krallar giyebilirdi. Prens diyorum ama Khris zaten artık ülkenin kralıydı.
" Seni dinliyorum Felix. " dedi tok sesiyle. Oldukça sakin görünüyordu. Prensesi alıp getirme görevini bana verdikleri için her ne kadar strese girsem de gururluydum.
" İsmi Shay, 23 yaşında. New York'ta bir bilet satıcısı. Babası İngiltere'de yaşıyor, annesi ise ölmüş. New York'ta büyükbabası ile yaşıyorlarmış ancak bir sene önce o da ölmüş ve bütün servetini Shay'a bırakmış. Oldukça varlıklı bir hayatı var ancak şansa ve umuda inandığı için tamamen zevk olsun diye bilet satıcılığı yapıyor. Fazlasıyla inatçı birisi, aksi de... Ama oldukça merhametli, cesur, savaşçı ve de güçlü. Fazlasıyla da zeki. " dedim ve sustum. Bütün bu bilgileri sihirli saatim sayesinde elde etmiştim. Bu saat bana mesleğim gereği verilmişti ve ismini girdiğim herkesin biyografisini çıkarıyordu. Kişisel bilgilerini, fiziksel özelliklerini, davranış biçimlerini, en kuvvetli duygularını ve daha birçok şeyi... Tabii ben sadece biyografisini araştırmıştım o kadar. Hakkında daha fazla bilgi edinmek bir işime yaramazdı. Bu kadarı yeterliydi. Gerisi Prens Khris'in işiydi.
" Peki hangi eğitimleri alması gerekli? Nezaket, diksiyon, yürüyüş? Bunların hepsini belirlemeni istiyorum. Alacağı derslerle ve eğitmenleriyle yakından ilgilenmelisin. Düğüne kadar onu olması gerektiği kişiye dönüştürmek artık senin görevin. Tabii söylememe gerek yok sanırım... Korumalığını da sen üstleneceksin. Prensesin ayağı taşa bile takılmamalı biliyorsun öyle değil mi? " dedi ve bakışlarını kısarak derinleştirdi. Bu durumun pek hoşuma gittiğini söyleyemezdim. Onunla sürekli bir arada olmanın hiç iyi bir fikir olmadığına fazlasıyla emindim... Tamam belki de olayları kabullendiğinde daha sakin bir şeye dönüşebilirdi ancak bir kere ağzımın payını fazlasıyla almıştım ve bu duruma asla sevinemedim.
" Emredersiniz efendim ancak prensesin korumalığını yapmak sanırım pek verimli olmayabilir. Biliyorsunuz ki aynı zamanda eğitimde veriyorum. Hepsi için vakit bulmak zor olabilir. " deyip derin bir nefes aldığımda eli sakallarına gitti ve düşünüyormuş gibi yaptı. Söylediklerim birer bahane değildi. Sarayda dövüş ve kılıç eğitimleri de veriyordum. Ya da satranç dersleri...
" Gerektiği yerde destek sağlayacağımıza emin olabilirsin. " deyip gülümsedi. Bunun üstüne bende tebessüm ettim ancak pek içten olduğu söylenemezdi.
" Peki efendim. Ben hizmetkarları Shay'ı hazırlamaları için görevlendiriyorum. Yarın gece tanışma töreni içinde hazırlıkları başlatmıştım zaten. Gelişmeleri size tekrar aktaracağım. İzninizle efendim. " dedim ve tekrar önünde eğilip onu selamladım.
" Çıkabilirsin. " komutuyla ise odasından çıktım ve kapıyı kapattığım anda elimle alnıma şak diye vurup dişlerimi sıkmaya başladım. Hadi ama! Bu korumalık değil ki! Bu resmen çocuk bakıcılığı! Prensesle nasıl ilgilenebilirim? O kız canavar gibi! Tehlikeli! Üstelik Prens Khris ile birlikte öyle değil mi? Yapma... Adeta moralim bozulmuştu, belki de bu moral bozukluğu, saat on iki olmadan önce, keşke seninle daha çok vakit geçirip seni tanıyabilseydim dediğim kadının prensese dönüşmesinden kaynaklanıyordu ve ben utancımdan bir kılıf uydurmaya çalışıyordum?
Sarayın kırmızı halı döşeli ve meşalelerle aydınlatılan koridorundan ellerimden ufak alev topları çıkartarak yürümeye başlamıştım ve öfkeden olsa gerek adımlarım bir tık hızlıydı. Elimden çıkardığım alev toplarını ağzımdan çıkardığım havayla söndürüp tekrar tekrar yakıyordum ve etraf daha çok aydınlanıyordu. Çok yoğun bir dönemin içindeydim ve tek düşündüğüm şey sakin bir uykuydu. Sakin ve sessiz...
" Lordum " diye seslendi birisi ve kafamı çevirip baktığımda bu ince sesin sahibi majesteleri Elsa ile göz göze geldim. Hemen elimdeki alevleri söndürdüm ve ellerimi silkeleyerek indirdim. Üzerindeki pembe kabarık elbisesinin eteklerinden tutmuş merdivenlerden iniyordu ve kıvırcık kahverengi saçları elbisesinin göğüs dekoltesinden süzülüyordu. Kumral tenini ise hafif bir makyajla canlandırmıştı. Yüzünde ise beni her gördüğünde ki gibi utangaç bir ifade vardı. Yine de o birçok kişiden daha cesur bir kadındı.
Elsa, Prens Khris'in kız kardeşiydi ve kraliyeti yönetenlerden birisiydi. Halk onu kraliçe olarak benimsemişti bile. Yine de henüz resmiyette bir şey yoktu. Anne ve babaları öleli 9 ay olmuştu ve bir şeylerin resmiyete dökülmesi için zamana ihtiyaçları vardı. Elsa ise vakit buldukça sohbet ettiğim ve dövüş eğitimi verdiğim tek kadındı. Çünkü sarayda kadınların kılıç ve dövüş eğitimi almaları yasaktı. Ona ise gizli bir torpil geçmiştim. Oldukça kibar, nazik ve narin bir yapısı vardı. Bütün eğitimlerini özenle tamamlamış, tam bir hanımefendi olmuştu. Sarayda ve halkta birçok bayana örnek gösterilir davranışları vardı. Beni de çok severdi ve vakit buldukça verdiğim eğitimleri izlemeye gelir, yaptıklarımı yakından takip ederdi. Özellikle ne zaman at binmeye gitsem o da atıyla yanımda belirirdi. Sarayda iyi anlaştığım ve güvendiğim nadir kişilerden biriydi. Kraliçe mertebesine geçmiş olması aramızdaki samimiyeti henüz etkilememişti. Üstelik çocukken ona aşıktım...
" İyi geceler majesteleri, uyumamışsınız. Bir sorun yok öyle değil mi? " diye sordum ve o da merdivenleri bitirip tam karşıma geçtikten sonra elini saçlarına atıp düzeltti. Gecenin bu saatinde bile güzel görünmesine gerçekten gerek yoktu. Aynı zamanda da uzun koridoru kontrol etti. Biraz çekiniyor gibiydi. Haklıydı, bu saatte bu konuşmanın pek doğru karşılanması beklenemezdi.
" Hayır bir sorun yok lordum, ben sadece... Sizi merak ettim. Prenses saraya gelmiş, yolculuğunuz nasıl geçti? İyisiniz öyle değil mi? " diye sordu ve parmaklarıyla oynamaya başladı. Bakışlarını hep benden kaçırdığı için kolay kolay göz teması kuramıyorduk. Cesurca bana baktığı zamanlar ise gerçekten çok etkileyici oluyordu.
" Teşekkür ederim majesteleri. Hiçbir sorun yok, her şey yolunda. Prenses de odasında. Yarın gece için hazırlıkları başlatacağım. Bu yüzden hizmetkarların odasına gidiyordum. Az önce prens Khris'e de durumu rapor ettim. Biraz yorgunum o kadar. "deyip tebessüm ettim ve elimle saçlarımı karıştırıp düzelttim.
" İyi olmanıza sevindim. Sizin için yiyecek bir şeyler hazırlatmamı ister misiniz? Bu arada bende hizmetkarların odasına geçecektim. İsterseniz yapmaları gereken şeyi söyleyebilirim. Sizde böylelikle hemen uyursunuz. " dedi. Ses tonu oldukça ikna edici ve heyecanlı gelmişti. Dinlenmemi benden çok istediğine emindim ve bu fikri gayet hoşuma gitmişti.
" Peki öyleyse, madem sizde oraya gidecektiniz... Onlara yarın sabah saat sekizde prensesin odasının önünde olmaları gerektiğini söylerseniz sevinirim majesteleri. Ayrıca içecek teklifiniz için teşekkür ederim. İyi akşamlar... " dedim ve kenara çekilerek ona yol verdim.
" İyi geceler lordum... " dedi ve yine o utangaç ifadesiyle birlikte yürüyerek yanımdan uzaklaştı. Bana asla ismimle hitap etmezdi sanırım tuhafıma giden şeylerden biriside buydu. Birinin bana adımı söylemesi, daha çok hoşuma gidiyordu. Shay'ın da dediği gibi... Sadece Felix!
Sarayın görkemli merdivenlerinden inerek bahçeye çıktığımda derin bir nefes aldım fakat bir anda kulaklarım Shay'ın çığlıklarıyla doldu ve hemen özel odaya doğru koştum. Kapıya görevlendirdiğim korumalar aynı şekilde tepkisizce yerlerinde duruyorlardı. Fakat Shay adeta kapıyı tekmeliyordu ve bağırıp çağırıyordu. Gerçekten muhafızlara onu çektikleri için ödül verilmeliydi. Hemen cebimden sihirli anahtarı çıkardım ve kapıya taktım. Bu anahtar sihirli olduğu için bütün kapıları açabilme yetkisine sahipti, bu yüzden özeldi ve hiç yanımdan ayırmazdım. Kapıyı açıp hemen içeri girdim. Shay hemen kapının arkasında duruyordu ve sesi kesilmişti.
Dalgalı saçları dağılmış, suratı kızarmıştı ve adeta burnundan soluyordu. Beni görünce hemen bakışlarını devirdi ve elinde de antika bir vazo vardı. Göğsü de hızla inip kalkıyordu, fazla gergin görünüyordu.
" Nereye kayboldun sen! " diye bağırdı ve vazoyu tehdit edercesine bana doğrulttu.
" İşlerimi halletmeye gittim majesteleri. Bir sorun mu var? İyi misiniz? " diye sordum ve anahtarı cebime koydum. Saat gecenin dördüydü. Gerçekten uyuduğunu sanıyordum. Bu saatte ne demeye ayaktaydı ki baş belası? Sihirbazlar bile bu saatlerde uyurlardı.
" Beni buraya kilitledin ve gittin! Üstelik ne kadar korktuğumu bile bile! Boğuluyorum görmüyor musun? Daha fazla kalamam ben burada! Çıkart beni yalvarırım! " dedi ve ayaklarıyla yere vurmaya başladı. Fazlasıyla stresli görünüyordu. Elinde bir vazo ve gözlerindeki alevle gecenin bu saatinde ona asla güvenemezdim. Başımı belaya sokması için hiç uygun saatler değildi. Fakat beni dinlemeyeceğini de biliyordum...
" Sakin olursanız ufak bir bahçe gezisi yapabiliriz... " deyip masanın üzerindeki yiyeceklere odaklandım. Hiçbir şeye dokunmamıştı. Üstelik onun için hazırlatılan duşu da kullanmamış, kıyafetleri de giymemişti. Oflayarak ona arkamı döndüm ve kapıyı tekrar kilitleyerek işimi sağlama almaya çalıştım.
" Ne yapıyorsun! Hani bahçeye çıkacaktık? Niye kilitledin şimdi? Dalga mı geçiyorsun zibidi! " dedi öfkeyle ve üzerime doğru yürüdü. Fakat neyse ki vazoyu indirmişti.
" Bahçeye çıkmanızın bazı şartları var majesteleri. Mesela yemeğinizi yemeniz, duşunuzu almanız ve temiz kıyafetlerinizi giymeniz. Aksi takdirde bu mümkün değil! " deyip net bir tavır takındım. Fakat o bu söylediklerime fazlasıyla sinirlenmişti ve dişlerini sıkmaya başladı. Yüzünü de iyice buruşturdu ve gelip omzuma bir tane yumruk attı, asla kıpırdamadım.
" Yemek yemek istemiyorum! Bilmediğim bir yerde duşa girmek hiç istemiyorum! Benim olmayan kıyafetleri giymek ise asla! " diye haykırdı sonra ve bu kez de tokat atmak için elini kaldırdı ancak son anda durdurdum onu. Reflekslerim fazlasıyla kuvvetliydi ve bileğinden tutmuştum. Yeşil gözleri keskinleşmiş, kırmızı dudakları aralanmıştı.
" Dışarı çıkmanız için yapmanız gerekenleri söyledim, siz bilirsiniz. Sizinle inatlaşacak değilim, sadece kurallarımı uyguluyorum hepsi bu. Ayrıca sabah sekizde hazır olmanız gerekiyor. Bana kalırsa bahçeyi unutup uyuyun efendim. " dedim ve tuttuğum elini bıraktım.
" Otele gelmişim gibi davranman ne kadar itici bilemezsin, tıpkı senin gibi... Ah! ne diye hitap etmeliyim? Prens mi? Yoksa meşhur prens sen misin? " dedi dalga geçer bir vaziyette ve masaya doğru ilerledi.
" Hayır, ben değilim ve korkmayın o benim kadar sevimsiz değil. " dedim ve gidip yatağının üzerine oturdum. O da aceleyle yemekleri yemeye başladı. Bu yeme şeklinin bir an önce dışarıya çıkmak için mi yoksa açlıktan mı olduğunu çözememiştim.
" Demek ki senden daha da sevimsiz!" dedi ve dil çıkarıp önündeki böreğe uzandı.
" Banyodaki küvette her zaman temiz ve ılık su bulunur. İstediğiniz kokuda sabunlar ve havlularda. Kıyafet dolabınızı sanıyorum hiç açmadınız. Merak etmeyin sizin için bir şeyler seçerim. " dedim ve ayağa kalkarak elbise dolabına yürüdüm. O ise her ne kadar inat etse de fazlasıyla acıkmış görünüyordu ve oldukça da iştahla yemek yiyordu.
Bende fırsattan istifade edip içi boş elbise dolabını açtım ve işaret parmağımı hareket ettirerek minik bir büyü ile Shay'ın 3 boyutlu animasyonunu oluşturdum ve kafamda tasarladığım elbiseleri animasyonun üzerinde sırayla denemeye başladım. Fakat o karşımda olduğu için bunu görmüyordu.
" Boşuna uğraşıyorsun, o elbiseleri giymeyeceğim! " dedi yutkunurken.
" Görürüz, majesteleri... " dedim ve gülümsedim. Daha sonra ise kırmızı, ince ip askıları olan ve vücudunu baştan başa saracak bir elbiseyi seçtim. Kendisine fazlasıya yakışacaktı.
" Ben duşa giriyorum. Umarım kapılar kilitleniyordur, yoksa kıyafetlerimle duş alırım sorun değil! " dedi ve yanımdan ayrıldı. Bense dolaptan elbiseyi çıkardım ve yatağının üzerine koyup beklemeye başladım.
-Shay
Yaklaşık bir kırk dakika kadar duşta kalmış adeta kendime gelmiştim. Her ne kadar fazlasıyla gerilsem de ihtiyacım olan en iyi şey buydu. Üstelik karnımı da doyurmuştum, az kalsın açlıktan ölecektim. Şimdide kendimi fazlasıyla yorgun hissediyordum her an düşüp bayılabilirdim ve gözlerimde kapanıp duruyordu. Ancak biraz olsun hava almak istiyordum. Burada kilitli kalmak bana hiç iyi gelmemişti, sanki boğuluyordum...
Duş oldukça güzeldi. Söylediği gibi harika kokulu sabunlar, şampuanlar vardı ve tertemiz olmuştum. Sıra kurulanmadaydı, küvetten çıkar çıkmaz ilk işim havlulara sıkıca sarılmak olmuştu ki banyonun kapısı aniden açılınca çığlık atmaya başladım. Felix içeriye girmişti!
" Ne yapıyorsun sen çık dışarı! Kilitliydi kapı nasıl girdin içeriye! " diye haykırdım korkuyla ve iyice sarıldım havlulara.
" Elbisenizi getirdim majesteleri, bunu giyeceksiniz. Ayrıca havluya sarılı olduğunuzu biliyordum " dedi ve elindeki kırmızı elbiseyi askıya asıp çıktı. Bense panikle tekrar kilitledim kapıyı, korkudan kalbim çıkacak gibiydi. Kilitlediğimi biliyordum! Nasıl girebilirdi ki? Üstelik benim kıyafetlerim neredeydi? Panikle baktım koyduğum yere... Ama orada değillerdi. Donup kalmıştım, bu nasıl olurdu?
" Felix! Kıyafetlerim! " diye haykırdım ve elim kapı koluna gitti. Ancak bu şekilde açmaya cesaret edemedim ve büyük bir öfkeyle bıraktığı elbiseyi alıp üzerime geçirdim. Kırmızı, sanki bedenime göre dikilmiş bu elbise, her ne kadar üzerimde harika dursa da şuan bunun gerçekten yeri ve zamanı değildi. Özellikle gecenin bu saati için hiç uygun değildi!
Saçlarımı kurulamamıştım bile ve ıslak bir şekilde banyodan çıktım. Ancak Felix odada yoktu ve korkuyla kapıya koştum. Beni bırakıp gitmiş olabileceği geldi aklıma. Gerçekten çıkmak istiyordum! Kalbim hızla çarpıyordu ve hemen kapıyı araladım... Kilitlememişti! Derin bir oh çektim o an ve kapıyı tamamen açtığımda bana elini uzatan Felix ile göz göze geldim. Oysa donuk bakışlarını üzerimde yavaşça gezdirdi ve en sonunda tebessüm ederek bakışlarını başka yere çevirdi. Şey gibiydi, şerefsiz gülümsemesi? Tabii ki elini tutmadım ve hemen kendimi dışarıya attım.
O an elimle yüzümü çevreledim ve derin derin nefes almaya başladım. Başımı kaldırıp sarayın kalın surları arasında gökyüzüne bakındım, işte özgürlük! Saçlarımdan hala sular damlıyordu ve havada hafiften esiyordu ancak içeride olmaktan daha iyiydi. O kadar rahatlamıştım ki, her ne kadar yorgun olsam da yürümeye başladım. Hem de hiç ardıma bakmadan. En sonunda yolun bir kenarına düşüp kalmış olurdum ama şuan burada uyumak bile daha güvende hissettirir gibiydi. Derin derin nefes alıyordum ve sakin olmaya çalışıyordum. Etrafta içeriye girerken gördüğümüz askerler dışında hiç kimseler yoktu. Burası kocaman bir saraydı, belki de bu kısmı yasaklı bölgeydi ya da tehlikeli?
" Burası çok büyük, kaybolursam beni ne kadar zamanda bulursun? " diye seslendim ve cümlenin sonunda aniden arkamı döndüğümde bir anda Felix'e çarptım ve o hemen elini belime atarak sarsılmamı engelledi. Bunu beklemiyordum, sersemleyerek alnıma düşen saçlarımı arkaya attım ve yutkunarak baktım yüzüne. Oysa eliyle iyice kavramıştı belimi, elbisem fazlasıyla ince olduğu için çıplak gibi hissediyordum.
" Kaybolun, deneyelim majesteleri. " diye fısıldadı burnumun dibindeyken. Bu ses tonu adeta içimi ürpertmişti ve hemen elini belimden çekerek geriye doğru birkaç adım attım. Şuanda ondan kaçmak istiyordum!
" Sadece Shay! "diye yineledim sonra ve kendime gelmeye çalıştım.
" Bana majesteleri demeyi kes demiştim! " dedim ve bakışlarımı ondan kaçırarak yürümeye devam ettim.
" Her neyse... Seni dinliyorum. Sabah sekizde ne gibi saçmalıklar beni bekliyor demiştin? " diye sordum ve yanıma geldi, tıpkı saat on ikiden önce sokakta yürümeye başladığımız gibi yürüyorduk.
" Hizmetkarlar gelecek. Akşam Prens Khris ile tanışma yemeğiniz var. Sizi hazırlayacaklar, tıpkı bir prenses gibi. Yarın gece sizin içinde bizim içinde çok önemli majesteleri. " dedi ve pelerininin ipleriyle oynamaya başladı.
" Prens Khris'le tanışma yemeği mi? Onunla ne diye tanışacakmışım ki? Ben sadece benimle derdi neymiş neden buradayım bunları öğrenmek istiyorum. Bunun içinde akşamın sekizini bekleyemem öyle değil mi? " diye sordum ve güldü. Gerçekten kafayı yemek üzereydim. Hiç bilmediğim bir yerde, bir tane prensle akşam yemeği yemek için kaçırılmıştım... Şaka gibi!
" Bence de akşam yemeği çok geç... Size laf anlatmak için sabahın köründe başlamak lazım. Kahvaltı daha iyi olur. " diye söylendi ve ben esnememek için kendimi zor tutuyordum. Gözlerim her an kapanabilirdi.
" Geri dönelim, uyuyacaksınız. Bu kadarı yeterli, zaten dışarıya çıkmanız yasaktı. Sabah hizmetkarlara lütfen zorluk çıkarmayın. Ben başka işlerle meşgul olacağım. Ayrıca hiçbirine kaçmanıza yardım etmeleri konusunda yalvarmayın. Anlaştık mı majesteleri Shay? " dedi ve yönümüzü değiştirip tekrar geldiğimiz yere doğru yürümeye başladık. Hayır tabii ki anlaşmadık zibidi! Beni buradan çıkartmaları için gerekirse ayaklarına kapanırım ve bu seni asla alakadar etmez!
" Senden bir şey isteyebilir miyim? " diye sordum odaya yaklaştığımızda ve baygın gözlerimle ona bakarken onun ne kadar dinç olduğunu görüp hayret ettim. Tabii pelerinli olması beni her defasında bir tık daha hayret ettiriyordu.
" Kapıya diktiğin muhafızlar kaçmamam için mi yoksa beni korumaları için mi? " diye sordum. Tabii ki aklımda zekice planlarım vardı.
" Size burada zarar verecek hiçbir şey yok majesteleri, yani kaçmamanız için. " deyip sırıttı, çok komik!
" Ben korkuyorum, uyurken başımda bekleyebilir misin? " diye sordum ve kapının önüne gelmiştik. Bu soruyu duymayı bekliyormuş gibi güldü ve cebinden çıkarttığı anahtarla odanın kapısını açtı.
" Majesteleri yanınızda olmamdan bile korkarken siz uyurken başınızda bekleyecek olmam fazlasıyla çelişiyor. Yani anahtarımı alıp kaçma planlarınız çok basit kaçar. Sizden daha zeki şeyler bekliyorum. Ne bileyim belki kaşıkla toprağı kazar yolunuzu bulursunuz ama o anahtarı benden alamazsınız... " dedi ve göz kırparak kollarını göğsünde birleştirdi. Bense bunun üstüne hiç istifimi bozmadım ve hızla odaya girip ona tekrar döndüm.
" Senden korkmuyorum " dedim ve ses tonum fazlasıyla sert çıkmıştı.
" Korkuyorsun " dedi, oldukça kendinden emin duruyordu.
" Korkmuyorum " dedim tekrar ve yüzünü bana doğru yaklaştırıp sesini oldukça kısarak fısıldadı.
" Umarım yalan söylüyorsunuzdur majesteleri, çünkü benden gerçekten korkmuyorsanız bu kalp atışının başka bir anlamı var demektir... " deyip göz kırptı ve dalga geçer gibi kapıyı aniden suratıma kapatıp kilitledi!
" Zibidiiiiiiiiiii! "
-Bölüm Sonu/Yazariçe
.