8. BÖLÜM

1957 Kelimeler
Olivia, Aila’nın odasına girdiğinde genç kızı elinde bir elbiseyi tamir etmeye çalışırken buldu. Aila onu görünce "Sumata canım lütfen gel.” dedi gülerek. “İyi akşamlar leydim. Umarım rahatsız etmedim.” "Etmedin. Gördüğün gibi elimdeki elbise ile uğraşıyorum.” "Neden?” "Uzun süredir kendime yeni bir elbise diktirmedim. Elimdekileri tamir edip, tekrar giyiyorum. Gerçi bu işte pek usta olduğum söylenemez.” "Terziniz yok mu leydim?” "Köyde bir tane var.” "Ya kumaşınız?” "Şu gördüğün sandık, abimin bana getirdiği harika kumaşlarla dolu inan.” Olivia sandığın yanına gidip, kapağını açtı. “Leydim bunlar çok güzel. Bence sizin için harika elbiseler dikilebilir.” "Bilmiyorum Sumata. Ben elbise modelinden hiç anlamam.” "Size yardımcı olurum. İngiltere'de bir süre kalenin terzisine yardım etmiştim. İngiliz Leydilerinin elbise modellerinden birkaç tanesini dikebiliriz.” "Gerçekten mi?” diye cevap verdi Aila. "Onların çok şık ve güzel olduğunu duymuştum.” Olivia'nın aklına kalesindeki kendi dolabı geldi. Annesi ona birbirinden güzel elbiseler diktirmiş ve onları giydiğinde inanılmaz yakışıyordu. Şu an ki giyim şekli ile kesinlikle alakası bile yoktu. "Doğru duymuşsunuz leydim. Ayrıca sizin gibi güzel bir kıza yeni dikilecek elbiselerin daha çok yakışacağını düşünüyorum.” "Nasıl dikeceğiz?” "Köye inip kumaşları terziye vereceğiz. Nasıl elbiseler istediğimizi tarif edince, beden ölçülerinizi alacak. Bu kadar basit.” "Sumata bu harika bir fikir! Hemen yarın gidelim.” "Peki abiniz?” "Abimin kızacağını sanmıyorum. Sen orasını merak etme. Ben onu ikna ederim.” Olivia genç kıza memnun bir şekilde gülümserken, bir an önce sabah olmasını diledi. Kesinlikle kaybedecek zamanı yoktu. Aila sabah abisi ile kahvaltı yaparken, konuyu açmak için cesaretini toplayıp, genç adamın yüzüne bakmaya başladı. Andreas bugün oldukça sakin görünüyordu. Genç adam önündeki tabağı bitirirken, kız kardeşinin kendisine olan imalı bakışlarını fark edip, arkasına yaslandı. “Ne oldu Aila?” dedi meraklı bir sesle. “Bana neden öyle bakıyorsun? Yine ne diyeceksin?” "Abi... Bir şey diyeceğimi nereden çıkardın?” diye cevap verdi genç kız, mahcup bir sesle. "Çünkü seni tanıyorum sevgili kardeşim. Ne zaman benden bir şey isteyecek olsan, bakışların ve uysal tavrın seni ele veriyor.” "Tamam, pes ediyorum Lordum. Sen kazandın. Evet, senden bir şey isteyeceğim.” "Lütfen aklıma yatan bir şey olsun Aila. Değilse sakın söyleyip beni sinirlendirme.” "Ama..." "Evet, seni dinliyorum.” dedi Andreas ciddiyetle. Bu arada elindeki çatalla oynuyordu. "Benim yeni elbiselere ihtiyacım var.” diye cevap verdi genç kız, başını yere devirerek. “Artık giydiklerim çok eskidi. "E..." "Bana getirdiğin kumaşlar... Terziye onlardan elbise diktireceğim.” "Diktirebilirsin, bunun için benden neden izin istiyorsun?” "Terzi köyde abi. Bugün kumaşları ona götürmek için...” "Terzi kaleye gelebilir Aila!” "Abi neden böyle yapıyorsun? Biraz kaleden çıkmak ve nefes almak istiyorum. Üstelik köy çok yakın.” "Çünkü seni korumaya çalışıyorum.” "Kimden?” "Herkesten Aila!” "Burası senin toprakların Çakal! Yani hiç kimse kız kardeşine kötülük yapmaya cesaret edemez.” Andreas bir süre sessizce düşündü. Kız kardeşi bu konuda tamamıyla haklıydı. Ona zarar vermeye kalkan kim olursa canını alacağını tüm İskoçya bilirdi. Galiba çok fazla korumacı davranıyordu. “ Pekâlâ...” dedi genç adam. “Ama yanında Sidelya'da...” "Hayır abi! Sidelya ile gitmem.” diye itiraz etti Aila. “O kızı sevmediğimi biliyorsun. Benimle Sumata gelecek.” "Hintli ile iyi anlaşıyorsunuz sanırım. Aranızda gizli bir dayanışma mı var?” "Evet, çünkü Sumata çok kibar ve iyi bir kız.” Andreas işte buna gülmeye başladı. Kardeşinin kibar dediği kız, dün koca bir adamı yere devirmişti. “Ben onun hakkında aynı şeyleri düşünmüyorum. Sumata çok garip bir kız.” "Bence çok önyargılısın. Sumata çok şey...” "Çok ne?” Aila o an yutkundu. Dilinin ucuna kadar gelen kelimeleri yuttu. "Arkadaş... İyi bir arkadaş.” diye çevirdi. Demek istediği şey, çok güzel bir kız olsa da vazgeçti. “Tamam Aila. Sen kazandın. Bir an önce gidip, geri dönün. Ama yanınızda bir asker de gidecek.” "Teşekkür ederim Lordum.” Öğlen Aila ve Olivia kumaşları bir bohça yapıp, köye doğru yola çıktılar. Yanlarında bir asker ve üç at vardı. Olivia ata ürkek bir şekilde binerken, kalenin penceresinden onu izleyip, eğlenen Andreas’ın farkında değildi. Genç kız ata binmeyi çok iyi biliyordu ama artık kendini ele vermeyi istemiyordu. Genç adam kızın acemi haline gülmekten kendini alamadı. Kaleden çıkıp yol boyu ağır bir şekilde ilerlediler. Köye yaklaşık yirmi dakika sonra ulaştılar. Olivia deniz kenarına kurulmuş köyü izlerken, hayran kaldı. Masmavi deniz suyu, kaç gündür yıkanmadığını hatırlattı. Atlarını terzinin evine sürüp, önünde durdular. Asker kapıda onları beklerken, kızlar içeri girip işe koyuldu. Olivia oradan bir şekilde çıkmanın yolunu ararken, “Leydim” dedi buruk bir sesle. "Sizden bir ricam olacak.” Aila terzi kadına beden ölçülerini aldırırken “Nedir Sumata?” diye cevap verdi merakla. "Kaleye geldiğim günden bu yana yıkanmaya fırsat bulamadım. İzin verirseniz, denize inip...” "Sumata... Tabii ki gidebilirsin.” "Ama yanımda o askerin olmaması gerek.” Terzi kadın Olivia'ya “Arka kapıdan çıkın, sizi göremez.” diye seslendi. Olivia onu izleyen hanımlara gülümseyip, evin arka kapısından dışarı çıktı ve hızlı adımlarla yürümeye başladı. Yapması gereken ilk şey köyün girişinde bulunan kulübeye ulaşmaktı. Eğer şansı varsa İskoç orada bekleyecekti. Beş dakika sonra istediği yere ulaştı ve Tanrı'ya şükür atının üzerinde onu bekleyen adamı gördü. Hızla yanına gidince, kuytu bir köşede gizlendiler. Davette konuşulan her şeyi adama anlattı. Ardından çok oyalanmadan koşar adımlarla denizin kıyısına indi. Hava biraz serin olsa da denize kısa bir an girip, çıkmaya karar verdi. Etrafını dikkatlice izlerken, büyük bir kayanın arkasına gizlendi. Davetsiz bir misafir kesinlikle istemiyordu. Ortalıklarda kimse yoktu. Tamamıyla soyunmayacaktı. İçliği ile girip çıkacaktı. Elbisesinin iplerini çözüp, üzerinden çıkardı. Başından şalını alıp, saçlarını çözdü. Siyah saçları beline kadar inerken, beyaz ince içliği ile çok güzel görünüyordu. Bacağında sarılı duran keskin hançerini çıkarmadı. Tam kayanın arkasından çıkıp, denize gireceği sırada bir at kişnemesi duydu. Lanet olsun! Bu da kimdi? Yerde duran uzun şalını başının üzerinden, bedenine doğru sarıp, kayanın arkasında gizlenerek sesin geldiği yöne doğru bakmaya başladı. Andreas McGray... Burada ne işi vardı? Evet, bu adam onun gölgesi olmuştu. Artık kesinlikle inandı. “Sumata! “ diye bağırdı genç adam. Genç kızın burada olduğunu Aila'dan öğrenmişti. Aslında onu buraya getiren sebep meraktı. Kendini gizleyen Hintlinin nasıl göründüğünü merak ediyordu. "Buradayım.” diye cevap verdi genç kız öfkeli bir sesle. “Lordum lütfen gelmeyin!” Andreas biraz ilerisinde koca bir taş parçasının ardına gizlenmiş kızı görünce kahkaha atmaya başladı. Atını o tarafa doğru sürerken gayet rahattı. Bu tavrı Olivia'nın sinirlerini bozdu. "Gelmeyin dedim çıplağım. Neden anlamıyorsunuz?” "Benden çekinmene gerek yok” diye cevap verdi genç adam gülümseyerek ve kayanın önünde durdu. "Ne demek bu şimdi?” "Rahat ol demek.” "Lütfen gidin ve giyineyim.” "Buraya denize girmeye gelmedin mi?” "Evet, ama vazgeçtim.” Andreas şalını sıkıca tutan kıza bakarken, onu rahatsız etmek gerçekten hoşuna gitti. “Endişelenme hiç bir yerini göremiyorum. Ayrıca bu kadar saklanman çok saçma. İnan bu merakımı daha çok arttırıyor.” "Merak edilecek bir vücudum yok maalesef Lordum.” "Bundan pek emin değilim. Çok gizemlisin.” "O yüzden mi peşimden geldiniz? Bana güvenmediğiniz için mi?” "Seni daha tanımıyorum ve ben insanlara güvenmekte epey zorluk çekerim. Kız kardeşimi emanet ettiğim kadın yalancının teki olabilir." Olivia genç adamın gözlerine bakıp, "Demek sizi bu kadar korkuttum.” dedi. "Ben hiç kimseden korkmam!” "Ama peşinden geldiniz.” Andreas atından inip kayanın diğer tarafında durdu. Şimdi aralarında sadece koca bir taş parçası duruyordu. “İki günde beni fazlasıyla şaşırttın. Önlemimi almam gerek öyle değil mi?” "Yüce Tanrım! Demek İskoçya'nın en güçlü adamı, basit bir kızdan korkuyor.” "Tanrı'ya inanmadığını düşünüyordum. Yanılıyor muyum? Ayrıca biraz daha böyle konuşmaya devam edersen, yanına gelirim.” "İnanıyorum ama sizin inandığınız tanrıya değil. Bunu yapamazsınız!” "Yaparım ve beni durduramazsın.” Olivia öfkeden yumruklarını sıkarken “Siz kadın düşkünü ahlaksız bir adamsınız!” diye bağırdı. “Bu yaptığınız şey gerçekten çok kötü ve kaba... ” Andreas genç kızın öfkesi karşısında daha çok eğlendi. Taşın arkasında kendini gizlemeye çalışması, merakını daha çok arttırırken, arkasından gelen bir sesle, o yöne döndü. Aila atından inip, abisine doğru koştu. "Abi bu yaptığın gerçekten çok ayıp.” dedi kızarak. "Sumata'yı rahat bırak.” "Bir şey yaptığım yok sevgili kardeşim...” diye cevap verdi genç adam. “Sadece Onu almaya gelmiştim.” Aila abisinin kolundan tutup, sürüklerken, Olivia elbisesini hızla giymeye başladı. Bir daha asla denize girmeye çalışmak gibi bir aptallık yapmayacaktı. Üzerini giyince onlara doğru yürüdü. Andreas genç kızı dikkatlice sürerken, Olivia bakışlarını yere devirdi. “Artık kaleye dönüyoruz. Bu kadar gezinti yeter.” Kızlar verilen emirle atlarına yerleşip, Andreas'ın yanında ilerlemeye başladılar. Olivia boş gözlerle etrafına bakarken, biraz ileri de bir ağacın arkasında elinde oku ile gizlenmiş adamı fark etti. Atını yavaşlatıp, arkalarından ilerlemeye başladı. Fakat onu rahatsız eden bir şey oldu. Okun hedefi Andreas değil, Aila'ydı. Sonrasında bir başka okçuyu fark edince, beklemenin anlamsız olduğunu anlayıp, eteğinin altındaki hançere uzandı. Hançeri eline alıp, avucunun arasına gizledi. Ardından atını hızlandırıp, Andreas'a doğru yaklaştı. Adama doğru eğilip “Lordum...” dedi usulca. “Hazır olun pusuya düştük.” Andreas sert bakışlarını genç kızın yüzünde gezdirip, Olivia'nın işaret ettiği yöne kaydırdı. "Aila.” dedi genç adam dudaklarının arasından. “Lanet olsun!” Olivia ağacın arkasından okuyla çıkan adamı fark edip, elindeki hançeri o tarafa doğru fırlattı. Hançer adamın alnının ortasından girince, yere yığıldı. Andreas gördüğü şeyin şaşkınlığını yaşarken, Olivia korkudan titreyen Aila’yı kendi atına hızlı bir şekilde alıp “Belime sarılın Leydim!” diye bağırdı. “Sıkı tutunun!” Aila denileni yapınca, Olivia atını kamçılayıp, bir rüzgâr gibi sürmeye başladı. Andreas peşlerinden gelirken, yola pusu kurmuş haydutları fark edince atını onlara doğru sürdü. Yanındaki asker bir okla yere devrilince, Olivia atın yelesinde duran ok çantasına uzanıp, aldı. Ve bunu yaparken hala atının üzerindeydi. Aila genç kızın yaptıklarını küçük dilini yutmuş izlerken, abisinin tehlikeli bir çemberin içine girdiğini, etrafındaki adamları görünce anlayıp çığlık atıp, ağlamaya başladı. Olivia atını koca bir ağacın arkasına sürüp, yere atladı. Ok çantasını boynuna geçirip, Andreas’ın etrafında biriken düşmanı hedef aldı. Evet, bu yaptığı şey doğru değildi. Çünkü şu an düşmanını ölümden kurtarmaya çalışıyordu. Ancak bir yemin etmişti. Çakalı kendi elleri ile öldürecekti... Onu kimsenin öldürmesine izin vermeyecekti. Ağacın arkasına gizlenip, yayını iyice gerdi ve oldukça uzak olan haydutları tek tek yere devirmeye başladı. Andreas kılıcı ile birkaçının başını uçururken, Sumata’nın yaptığı şeyi fark edince, resmen ağzı açık kaldı. Bu kızı ne kadar hafife almış ve küçümsemişti. Hayatında ilk defa bu kadar iyi hançer atan, ok kullanan, ata binen bir kadın görmüştü. Üstelik onun sayesinde kız kardeşinin ve kendi hayatını kurtarmıştı. Haydutların çoğu ölürken, bir kısmı kaçtı. Olivia onların İngiliz olmadığını İskoç dilinde konuştukları için hemen anlamıştı. Eğer İngiliz olsalardı asla onları öldürmezdi. İlk vurduğu adamın üzerindeki ekoseli etek zaten kim olduklarını belli etmişti. Anlaşılan Çakalı kendi ülkesinde de sevmiyorlardı. Gerçi buna hiç şaşırmadı. Bugün yanlarında Aila olmasaydı, okunun hedefi mutlaka Andreas McGray olurdu. Olivia derin bir nefes alıp, ağaca yaslanarak yere oturdu. Aila hayatını kurtaran genç kıza bir kahraman gibi bakarken, usulca atından inip, genç kızın önünde çömeldi. Ardından kollarını ona doğru uzatıp minnet dolu bir ifade ile sıkıca sarıldı. “Sumata...” dedi boğuk bir sesle. “Ben... Ne diyeceğimi bilmiyorum. Çok teşekkür ederim. Yaptığın şey gerçekten inanılmazdı. Sana hayatımı borçluyum. Ve abimin hayatını...” Olivia yaptığı iyilikten hiç memnun olmasa da yüzüne yalancı bir gülümseme takınıp, “Hiç önemli değil Leydim...“ diye cevap verdi gayet sakin bir sesle. “Sizin ölmenize asla izin veremezdim.” Bir katilin kardeşi olmak Aila’nın suçu değildi. Bu kız ölümü hak edecek bir şey yapmamıştı. Ölmesi gereken Andreas’tı. Andreas atını onlara doğru sürüp, yanlarına gelince hızla yere indi. Bakışları az önce bir savaşçı gibi davranan Sumata’nın üzerindeydi. Hala olanları aklı almıyordu. Aila ayağa kalkıp, abisine koştu ve beline sarıldı. “Çok korktum abi.” dedi ağlayarak. “Ya sana bir şey olsaydı?” Andreas kız kardeşinin saçını şefkatle öpüp “Gördüğün gibi olmadı...” diye cevap verdi usulca. Gözleri Sumata’nın yüzüne kaydı. “ Bizi koruyan bir melek sayesinde Aila...” dedi gülümseyerek. “Sumata'ya çok şey borçluyuz.”
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE