4. BÖLÜM: KURŞUN KAFES

942 Kelimeler
4. BÖLÜM: KURŞUN KAFES Ozan, arabayı Ostim’in o labirent gibi sokaklarına vurduğunda alnından soğuk terler boşanıyordu. Sağ bacağındaki yanma hissi artık "hafif bir sızı" değildi. Cebindeki Kara Cevher, sanki derisinin altına girmek isteyen akkor halindeki bir kömür parçası gibiydi. Ozan, acıyı bloke etmek için beyninin ağrı merkezine sinyal gönderiyordu ama biyoloji inatçıydı. Taş, yakıt istiyordu. Ve yakıt, Ozan’ın ta kendisiydi. Arabayı 12. Blok’un arka tarafındaki izbe bir sokağa çekti. Burası, plazaların camlı dünyasına benzemezdi. Burası Ostim’di. Havanın metal talaşı ve yanık yağ koktuğu, kaldırım taşlarının bile gresle kaplandığı yer. Ozan arabadan indi. Topallıyordu. Taşı geçici olarak sardığı alüminyum folyo eriyip gitmişti. Daha güçlü bir şeye, taşın o "toksik" frekansını hapsedecek bir kafese ihtiyacı vardı. Arayışı, onu yerin iki kat altına inen, tepesinde tabelası bile olmayan paslı bir demir kapıya getirdi. Fakültedeki bir makine mühendisliği öğrencisinden duymuştu bu adamı: "Hocam, eğer NASA bir gün mekiğin parçasını kaybederse Ostim’e gelir, Kör İsmail’i bulur." Ozan kapıyı itti. Menteşeler inledi. İçerisi karanlıktı. Ama Ozan’ın gözleri karanlığa ihtiyaç duymuyordu; o, ses dalgalarının duvarlardan sekmesini izleyerek içerinin haritasını çıkardı. Burası bir hurdalık gibi görünüyordu. Tavana kadar yığılmış dişliler, motor blokları, paslı miller… Bir kaos. Ama dükkânın tam ortasında, spot ışığıyla aydınlatılmış bir tezgah duruyordu. Ve o tezgah, bir ameliyathane masası kadar temiz, düzenli ve parlaktı. Tezgahın başında bir adam vardı. Kör İsmail. Adamın gözlerinde, yüzünün yarısını kaplayan, simsiyah camlı, kalın bir kaynakçı gözlüğü vardı. Elleri dirseklerine kadar motor yağına batmış, kapkara kesilmişti. Parmak uçları nasırdan, sanki taşa dönüşmüştü. İsmail, elindeki mikroskobik bir pimi eğeliyordu. Kör denecek kadar az görmesine rağmen olmasına rağmen, eğeyi sürtüşü o kadar ritmik, o kadar hassastı ki Ozan bir an nefesini tuttu. “Adım seslerin yabancı,” dedi İsmail. Başını kaldırmadı. Sesi, paslı bir egzoz borusundan gelen hırıltı gibiydi. “Buraya polis girmez. Hırsız hiç girmez. Ya yolunu kaybettin ya da belanı arıyorsun.” Ozan, İsmail’in sesindeki o titreşimi analiz etti. Korku yoktu. Sadece bıkkınlık vardı. “Belamı aramıyorum,” dedi Ozan, topallayarak tezgaha yaklaşırken. “Çözüm arıyorum Usta.” İsmail, eğeyi bıraktı. Simsiyah başparmağını havada gezdirdi. “Çözüm pahalıdır,” dedi. “Ama senin sesin… Sesinde metalik bir tınlama var yeğenim. Sanki… Sanki boğazında bir hoparlör yutmuşsun gibi. Doğal gelmiyor.” Ozan duraksadı. Kör bir adamın, taşın Ozan’ın ses tellerinde yarattığı o mikroskobik değişimi duyması imkansızdı. İstatistiksel olarak imkansızdı. Ama İsmail duymuştu. “Bir işim var,” dedi Ozan, konuyu dağıtarak. “Bana bir muhafaza lazım. Kurşun alaşımlı. Sızdırmaz. Mekanik bir kilit sistemi olacak. Dışarıdan bakıldığında antika bir köstekli saat gibi görünecek.” İsmail güldü. Kuru, ruhsuz bir gülüş. Eline, tezgahın kenarında duran küçük bir çekiç aldı. Ve önündeki örse hafifçe vurmaya başladı. Çın… Çın… Çın… “Kurşun ha?” dedi İsmail. Çekicin temposu hızlandı. “Radyasyon mu taşıyorsun? Uranyum mu kaçırıyorsun? Ostim’de pis işler döner ama nükleer işi bizi bozar yeğenim.” “Nükleer değil,” dedi Ozan. Yalan söylemiyordu. “Sadece… Yoğun.” İsmail’in çekici durdu. O siyah gözlüklerini Ozan’a doğru çevirdi. Görmüyordu ama Ozan, o kapkara camların arkasından ruhunun tarandığını hissetti. “Demir yalan söylemez yeğenim,” dedi İsmail fısıldayarak. “İnsanın içi bozuksa, metali de büker. Sen buraya metal getirmedin. Sen buraya… Başka bir şey getirdin.” Ozan, daha fazla saklayamayacağını anladı. Bacağı yanıyordu. Elini cebine attı. Kara Cevher’i çıkardı. Taş, dükkânın loşluğunda bile ışığı yutuyordu. Ozan taşı, İsmail’in tertemiz tezgahının üzerine, örsün yanına bıraktı. Tak. Küçücük taşın çıkardığı o tok ses, dükkandaki yüzlerce tonluk hurda yığınının sesini bastırdı. İsmail aniden geriye sıçradı. Sanki taşa dokunmuş gibi, ellerini göğsüne çekti. Yüzünde, az önceki o sakin ustadan eser kalmamış, dehşet dolu bir ifade belirmişti. “O ne?” diye bağırdı İsmail. “Al onu oradan! Tezgahımı kirletiyor!” “Sadece bir taş,” dedi Ozan, ama İsmail’in tepkisi onu da germişti. “Taş değil o!” dedi İsmail, titreyen eliyle havayı koklayarak. “Titreşiyor… Ama motor gibi değil. Kalp gibi atıyor. Ve aç… Bu şey aç yeğenim! Havadaki iyonları emiyor. Metali çürütüyor!” Ozan, İsmail’in "Mekanik Deha"sının ötesinde, spiritüel bir radar gibi çalıştığını fark etti. Ozan taşı verilerle analiz ediyordu; İsmail ise ruhuyla hissediyordu. “Bana yardım etmezsen,” dedi Ozan, sesini sertleştirerek. “Bu şey beni yakıp bitirecek. Onu hapsetmem lazım Usta. Sadece sen yapabilirsin.” İsmail durdu. Nefes alışverişi yavaşladı. Tekrar tezgaha yaklaştı. Elini taşa doğru uzattı ama dokunmadı. Havada, taştan yayılan o manyetik alanı parmak uçlarıyla yokladı. Eli, sıcak sobaya yaklaşmış gibi irkildi. “Kurşun yetmez,” dedi İsmail, kendi kendine konuşur gibi. Sesi ciddileşmişti. “Buna titanyum gömlek lazım. Arasına da cıva basacağız. Yoksa o frekans, kurşunu peynir gibi eritir.” Çekicini tekrar eline aldı. Bu sefer örse vurmuyordu. Ritmi değişmişti. Düşünüyordu. Tık… Tık… Tık… “Yaparım,” dedi İsmail. “Sana o saati yaparım. Ama bir şartım var.” Ozan, “Para sorun değil,” diyecekti ki İsmail sözünü kesti. “Para değil. O şey… O ‘Cevher’ dediğin lanet…” İsmail parmağını Ozan’a doğrulttu. “Onu o saatin içine hapsettiğim an, bir daha bu dükkâna girmeyeceksin. Ve o saatin kapağını asla, ama asla insanların içinde açmayacaksın.” “Neden?” diye sordu Ozan. İsmail, o siyah gözlüklerinin ardından, Ozan’ın süper zekasının bile hesaplayamadığı bir gerçeği fısıldadı: “Çünkü o şey, senin sesini değiştirdiği gibi, etrafındaki her şeyi değiştiriyor. Demir yalan söylemez yeğenim… Ama o taş, demire bile yalan söyletir. O taş dünyalı değil.” Ozan, bacağındaki acıya rağmen gülümsedi. Doğru yere gelmişti. “Anlaştık Usta,” dedi Ozan. “Başla.” İsmail, tezgaha döndü. Raftan ağır, kurşun bir blok ve titanyum parçaları indirdi. Torna tezgahı çalıştı. Ostim’in yeraltındaki o izbe dükkânında, bir usta ve bir dahi, insanlık tarihinin en güçlü nesnesi için bir hapishane inşa etmeye başladılar. Ve Ozan o an fark etti: Kör İsmail haklıydı. Taş, sadece Ozan’ı değil, kaderi de büküyordu.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE