Giriş

1284 Kelimeler
Gökyüzünden süzülen ince kar taneciklerini seyrediyordum. İnce kar tanecikleri gökyüzünden yavaşça süzülüyor, yere çarptığında ise eriyip su oluyordu. Dalgın bakışlarımla pencereden dışarıyı izlemeyi sürdürürken kulaklarımı dolduran şarkı sesiyle yutkundum. "Benden çekiniyormuşsun Bana göre değil hiç diyormuşsun Çok baskın çok iddaalı Fazla popüler buluyormuşsun Peki benim de bi' kalbim olduğunu Senin aşkınla dolduğunu Göz göze gelince mahvolduğumu Gerçekten mi görmüyorsun" Kalbimin ritimleri düzensizleşti. Henüz adlandıramadığım, adlandırmaya korktuğum duygularım bedenimi ele geçirdi. Bir yaprak gibi titretti narin bedenimi. Onun varlığını hissettim odanın içerisinde, aşinası olduğum o koku damarlarıma bir panzehir gibi yayıldı. Arkamı dönmekten korktum, yüzüne bakmaktan korktum. Eğer arkamı dönersem, yüzüne bakarsam bir kez daha vurulacaktım kalbimin tam orta yerinden. Arkamı dönmek istemedim, durduğum yere mıhlandım. Onun kokusu tüm odaya yayılırken, ben sessizce durmaktan başka bir şey yapamadım. "Gelincik çiçeğim..." diye mırıldandı kalın çatallaşmış sesiyle, onu duydum ancak duymazlıktan gelmeye çalıştım. Gelincik çiçeği... Gelincik çiçeğini özel kılan ve diğerlerinden ayıran en önemli özellikleri arasında zarifliği gelmekteymiş. Özellikle de narinliğiyle ön plana çıkan gelincik çiçeği burada önem arz ediyormuş. İnce bir dal yapısına sahip oluşundan ötürü en ufak bir rüzgar bile gelincik çiçeğinin savrulup gitmesine sebep olabilmekteymiş. Bu yönüyle de hassas kalpli insanları tanımlamak için kullanılırmış. Genellikle bir çiçeği koparıp farklı bir yere ekmek, yeniden yetişmesini sağlamak mümkünmüş. Ancak gelincik çiçeği o kadar hassasmış ki toprağından ayırdıktan birkaç dakika sonra bile artık ölme noktasına gelirmiş. Benim toprağım sensin Ilgaz, ne olursun beni kendinden mahrum etme. Bu durum pek çok kişi tarafından sevgisine sadık insanlara benzetiliyormuş. Bir sevgiliden ayrıldığında adeta öldüğünü hisseden bir şair gibi gelincik çiçeği de o andan sonra yaşamaya devam etmezmiş. Kırmızı yapraklara sahip olan gelincik çiçeğinin yaprakları o kadar ince ve yumuşak dokuluymuş ki hassas kalpli bir insanı tanımlayabilecek en güzel çiçekmiş. Her ne kadar kıpkırmızı yaprakları canlılığı sembolize etse de bu yaprakların üzerinde var olan siyah damarlı yapı sevgiden baskın gelen hisleri tercüme edermiş. Daha doğrusu insan hayatında yaşanılan hüznün, acının ve kederin aslında doğada yansıma bulmuş halidir diyebiliriz. Bazı çiçekler duyguları anlatmaya gerek kalmadan ifade edebilirler. Örneğin sevgiyi göstermek için gül alınması bunun en net göstergeleri arasındadır. Gelincik ise tam olarak hüznün çiçeğidir. Hali hazırda zaten gelinciği toprağından ayırdığınız andan itibaren hemen ölüverirmiş. İncecik dalları, kırmızı üzerine siyahlarla bezenmiş yaprakları, hassas yapısı ile insanoğlundan farklı değilmiş. Kim beni senden ayıracak olursa, işte o gün benim ölüm tarihimdir Ilgaz. Kimisine göre gelincik çiçeklerinin özelliklerinden birisi de yan yana yetişememesiymiş. Doğada karşımıza çıkan bir gelincik çiçeğinin hemen yakınında bir başka gelincik çiçeği göremeyebilirmişiz. Hep aralarında mesafeler varmış. Burada da aslında birbirini göremeyen iki insanın solup gitmesi gibi, birbirine özlem duyan fakat bir türlü kavuşamayan sevdaların resmi gibi anlamlar çıkarılabilirmiş. Aramızda bir mesafeden çok, yasaklar var Ilgaz, biz birbirimize yasağız. Biz iki günahkar insanlardanız. Her ne kadar birbirimizi görebilmemiz kolay olsa dahi, biz sence kavuşabilecek miyiz? Nasıl ki sevdiğimiz ve özlediğimiz insanlara kavuşamamak biz insanları günden güne çürütüyor, hayattan keyif almamızı engelliyorsa gelincik çiçekleri için de aynı durum gerçek olabilirmiş. Sevdiğine kavuşamadığında boynu bükük kalan insanla, topraktan ayrıldığında boynunu büküp ölmeye başlayan gelincik çiçeğinin arasındaki benzerlik yıllar boyu insanlara ilham olmuş. Ne yani... Ben şimdi sana kavuşamazsam, biz birbirimize kavuşamazsak ben boynu bükük bir şekilde ölecek miyim? Buna sen izin verir misin peki Ilgaz? İmkânsız aşkı, aşkın yarattığı kederi, kavuşamamanın verdiği hüznü, olmazların feryadını anlatan en güzel çiçekmiş. Bazı insanlar ise gelincik çiçeğiyle değeri aynı doğrultuda düşünürmüş. Şöyle ki özensiz bir davranışla gelincik çiçeği toprağından koparılarak alınabilirmiş. Bu onun ölmesine sebep oluyormuş. Tıpkı bazı insanların sevdiklerine yaptıkları gibi sorumsuzca bir davranış. 'Beni yıpratırsan, beni üzersen, canımı yakarsan ben ölürmüşüm Ilgaz.' Özensizlik, ilgisizlik, gerekli sevgiyi gösterememe, o kadar değerli görülmeme gibi anlamları gelincik çiçeğinin anlamı olarak tanımlamak mümkünmüş. 'Senin bana verdiğin değer bu kadarmış' demenin en nahif şekillerinden birisi gelincik çiçeği olabilirmiş. Kırmızı yapraklarının tıpkı ince dalları gibi tüle benzeyen bir yapısı vardır. Olabildiğince ince ve narindir. Tüle benzer bu yaprak dokusu sebebiyle duvak benzetmesi yapıldığına sıkça şahit olunabilir. Her kadının evlenme aşamasında gururla giydiği duvak gelincik çiçeğinin yapraklarını çağrıştırıyormuş. Ben derin düşüncelerimin içinde kaybolurken, onun nefes alış verişleri kulaklarımı doldurdu. Adım sesleri duydum, adımlar gittikçe bana yakınlaştı ve onun sıcak nefesi sol kulağımı yaktı kavurdu. O bana her yakınlaştığında ıstırap çekiyordum, onun yakınlığı beni yakıyor bana acı veriyordu. Beni kendi ateşine çekmek istiyordu ve bunu başarıyordu, onun ateşi beni cezbediyordu. Kendisine cezbettiği yetmezmiş gibi ateşine de cezbediyordu. Ben ise cezbedilmekten memnun bir hale bürünüyordum. Bedenimi yavaşça ona döndürdüğümde bal rengi gözlerine baktım. Her seferinde baktığım bu gözlerle mest oluyordum. Benliğimi kaybediyor, bir uçurumdan düşer gibi hafifliyordum. Gözlerinden esinlenerek bir lakap taktım ona, sadece benim kullanabileceğim ve yine sadece bana ait olan lakap. Balım... O benim balım. Ilgaz, benim balım. Tatlıyı sevmeyen bir insana, tatlıyı sevdirendi Ilgaz. Annem öldüğünden beri tatlıyı sevmeyen, tatlılardan nefret eden bir insana dönüştüm ben. Ruhumda ve bedenimde yeşeren acı tohumlarını besleyip büyüttüm, zehirde olsa ben o acılara büründüm. Şimdiyse karşımdaki adama pür dikkatle bakarken, kulaklarıma aynı şarkı sesi ulaştı. 'A-a, sabredemiyorsun' Bir adım daha atarak, bana yaklaştı. O adım attığında bir kez geri gittim. 'A-a, fark edemiyorsun' Bir adım daha attı. 'A-a, hissedemiyorsun' Ve bir adım daha. 'Garanticisin, korkuyorsun' Son adımını daha attığında aynı şekilde geriledim. Belimden kavrayıp beni duvar arasında sıkıştırdı, bedenini sıkıca bana bastırdı. 'Gerçeği gözden kaçıran yarim, ah Eğriyi doğruyu şaşıran yarim, ah Aşkımla ruhunu şad ederken, ah Sonunda sabrımı taşıran yarim Seni anlamıyor değilim inan ki Yaşamak değil esaret sanki Hadi benim kendi seçimim sonuçta Gülü seven dikenine dayanır yani Bu durumda kalbine danışacaksın Neye, nereye kadar katlanacaksınO kadar aşkın varsa hemen gelkalbimde karargâh kuracaksın' Yüzüme yaklaştı, burnunu burnuma sürterek gözlerini kıstı. Bedenim alev aldı, neden bilmiyorum fakat nefesimi tuttum. Nefesimi verirsem ölecek hissediyorum, sanki vereceğim nefes son nefesim olacaktı. Bedenimin titreyişi devam ederken bacaklarımda derman bulamadım, onun bedenine bıraktım bedenimi. Başımın iki tarafına yasladığı kollarına tutunmak istedim ancak uzun boyu buna müsaade etmedi, bende mecburi olarak beline tutunmak zorunda kaldım. Çekingenlikle başımı yüzüne doğru kaldırdım, sertçe yutkunup bende bıraktığı etkinin geçmesini bekledim ancak olmadı. Onun etkisi yıllar geçse de hep üzerimde olacaktı. ''Seni istiyorum.'' dedi tek nefesle. ''Benim ol istiyorum. Kadınım ol, karım ol, bana hayat ol istiyorum Aslı.'' dedikleri, başımdan aşağı akan kaynar su etkisi yarattı. Ürkek bir nefes aldım, göğsüne tutundum bu sefer. ''Ilgaz...'' diye mırıldandım. ''Söyle gelincik çiçeğim, Ilgaz'ın seni dinliyor.'' ''Sence bulunduğumuz konum doğru mu? Sen ve ben doğru muyuz?'' ''Bulunduğumuz konumun nesi var Aslı? Bizde ne var?'' bu adamın umursamazlığı beni gerçekten çıldırtıyordu. ''Babam ile arkadaşsın Ilgaz, aranızda ortaklık var. Üstelik...'' sustum, devamını getiremedim çünkü bu gerçekler beni bozguna uğratıyordu. ''Devam et, susma.'' dedi, çenemi kavrayıp eğilmiş yüzümü kaldırdı. ''Senin yanına yakışıyor muyum?'' yüzündeki ifadesizlik gitti, bir anda gülmeye başladı. Ne diye gülüyordu bu vicdansız adam? O güzel gülüşü yüzünden aklımı kaybedip, delirmemi mi istiyordu? Herkese mi böyle gülüyorsun yoksa, sadece benim yanımda mı böyle gülüyorsun Ilgaz? Keşke bu sorunun cevabını alabilsem senden. ''Bu soruyu es geçiyorum, sorulmamış sayıyorum.'' demesiyle yüzüm düştü. ''Yanına yakışmıyor olmamdan mı?'' dedim sessizce. Çenemi kavrayıp boynuma yaklaştı, önce sıcak nefesiyle boynumu yaladı ardından dilini gezindirdi. Başımı duvara doğru atarken, elini başım ile duvar arasına koydu. Böylelikle başımı duvara değil, onun eline çarpmış oldum. Ufak ısırıklarla donattı boynumu, sonrasında etimi vahşice dudaklarının arasına çekip emmeye başladı. Dudaklarımdan kaçan iniltiyle erkekliğini kadınlığıma daha sert yasladı. ''Senin benim yanıma yakışıp yakışmadığın pek önemli değil gelincik çiçeğim, zira senin yanına yakışması gereken benim. Özene bezene yaratılan eşsiz, kusursuz bir kadının yanına yakışıyor muyum merak ediyorum doğrusu?'' başımı daha çok geriye yasladım, o fısıltı halinde konuşurken ben çoktan bitmiştim. O beni yaktı, kül etti. Sonrasında küllerimden doğmama izin verdi. Ben ise kendimi o adama teslim ettim. Bir kez bile düşünmedim başıma gelecekleri. Belki en kötü şeyler gelebilirdi ancak ben bu adam için o günlere razıydım. Zira bu adam benim yanımda olduğu sürece, benim atlatamayacağım hiç bir şey yoktu. Ilgaz ömrümü adadığım, hiç düşünmeden hayatımı ve kendimi ona teslim ettiğim adam...
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE