2
Yattığım yerde tekrar diğer tarafa döndüm. Yatağım çok rahattı, odamın ısısı rahat uyuyabileceğim bir dereceye ayarlanmıştı, yorulmuştum, alkol aldığım için mayışmıştım fakat bunların hiçbiri beni uykuya sürüklemiyordu. Güneş doğmak üzereydi. Kendime direnip dursam da aklıma istemsizce yeni tanıştığım adam geliyordu. Düşünmemeyi telkin ederken bile onu düşünüyordum. Telefonumu alıp sosyal medyasına gizlice bir göz atmayı aklımdan geçirmiş ve sonra iradesizliğimden utanıp kendime kızmıştım. Neyse ki bunu yapmadım.
Boynumdaki kolyeyi de aldığım ilk doğum günü hediyesiymiş gibi çıkarmamıştım. Bir daha karşılaşmayacağım, karşılaşsam da asla konuşmayacağım bir adam için fazla zaman harcıyordum. Onun bir önemi yoktu, sıradan biriydi işte. Hem laubali, ukala ve kendini beğenmişin tekiydi.
Oflayarak ince örtümü çekiştirerek diğer yana döndüm. Yasak olanın çekiciliğinden nefret ediyordum. Tamam, adam yakışıklı, uzun boylu ve gülüşü çok güzel bir adamdı ama ben yüzde doksan sekiz onu abimin düşmanı olduğundan düşünüyordum. Yoksa ilk görüşte âşık olacak hâlim yoktu, aşk da zaten sadece saçmalıktan ibaretti.
Koyun saymak, sıkıcı bir müzik, gözlerini kapatıp beklemek, hiçbiri uykuya dalmama yardımcı olmayınca kalkıp küfür ede ede banyoya girdim. Ilık tenimden süzülürken kafamın içinde bir manzara canlandırmaya çalışıyordum. Zihnimi arındırmalıydım, bir süre sonra o da kendiliğinden silikleşip tamamen silinecekti. Adını unutmuştum bile. Hayır, bu yalandı ama unutabilirdim. İçimden bile söylemezsem hemen unuturdum. Belki de sarhoş olmuşumdur ve uyandığımda bu geceyi tamamen unutmuş olurum fakat ne yazık ki oldukça ayık hissediyorum.
Sabah kahvaltı masasında abimin yanındaki sandalyeye oturduğumda hemen tabağıma biraz zeytin aldım. Biraz dalgındım, az uykudan gözlerimin altı şişmişti ve berbat bir sabah geçiriyordum. “Günaydın.”
“Günaydın.” Abime baktığımda onun da çok keyifli olmadığını gördüm. Oysa son zamanlarda ne zaman görsem yüzü gülüyordu. Sonuçta uğruna Bursa’dan İstanbul’a taşındığı kadın artık evimizde kalıyordu. Hiç o olduğunu, hatta kalbine birinin dokunduğunu söylememişti ama çok içtiği bir gece, o benim orada olduğumdan dâhi haberdar değilken, Talat’a ‘bu şey niye canımı yakıyor, hiç konuşmadığı biri uzakta diye üzülür mü insan?’ diye sorduğunu duymuştum. ‘Ben kimseyi sevemem. Daha önemli şeyler var. Biliyorsun. Kimseyi geçtim, onu hiç sevemem. O da beni sevmez, başkasını seviyor. Sevmesin de’ demişti. İçli içli dert yanışını hiç unutamamıştım ama soramadım da. O gece haricinde bir kadından bahsettiğine de hiç şahit olmadım ama onlarla olduğum kısacık zamanlarda Hafsa’ya bakışları, davranışları, daha önce benim haricimde hiçbir kadına göstermediği nazik kalbi bas bas bağırıyordu her şeyi. Sanırım kendine koyduğu yasakların prangaları sökülmüştü yerinden.
Tabağında her zamankine nazaran biraz daha az yiyecek görünce şaşkınlıktan dilimi yutacaktım. Abimin iştahını kesebilecek çok az şey vardı, kesin kötü bir şey olmuştu. Kaşlarımı çattım. “İyi misin? Bir şey mi oldu?”
“Neden soruyorsun?”
Çenemle tabağını gösterdim. “İştahın kapanmış, yüzün de biraz asık.”
Eliyle yüzünü ovuşturdu. “İşle ilgili biraz tatsız bir durum var ama önemsiz. Ben hallederim. Sen nasılsın? Parti nasıl geçti? Yorgun görünüyorsun.” Her şeyin sorumluluğu ondaydı. Bana anlatmıyordu, ben de sormuyordum. Bilmememin daha iyi olacağına dair sessiz bir anlaşmaya varmıştık. Onun bütün işlerinin legal ya da temiz olmadığını biliyordum ve devamını öğrenmemem için bu yeterliydi. Nasıl iyi dövüşeceğimi, silah kullanacağımı bana öğretmiş olsa da aslında böyle şeylerden hoşlanmıyordum ve bir gün ona bu yüzden bir şey olacak diye de yüreğim ağzımda yaşıyordum. Yine de son bir yılda eskisine göre oldukça yumuşamıştı kalbi.
Esnerken elimin tersiyle ağzımı kapattım. “Evet, uykumu alamadım pek.”
“Dinlenseydin, çok geç geldin zaten.”
Başımı hafifçe iki yana salladım. “Derneğe uğrayacağım. Vaktim olursa ofise de giderim.” Bir süredir derneği aksatıyordum ve bu beni huzursuz ediyordu.
“Sen bilirsin, ben gece Kıbrıs’a geçebilirim haberin olsun.” Gülmemek için dudağımın içini ısırdım. Mutluydum aslında kendi içini parçalayan ama dünyam dediği benimle dâhi paylaşmadığı hüznü son bulduğu için fakat o anlatana dek bilmezden gelmem en doğrusuydu.
Ben de dernek için önümüzdeki ay bir yardım etkinliği düzenlemeyi planlıyordum. Onun hazırlıklarına başlayabilirdim. “Tamam.”
Kahvaltımıza devam ederken partiden bahsettik. Dilimin ucuna kadar gelen gecenin sonundan bir türlü bahsedemedim. Söylemem gerekiyordu ama kelimeler dudaklarımın arasına sıkışıp kalmıştı. Bana bir şey olmamıştı, evde güvendeydim ve çıktığımda da korumalar yanımdan ayrılmayacaktı. Tehlikede olduğumu düşünmüyordum, bu durumda onu tedirgin etmeme ne gerek vardı. Tedbirli davransam yeterliydi. Hem zaten canını sıkan bir durum olduğunu da söylemişti. Bir de bunu dert etmesin.
Yüzüne baktıkça ondan bir şey saklıyor gibi suçlu hissetmeye başladığımdan ayaklandım. Çoktan doymuştum da, yola çıksam iyi olurdu. “O zaman haberleşiriz. Afiyet olsun.”
Yanağına çabucak bir öpücük kondurup aceleyle evden çıktım. Mithat ve ekibi peşime takılmıştı bile. Arabamın sürücü koltuğuna geçtiğimde o da yanıma oturdu. Bazen ona bıraksam da araba sürmeyi sevdiğimden sıklıkla kendim kullanıyordum. “Günaydın Mahra Hanım.” Bir de resmi olmayı aşırı seviyordu. Artık ona ismimle hitap etmesini söylemekten dilimde tüy bitmişti, o dinlememekten bıkmamıştı.
“Günaydın Mithat Bey” dedim dalga geçerek. “Bugün zatı âliniz nasıllar? Afiyettesiniz inşallah.”
Kalın kaşları hafiften çatıldı, gülümsemeyi bilmeyen dudakları yine düz bir çizgi halindeydi. “İyiyim, teşekkür ederim. Siz nasılsınız?” Alaycılığıma karşılık normal davranmaya alışmıştı. Koltukta oturuşu bile dimdikti. Bu kadar kasıntılıktan hiç mi yorulmadığını bazen merak ediyordum. Daha ben cevap veremeden “izin verirseniz arabayı ben kullanayım, dün alkol aldınız. Uykusuz da görünüyorsunuz” dedi.
“Kötü mü görünüyorum?” Yalandan aynaya baktım. “Hâlbuki o kadar da özenmiştim hazırlanırken.” Her zamankinden ayrı bir özen göstermişliğim yoktu ve gözaltlarım kapatmaya uğraşsam da biraz şiş duruyordu ama onunla uğraşmak eğlenceliydi.
“Af edersiniz, öyle demek istemedim. Gayet iyi görünüyorsunuz. Ben güvenliğinizi düşünerek konuştum.”
Siteden yeni çıkıyorduk. Arkamızda iki araba daha bizi takip ediyordu. Mithat’ın kendini açıklama çabasına güldüm. Arabayı kullanabilecek durumdaydım fakat bunu yaparsam Bursa’ya kadar huzursuz olacaktı. Kenara çekip kapımı açtım. “İyi, geç bakalım.” Benim için arka koltuğun kapısını açtı, oturmadan koyu yeşil saten gömleğimi düzelttim.
O sürücü koltuğuna geçip arabayı yeniden çalıştırırken “derneğe gidiyoruz” dedim. Çantamdan çıkardığım telefonumun ekranını açıp sosyal medya hesaplarımdan birine girdim. Birilerinin zerre umursamadığım paylaşımları akışıma düşerken gözüm alttaki arama sembolüne takılıp duruyordu. Bir kere bakma dürtüsü beni kaşıyordu. ‘Saçmalama Mahra’ diye içimden söylendim kendime.
Dernekte üyelerle toplanıp düzenleyeceğimiz organizasyon üzerine konuşmamız akşamüstü ancak bitmişti. Abim Kıbrıs’a yola çıkacağına dair mesaj atınca kalıp ertesi gün de çocukları ziyaret etmeye karar verdim. Burada günüm çok yoğun geçiyordu, aptalca şeyler zihnimi meşgul etmiyordu ve faaliyetlerimizle uğraşmaktan mutluydum.
Bursa’daki beşinci günümde hafta sonu olduğundan evdeydim. Dışarıda güzel bir bahar havası vardı. Bütün hafta çalışmış olmama rağmen haftayı dinlenerek geçirmiş gibi çok dinç hissediyordum. Görüntülü aramadaki Lalin’le sohbet ederken bir yandan da dolaptaki kıyafetlerimden birini seçmeye çalışıyordum. Ayna karşısında üstüme tutarak baktığım elbiseyi de diğerlerinin arasına bırakırken “beni delirtiyor. Her şeye karar vermekten yoruldum. Bunu ona söyleyemiyorum da ama çok bunaldım” diye şikâyetini sürdürdü. Umur iyi bir adamdı ve ilişkileri gayet sorunsuz ilerliyordu normalde ama Lalin’e olan düşkünlüğü göremediği şekilde zarar veriyordu ikisine.
Bordo, karın bölgesi açık, göğsünde bağlı aşağı sarkan iki parça kumaş olan mini bir elbiseye bakıyordum. “Bence böyle için için kendini yiyeceğine konuşmalısın. Kırılsa da gönlünü alırsın ama bu şekilde sana dert oluyor. Hem birbirinize iki kelime edemeyecekseniz niye berabersiniz?”
Omuz silkti. Elindeki buz dolu kahveden bir yudum alıp kararsızlıkla bana baktı. “Ama çok üzülür. Ne giyeceğini bile bana sormak o kadar hoşuna gidiyor ki, anlayamıyorum onu. Bir insan karar verme yetisini kendi kullanmamayı niye tercih eder? Ve o bordo gayet iyi. Onu giy bence.”
Tek kaşımı kaldırdım. Yani, idare ederdi. Elbiseyi yatağa bırakıp telefonu elime alarak yere oturdum. “Lalin sen bugüne kadar sadece sana açılamadığı zaman ilişkinizle ilgili yakınmıştın. Belli ki bu konu senin için önemli bir problem. Bunu bir paylaşım olarak görüyordur belki. O üzülmesin diye sen böyle hissetmemelisin. Yargılar gibi konuş ya da git azarla, kavga et demiyorum. Al karşına anlat nasıl hissettiğini. Buna da alınıp kırılacak kadar çocuksa bir ilişki yaşamasın zaten.” Ben insan ilişkileri konusunda katıydım, kestirip atma meyilim çok yüksekti. Hiç uzun ilişki yaşayamamıştım, her seferinde de bitiren taraftım. Kumsal, Derya veya ortak arkadaş grubumuzdaki diğerleri benden çok daha yapıcıydı. Lalin de keskin ve sert bir yapıya sahip olduğundan törpüleyerek konuşmaya özen gösteriyordum. Yine de yeteri kadar olgun olmayan kimsenin bir ilişki yaşamaması gerektiğine inanıyordum.
Diğer yandan Umur kolay kolay Lalin’i bırakmazdı. Kendini düzeltmeyi denerdi de çünkü onu uzun zamandır seviyordu. Özgüveni zayıftı, yıllarca açılamamıştı. Hatta Lalin gidip ‘yeter artık, seviyorsan seviyorum de ya da sevme beni. Ben artık bu aptala yatma oyununu oynamak istemiyorum’ demeseydi hiç sevdiğini söyleyebilir miydi bilmiyorum. “Haklısın. Ama korkuyorum.”
Anlayışla gülümsedim. “Lalin, ilişkiniz bu kadar zayıf ve kırılgan mı?” Saati fark edince yine geç kalacağımı anlayıp kameranın görüş açısından çıkıp üstümü çıkardım, elbiseyi giydim. “Ben hiç sanmıyorum. Ama ilişki terapistine gidebilirsiniz. Senin aklındakileri söyleyememen, onun da sana bu kadar bağımlı yaşaması sorun ve bunu çözmeniz için profesyonel yardım almakta yanlış bir şey yok.”
Makyaj masama telefonla beraber geçtim. Geç kalacak birine yakışmayacak şekilde saçlarımı düzleştirmeye başladım. Nur ve Alpay neyse de Hazan’ı ben alacağım için biraz acele etsem iyi olurdu. Ona ‘çok az gecikeceğim’ yazıp sonuna öpücük atan ifade koyarak mesaj attım. “Doğru söylüyorsun. Saçımı başımı yolacağım yoksa. Ya da en sonunda patlayıp bağırarak çok uygunsuz bir şekilde derdimi ifade edeceğim.”
Bu kadar duvarları olan birinin içinde olduğu ilişkide kendi duvarlarına hapsolmasına şaşırıyordum. Diğerlerine karşı, kim olursa olsun lafını sakınmayacak bir kadındı o. Şimdiyse kim bilir ne kazar zamandır içinde aşmaya çalıştığı bu konuyu benimle paylaşıyordu. Yüzünden hâlâ sıkıntısı okunabiliyordu, onu biraz rahatlatmak istedim. “Güzelliğim her şey yoluna girecek, eminim. Bak, baktın olmuyor abime söyleriz Umur’a güzellikle öğretir nasıl bir adam olması gerektiğini. Müthiş yöntemleri var.”
Son söylediğim onu da güldürdü. Bir kere bir erkek arkadaşım giyimime laf etti diye abim adamı dövüp sonra mini etek giydirmişti. ‘Bak sen istediğini giyiyorsun benim güzel kardeşim tek kelime ediyor mu?’ diye sormuş sonra da büyük bir ciddiyetle bana dönmüştü. ‘Ediyor musun Mahra?’ Ben başımı iki yana sallayınca da ‘medeni olun ulan, senin gibiler binlerce senede primat gibi yaşamanın ötesine geçemediniz siktiğim herifleri’ diye nutuk çekmişti.
Özer ‘bana oradan bir İldemir Kavas sarın’ diye araya girdiğinde abimin öfkesinden payını almaktan zor kurtulmuştu. “Sağ ol bebek ama kalsın. Halledeceğim. Sen fıstık gibi oldun, hadi iyi eğlenceler. Öpüldün çokça.”
Ben de ona öpücük atıp telefonu kapattım. Makyajımı da yapıp çantama günlerdir makyaj masamda duran kolyeyle birlikte ihtiyacım olabilecek şeyleri apar topar atıp evden çıktığımda Mithat her zamanki gibi beni karşıladı. Güne erken başlayıp geç bitirdiğimden çoğu zaman dinlenemiyordu, izin yaptığı zamanlar da çok nadirdi. Dönüşümlü çalışabileceği birini ayarlamayı önermiştim ama o kimseye güvenemeyeceğini, ayrıca işinden memnun olduğunu belirtmişti. Abime can borcu vardı ve bunu bu şekilde ödüyordu. Önümde saygıyla eğilip hızla arabamın kapısını benim için açtı.
Diğer korumalara araçlara geçmeleri için eliyle bir işaret yaparken aynı zamanda eteğimden dolayı binerken sorun yaşamamam için kapının yanında duruyordu. “Hazan’ı alacağız ve oradan da sana konum attığım yere geçeceğiz.”
“Tabii efendim.”
Mithat ile ikimizin telefonunda bulunan ortak bir uygulama sayesinde gittiğim rotalar kaydoluyor, gideceklerimi de önden işaretliyordum ve böylece kolaylıkla adım adım takip edebiliyordu. Onun izin verdiği ölçüde de diğer korumalar tam konumumu görebiliyordu. Yani şu an Hazan’ın adresi uygulamada kayıtlıydı, gitmeyi planladığımız lokasyonu da işaretledim.
Onun evine ulaşana kadar abimle mesajlaştık. Kıbrıs'a gittiğinden beri pek keyfi yoktu, yansıtmamaya çalışıyordu ama onu tanıyordum. Mithat'ı da normalden sık arıyor, sürekli güvenliğimi kontrol ediyordu.
Mekâna ilerkerken ise telefonumu çantama atıp Hazan'la sohbet ettim. Bir reklam çekiminin onu ne kadar yorduğundan, çekim bittiğine göre hazır sezon arasındayken tatile kaçacağından bahsediyordu. Hazan oyuncuydu, oynadığı dizilerin pek çoğu tutuyor, dışarı çıktığında herhangi bir yerde sıklıkla tanınıyordu. Seviyordu ünlülüğün getirilerini ama bazen bunaldığından yakınırdı.
Araç mekânın önünde durduğunda Mithat önden indi. Arkadaki adamların uygun konumları almasını işaret edip etrafı kolaçan ettikten sonra kapımı açtı. Ben inerken açısını ayarladı. Nur ve Alpay'ın bizi beklediği locaya kadar birkaç adım gerimden beni takip eden üç kişi dışında mekânın içi ve dışı da pekçok korumayla doluydu. Kulaklıklar üzerinden birbirleriyle iletişim kurabiliyorlardı. Her biri görev adamıydı, iyi eğitimli ve çok dikkatliydiler.
Alpay bize bir şişe açtırırken ben kolyeyi gözlerini üstümden ayırmayan adamlara çaktırmadan nasıl ona verebileceğimi düşünüyordum. Elbette arkadaşlarımı seviyordum ama bu gece dışarı çıkmamın asıl sebebi Alpay'a kolyeyi verebilmekti.
Bir şeyler içip vücudumu hareketli müziğin ritmine uygun olarak hareket ettirirken etrafı taradım. Aşağısı bedenleri birbirinden ayırt edemeyecek kadar kalabalıktı. Hazan ve Nur kalkmış karşılıklı dans ediyorlardı ki çılgınca eğlenir bir halleri vardı. Alpay arada videolar çekiyor beğendiği birkaçını sosyal medyaya atıyordu. "Mahra" dedi bir anda. Yüzüme çevrilmiş telefona bardağımı kaldırıp gülerek poz verdim.
Çantamla ayağa kalkıp dans eden Nur'un kulağına yaklaştım. "Lavaboya gidelim." Alpay'ı kadınlar tuvaletine sokamazdım ama Nur aracılığıyla sorunumu çözebilirdim.
Nur bir an hafif kaşlarını çatıp anlamamış gibi baksa da "tamam" diye bağırdı. Hareketleri hafif sarsaktı, belli ki alkol etkisini gösteriyordu. "Biz" dedi bütün mekâna duyurmak istercesine. Bir yandan da eliyle ikimizi işaret ediyordu. "Tuvalete gidiyoruz."
Alpay'ı elinden tutup çekerek ayağa kaldırdı. "Sen de Hazan'a eşlik et."
Benim yürüdüğümü gören Mithat kulaklığına dokunup bir şeyler söyledi. Ardından bana doğru bir adım attı ama elimle durmasını işaret ettim. Dudaklarımı okuyabileceği şekilde nereye gittiğimi söylediğimde yine kulaklığından birilerine talimatlarda bulundu.
Tuvaletin önünde bekleyen iki adamı görünce kime talimat verdiğini anladım. "Ay işerken bile mi koruyorlar seni?"
Nur'un cümlesiyle biraz utanır gibi olsam da neyse ki arsız biriydim. Bir de korumalardan birini süzüp "bu taş gibiymiş" deyip göz kırptı. Onu tuvalete çekiştirirken söyleyeceğimi hatırlayıp yerine getirebilecek kadar ayık olmasını umuyordum.
Sanki içeri çekiştirilerek girmemiş gibi koşturarak aynaya gitti.
Ellerini iki yanağına koyup "ben de fena değilim ama şu güzelliğe bak tanrım özene bezene boş vaktinde yaratmış, tü tü maşallah" diye kendiyle aşk yaşamaya başlamıştı. Omuzlarına düşen saçları havalansın diye başını çeviriyor, çevirdikçe alkolden muhtemelen başı dönüyordu. "Çarpıldım güzelliğimden."
Yanında durup çantamdaki kolyeyi el yordamıyla aramaya başladım ama Nur boş kabinleri işaret etti. "Git işe, bekliyorum ben burada. Biz üç kişi" eliyle üç yapıp kaldırdı. "Seni koruyoruz şu an."
"Kızım deli misin divane misin? Bir dur." Kolyeyi nihayet bulabildiğimde çekip çıkardım.
"Ya" dedi uzatarak. "Bana hediye mi aldın aşkım? Yerim seni ne tatlısın."
Göz devirip "hediye değil bu" diye açıkladım.
Burnunu kıvırdı. "Zaten çok da beğenmemiştim, kırılma diye rol yaptım. Ne bu, niye bana verdin o zaman?"
"Bunu çaktırmadan Alpay'a vermem gerekiyordu, onu tuvalete getiremezdim. Senin bu kadar uçtuğunu bilsem Hazan'ı alırdım ya neyse."
"Aman ne olacak tuvalete erkek attın zannederlerdi en fazla."
Tabii kardeşini tuvalete atmamda onun için hiç sakınca yoktu. "Yoksa siz" deyip gözlerini kısarak yüzümü inceledi. Garip mimikler sergiliyordu. "Siz gizli gizli görüşüyor musunuz? Benden nasıl saklarsınız?"
Drama Queen olarak ellerini temiz görünen ama mikrop yuvası olduğunu tahmin ettiğim lavaboya yasladı. Diğerini de ters olarak alnına koymuş Yeşilçam'da duydukları ile yıkılan bir karakteri canlandırıyordu.
Böyle giderse birazdan onu sarsıp kendine getirecektim. "Nur! Kafanı şu pis lavaboya sokup su basmadan kendine gel. Bunu Alpay'a verip benim için temiz mi diye incelemesini rica eder misin?"
"Ohoo, temizleyiciye bile yatırırım senin için. Özel takı temizleyici almıştım yeni ona koyarım mis gibi olur."
Sakin kalmaya çalışarak derin bir nefes aldım. "Ne olur sadece Alpay'a ver. Nur bu çok önemli. O yüzden lütfen bunu yapabilecek kadar ayık kal olur mu?"
Selama durmaya çalışan ama omurgası yamuk bir asker gibi dimdik durdu. Bunu yaparken gözlerini de kocaman açmıştı. "Ben apayığım şu an."
"Kesinlikle" alaycı onayımla beraber kapıya yürüdüm. "Hadi çıkalım, çok oyalandık."
Çıkarken ağzımı açık bırakarak kapıdaki korumamın yanağından bir makas aldı. Adam sesini çıkarmadan elleri arkada beklemeye devam etti. Gözleri benden bir saniye dâhi ayrılmamıştı. Ben mahcup bir gülümsemeyle arkadaşımı çekiştirirken o da kulaklığından Mithat'a lavabodan çıktığımı iletiyordu. "Ne yapıyorsun?"
Nur gayet rahat bir şekilde gülerek "eğleniyorum. Sen ne zaman bu kadar kasıntı oldun?" diye cevapladı sorumu.
Gecenin ilerleyen saatlerinde eve dönerken Hazan'ı da bıraktık. Nur çıkarken kardeşinin omuzuna yığılıp kalmıştı. Sabah mesaj atıp kolyeyi hatırlatmam gerekecekti. Bu işi Ertuğrul abi ve ekibi de yapabilirdi ama bir şey çıkarsa nasıl açıklayacağımı bilememiştim.
Üstümü değiştirip yatağa girmiştim ki telefonuma bir bildirim sesi düştü. Uykum vardı ama bu saatte ne mesajı geldiğini merak ettim. Yatağın kenarına attığım telefona uzandım.
Daha ekranı açmadan birkaç bildirim sesi daha geldi. Kaşlarımı çattım. Kilit ekranımda içeriği görünmeyen mesaj bildirimleri sıralanmıştı. Şifremi girip uygulamayı açtığımda önce kalp sembolünü gördüm. En üstte 'blkn_korkut gönderini beğendi' bildirimi vardı. Aklını mı kaçırmıştı? Gönderilerimin beğenileri yüksekti ve bu çok eski bir paylaşımdı ama abim aşırı pimpirikliydi, haklı gerekçeleri de vardı ve bunu görse güvende olduğumdan emin olana kadar ne yapacağını kestiremiyordum. Geri gelip mesaj simgesine bastığımda bir de üstüne mesaj pardon mesajlar gönderdiğini gördüm. Bir kostüm partisinde cadı kılığına girdiğim, altında 'am I ugly enough?' yazan fotoğrafımı beğendikten sonra bana göndermişti.
'Bence bu sorunun cevabını zaten biliyorsun ama yine de duymak istiyorsan'
'Herkes kör olsa güzelliğin görmeyen bir göze vuran güneş ışığı olurdu.'
'Ben yeterince dürüstüm. Peki sen? Beni düşündün mü Mahra Kavas?'
'Yeterinceden fazla güzelsin. Ama'
Üç nokta belirdi. Hâlâ bir şey yazıyordu. Çok geçmeden yeni bir mesaj düştü. Bu sefer o da İngilizce yazmıştı. 'Yeterince cesur musun?'
Aklımdan zar zor attığım Korkut Balkan zihnime kendini kazımak ister gibiydi. Ve işin kötü tarafı kalbim daha adını gördüğümde gürültüyle atmaya başlamıştı. Yasak olanın tatlı tadı, heyecanı beni sarıp sarmalıyordu. Sonu ikimiz için de hiç de iyi olmayacaktı.