NOT: Bölümler detaylı +18 sahneler içermektedir. Lütfen bunu göz önünde bulundurarak okuyun
DİCLE
Annem başımda dikilmiş, “Demir ağa ile evleneceksin!” dedi. Beni üç çocuklu bir adama kuma olarak vereceklerdi. Düşüncesi bile cehennem azabıydı.
Önünde diz çöktüm. Eteklerini öptüm. Hıçkırıklarım arasında “Kurban olayım anne… Yapma! Başka bir yol bulun” dedim.
O da yere çöktü. Kollarımı tuttu. Küçük bir çocuk gibi sarsıla sarsıla ağlamaya başladı. “Günlerdir sana başka bir yol olmadığını anlatıyorum. Başka çare yok, yavrum” dedi. Beni göğsüne çekti. Sıkıca sarıldı. Titreyen elleriyle saçlarımı koklayıp öperken “Kanın durması için tek yol berdel.” Dedi. “Eğer sen kuma gitmezsen, kardeşlerin tek tek kan davasına kurban gidecekler. Asil'i, Altemur'u, Yiğit'i, yeğenlerini düşün.”
“Ama… “dedim. Devamını getiremedim. Çaresizlik içinde dizlerimin üzerinde kollarımı bedenime sarıp öne eğildim. Alnım neredeyse halıya değiyordu. Öne arkaya beşik gibi sallanırken ölmek istiyordum. Ama benim ölmem çözüm değildi ki.
Annem yüzünü gözünü silip ayağa kalktı. “Sabah imam nikahı için gelecekler” deyip odadan çıktı.
O gidince kendimi halının üzerine bıraktım. Cenin pozisyonunda yattığım yerde, tırnaklarımı halının yumuşak yüzeyine geçirdim. Gözyaşlarım halıya damlarken gözlerimi kapattım. Zaman bir anda geçmişe aktı… On sene önceye… Vural’la arabadaydık. Eve dönüyorduk. Yüzümü koltuğa yaslayıp onu izlemeye başladım. Aşıktım bu adama, hem de deli gibi.
Gülümseyerek bakışını yoldan bana çevirdi. “Çok dikkat dağıtıcısın” dedi.
“O kadar insanın ortasında yere çöküp hal halı bileğime taktığına hala inanmıyordum.” Dedim.
Restorandaki yemeğimizi hatırlatınca elimi tuttu. Avucunun içindeki elimi öperken gözlerini yoldan ayırmıyordu. “Abartılacak bir şey yok ki, karım değil misin?” dedi.
Ayağımı kaldırıp bileğime baktım. Altın hal hal o kadar zarifti ki ama benim için onu asıl değerli kılan Vural’ın hediyesini sunuş şekliydi. Gözlerimi ayak bileğimden ayırmadan “Dünyanın en şanslı kadın olabilirim” dedim. Karnıma yerleştirdim sağ elimi. “Bebeğimizde dünyanın en şanslı çocuğu olacak”
Vural elimi bırakıp karnımı okşadı. Gözleri yol ve benim aramda gidip geliyordu. “Dünyanın en şanslı adamı da ben olmalıyım” dedi. “Seni çok seviyorum”
Ela gözlerine baktım. “Bende seni seviyorum” dedim. Tam bu Esnada Vural şok olmuş bir ifadeyle, korkuyla frene asıldı. Ara yoldan çıkan kamyona çarptığımız an zifiri bir karanlığa hapsoldum.
Vural’ın yüzü hafızamda son gördüğüm haliyle kaldı. O günden beri onun yüzünü ne zaman hatırlamak istesem o kaza anında ki korku dolu ifade geliyor aklıma. Vural gitmişti. Bebeğimde öğle. Bir tek ben kurtulmuştum. Tabii buna kurtulmak denirse.
Gözyaşlarım halıya damlarken yerimde doğruldum. 10 yıldır dinmeyen, kabuk tutmayan, ilk günkü gibi sızlayan o yaranın üzerine koydum elimi…
Şimdi, on yıl sonra, eski yaram iyileşmeden başka bir yara açılıyordu içimde. Aşiretin kararıyla, hiç tanımadığım bir adama, Kazvanoğulları aşiretinden Demir Ağa’ya kuma olarak gidiyordum. Çünkü kardeşim Altemur, Demir ağanın babasını öldürmek zorunda kalmıştı. Evli, üç çocuklu biriydi Demir ağa. Ben, o adamın ve karısının gölgesinde, bir kuma olacaktım. Ölene kadar Vural’a sadık kalmaya yemin etmişken, tanımadığım bir adamın yatağına, hayatına zorla sokuluyordum. Düşüncesi bile midemi bulandırıyordu. Daha kötü ne olabilir ki dedikçe acılarım katlanarak çoğalıyordu. Benim kaderim kara değildi. Benim kaderim kırmızıydı, kanla yazılmıştı.
Sabah saat 10.30 da yatakta çaresizce kıvranırken annem içeri girdi. Yüzünde o tanıdık çaresizlik. Ağladığı kızarmış gözlerinden belliydi. Gözlerini silmiş olsa da saklayamıyordu. Boğuk çıkan sesiyle “Hadi kızım,” dedi, yutkundu. “Kazvanoğulları geldi. İlyasla Neval’in nikahı kıyıldı. Sıra sizde. Bizi bekliyorlar.”
Kuzenim İlyas, düşman aşiret olan Kazvanoğullarının kızıyla evlenmiş, sıra bana gelmişti. Karşılıklı mal takası yapılıyor gibiydi. Kelimeler boğazıma düğümlendi. Konuşamadım. Ama gözlerimden süzülen yaşlar annem için anlamı ağır, sessiz birer kelimeydi. Beraber odanın kapısından çıkarken Vural’ımın sesi çınladı kulaklarımda. Son yediğimiz akşam yemeğinde “Seni hep seveceğim,” deyişi. Kapı eşiğinde arkamı dönüp yıllardır kocamın hayaliyle yaşadığım odanın içine baktım, sanki onu görecekmiş gibi. Ama yoktu.
Annem “Hadi kızım. Bekliyorlar” dedi.
Beraber odadan çıktık. Koridorda ilerlerken amca oğlu İlyas ve ortanca erkek kardeşim Altemur’u gördüm. İlyas’ın gülen yüzü beni görünce hüzünle kaplandı. Çünkü yapılan berdelden tek karlı çıkan, tek mutlu olan kişi İlyastı. İlyas düşman aşiretin kızı olan Neval'i çocukluğundan beri seviyordu. Berdel sayesinde imkansız görünen aşkına kavuşmuştu. Ama ben...
Yanlarına vardığımızda Altemur “İyi misin abla?” diye sordu bana. Bu soruyu öylesine sorduğunun farkındaydım. Bende öylesine “İyiyim” dedim.
Konağın salonuna girdik. İçeride tek tanıdığım büyük kardeşim Asil ve bizim aşiretten Hüsrev ağaydı. Yan yana koltuklarda oturuyorlardı. Odadaki tek cinsim Neval olduğu aşikar olan genç kızdı. Onların dışında Kazvanoğulların'dan gelen dört tane adam vardı. Onları ilk defa görüyordum. Hangisi Demir Ağa, bilmiyordum. Annem adamlardan yaşı en ileri olana bakarak “Tamer Ağa, nikaha geçebiliriz” dedi.
Geriye üç adam kalmıştı. Onlardan biriydi evleneceğim adam. Adamlardan ikisi koltuklardan kalkarak salonun ortasında durdular. İkisi aynı yaşlarda olsalarda fizik olarak biri ufak tefek diğeri heybetliydi. Annem kolumdan tutup beni o iri adamın yanına götürdü. Demir Ağa. Kırklı yaşların başında, babayiğit bir adamdı. Gözlerim yere çakılı, ama bir an başımı kaldırdım. O an, onunla göz göze geldim.
Kısa boylu adam karşımızda durdu.İmamdı. Şahitlerimiz Hüsrev ağa ve Kazvanoğullarından gelen diğer adam oldu. Sorular soruldu, zoraki cevaplar verildi. Dini nikah dakikalar içinde gerçekleşti.
Nikah sonrası salonda tatlı servisi yapılmaya başladı. Demir ağa anneme bakarak “Çok fazla vaktim yok” dedi ve bakışını bana çevirdi. “Hazırsanız on dakikaya kadar çıkalım”
Adamın bakışları içimi deldi geçti. Tedirgin oldum. Konuşmadan başımı salladım. Altemur “Ne bu acelen Demir ağa” dedi.
Demir ağa “Ben yoğun bir adamım Altemur ağa” diye yanıt verdi. “İş güç beni bekler”
Altemur ve Demir ağa konuşurken annemle birlikte salondan çıktık. Bavulumu almak için odama döndük. Odaya girer girmez annem bana sarıldı. Gözyaşları göğsüme damlıyordu. Onunla birlikte bende ağladım. Ama bir evlat için annesinin gözyaşlarının sebebi olduğunu bilmek, çok ağırdı. Onun benim için daha fazla üzülmesini, ağlamasını istemedim. Annem zaten hiçbir zaman mutlu bir kadın olmamıştı ki. Kaderime bir kere daha razı olmak zorunda kaldım. Gözlerimi silip “Bu benim kaderimse, elden bir şey gelmez. Üzülme artık” dedim.
Kendine çeki düzen verdi. Yüzünü gözünü kurulayıp toparlandı. Yanağımı şefkatle okşayarak “Sen artık Demir Ağa’nın karısısın,” dedi. Elimi tuttu. Yatağa oturduk.
“Yeni hayatına alışmaya çalış, kızım,” dedi. “Belki de senin için hayırlı olan budur. Belki Zamanla her şey yoluna girer. Eğer orada mutlu olmak istiyorsan, kocanı doyurmasını bilmelisin. Erkek milleti uçkuruna düşkündür. Evliliğin yüzde doksanı yatak, onlar için. Kadınlığınla onu etkilersen, ezilmezsin.” Cinsellikle ilgili yaptığı konuşma yüzüme bir tokat gibi çarptı. Vural’la geçirdiğim o aşkla dolu gecelerden, onun ilk ve son olacağını düşündükten sonra, şimdi tanımadığım bir adamın bana dokunması, sahip olması… Midem bulanıyor, utançtan yüzüm yanıyordu. Başımı çevirdim, cevap vermiyordum. “Anne lütfen, daha fazla bir şey söyleme” dedim.
Bavulumu aldım, sürüyerek odanın kapısına ilerledim. Kapıyı açtığımda kardeşlerimle karşılaştık. Önde Altemur, hemen arkasında Asil vardı. İkisininde gözleri kederliydi. Sanki evden cenaze çıkıyordu. Altemur “Abla…Orada sana kötü davranırlarsa hemen bizi ara” dedi.
Asil “Berdel falan dinlemem, canını yakanın canını yakarım.” Diye devam etti.
“Üzülmeyin. Bir sıkıntı olursa ararım sizi.” dedim. Sanki adam etlerimi kör bıçakla kesse arayabilecekmişim gibi. Demir ağa babasının katilinin kardeşini kuma almıştı. Orada bana iyi davranılmayacağını hepimiz biliyorduk. Konuyu dağıtmak için on yedi yaşını yeni bitiren erkek kardeşim Yiğit'i sordum. "O nerede? Aşağıda da yoktu"
Annem Yiğit'in çok üzgün olduğu için ortadan kaybolmuş olabileceğini söyledi. Hepsiyle sarıldım, vedalaştık. Altemurt bavulumu aldı. Hep beraber konağın ana çıkış kapısına gittik. Gelinler ortalarda görünmüyorlardı. Avluya çıktığımızda Sarya’yı, Yonca’yı, Rozerin ve yeğenlerimi gördüm. Bizi bekliyorlardı. Herkesin yüzünde aynı keder vardı. Onlarla da avluda vedalaştık. Senlerdir acımla yaşadığım için görmezden geldiğim yeğenlerimi ilk kez sarılıp koklaya koklaya öptüm.
Annem “Gecikiyoruz” deyince konağın dış kapısından çıktık. Demir Ağa arabasının yanında uzun boyuyla dimdik duruyordu. Amcası olan Tamer ağa ile konuşuyordu. Bana baktığını görünce bakışımı kaçırdım. Onunla göz göze gelmek beni rahatsız ediyordu. Ağlamamak için dişlerimi sıktım.
Son defa aileme ve on yılımı yasla geçirdiğim konağa baktım. Kaldıkça içimdeki acı büyüdüğünden aceleyle arabaya bindim. Demir ağa direksiyona geçti ve arabayı çalıştırdı. Ağır ağır konağın olduğu sokaktan uzaklaşırken o an bir şey olmasını istedim. Beni bu dünyadan çekip alan bir mucizeye ihtiyacım vardı.
Yol boyunca ikimiz de konuşmadık. Demir ağanın varlığı, yanımda oturan bu yabancı adam… Akan trafikte kapıyı açıp kendimi dışarı atma isteği uyandırıyordu. Bana sahip olacağını düşündükçe çığlık atmak istiyordum. Vural’la son sevişmemiz, onun sıcak dokunuşları, aşk dolu fısıltıları… Yıllar geçmişti, ama o anılar hâlâ canlıydı. Şimdi, bu adamla, bu soğuk, öfkeli olduğu belli olan ağayla… Bedenimi ona sunmak, sadece kaybettiği kocama değil ruhuma da ihanet gibiydi. Gözlerim camdan dışarı, dağların sert siluetine baksa bile yüreğim çıktığım bu bilinmezde, başıma geleceklerin korkusuyla sıkışıyordu.