10. KIRMIZI DUVAK

1639 Kelimeler
Kalabalığın dağılması gece yarısını geçmişti. Nazime Hanım, kızını odasına götürdüğünde saçlarındaki duvağı tutan tokalara uzanınca geri çekildi. “Bana dokunma.” “Beğensen de beğenmesen de ben senin annenim ve sen Karabeyli ailesine aitsin. Kardeşinin onların elinde olmasını görmezden gelip karşında sakince duruyorum benim sabrımı zorlama.’’ ‘’Oğlunu kurtarmak için beni yalanlarınızla kurban edeceğinize en başında doğrusunu anlatsaydınız Barlas şimdi güvenli bir yerde hayatını rahatça yaşıyor olurdu ben de bu gözyaşlarını akıtmak yerine seni annem olarak kabullenmeyi deniyor olurdum.’’ Özleyiş meydan okuyan bakışlarla bakarken annesi üzerine doğru gelince geri adımladı. ‘’Sen kardeşini alıp kaçınca bitecek miydi sanıyorsun? Barlas olmayınca o silah amcana yönelecekti, onun oğullarına yönelecekti ailede ne kadar erkek varsa hepsi onlar için dökülen kanı temizleyecek bir kurban. Canı alan baban diye ilk istedikleri çocukları ama çocukları olmazsa onlar için aynı kandan olması yeter öldürecek birini yine bulurlar. Başını yere eğmeyi öğren yoksa biz kan dökülmesin diye uğraşırken sen ailemizin kanını akıtacaksın. Benden nefret etsende bunca yıl seni koruyan yine bendim ama daha fazlasına gücüm yetmedi.’’ Nazime Hanım arkasını dönüp gittiğinde genç kız yere çöküp ağlamaya devam etti. Gün doğarken ağlamasını zorda olsa durdurup ayağa kalktı ve banyoya gitti. Ellerindeki tülü açmaya çalışırken Zehra Hanım gelmişti. ‘’Açma henüz erken.’’ ‘’Umrumda değil.’’ diye bağırdı ve düğüm yerini dişiyle koparıp tülü elinden çıkardı. Diğer elini de açtığı eliyle kolayca çözerek musluktan akan suyun altına tuttu ve kınanın tek bir kalıntısı kalmayana kadar yıkadı ama avuç içi ve parmakları uzun süre geçmeyecek şekilde tamamen kırmızıya boyanmıştı. ‘’Dışarı çık.’’ dediğinde Zehra Hanım’ı iterek banyodan çıkardı ve kapıyı kapatıp kilitledi. Bindallısını yırtarak açmış soğuk suyun altına girmişti. Yaşadıklarına inanmakta zorlanıyordu. Birkaç gün içinde bütün hayatı tamamen değişmişti. Bugünden sonra ne olacaktı? Evlenip istenmediği eve girdiğinde nasıl muamele görecekti? Hayatı tamamen bitecek miydi? Babası için yapmaya çalıştığı işleri tamamen bırakacak mıydı? Evlendikten sonra kaçarsa dava bitti diyerek Barlas’ı rahat bırakırlar mıydı? ‘’Kaç yıl sürerse sürsün bir gün buradan kurtulacağım!’’ diyerek gözleriyle beraber yüzüne akan suyu sildi. Havluya sarınıp banyodan çıktığında Nazime Hanım ile Zehra Hanım odasında eşyalarını valize yerleştiriyordu. ‘’Çıkın dışarı, eşyalarıma dokunmayın.’’ ‘’Delibaşların konağına göndereceğiz.’’ dedi Nazime Hanım. ‘’Ben toplarım siz uzak duracaksınız.’’ Kıyafetlerini ellerinden geri çekti. ‘’Kocana söyle telefonumla bilgisayarımı geri versin.’’ ‘’Düğün bitince alırsın.’’ diyen Zehra Hanım ile dişlerini sıktı. ‘’İkisini de getir gözlerinizin önünde valize koyacağım tamam mı düğünden sonra o evden buraya geleceğime inanıyor musunuz? Ben gelmek istesem bile sizce onlar bu kadar nefret doluyken izin verirler mi? Eğer siz telefonumu, bilgisayarımı aldığınız için annemle konuşamazsam yeminim olsun bir fırsatını bulur evli olmayı umursamadan kaçarım siz de en başa dönersiniz.’’ Tehdit kokan sözleriyle Zehra Hanım kocasının yanına gitmiş bir süre sonra elindekilerle geri gelmişti. ‘’Valize koyduğunu göreceğim.’’ ‘’İyi.’’ Genç kız telefonu bilerek fermuarlı cebi olan eşofmanının cebine koydu. Valizdeki eşyalarını düzeltirken en altta kalan fermuarlı bölmeye de bilgisayarını gizledi. Bütün kıyafetlerini yerleştirdikten sonra valizin fermuarını kapattı. ‘’Al yolla şimdi.’’ dedi sitemle. Zehra Hanım valizi alıp odadan çıktı. ‘’Gelinliğini giy.’’ Nazime Hanım yatağın üzerine serdiği gelinliği gösterdi ve odadan gitti. Üzerindeki havluyu öfkeyle yere atıp gelinliğide yere çekerek tekmeledi. Sakinleşmesi uzun sürmüştü. Kendine geldiğinde yatağın üzerine bırakılmış kutunun içinden beyaz iç çamaşırlarını çıkarıp giydi ve tekmelediği gelinliği alıp üzerine geçirdi. Arkasındaki ipleri çekiştirip dururken Nazime Hanım elindeki yiyecek dolu tepsiyle içeri girmişti. Tepsiyi kenara bırakıp kızına yaklaştığında ipleri tutup bedenine göre sıkarak bağlamaya başladı. Özleyiş hareketsiz beklerken dolabın aynasından kendisini görüyordu. Gelinlik düz, desensiz, beyaz bir kumaştı. Kısa koldu ve omuz kısmı biraz kabarık duruyordu. Yere inen eteği bacaklarını sıkıca saracak kadar dardı ve yerden arkaya doğru küçük bir kuyruğu vardı. ‘’Bu gelinlik neden sadece beyaz bir kumaş biliyorsun değil mi?’’ dedi arkasındaki iplerle uğraşan kadına. Nazime Hanım biliyordu ama soruya cevap vermedi. Özleyiş konuşmaya devam etti. ‘’Oğlun yerine kefeni kızına giydirdin. Annemin üyesi olduğu mağdur olan kadınları korumak için kurulmuş derneğin başındaki kişiye söyleyeceğim ilk anneler gününde yılın en iyi annesi ödülünü sana versinler.’’ ‘’Seni vermeseydim burada kaderini bilerek büyüyecektin ve belkide on sekizine gelmeni bile beklemeden gelin olup yine Delibaşların konağına gidecektin. Çektiğim acıya rağmen hep doğru olanı yaptım diye kendimi avutmuştum ama şimdi pişmanım keşke yanımda büyüseydin, ben özlemini çekmeseydim sen de bu kadar acı çekmek yerine evleneceğin adamı kabullenmiş olarak gelinliğini giyseydin.’’ ‘’Yanında büyüseydim de seni annem olarak sevmezdim.’’ Nazime Hanım duymazdan gelerek ipi biraz daha sıkıp bağladı. ‘’Karnını doyur birazdan saçlarını yapmak için biri gelecek.’’ Kızının sözlerini daha fazla duymamak için odadan çıktı. Genç kız yalnız kaldığında yiyeceklere bakmadan küçük makyaj masasının önündeki sandalyeye oturup düşünmeden, hissetmeden beklemeye başladı. Bir saat sonra odanın kapısı tekrar açıldı ve hiç görmediği bir kadın Nazime Hanım ile içeri girdi. ‘’Kahvaltını yapmamışsın.’’ dedi Nazime Hanım el sürülmemiş yiyeceklere bakarken. ‘’Evleneceğim için o kadar heyecanlıyım ki iştahım kaçtı.’’ diyen genç kızın alaycı sesi odayı doldurmuştu. ‘’Yapın hadi ne yapılacaksa.’’ Yabancı kadın çantasından malzemelerini çıkarıp saçlarını yapmaya başladı. ‘’Saçlarıma zakkum çiçeğinden taç istiyorum.’’ dedi Özleyiş kendinden emin. ‘’Ne çiçeği?’’ diyen Nazime Hanım’dı. ‘’Zakkum çiçeği ama beyaz olanından, bir ordu adamınız var gönderin baksın çiçekçilere o çiçek gelmezse saçlarıma duvağı takmayacağım.’’ Nazime Hanım sıkıntıyla odadan çıkıp Aziz’i buldu ve isteğini söyledi. ‘’Tek derdi bir çiçek mi?’’ dedi Aziz. ‘’Oğlum git bul işte zorluk çıkarmıyor, ne dersek yapıyor düğünü için bir istekte bulunmuş yok deyip geri mi çevirelim?’’ Aziz iç çekip birkaç adamını çiçekçilere gönderdi. Bulunan beyaz zakkum çiçeği gelince Nazime Hanım kızının yanına geri döndü. ‘’Canlısından olmaz demişler yapay olanından yapmışlar.’’ ‘’Canlısından olmayacağını biliyorum.’’ dedi Özleyiş ve saçlarına maşa yapan kadına baktı. ‘’Saçlarımı maşa yapıp bırakın sadece tacı takacağım.’’ Kuaför maşayı bitirdiğinde duvağı örtü gibi saçlara örtüp üzerine zakkum çiçeğinden yapılma tacı yerleştirdi. Makyaja geçtiklerinde, ‘’Toprak tonlarında yap.’’ dedi. ‘’Ana temaya uygun olsun.’’ Hazırlanması bittiğinde aynadaki yansımasına baktı. ‘’Şimdi mezarını tamamladın.’’ diyerek oturduğu yerden kalktı. Pencereye yaklaştığında perdeyi kenara çekip avluyu dolduran kalabalığa baktı. Nazime Hanım’ın önüne koyduğu beyaz topuklu ayakkabıyı ayağına giydi. Kuaför kadın gittiğinde başbaşa kalmışlardı. ‘’Kızım.’’ diyen Nazime Hanım’ın bakışları değişmişti. ‘’Büyüdüğün ailede rahat bir hayatın vardı. Evlilikte seni sıkıntıya sokacak bir hata yaptın mı? Eğer öyle bir durum varsa bu defa işi namus davasına çevirirler.’’ ‘’Yaptımsa ne olacak?’’ dedi Özleyiş önemsemez tavrıyla. ‘’Beni öldürmesinler diye yerime başka gelin mi bulacaksın?’’ ‘’Yaptıysan bir çözüm bulalım.’’ Nazime Hanım odadaki çekmeceleri karıştırmaya başladı en sonunda bulup çıkardığı jileti uzattı. ‘’Öyle bir durum varsa bunu al kocan anlamadan kanını akıt yoksa olacakların altından kalkamayız.’’ Jileti uzatan eli geri itti. ‘’İstemiyorum. Yarına kadar ne olacağını bilmemenin verdiği korkuyu hisset. Belki başka bir erkekle sevişmişimdir ve sabah olduğunda benim cesedimle beraber oğlunun da cesedini bu kapıya bırakırlar belki de sevişmemişimdir ve oğlun sabah dizine yatar.’’ Özleyiş kendisini alacak celladının gelmesini beklerken Müge Hanım geri dönmeye çalışıyordu ama Umut engel oluyordu. ‘’Ben kızımı onlara bırakamam, yapamam.’’ ‘’Müge teyze dönelim geri gidelim ama onlar bize Özleyiş’i vermeyecek vermediği gibi senin de canın tehlikede olacak. Adamın dün gece yaptıklarını görmedin mi? Hepsinin dava diye gözü dönmüş. Kızın benden seni evine götürmemi istedi ben de bunu yapacağım ama polise haber vereceğim öylece bırakmayacağım. Polis kapılarına gittiğinde engel olamazlar Özleyiş de gelir geri.’’ ‘’Şimdi ara o zaman.’’ Müge Hanım’ın bağırmasıyla Umut arabayı yol kenarına çekti. ‘’Seni eve götürecek uçağa bindirip geri dönecektim ama madem için rahat etmeyecek o zaman beraber yapalım.’’ Babasını aradığında telefon açılana kadar bekledi. ‘’Baba senin emniyet müdürü bir arkadaşın vardı bana telefon numarasını verir misin?’’ ‘’Ne yapacaksın?’’ diye sordu babası. ‘’Sorma baba lazım işte.’’ Umut numarayı aldığında aradı. ‘’Merhaba ben Umut Keskin, Harun Keskin’in oğluyum nasılsınız Efendim?’’ ‘’Teşekkür ederim evlat hayırdır aradığına göre bir sıkıntı var demektir?’’ Umut kısaca olanı anlattı. ‘’Yardım edebilir misiniz? Özleyiş’i düğün olmadan alabilir miyiz?’’ ‘’Evlat oradaki müdüre ulaşıp durumu izah ederim ama kız reşit evlenmek istiyorum derse zorla alamazlar kendisinin şikayetçi olması gerekir.’’ ‘’Siz yardımcı olun gelmek isteyecektir. İki ailede güçlü aile bu yüzden tanıdık diyerek yardım etmemeleri ihtimaline karşın doğrudan emniyete kendim gitmek istemedim.’’ ‘’Sen emniyete git ben arayacağım.’’ Umut telefonu kapattığında yolda geri döndü ve Müge Hanım’a söylenenleri anlattı. ‘’Kızım kalmaz yanlarında gelir.’’ dedi Müge Hanım kendinden emin. Saatler geçerken Seymen üzerindeki damatlığıyla odasından çıkarak dışarıda bekleyen kalabalığa doğru ilerledi. ‘’Adam düşmanıyla evleniyor mutluluğuna bak.’’ diyen Boran gülmüştü. ‘’Ben ağlamam ağlatırım. Bundan sonrasını karım olacak kadın düşünsün.’’ ‘’Buna gerek var mıydı ağabey?’’ diyen Azat’tı. Seymen süslenmiş atın başını okşadı. ‘’Bütün Karakınar görsün, Karabeyliler için bu eve kızlarını göndermek düşmanlarının yatağına sokmak yeterince küçük düşürücü herkesin gözü önünde olması onların başını eğdirirken beni mutlu edecek.’’ ‘’Allah’ın Delibaş’ı!’’ diyen Boran kalabalığın arasına karıştı. Yola çıktıklarında davul zurna eşliğinde Karabeylilerin konağına gelmişlerdi. ‘’Geldiler kızım.’’ Nazime Hanım, kızının beklediği odaya girdi. ‘’Gitme vakti.’’ Genç kız ağlamamak için kendisine söz vermişti. Başını suçlu gibi yere eğmeyecekti! Yaşanılanlardan utanması gereken kendisi değildi. Odadan çıkmıştı ama evin kapısından çıkamadan dedesi Şehmus Bey karşısında belirmişti. Elindeki kırmızı kurdeleyi beline bağlarken sessizce bekledi. ‘’Delibaşların gelini olduğun andan itibaren akacak kanlar duracak bunu sakın unutma.’’ Cevap vermedi, elini öpmedi, kimsenin yüzüne bakmadı. Dışarı bir adım attığında Nazime Hanım hızlıca karşısına geçip kırmızı duvağı yüzünü kapatacak şekilde başına aşırdı. Seymen’in beklediği yere ilerlerken çalınan davul zurna sesleri ölüm marşı gibi geliyordu. Evlenecek olduğu adama kırmızı duvağının ardından baktı. Kendisinden uzundu, bedeni yapılıydı, kirli sakalı çenesini dudaklarının etrafını tamamen kaplamıştı. Yapılı saçları dalgalı bir suyu andırıyordu. Kaşınının ortasından geçen faça izi bakıldığı an göze çarpıyordu. Yakışıklı da olsa kendi gözünde dünyadaki en çirkin, en iğrenç adamdı, tiksindiriciydi. Adımları durduğunda karşı karşıya gelmişlerdi. Üzerine çevrilen kahverengi bakışlarda ölüm dansını yapan ürkütücü karanlığı görüyordu. ‘’Kızınızı yıllarca herkesten gizlediniz ama bütün Karakınar bugün yüzünü görüp tanıyacak ki ailenizden kimi kurban ettiğimi bilsinler.’’ Yüzüne uzanan el kırmızı duvağı açıp yanında bekleyen Nazime Hanım’ın kollarına fırlatıp attı. Ölüm dansını yapmaya devam eden bakışlar ela gözlerine kilitlendiğinde başını dik tutmaya devam ediyordu.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE