Ilık suyun içinde sırılsıklam olmuş elbisemle durmam mesele değildi. Ya da saçlarımın ıslanmış olması da hiç önemli değildi. Sanırım tek problem oturduğum yerde durmaktan zevk almamdı. Bu; canına susamak.
Delirmişsin Liyana...
"Zaten göğsünü yıkayacaktım." Bozuntuya vermeden birazcık geri kaydım ve elimdeki lifi göğsünde gezdirmeye başladım. Gözleriyle beni soyan bakışlar atması tüm dengemi bozuyorduama başka bir hamle yapmadı. Elleri iki yanımda serbest duruyordu. Çıplak bacaklarıma bir kere bile dokunmadı. Hatta beni tutup tekrar sertliğine de bastırmadı. Ben nerede durduysam orada kaldım.
Ulaş'ı bilmem ama ben pek iyi halde değildim. Çünkü çok çekiciydi. Bu bedenle günah işlemek insanı korkutmuyordu. Tüm o kibar hareketleri, ilgili ve merhametli davranışları bir kadının kalbini fethetmek için yeterliydi. Bu günaha kapılmak istemesem de kalbim sevgiye öyle açtı ki oyunsa oyun, dedim kendi kendime. Zaten her halükarda yanmıyor muyum? Bu sefer ateşe kendim atlasam ne olacak?
Lifi oynatan elim göğsünün üzerinde kaldı ve bir an kendimi kontrol ettim. İyi hissetmiyordum. Çok karışık hislere kapılmıştım.
"Siktir." Dedi Ulaş dikkatimi kendine çekerek. Çenesi öyle sıkıydı ki sinirlendiğini düşündüm ama o aksine farkında olmadan ısırdığım dudağıma uzanıp çekiştirdi. "İstemezsen beni it." Bu sözünden sonra oturduğum pozisyon biraz değişti.
Kalçama sarılan parmakları beni sertliğine çekti ve ben ona bırakmadan kendimi oraya bastırdım. Enseme sarılan parmakları başımı hızlıca çekip dudaklarıma örtününce beynime yüklenen elektrik akımının şokuyla inledim. Titreyen ellerimle omuzlarına tutundum ama bunu yaparken küçük dikişi olan yarasına dikkat etmeye özen gösterdim.
Bu özen gösterişim de Ulaş'ın inlemesine neden oldu.
Tanrı aşkına, o sesi daha fazla duymak istiyordum. Eray'ın bir aylık işkencesine değerdi.
Kendimi ona sürtmeye devam ettim ama delirmek üzereydim. Ağzımın içinde dolanan dili ve birbirini sömüren dudaklarımız sanki başyapıttı. Ona sarılmak, varlığına yapışmak ve nefeslerimizin birbirine girmesi nedense bana hiç yabancı gelmedi. Bedenim ona tuhaf bir uyum sağlarken nedenini sorgulayacak zamanda değildim.
Ulaş Asilkan düşmanım falan değildi. O da tıpkı benim gibi Eray'ın mağdurlarından biriydi. Kendini kurtarmak için güçlenmişti ama ben bu savaşın tek mağlubuydum.
Kazanmam imkansızdı.
"Ah, sikeyim." Dedi dudaklarını benden ayırdığında. "Durmalı mıyım?"
Dudakları hala bana sürtüyordu. Beyaz elbisem içimi tamamen gösterdiği için kabaran göğüs uçlarımı onun göğsüne sürttüm ve üzerinde biraz daha hareket ederek ensesinden bir tutam saçı sıkıca çektim. Arkaya düşen başı ve kara gözleri bile sadece görsel olarak beni hazza ulaştırabilirdi.
"Bu kadar nazik olma." Bu sefer onun dudaklarını çekiştiren ben oldum.
Artık yerinde durmayan parmakları elbisemin fermuarını hızlıca indirdi. Ona yardım ederek kollarımı çıkarttım ve elbiseyi karnıma kadar indirdim. Önüne serilen göğüslerime çok kısa bir an baktı. Devamında sağ göğüs ucum dudaklarının arasındaydı. Dilini o küçük şişlikte gezdirirken saçlarını çekip üzerinde kıvranmaya devam ettim.
Ben hareket ettikçe Ulaş sanki dahası olabilirmiş gibi sertleşiyordu. Artık gerçek bir ateş topuna dönüşecek gibi olduğumda hafifçe doğruldum ve elbiseyi çekmesi için alan yarattım. Hemen bacaklarımdan çekip çıkartınca sadece çamaşırımla kalmıştım. Dudakları göğsümden boynuma kaydı ve gittiği her yeri emerek tenimde izler bıraktı.
İnlemelerim ve mırıltılarım arasında çamaşırına uzanacaktım ki Ulaş birden durdu ve beni geriye ittirerek yüzüme baktı.
Çok...tuhaf bakıyordu.
Sarhoş falandı da aklı başına mı gelmişti yoksa?!
Bu ihtimalle kıpkırmızı olurken onun yüzünde her saniye artan dehşete de anlam veremedim.
"Bu..." Derken elinin sırtımda gezindiğini fark ettim ve bedenim taş kesti.
"Yeterli-"
Üzerinden kalkmama izin vermeden sırtıma bastırıp beni yan yatırdı ve sırtımı görmüş oldu.
Sikeyim. Bunun dönüşü ya da bahanesi yok. Ulaş aptal değil.
Üzerimdeki kolların titremesi ve nefesinin çok tuhaf bir hal almasını umursamadan onu iterek sudan çıktım. Karşılık veremedi. Hiçbir şey söylemedi ve suyun içinde öylece oturmaya devam etti.
Üzerime bir havlu sardım ve kapıdan çıkmadan önce son bir kez ona baktım.
Sırtı bana dönüktü. Hiçbir şey söylemedi.
Ben de söylemedim ve çıkıp gittim.
જ⁀➴
Ertesi gün uyandığımda Ulaş evde değildi. Tüm gün bahçeyle uğraştım ve sıkıntıdan tatlı yapıp dolaba attım. Yapacak hiçbir şeyim olmadığı için gün boyu keyfime göre takıldım. Uyuyana kadar da Ulaş gelmedi.
Diğer gün onu arabaya binerken gördüm. O gün de tüm gün gelmedi. Yatmaya yakın eve girdiğini gördüm ama hızlıca odasına çıktı ve aşağı gelmedi.
Sonraki üç gün daha böyle geçti.
Aynı şekilde Volkan'ı da görmüyordum. Tek yaptığım evin içinde keyfime bakmaktı. Hizmetçi kıyafetim bile amaçsızdı artık. Hizmet ettiğim kimse yoktu çünkü.
Bomboş geçen bir haftadan sonra pijamalarımı giyinmiş yatmaya hazırlanırken odamın kapısı tıklatıldı. Bu zamana kadar kimse gelmediği için şaşırarak "Gel." Dedim.
Ulaş'ın takım elbisesiyle geleceğini beklememiştim.
Hiçbir şey söylemedim. Zaten günlerdir pişmanlığının tribini çekmiştim. Başıma ne gelecek diye endişeyle beklemekten de sıkılmıştım açıkçası.
"Eray-" Diye söze başladığı an elimi kaldırdım ve onu susturdum. O ismi duymak bile eziyetti.
"Gönder gitsin Ulaş." Zaten bunu bekliyorum. Karın ağrısına gerek yok. Herkes bir noktada kaderini kabullenmeli.
Çok absürd bir şey söylemişim gibi kaşlarını çattı. Göz altlarının morardığını ve gözlerinin kanlandığını şimdi görmüştüm. "Ne?"
"Beni. Eray'a." Göz devirdim ve yatağa oturdum. "Bir haftadır bunun karın ağrını çekmiyor muyuz?" Alaycı bir bakış atmaya çalışsam da bir yanım deli gibi korkuyordu. İki noktayı da uçta yaşıyordum.
"Bunu nereden çıkarttın Liyana?" Kollarını göğsünde birleştirip kapıya yaslandı. Küçük odamda devasa görünüyordu. Mükemmel bir boyut. "Seni neden ona vereyim ki? Biraz daha eziyet etsin diye mi?"
Tanrı aşkına! Bu savunmaya neden giriyordu ki? "Benim anlamadığım şey de bu Ulaş. Neden beni koruyorsun? Bu delilik."
"Deli olduğumu söylemiştim." Şu çapkın gülüşü beynimi eritiyordu.
"Amacını bilmek istiyorum." Çünkü mantıklı bir şey duymazsam kendimi güvence altına alacak planlar kurmam gerekecekti.
"Bir haftadır sana yapılanları öğrenmek için deli gibi çalışıyordum Liyana. Sebebini merak ediyorsan buydu." Kapıdan doğruldu ve önüme geldi. Yatağın yanına oturacak diye beklerken önümde diz çökerek benimle aynı hizaya gelmesi yine kalbimi deli etti. "Eray'ın seni senelerdir yanında zorla tuttuğunu, türlü şekillerde işkence ettiğini ve defalarca kez tecavüz ettiğini de biliyorum." O tecavüzler artık karşılıklı bir eyleme dönmek zorunda kalmıştı. Bunu bilmese de olurdu. "Zindana kapatıp aç bıraktığını-"
"Anladık!" Dedim kaşlarımı çatarak. "Her şeyi öğrenmişsin."
"Zaten tahmin ediyordum. Ama emin olmam lazımdı." Elini kaldırıp yanağımı okşamak için uzattığında bileğinden tutup durdurdum.
"Pişman olacağın şeyler yapma Ulaş." Sonra benden kaçmak için delik arıyorsun.
"Evet. Pişman olduğum çok şey var."
"Bunu aklında tut o zaman." Onu omzundan itip yatakta kaymışken ayak bileğimden yakalayıp beni kendine çekti. Dengemi kaybedip omuzlarına tutunduğumda bakışlarında sadece saçma bir huzur gördüm.
"Gerçekten de hatırlamıyorsun." Dedi gözleriyle beynime ulaşmaya çalışır gibi bakarken.
"Ne? Neyi?" Ortamın ambiyansı birden değişmişti.
"En büyük pişmanlığımı duymak ister misin Liyana?"
İtmeme izin vermeyerek tek elini yanağıma yerleştirdi ve gözlerime...
Aşık gibi baktı.
"Nedir?" Çünkü duyacağım şey itiraf değildi. Sanırım kaçırdığım bir noktaydı.
"O gece..." Dedi derin bir nefes alırken. "Giderken seni yanımda götürmemekti."
Ellerim tir tir titrerken aklıma tek bir kişi ve tek bir ihtimal geldi ama bu olamazdı. İmkansızdı.
Hayır.
Olamazdı.
"Sen..." Dedim ama titreyen sesim devamını getirmeme izin vermedi.
Hayır. O ölmüştü.
O. Öldü.
Ama dikkat edince Ulaş... ona çok benziyordu.
"Evet." Dedi sessizce. "Benim, Sarp."
Sarp Demirkan.
8 sene önce hayatıma giren ve cehennemime serinlik katan bir rüya.