Babamın yaralarını temizleyip, ağrı kesici verdikten sonra sıkıntıyla uykuya dalması çok bir zamanını almamıştı. Ben ise kabul ettiğim anlaşmanın şokunu hala atlatmaya çalışmakla meşguldüm. Birçok arama ve mesaj bildirimine rağmen telefonumu elime alıp bir kez bile kimin aradığına ya da mesajda neler yazdığına bakmadım. Ali'nin yazdığına emindim, Alara ise beni kesinlikle merakına yenik düşerek defalarca aramıştı. Grup sohbetine gelen birkaç eğlence görüntüleri nin bildirimi de eminim telefonumu birkaç kez titretmişti. Yarına bir yalan uydurmam gerektiğini biliyordum, ne yalanı olduğuna ise kesinlikle yarın sabah karar verecektim.
Derin bir uykuya dalmak için odama gittiğimde anılarım aklıma hücum etti.
'Her zamanki gibi zarif...'
Bu cümle zihnimde defalarca kez yankılandı. Sanki beni tanıyor gibiydi, defalarca kez şahit olmuş gibi.
Yatağa uzandığımda hala Demir Ademoğlu'nun kokusunun odamda hapis olması onun benim hayatıma girdiğini kanıtlıyor gibi hissettirdiğini fark edince camı açtım ve odama serin gece havasının girmesine izin verdim.
Uykuya dalmam öyle çok zaman aldı ki en son gökyüzü aydınlanmak üzereydi, en sonunda dayanamayarak kendimi uykunun kollarına bırakmıştım. Telefonun komodinin üzerinde arsızca titremesi beni uyandırmıştı. Alara'nın aradığını görünce telefonu açtım,
"Günaydın..." dedim memnuniyetsiz bir sesle.
"Günaydın mı? Günaydın mı?! Dün alkol kullanan ekibin içinde ben vardım sen ise evdeydin ama bravo sevgili arkadaşım! İlk dans provasını kaçırdın! Bizim gestopa seni bulursa liğme liğme edecek. Öğleden sonra olan provayı kaçırmazsın öyle değil mi?"
Gözlerim kocaman açılırken saate baktım. Gerçekten öğlen olmuştu!
"Siktir! Siktir! Hazırlanıp geliyorum!"
Telefonu kapatıp yataktan fırladım ve çantamın içine tüm bale kıyafetlerimi tıkarak üzerimi değiştirip evden çıktım. Dün yaşadıklarım bir kenara sanki bu sabah dün gece yaşananlar hiç olmamış gibi müthiş bir tempoyla başlamıştı.
Arabama binerek doğruca kendimi dans provası yapacağımız salona attım. Alara, kollarını göğüs hizasında bağlamış şekilde oldukça memniyetsiz olduğunu belli eden mimikleriyle beni bekliyordu. Arabamı görünce kollarını çözdü ve omuzlarını düşürerek arabanın park edilişini izledi.
Arabadan inip yanına giderken ona yaklaşmamı bile beklemeden konuşmaya başladı,
"Taşşak geçiyor olmalısın!"
Elimde sus işareti yaparak koşar adımlarla yanına gittim,
"Gestopa bu küfrünü duyarsa seni de liğme liğme doğrar, unuttun mu? Bale ruh zerafetidir, beden sadece yansımadır!"
Alaycı bir tavırla söylediğim için biraz olsun siniri yatışmıştı,
"Dün gece kaç bardak viski içtiğimi bilse eminim zarafeti görür."
Şişkin olan karnına baktım,
"Bunun sebebini sormadı mı? Eminim dün gece bir kutlama olduğundan haberdardır."
"Ona regl dönemimin geldiğini söyledim ve bana ne dedi biliyor musun? Gösteri günüyle aynı zamana denk gelmesin... Kadın şaka gibi!"
"Böyle dediğini duymasın..."
Kıkırdayarak prova salonuna doğru adımlarımızı atarken kafeteryadakilerin gülüşleri kısa bir süre kulağıma geldi ardından kesildi. Soyunma odasına benimle birlikte geldi Alara, üzerimi değiştirirken o bir kenara oturmuş merak ettiklerini soruyordu,
"Dün neredeydin?"
"Evde, nerede olacağım başka?"
"Ama gelmedin, üstelik telefonlarımı da açmadın. Hem Ali'nin de aramalarına cevap vermemişsin, sevgili nişanlın seni epey merak etmiş olmalı ki beni aradı."
Şaşırarak ona baktım,
"Seni aramayı göze aldıysa beni gerçekten merak etmiş olmalı."
"Evet, benim ona olan nefretimi bilmesine rağmen aradığına göre... Ama seni merak ettiği için aradığını sanmıyorum. Beni aradığında paranoyak bir şekilde kendisine kızıp kızmadığını sorup durdu, onunla ilgili olumsuz bir şey söyleyip söylemediğini sordu. O adamla neden nişanlısın gerçekten hala anlamıyorum, inanılmaz şekilde aptal ve bu benim sinirlerimi hoplatıyor."
"Aptallığı beni rahatsız etmiyor, üstelik beni seviyor."
"Seviyor mu?"
"Sevmiyor mu?"
"Bu konuda yorum yapmayacağım, yuva yıkmak istemiyorum..."
Üzerimi tamamen değiştirdiğim için konuyu kapatarak prova odasına gittik. Gestopa lakabıyla andığımız dans hocamıza bu lakabı takmamız çok kısa bir zaman aldı. Gerçek ismi Nergis'di ama pek Nergis isminde birine benzemiyordu. Öyle sert bir mizacı ve keskin bir çene hattı vardı ki hayatınızı tehdit ediyor olabilirdi hem de sırf canı öyle istedi diye! En azından ben öyle hissediyorum.
Beni görür görmez çenesini açtı, görmediği bir anda sırtım ona dönükken göz devirdim bıkkınlıkla ama odanın dört bir yanını saran aynaları hesaba katmamıştım,
"Yansımanız her noktadan gözüküyor biliyorsunuz değil mi hanımefendi?!" diye sertçe bağırdığında o sert sesin bu kadından nasıl çıkabildiğine yeniden hayret ettim.
"Refleks bir mimikti efendim. Kusura bakmayın."
Benimle ilgili olan kısmı daha fazla dikkate almayarak provaya başlamamız için müziği başlattı. Herkes yerine alıp gerçekten beklediğimiz notaların girmesi için kulaklarını açmıştı. Hareketler ezberimdeydi ama yapması hiç bu kadar zor gelmemişti. Beklemediğim bir anda Nergis Hanım'ın sesi odanın her köşesine, kemiklerime işleyecek kadar keskin bir şekilde yayıldı:
"Ruhunuz nerede, Eftalya? Bedeniniz burada, evet, hareketleri yapıyorsunuz. Ama izleyici sadece hareketleri mi görecek? Yoksa bir hikaye, bir duygu mu?"
Kollarını iki yana açtı, provanın durduğu o anı dondurdu.
"Hepiniz, bakın! Başrol balerin budur mudur?! Tekniği mükemmel ama ruhu yok! Bir makine gibi!"
Yüzüm yanıyordu. Aynalarda, diğer dansçıların üzerimdeki bakışlarını görebiliyordum. Kimisi acıyor, kimisi, özellikle de benim yerimi almak isteyenler, içten içe gülümsüyordu. Alara, arka sıralardan endişeyle bakıyordu. Nefes nefese kalmıştım, ama bu fiziksel yorgunluktan değil, içimdeki fırtınadan dolayıydı.
"Eftalya! Odaklan! Pas de bourrée, pirouette... adımlar belli. Peki ya aradaki o küçük bakış? Partnerine verdiğin o güven? Seyirciye hissettirdiğin o tutku nerede?"
Her sorduğu soru, zihnimde Demir Ademoğlu'nun sesiyle yankılandı:
"Her zamanki gibi zarif..."
Sanki Nergis Hanım'ın talep ettiği o ruh, o zarafet, dün gece o adamın bana bakışında saklıydı. Ve bu düşünce, onu düşünmek istemediğim halde, aklıma kazınmıştı. Bir an için müziği duymaz oldum, partnerimin elimi tutuşunu hissetmedim. Sadece o cümle vardı:
"Her zamanki gibi zarif..."
Sonra oldu. Müzik devam ederken, bir piqué dönüşü yapmam gerekiyordu. Ayağımı kaldırdım, dengemi sağlamaya çalıştım ama zihnim o kadar uzaktaydı ki, ayak bileğim bir an için direnç gösterdi. Tökezledim. Büyük bir düşüş değildi, sadece bir sendeleme, bir anlık tutarsızlık. Ama Nergis Hanım için bu, bir zafer anlamına geliyordu.
"İşte!" diye bağırdı, müziği durdurmak için elini şaklattı. Sesi zafer ve öfke karışımıydı. "Gördünüz mü? Beden bile ruhsuzluğa dayanamıyor ve isyan ediyor! Makineler bile bakım ister Eftalya! Siz bir makine değilsiniz! Ya ruhunuzu buraya, bu dansa getirin ya da..."
Sözünü bitirmedi. O boşluk, tehdidin kendisinden daha beter bir anlam taşıyordu. Yerime geçtim, yüzümü aynadan kaçırarak. Kalbim hızlı hızlı çarpıyordu. Nergis Hanım, provayı yeniden başlattı.
Bu sefer, düşmemek için kendimi zorladım. Her hareketi, her adımı fazlasıyla düşünerek, teknik olarak kusursuz yapmaya çalıştım. Ama içimdeki o boşluğu, o dikkat dağınıklığını hissediyordum. Nergis Hanım'ın yüz ifadesinden, istediği şeyi hala vermediğimi anlıyordum. Sadece bir makine gibi, daha dikkatli çalışıyordu.
Prova bittiğinde, herkes ter içinde ve bitkindi. Nergis Hanım, son sözlerini söylemek için önümüzde durduğunda, gözleri özellikle benim üzerimdeydi.
"Gösteri günü yaklaşıyor. Bazılarınızın hala dansın sadece fiziksel bir eylem olmadığını anlaması gerekiyor. Yarınkı provada aynı hataları görmek istemiyorum. Dağılabilirsiniz."
Herkes hızla soyunma odasına doğru dağılırken, Alara yanıma geldi. "İyi misin?" diye fısıldadı.
"Harikayım," diye mırıldandım, havluyla yüzümü siliyorken.
"Sadece... dün geceyi atlatamadım herhalde."
"Babanla ne oldu? Asım amca ile ne oldu?"
"Her zamanki tartışmalar..."
"Pek öyle görünmüyor."
"Düğün için acele ettiriyor sadece o kadar."
"Bunun için mi çağırmış gerçekten?"
Başımı salladım ama inanmadığı belliydi.
Alara, dudağını ısırdı.
"Sana söylemeyi unuttum, sabah Ali aradı. Sana ulaşamayınca provaya geleceğini bildiğinden benim söylememi istedi. Prova çıkışı seni alacakmış. Dünkü 'rahatsızlığını' merak ediyormuş."
İçimde bir şeyler daha da battı. Ali'yle zaman geçirmek şuan en son istediğim şeydi, Nergis Hanım'ın eleştirilerinden daha yorucu geliyordu. Üzerimi değiştirirken, aynada kendi gözlerimin altındaki mor halkalara baktım. Bedenim buradaydı, evet. Ama ruhum neredeydi? Dün geceki o anlaşmada mı? Babamın yaralarında mı? Yoksa, itiraf etmekten nefret etsem de, bana "Her zamanki gibi zarif" diyen o esrarengiz adamın sözlerinde mi hapsolmuştu?
Ali'yi görünce ona söyleyeceğim yalanı düşündüm. Belki de gerçek bir yorgunluktan, bir migrenden bahsedecektim. Çünkü bir yalanın inandırıcı olması için, içinde bir parça gerçeklik barındırması gerekiyordu. Ve şu an hissettiklerim, söyleyebileceğim herhangi bir yalandan çok daha gerçekti.
Bıkkınlıkla nefes verinde Alara yanıma oturdu ve omzuma dokundu,
"Ali'yi sevmiyorsun ama onunla evlenmek üzeresin, bilmem farkında mısın?"
"Alara..."
"Hayır! Bunu görmezden gelip başının etlini yemediğim için nişanlandınız."
"Ali'den daha uygun bir seçenek görüyor musun etrafında? Ali salak ama en azından başımı ağrıtmıyor ve sürekli sevişmesi gereken biriymişim gibi bakmıyor bana..."
"Saçmalık!"
"Alara, bu konuyu hemen şu an kapatıyorum."
"Tamam! Gösteriden sonra bir rakı masasında yeniden açarım ben, en hiç dert etme!"
Daha fazla uzatmadan ayağa kalktım. Alara da benimle birlikte kalktı ve keyfimi yerine getirmek için sırtıma birkaç parmak iteledi ardından yan taraflarımdan gıdıklamaya çalıştı ve beni güldürmeyi başardı.
Soyunma odasının kapısından içeri girer girmez, ter kokusunun karıştığı ağır parfüm bulutu ve cıvıl cıvıl gevezelik, provadan arta kalan tüm gerginliği üzerime yapıştırdı. Alara, dolabının kapısını açarken derin bir iç çekti.
"Yine aynı plağı dinliyoruz. Nergis Hanım'ın 'ruh' konuşması. Bir gün o ruhu nerede bulacağımı sorsam, eminim 'kendi içinde' falan diyecektir."
Ben bir şey söylemeden en arkadaki dolabıma yöneldim. Her kare döşemeli ahşap dolaplar, yorgun bedenlerimizi tıpkı bizim gibi yutmak istercesine sessizce bekliyordu. Üzerimi değiştirmeye başladığım sırada, sesler kesildi. Sibel, babasının şirketinde üst düzey yönetici olan kız, bir grup arkadaşının ortasında, yapay bir heyecanla konuşuyordu. Sibel, her zaman yerimi gözüne kestirmiş, teknik olarak yetenekli ama Nergis Hanım'ın aradığı o 'ruhtan' bir haber olan bir balerindi.
"Kızlar, inanamazsınız!" diye heyecanla başladı Sibel, gözleri parıldayarak.
"Babam bu akşam önemli bir iş yemeğine götürüyor beni. Müthiş bir fırsat! Ve... duyun duyun, masada kimler varmış biliyor musunuz?"
Etrafındaki kızlar, laubali bir merakla yaklaştı. Sibel, dramatik bir sessizlik yarattıktan sonra, zafer dolu bir sesle ilan etti:
"Demir Ademoğlu! Evet, yanlış duymadınız! O 'Demir' Ademoğlu! Babam onunla son dönemde çok yakın çalışıyor. Hatta," diye alçak sesle ekledi, sanki bir sır veriyormuş gibi,
"Babam, onun için 'geleceğin en güçlü isimlerinden biri' diyor. Bu akşam onunla aynı masada olacağım!"
İçimde aniden bir buz parçası oluştu. Nefesim kesilmişti. Demir Ademoğlu. İsmi, zihnimde bir yankı gibi çarparken, Sibel'in sözleri kulaklarımda patladı. Onunla aynı masada... O, benimle yaptığı o karanlık anlaşmanın ardından, normal bir iş yemeğine oturacak, belki de Sibel'in yapay çekiciliğine gülümseyecekti. Midem bulanmaya başladı.
Sibel, benim donakalmış halimi fark etmiş olmalı ki, gözlerini bana dikti. İğrenç, sırıtkan bir gülümsemeyle,
"Ah, Eftalya. Sen de onu tanırsın, değil mi? Babandan filan?" diye sordu, sesi zehir gibiydi.
Tüm odanın gözleri üzerimdeydi. Boğazım düğümlenmişti. Hiçbir şey söylemeden, tişörtümü son bir hamleyle giydim ve eşyalarımı çantama tıkmaya başladım. Alara, ağzı açık, önce Sibel'e, sonra bana bakıyordu.
"Ne oldu, Eftalya? Kıskandın mı yoksa?" diye sürdürdü Sibel, alaycı bir tavırla.
"Sonuçta, senin hayatında böyle 'heyecanlar' yok. Sadece Ali ve... bale."
'Ali' kelimesini aşağılayarak söylemişti.
İçimden bir sel gibi lanetler okudum. Ama hiçbir şey söylemedim. Sadece çantamın fermuarını hızla çektim ve kapıya yöneldim.
"Eftalya!" diye seslendi Alara endişeyle.
"Ben çıkıyorum," diye mırıldandım, sesim titriyordu.
"Ali beni bekliyodur."
Soyunma odasından çıkarken, Sibel'in zafer dolu kahkahasını ve arkadaşlarının fısıltılarını duyabiliyordum. Koridorda yürüdüm, ayaklarım yerden kesilmiş gibi hissediyordum. Her adımda, Demir Ademoğlu'nun ismi ve Sibel'in yüzü zihnimde dans ediyordu. Neden bu kadar umurumdaydı? Onunla bir anlaşma yapmıştım, evet. Ama bu, onun başka biriyle, özellikle de Sibel'le aynı masada oturmasını engellemiyordu. Mantıklı düşünemiyordum. Sadece öfke ve anlamsız, saçma bir kıskançlıkla dolup taşıyordum.
Salonun çıkışına vardığımda, Ali'yi siyah spor arabasının yanında, elinde bir demet beyaz gülle beklerken gördüm. Beni görür görmez yüzünde yapay bir sevgi ve endişe belirdi.
"Eftalya! Canım benim! Nasılsın? Alara çok kötü göründüğünü söyledi. Dün geceyi soramadım bile, telefonlarıma çıkmayınca deliye döndüm."
İçimde bir şeyler daha da sıkıştı. O vıcık vıcık sevgi gösterisi, şu an taşıyamayacağım kadar ağırdı. Zoraki bir gülümsemeyle yanağına bir öpücük kondurdum.
"Bir şeyim yok, Ali. Sadece... migren. Dün gece berbat bir migren krizi geçirdim. Işığa, sese tahammül edemedim. Telefonu da kapatmak zorunda kaldım."
Ali, yüzümdeki gergin ifadeyi 'hasta' olmama bağlayarak hemen yutmuştu.
"Ah, benim zavallı prensesim! Hemen dinlenmelisin. Gel, seni biraz ferahlatmaya götüreyim. Her zamanki yere,Azur'a gidelim. Sakin bir köşede bir şeyler içer, seni rahatlatırız."
Azur... Sadece belirli bir servet seviyesinin üzerindekilerin girebildiği, altın varaklı, lüksün danışıklı bir gösterişe dönüştüğü bir mekandı. Normalde kaçındığım bir yerdi, ama şu an itiraz edecek enerjim yoktu. Sadece başımı salladım.
Yol boyunca Ali, dünkü iş toplantılarından, yeni aldığı arabadan, babasının ona verdiği hisse senetlerinden bahsetti. Ses tonu, sürekli bir övünme ve 'bak ne kadar önemli şeylerle uğraşıyorum' havasıyla doluydu. Ben camdan dışarıyı izliyordum. Her kırmızı ışıkta, Sibel'in Demir'le aynı masada oturduğu hayali gözümün önüne geliyor, midemi bulandırıyordu.
Azur'a vardığımızda, kapıdaki güvenlik Ali'yi tanıyıp hemen içeri aldı. Loş ışıklandırma, pahalı parfüm kokusu ve yumuşak caz müziği, dışarıdaki dünyadan bir kaçış vaat ediyordu ama bana sadece daha fazla hapsolmuşluk hissettirdi. Deri bir koltuğa gömüldüm. Ali, garsona iki değişmez siparişimizi verdi: bir tek americano, bir de soğuk bir votka...
Kahvelerimiz gelene kadar Ali, düğün planları hakkında konuşmaya çalıştı.
"Babam, yazlıkta yapmayı önerdi ama ben daha görkemli bir şey istiyorum.Soyadıma layık bir organizasyon..."
Sözleri, suyun üzerinde yüzen bir yağ tabakası gibi kayıp gidiyordu. Ben sadece kahvemin buharına bakıyordum.
Tam Ali, "Peki sen ne düşünüyorsun, aşkım?" diye sorduğunda, cebimdeki telefon titredi.
Bir mesaj.
Yüreğim aniden hızla çarpmaya başladı. Ali'nin söylediklerini duymazdan gelerek, telefonumu çıkardım. Ekranı açtığımda, bilinmeyen bir numaradan gelen mesajı gördüm. Numarayı tanımıyordum, ama içimde bir şey, onun kim olduğunu biliyordu.
Mesaj kısa ve netti:
"Seni artık Perşembe geceleri görmeye karar verdim yani seni bu gece görmek istiyorum. Saat 22.00 'da burada ol! Bekletilme oyunlarına tahammülüm yok."
Mesajı okuduğum an, nefesim kesildi.
Yüzümün rengi attı. Elimdeki telefon neredeyse düşecekti.
Ali, durumu fark etti.
"Aşkım, ne oldu? Kimden geliyor? Yine migrenin mi tuttu?" diye sordu.
"Hiç," diye mırıldandım, sesim bir fısıltıdan ibaretti. Telefonu cebime geri koydum, ama mesajın kelimeleri zihnimde yanmaya devam ediyordu.
"Sadece... hiç."