Küçük pet şişeydi, dörtte biri içilmişti bir yudum içtim daha fazlasına cesaret edemiyordum. Yol uzarsa susuz kalırdık. Kadına şişeyi geri uzattım
“Sende kalsın yeterince yüküm var zaten”
Sessizlik yürüyüşümüzü daha sıkıcı hale getiriyordu, yağmur bir hızlanıp bir yavaşlayarak yağıyordu. Arada bir şimşekler çaksa da eskisi gibi yoğun değildi. “Yağmur bulutları dağılıyor herhalde”
“Hiç sanmıyorum, gelirken yolda radyo dinliyordum haberlerde aralıksız yağmurun en az üç gün süreceğini. Kara çevirme ihtimalinin olabileceğini bile söylediler”
Gökyüzüne baktım, kadının sözlerini doğrular şekilde mavi zikzaklar çizerek inen yıldırım ormanın içinde kayboldu. Fırtına hala devam ediyor yağmuru yalnız bırakmıyordu, hangimiz hangimizi bastıracak gibi garip bir yarış içindeydiler. Fırtınanın etkisi yağmuru daha acımasız hale getiriyordu. Yüzüme çarpan damlalar sertti, başımı öne eğdim…
Bir ah sesi ardından inleme, kadın yüzükoyun yerdeydi. Dört ayağı üzerine doğruldu, dediği gibi sırtında ki çanta ağır olmalıydı. Kol altlarından tuttum doğrulmasına yardım ettim, kollarından çantayı çıkardım “Ne var bunun içinde gülle gibi” sırtıma takınca biraz hafiflemişti. Cevap vermedi avuçlarını açarak ellerini yağmura tuttu, biraz aksayarak yürümeye başladı.
“Bileğini mi burktun?”
Çantasını almama ses çıkarmamıştı “Sana diyorum cevap versene”
“Vermek zorundamıyım birde biz kadınlara çenesi düşük dersiniz”
“Hey Allah’ım ya çattım belaya”
“Konuşmak istemiyorum bu kadar basit”
Çok uzun süre konuşmadan yürüdük, susmak benim içinde dert değildi. Sabaha kadar bir yerleşim yerine ulaşabilirsem düğüne yetişebilirdim. Ulaşamazsam kirveliği başkasına yaptırırlardı.
Kadın benden önde yürüyordu umursamıyordum zaten onun yanında yürümem için isteğim yoktu. Virajı döndü gözden kayboldu, kısa süre sonra bende aynı yerdeydim. Kadın dizleri üzerine çöktü ellerini yüzüne kapadı…
Neden karşı yönden araç gelmediği dağ gibi önümüze yığılmış taşlar, kayalar, ağaçlarla ortaya çıkmıştı. Değil araç bisikletin bile geçeceği yer yoktu…
Kadın bana döndü “Şimdi ne yapacağız” sorusu benimde aklımdan geçen sözlerdi. Üzerinden tırmanmak ölüme davetiye çıkarmakla eş değer gözüküyordu. Ormana girip çevresinden dolaşmak ne kadar doğru olurdu, yağmurdan yumuşamış zemin tehlikelerle dolu olmalıydı. Sağ sol hangi ormana girebilirdik, yerleşim yeri nerede olabilirdi.
Konuşmayı düşünmesem de sessizliği ilk bozan o olmuştu“Buraları biliyor musun?”
“Hayır ilk kez geliyorum ya sen?”
“Bende ilk kez geliyorum”
Şimdi şapa oturmuştuk… Kadın yeren kalktı “İki seçeneğimiz var ya burada bekleriz, ya da ormana girer yıkıntının çevresinden dolaşırız”
“Gidelim daha fazla bu yola dayanabileceğimi sanmıyorum, iliklerime kadar üşüdüm”
“Orman seçeneklerin hepsi kötü tek başıma karar vereceğim bir durum değil. Sağımızda ki orman mı? Solumuzda ki orman mı? Bizi yerleşim yerine götürür, yıkıntı hangi tarafta daha az, zemin yumuşak bir sürü tehlike var. Bunca yağmura yılan çiyan toprak üstüne çıkmış olabilir”
“Bahsetmesen olmaz mıydı?”
Kadının korkudan sesi titremişti“Bilmen gerek yine beni suçlamanı istemiyorum, ikimizin ortak kararı olmalı”
“Seni nasıl suçlayabilirim olanlarda senin ne suçun var, başıma gelenlere inanamıyorum sadece biraz dinlenmek, stresli geçen günlerimden kurtulmak istemiştim”
“Bende asker arkadaşımın çocuklarının kirvesi olmak için davet aldım. İşimi gücümü bıraktım birkaç gün dinlenirim değişiklik iyi gelir diye yola çıktım”
“Kış günü sünnet düğünü mü olurmuş”
“Benim yüzümden ertelediler, şimdi konumuz bu değil hangi yönü seçeceğiz”
Ve ceviz büyüklüğünde dolu yağmaya başladı, çabuk karar vermeliydik koştuğumuz yön sağ taraftaki orman oldu. Asfalta vuran dolu tanelerinin sesi bomba gibi patlıyordu. Ağaçlar dolunun hızını azaltmıştı, bir süre soluk soluğa bekledik, başladığı gibi birden bitti.
“Yağmur, fırtına, sel, heyelan şimdi de dolu başımıza gelecek ne kaldı”
Ses çıkaramadım her an bu şansla her olay gelebilirdi, atom bombası patlayabilir, deprem olabilir, yüz yılın karı yağabilirdi. Savaş bile çıkması olasılık dâhilindeydi yüzyıllardır nesilleri tükenmiş olan dinozorlar bizim şanssızlığımızın şerefine bir yerlerden çıkıp gelebilirlerdi.
“Orman da kurtlar varmıdır acaba”
“Yaban domuzu hatta ayı bile olabilir”
Ormana girince karanlık çok daha fazlalaştı, birbirimizi görmemiz mümkün değildi, feneri yakarak pilini bitirmek istemiyordum.
“Ya elimi tutacaksın, ya da birbirimize bağlanmamız gerek”
Buz gibi elini avucumda hissettim. “Sakın yanlış anlama hiç tanımadığım bir erkeğin elini mecburiyetten tuttum ve aklına başka bir düşünce gelmesin”
“Bana bak ilk önce sözlerine dikkat et, bende hiç tanımadığım sivri dilli, geçimsiz ve henüz tam olarak göremediğim kadının elini tutmaya meraklı değilim. İma ettiğin meseleye gelince şu an aklıma gelen en son düşünce odur. Canımla uğraşıyorum bilmem neyimle değil, yürü daha fazla saçmalayıp beni sinir etme. Bırakırım burada kalırsın tek başına arkamı bile dönmeden giderim. Hatta bu gülle gibi çantada ip varsa bağlanalım elini tutmak istediğimden emin değilim”
“Of çok konuşmanın yanı sıra epey alıngansın”
“Kadın kendine gel benimle dalga geçmeye çalışıyorsan sert kayaya çarparsın”
“Tamam gidelim artık”
Lafları sokuştursa da elini elimden çekmedi hatta daha sıkı tuttu, bıraksam bir türlü bırakmasam bir türlüydü. Ağır ilerliyorduk ikimizde birer elimize sopa aldık, her attığımız adımda önce yeri yokluyor kendimizi garantiye alıyorduk.
“Önümde boşluk var”
“Kımıldama yanıma gel”
Ellerimiz bir olsa da aramızda neredeyse iki kol boyu mesafe vardı. Ne olur ne olmaz diyerek aramızı açık bırakmıştık, bu konuşmadan içgüdüsel alınmış bir karardı. Birleşik yürüyüp aynı anda yuvarlanmak veya çukura düşmenin korkutucu düşüncesiyle alınan önlemdi. Boşluğu geçince yine ayrıldık.
Asfaltın gözünü seveyim şu veya bu şekilde hiç olmazsa nasıl yürüyeceğimi biliyordum “Daha fazla aşağı inmemize gerek yok, geri çıkalım”
Feneri yaktım kısa süre ormanda gezdirdim, selin getirdiği çamurlar azalmıştı. Üzerinden geçebilir tekrar yukarı tırmanabilirdik. “Çok daha dikkatli olmalıyız orman meyilli düşersek nereye yuvarlanacağımız belli değil”
“Elimi sıkı tut hiç bırakma”
Korkusunu sesinden anlayabiliyordum, bende korkuyordum kuş uçmaz kervan geçmez yerde düşüp oramızı buramızı kırarsak bulunana kadar çakallara kesin yem olurduk. Kadın elimi sıktı “Ne oldu?”
“Uluma duydun mu?”
“Duymuyorum”
“İyi dinle bak yine uluyor”
“Çakal değildir, kurt değildir”
“Nereden biliyorsun?”
“Çabuk ol sallanmanın ne anlamı var, bir an önce yola çıkmalıyız” kadına cevap vermek istemiyordum bir yırtıcılarımız eksik kalmıştı. Elimde ki sopayla yeri yoklamaya başladım, bazı yerler az bazı yerler çok batıyordu. Az yere basarak kadını arkama geçirdim şu an yan yana değil arka arkaya yürümeliydik. “Bastığım yerlere basmaya dikkat et”
“Birde görebilsem edeceğim de göremiyorum”
“Yan döneceğim ben ayağımı çektiğim anda sen koyacaksın” Tırmanışımız ağırdı, özen göstermezsek mahvolurduk.
“Fark etmeden ne kadar çok inmişiz, tırmanmak çok daha zor”
Üşümeyi çoktan unutmuştum terler sırtımdan süzülüyordu, kadın ufak tefek olduğundan o çok daha fazla gayret gösteriyordu benden beter terlemiş olmalıydı. Eli elimden kayınca bileğinden yakaladım. “İsmin ne?”
“Şimdi isim sormanın sırası mı?”
“Seni kadın diye adlandırmaktan bıktım, çoktan el ele tutuştuğumuza göre tanışmamız gerektiğini düşünüyorum. Benim ismim Yavuz”
“Reyyan”
Ne ilginç ismi vardı?
“Sakın anlamını sorma”
“Neden kötü mü?”
“İlginç, fazla duyulmamış olduğundan ilk söylediğimde hemen hemen herkes sorar. Suya kanmış, suya doymuş demek”
“Tam bu güne uygun bir ismin var, dikkat et çamur biraz derin”
Az kalmıştı biraz daha gayret edersek yola çıkardık, bir anda bileği elimden kaydı çığlık atarak yuvarlanmaya başladı. Şu an bastığım yere dikkat edecek gibi değildim arkasından hızlıca inmeye başladım. Çamur beni de kaydırınca yere düştüm son anda kısa ağaçlardan birinin dalına tutundum çok fazla taşımayacak gibiydi çatırtısını duyduğum anda dalla birlikte biraz daha kaydım. Meyil çok fazlaydı “Reyyan”
“Reyyan ses ver” İndiğimizden çok daha aşağıda olduğumuzu tahmin etmek zor değildi, ağaçlardan birine hızla omzumu vurdum canım oldukça fazla acımıştı. Ağaç sayesinde hızım azaldı sıkıca sarıldım düşmemiş olduğunu umarak feneri aradım. Mucizevî bir şekilde duruyordu iç cebime koymam düşmesini önlemişti. Yaktım hızla çevrede gezdirdim “Yavuz yardım et”
Sesini oldukça az duyuyordum “Reyyan neredesin? Seni göremiyorum”
“Tepenin altına doğru bak”
“Ses çıkar”
Birde kayıp üzerine düşersem işte o zaman yanmıştık. “Burası çok karanlık korkuyorum”
“Geliyorum” Resmen yerde emekliyordum, tepenin kenarına geldiğimi elim boşluğa gelince anladım. Feneri tekrar yaktım, tepe inebileceğim gibiydi, Reyyan sırt üstü yatıyordu, yan yürüyerek başarabilirdim. Bir adım attım, ikinci adımda kaydım yağmurluğumun uzun olması işime yarayacaktı yan oturarak inmeye başladım. “Geldim iyimisin?”
“Biraz sırtım acıyor, yine boynum ağrımaya başladı”
“Üç dört saattir kaçıncı kez sana iyimisin diye soruyorum. Yeter artık bela mıknatısı gibisin”
“Sanki düşmeyi istemişim gibi bana bağırmaya hakkın yok”
Bir süre olduğum yerde oturdum, bayırdan inmesi kolaydı ya çıkması şimdi ne yapacaktık.
“Tırmanabilir misin?”
“Kaygan zeminde hayır”
Neredeydik feneri çevrede gezdirdim, büyük bir karaltı hatta birçok büyük karaltı vardı. “Elimi tut ve bu sefer sıkı tut, bir kez daha düşersen ve benzeri olaylarda arkamı dönüp giderim. Bu son ihtarımdır ciddiye alıp dikkat etsen senin yararına olur”
Kolundan tuttum sertçe çektim, biraz inleyince omuzlarından tuttum “Yürüyebilecek misin?”
“Yürürüm herhalde”
Karaltıya temkinli yaklaştım, naylon evet bu naylonla kaplı devasa büyüklükte…
Reyyan “Sera, burası sera” diyerek çığlık attı. “Kapısı nerede ki buranın”
“Uçmuş, baksana naylonlar parçalanmış”
“Olsun sera demek insanlar ekinlerini kontrol etmeye gelecek demektir”
“Hiç sanmıyorum burası uzun süredir ekilmemiş” Feneri hızlıca seranın içinde dolaştırdım, oturacak kuru bir yer aradım yoktu, su basmıştı. Ya diğerleri? “Sen burada dur kıpırdama” Ulaşabildiğime baktım aynıydı… “Reyyan burada kulübe var”
Geriye döndüm, Reyyan bıraktığım yerde duruyordu ben gülümsüyordum, yüzünü tam görsem onunda gülümsediğinden emindim. Sera terk edildiğine göre kulübede terk edilmiş olmalıydı. Kısa aralıklarla feneri yakarak kapısını buldum asma kilit vardı. “Bu kilit beni asla durduramaz”