"Senin gibi başkalarıyla olmamdan mı korkuyorsun?" dedim tek kaşımı havaya kaldırarak. Gece meyhaneye oturup tek başına içtiğini biliyordum. Ama sırf gıcıklık olsun, kıskansın, kudursun diye söylemiştim. Belli ki işe yaramıştı çünkü kendinden emin bakışları birden şaşkınlığa dönmüştü. Onun konuşmasına müsaade etmeden devam ettim. "Merak etme ben sen değilim," işaret parmağımı onun göğsüne bastırdım. "Bir de beni sevdiğini söylüyorsun." Banyo kapısının arkasında asılı olan havluyu alıp ona uzattım. Daha doğrusu fırlattım.
"Hastalanma, hastalanırsan gece kimin yanında kaldıysan onun yanına gönderirim seni."
Sonrası yoktu. Odadan hızla çıkıp mutfağa indim ve beklemeye başladım. Hem Kerem'in aşağı inmesini bekliyor hem de atıştırmalık bir şeyler hazırlıyordum. Merdivenden ayak sesleri kulağıma gelirken ona yaptığım acı kahveyi fincana dolduruyordum tam da. Sessiz sessiz mutfağa girip her zaman oturduğu sandalyeye kuruldu. Bakışlarını masada duran tabaklara sabitlemiş öylece duruyordu. Elimdeki kahveyi önüne bırakıp karşısına geçtim. Ama o hala boş gözlerle bakıyordu.
"Kahveyi iç de kendine gel."
Kahvenin acı olduğunu tahmin ediyordu hatta belki de biliyordu. Fincanı eline alıp tek yudumda içti ve ne yüzünü ekşitti ne de bir şey söyledi. Dün akşam yemek için hazırladığım ama evden hızla çıktığı için yemediği yemekler vardı masada. Uzanıp birinden tabağına koydu.
"Akşam için hazırlamıştım ama sen gittiğin yerde daha lezzetli şeyler yemişsindir." Nedense onunla uğraşmak hoşuma gidiyordu. Bir suçu yoktu ve suçluymuş gibi başını yere eğip tek kelime etmemesi çok ama çok güzeldi.
"Meyhanedeki biber dolmaları bu kadar güzel değil." dedi pişkin bir tavırla.
"Biliyorum, zaten gittiğin evi kastetmiştim." dedim tavrımı bozmadan.
Dakikalardır yerde olan bakışlarını kaldırıp gözlerime baktı. Öyle bir bakıyordu ki gözlerime sebepsiz bir şekilde bu sefer ben başımı yere eğdim. Onunla göz göze gelmekten bile son günlerde korkar olmuştum.
"Meyhanede tek başıma olduğumu adın kadar iyi biliyorsun. Bence beni çileden çıkartmak için başka yollar ara. Çünkü bu sohbet git gide komikleşecek." Kendimi savunmaya geçerken bir dinleyici edasıyla kolunu masaya koydu.
"Ben senin dün gece nerede olduğunu adım kadar iyi bilmiyorum. Ama eve geldiğinde 'Nevin' diye sayıkladın. Söylesene ne yaptınız saatlerce? Evden aceleyle çıkmana değdi mi?"
O bana bakarken ben yere bakıyordum ve garip hava vardı aramızda. Sanki aldatılmışım gibi içli içli konuşuyordum ve bu da Kerem'i düşündürüyordu. Son lokmamı da ağzıma atıp ayağa kalktığımda o da kalktı. Konuşmuyorduk ama bir uyum içindeydik. Kerem masadaki tabakları tezgaha koyarken bende makineye yerleştiriyordum. Mutfaktan çıkıp salona geçerken arkamdan bana seslendi.
"Hazırlanmayacak mısın?"
"Bugün işe gitmek istemiyorum." dedim yüzüne bile bakmadan.
Koltuklardan birine kurulup televizyon izlemeye başladım. Bugüne kadar toplasan on kez televizyon açmayan ben televizyon izliyordum. Kerem ayakta durmuş bana bakıyor ve eminim ne söyleyeceğini düşünüyordu.
"Hadi git sen işe, Nevin'ciğini bekletme... Sen ona şirkette yeni pozisyon bulmuşsundur." dedim imalı bir şekilde.
"Farah lütfen..." Yüzümde anlamsız bir bakışla başımı ona çevirirken o bana sinirle bakıyordu.
"Ne lütfen?” dedim kaşlarımı biraz daha çatıp. “Hatta aklıma ne geldi biliyor musun, siz bununla çocuk yapın biz de anneme benimmiş gibi gösterelim." Şakasına söylediğimin farkındaydı ama sinirleniyordu. Cevap vermiyor oluşu da beni daha çok gaza getiriyordu. Ben koltukça uzanmış bir halde dururken o gövdesini bana doğru eğip yüzünü yüzüme yakınlaştırdı.
"Farah..." dedi dişlerinin arasından. Sadece sinirliyken dişlerinin arasından çıkarırdı sesini.
"He Kerem?” dedim tavrımı bozmadan.
"Sence, senden başkasıyla birlikte olacak bir adam mıyım?" Bu sefer cevap vermeyen bendim. "Ya da senin dışında bir kadından çocuk yapar mıyım?" gözlerimi ondan çekmek isterken başına daha çok eğdi. Bakışlarımı ondan çekmemeyim diye daha da yaklaştırdı başını bana. Nefes dahi almadan bakıyordum ona.
"Ben dün gece Ayşe'siyle Fatma'sıyla değil seninle yattım…”
"Evet benimle yattın..." Söylediğim şeyin farklı boyutu birden aklıma gelince boş boş bakan gözlerim hızla açıldı. Kerem de anlamış olmalıydı. Çünkü son söylediğim şeyle alt dudağını gülmemek için ısırdı.
"Yani yanımda yattın. Her zaman olduğu gibi…” diyerek toparlamaya çalıştım.
"Her gece, geç de olsa eve gelip yanında yatan adam için şakasına da olsa böyle şeyler söyleme. Yoksa," dedi doğrulurken.
"Yoksa?" dedim başımı hafifçe sallayarak.
"Neyse, ben çalışma odasındayım."
Hiçbir şey olmamış gibi yukarı kata çıkarken ben koltuktan doğrulmuş ona bakıyordum. Dün gece zil zurna sarhoş olmuş bir adam bu kadar aklı başında nasıl konuşur anlayamıyordum. Yattığım yerden ekrana bakmaya devam ettim. Televizyon izlemek daha doğrusu boş boş oturmak sadece beş dakika sürdü. Kalkıp mutfağa gittim. Bu hayatta hüznüme, mutluluğuma, küçüklüğüme, büyüklüğüme tanıklık eden ilk ve tek yer orasıydı. Saatlerce yemek yapmak, yeni tatlılar fırına sürmek, adını duyduğum ama tadını bilmediğim içecekler yapmak bana iyi geliyordu. Konu Kerem'e çıkacak belki ama yaptığım iyi ya da kötü her yemeği tadan tek kişi oydu. Özellikle üniversite zamanlarımda sınavlara hazırlanırken bıkmadan usanmadan yiyordu yaptığım her şeyi.
Öyle zamanlarım oluyordu ki sabahtan akşama kadar mutfaktan çıkmıyordum. Bugün de o günlerden biriydi. Mutfağa girdim ve aklıma gelen her şeyi ama her şeyi yapmaya başladım. Ben mutfaktayken Kerem bir kez olsun odasından çıkmamış, su içmeye bile yanıma gelmemişti. Mutfağın tezgahı, küçük masası ve uzun koridorda bulunan masa geniş tabaklardaki tuzlu ve şekerlilerle doluydu. Alnımdaki terler kururken salona geçtim. Şu an gidip duş alsam anında uyurdum. Ama bu gece uyumak istemiyordum nedense. Kitaplıktan kitap almak için kütüphane bölümüne geçerken gözüme Kerem'in mini barı takıldı. Kitaplığın hemen yanında duran şampanyalar cam şişelerde göz alıcı duruyordu. Normalde alkol seven ya da içmeden duramayan bir insan değildim. Amma velakin bu gece içimden çok içmek geliyordu. Büyük cam şişelerden birini kucaklayıp salondaki sehpaya bıraktım. Koşar adımlarla mutfağa geçip içki bardağı alıp tekrar döndüm. Bir iki üç derken şişenin yarısı bitmişti. Kuru kuru gitmiyordu ama. Canım, akşama kadar yaptığım tatlılardan çekiyordu fakat kalkıp almaya üşenmiştim.
"Kerem!" sesim çıkmasa da pek duymuştu beni. Önce kapının açılma sesi sonra da onun sesi geldi.
"Efendim?" dedi hafifçe bağırarak.
"Mutfakta tatlılar var. Hem kendine alsan hem de bana getirsen, çok üşendim."
Cevap vermemişti ama cevap niteliğinde olan ayak sesi geliyordu kulağıma. Basamakları inip mutfağa girdiğini şaşkınlıkla çıkardığı sesten anladım. Koca tepsi ile ekleri almış bana doğru geliyordu. Severdi ekleri, o seviyor diye de sürekli yapardım. Koltuktan görünmüyordu içki şişesi ama yanıma geldiğinde sehpadaki yarısı boş şişeyi gördü ve bir lokma aldığı eklerle olduğu yerde çakılı kaldı. Beklemiyordu bu halde oluşumu. Şaşırmıştı.
"Ver hadi…” dedim elimi boşluğa uzatarak.
"Farah?" Kaşlarıyla şişeyi işaret edince güldüm. Hafiften gidiyordu başım, sanırım ondan. Yoksa kimse bana kaş göz yapamaz. Kocam bile.
"Ne? Senin gibi dışarıda değil evimde içiyorum." Tepsiyi sehpaya bırakırken yanıma oturmaya yeltendi ama engel oldum. "Yalnız kalmak istiyorum. Sen git, işlerine bak."