NİKAH

1513 Kelimeler
Kaynanamın kolları üzerimde ağır ama sıcak bir çırpınış gibi durdu. O sarılınca içimde birden bir boşluk açıldı; annemden sonra ilk kez biri bana böyle sahip çıkıyormuş gibi hissettim. Öyle garip bir andı ki… Hem iyi geliyordu hem daha çok acıtıyordu. Benim gözyaşlarım ise durmuyordu. Hem canımın yanmasından hem de yaşadığım utançtan, hem de içimdeki kırılmışlıktan… “Neden kadın olmak bu kadar zor?” diye düşündüm. “Neden hep bizden beklerler? Neden bizden ispat isterler?” Ben daha 16 yaşında, hayatı daha anlamadan başkalarının kurallarının içinde sıkışmış bir çocuktum. Dayımın zulmü altında ezilerek büyümüştüm. Bir adım yanlış atsam ölüm demekti. Benim gizli sevgilim olamazdı. Birine elimi bile uzatamazdım. Eğer böyle bir şey olsaydı… Öldürülürdüm. Bu kadar netti. Yani ben bakire olmasam bile bu kendi rızamla olmuş bir şey olmazdı. Ama yine de önemli olan bakire olup olmamamdı. Olduğumu öğrenince rahatladı sanırım herkes. Benim gururumu düşünen yok. Ama bunları söylemeye cesaret edemedim. Söylesem bile kimse dinlemezdi. Onlar için önemli olan tek şey belliydi. Benim gururum, benim incinmişliğim… hiçbirinin umurunda bile değildi. Kaynanam, “Tamam kızım geçti ” deyip sırtımı sıvazladı. Sonra hızlıca ayağa kalktı ve kapıya seslendi. “Girin.” Ebe kadın çıktı, yerine iki genç kadın ve yaşça büyük başka bir kadın girdi. Ellerinde kutular, fırçalar vardı. Makyajım bozulduğu için hemen başıma toplandılar. Bir tanesi yüzüme bakıp burun kıvırdı. “Ne ağlıyorsun bu kadar? Ağa evine gelin geliyorsun işte. Sanki şehirde daha zenginini mi bulacaktın?” Sözleri içime ok gibi saplandı. Sanki tek derdim zenginlikmiş… Sanki hayatımı özgürce seçme hakkım varmış gibi… Sanki evleneceğim adamın kim olduğu bile benimle ilgiliymiş gibi… Diğeri hemen koluna dürttü onu, fısıldadı. “Kes şunu. İlk karısını bilmiyor musun? Üç gün dayanabildi anca.” O an nefesim kesildi. Odada bir uğultu yayıldı sanki. Yine aynı konu. Yine aynı söylenti. Ağa ilk karısını öldürmüş müydü? Kadın kendi mi intihar etmişti? Ama fark eder miydi? Kocası iyi olan biri üç günde kendini asar mıydı? Mutlu olan biri hayattan bıkar mıydı? Güvende olan biri ölümü seçer miydi? Bunu kimse yüksek sesle söylemezdi ama herkes fısıldardı. Ben de o fısıltıların içinde yavaş yavaş küçülüyordum. Bir kadın elindeki fırçayı yüzüme hafifçe vurdu. “Başını kaldır kızım, makyajın otursun.” Kaldırdım. Ama içimde kocaman bir çukur büyüyordu. Söyleyemediğim bir çığlık vardı içimde: “Ben henüz çocuğum. Bana bunu neden yapıyorsunuz?” Ama o çığlık dudaklarımdan çıkmadı. Çıkamazdı. Çıkarsa kim bilir başıma ne gelirdi. ... Beni aşağıya doğru indirdiler. Bahçeye adım attığımda gözlerim ışıl ışıl süslenmiş çiçekler ve renkli bezlerle dolu ortama takıldı. Hava artık kararıyordu. Her şey göz kamaştırıcıydı; ama içimde bir ağırlık vardı, tıpkı sırtıma oturmuş bir taş gibi. Damat yanıma geldi. Suratında hiçbir ifade yoktu. Gözleri, dudakları, duruşu… Hepsi soğuk, mesafeli. Yan yana yürümeye başladık. Adımlarımız senkron değildi; ama ben de fark etmedim, zaten hislerim çok karışıktı. Köy meydanı, Ağa evinden sadece birkaç adım uzaktaydı. Bahçeden çıkıp taşlı yola adım attığımda, kalbim hızla çarpmaya başladı. Meydanda her şey hazırdı; düğün kurulmuş, ışıklar asılmış, herkes yerini almıştı. Konuklar, akrabalar, komşular… Hepsi oradaydı. Ben sessizce yürürken, sadece süsleri ve konukların bakışlarını fark edebiliyordum. Kalbim hem heyecandan hem de korkudan hızlı hızlı atıyordu. Damat hiçbir şekilde bana bakmıyor, konuşmuyordu; yanımda duruyordu ama sanki orada değildi. Meydana yaklaştıkça insanların fısıltıları, kahkahaları ve ara ara çıkan “gelin geldi” sesleri kulaklarımda uğuldamaya başladı. Herkesin gözü bende; her hareketim, her titremem, her bakışım değerlendiriliyordu. Bir adım daha attım… Ve anladım ki bugün, kendi isteğim dışında, hayatımın bir dönüm noktasıydı. Herkesin bakışları üzerimdeydi. İçimde hem korku hem de tuhaf bir kabulleniş vardı. Yanımda duran damat hala sessizdi. Suratındaki ifade değişmedi, gözleri soğuk ve mesafeliydi. Bir an göz göze geldik. O anda bir şey hissetmek istedim; belki biraz güven, belki biraz sıcaklık… Ama hiçbir şey gelmedi. Sadece o soğuk, mesafeli bakış kaldı gözlerimde. Bir nefes aldım. “Tamam,” dedim sessizce kendi kendime. “Bitti… Bundan sonrası artık başkalarının planına göre yaşayacağım.” Ve öylece, meydana doğru yürümeye devam ettim; her adımda kalbim sıkışıyor, her bakışta içim titriyordu. Güneş çoktan batmış, akşamın morumsu göğü köyün üstünü kaplamıştı. Havanın serinliği, meydanı dolduran kadın ve erkeklerin konuşma sesleriyle karışıyordu. Kalbim deli gibi atıyordu; her adımımda ayaklarım yere basıyor ama içimde bir ağırlık vardı. Meydanı ilk gördüğümde nefesim kesildi. Her şey ışıl ışıldı; lambalar, mumlar, rengarenk kurdeleler, zengin süslemeler… Çardaklar, çiçek aranjmanları, kırmızı -beyaz örtüler ve altın sarısı ışıklarla süslenmiş masalar… Kadınlar zılgıt çekiyor, ellerindeki fenerleri sallıyor, türküler yükseliyordu. Herkes neşeliydi; ben ise kalabalığın içinde küçük bir nokta gibi sıkışmıştım. En sona yerleştirilmiş büyük bir masa, üstü çiçeklerle, ince dantelli örtülerle donatılmıştı. Masa etrafına dizilmiş sandalyeler, yanlarında hafifçe ışık yansıtan tüller ve mumlar… Her detay gösteriş için, herkesin gözü önünde bir şov gibi tasarlanmıştı. Kalabalık arasında, dayım ve karısı, o suratsız ifadeleriyle beni süzüyorlardı. Küçük oğlu bile İzmir ’den gelmişti, sanki orada bulunması gerekiyormuş gibi. Utanç ve sıkışmışlık hissim daha da arttı; herkesin bakışları üzerimdeydi. Kızı yine küçümser bakıyordu. En azından onlar gelmeseydi. Kaynanam, meydanın ortasında dikildi, siyah elbisesi ve başındaki örtüsü ile tüm ortamı domine ediyordu. Gözleri keskin, sesi tok ve emir verir gibi: “ Gelin ve damat geldiğine göre. Düğünümüz başlasın!” Herkes bir anda sessizleşti. Ben, Miran ’ın yanında dururken, kalbim deli gibi atıyordu. Yanımda yürüyen adamın yüzü hala donuktu, soğuk bir ifadeyle ilerliyordu; göz göze gelmemiz bile uzun sürmedi. Çocuklar, genç kızlar ve yaşlı kadınlar ellerinde fenerlerle etrafı dolaşıyor, zılgıtlar çekiyor, türküler söylüyordu. Her şey bir bayram gibi göz alıcıydı. Ama ben o ışıkların ve gülüşlerin içinde tek başıma, sıkışmış ve korkmuş hissettim. Meydanın sonuna geldiğimizde, masanın başında resmi nikah için hazırlık yapılmıştı. Memur, elinde dosya ve kalemle hazır bekliyordu. Annem, biraz arkamda boynu bükük bir şekilde duruyordu. Babamın karısı ise gururla dikilmiş, ortamı kendi keyfiyle izlemişti. Oturduk. Babamın karısı ve babam imza attılar. Yaşım tutmuyor çünkü. Annem? Annemin adı bile yok. Memur ciddiyetle bize döndü. “Türkiye Cumhuriyeti’ nin bana verdiği yetkiye dayanarak, bugün burada resmi nikahınız kıyılacaktır. Önce siz, gelin hanıma soracağım.” Kalbim hızla atmaya başladı. Ellerim dizlerimin üzerinde titriyordu. Memur ismimi söyledi: “Siz Servet kızı Nare Yalçın Mehmet oğlu Miran Zorbey ’i eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?” Gözlerimi kaçırarak ve titrek bir sesle: “Evet…” dedim. Memur Miran’a döndü: “Siz Mehmet oğlu Miran Zorbey, Servet kızı Nare Yalçın ’ı eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?” “Evet.” Cevabı kısa, soğuk ve kesikti. Kimseye bakamıyordum; kalabalık, ışıklar ve süslemeler altında kendimi çok küçük hissettim. Memur derin bir nefes aldı. “Türkiye Cumhuriyeti ’nin bana verdiği yetkiye dayanarak, sizleri karı ve koca ilan ediyorum. Artık resmen evlisiniz.” O an annem gözyaşlarını tutmaya çalıştı, boynu bükük bir şekilde kenarda duruyordu. Babamın karısı ise sırıtarak keyfini belli ediyordu. Ben ise kalabalığın ve resmiyetin ağırlığı altında kendimi boşlukta hissettim. Belgeler imzalandı. Kalbimde hem bir korku hem de tuhaf bir kabulleniş vardı. Artık resmi olarak evliydim. Evlilik cüzdanı bana verildi. Ama Miran hala soğuk, mesafeli ve donuk bir ifade ile duruyordu. İçimde bir tuhaflık, ürperti ve sıkışmışlık vardı; bugün, kendi isteğim dışında atılmış bir adımdı. Düğün artık gerçek anlamda başlamıştı. Ama ben o ışıkların arasında bile kendimi görünmez hissediyordum. Herkes eğleniyormuş gibi görünüyordu; erkekler halaya kalkmış, ellerini havaya kaldırıyor, davul ve zurna ritmiyle tempo tutuyorlardı. Ama alttan alttan bir uğultu, fısıltılar, dedikodular dönüp duruyordu. Her adım, her bakış bir konuşma başlatıyor gibiydi. Ben kenarda dururken, dayımın kızı yanıma yaklaştı. Gözlerinde alaycı bir parıltı vardı. Dudakları hafifçe kıvrıldı ve fısıldadı. “Ağa ile evleneceğin aklıma gelmezdi. Ama adam kart. Yazık sana.” Sesi, hem iğneleyici hem de meraklıydı. İçimde bir tuhaflık, öfke ve çaresizlik karıştı. Ne cevap verebilirdim ki? Söyleyecek sözüm yoktu. Halaya kaldırılan Miran ’ı izledim; yüzü hala donuk, boş bir ifade ile ritme uymaya çalışıyordu. Gözleri benden kaçıyor, etrafa bakmıyor, adeta kendi dünyasında hareket ediyordu. Kalabalığın coşkusu ve dedikodular arasında ben yalnızdım. Herkesin eğlencesi, benim içimdeki sıkışmışlığı ve korkuyu daha da büyütüyordu. Dayımın kızının sözleri, alaycı bakışları aklıma kazındı. İnsanlar mutluluk gösterisi yaparken, benim içimde tuhaf bir boşluk vardı; hem korku, hem öfke, hem de çaresizlik… Bir yandan halay devam ediyordu. Erkekler ellerini kenetleyip ritme ayak uyduruyor, kadınlar onları izliyordu. Ama ben kenarda sessizce duruyordum. Gözlerim dolu, ellerim sıkılı, nefesim hızlanmıştı. O an fark ettim ki, dışarıdaki neşe ve renkler, benim içimdeki sıkışmışlığı hiç değiştiremiyordu. Dayımın kızı bir kez daha yanaştı, hafifçe gülümsedi ve fısıldadı. “Düşünsene, senin yaşında bir kız, Ağa’ nın yanında… Hayat böyle işte. Adamın ikinci evliliğiymiş bir de. Bence buna kimseyi vermiyorlar diye akrabasına kız kaçır dedi. Böylece evlenecek bir salak buldu. ” Sadece başımı salladım. Söyleyecek bir şeyim yoktu. Onunla uğraşmaya enerjim hiç yoktu. Sanki herkes kendi oyununu oynuyor, ben ise sadece izliyordum. Meydanın ışıkları, halayın ritmi, zılgıtlar ve dedikodular arasında kaybolmuş bir gölge gibiydim. Konuşsam ters cevap versem neye yarardı? Gözlerinde kıskançlık vardı. Zengin biriyle evleniyor olmamı kaldıramıyor kendince yaşından vuruyordu. Sanki benim umrundaydı zengin biriyle evlenmek. Ama o zaten hep böyleydi. Kendi zengin biriyle evleneceğine inanıyordu. Beni de temizlikçi olarak alacağını söylerdi. Bir gariban bulur düğününü de yaparım diye alay ederdi kendince. O yüzden şu anı sindiremiyordu. O an anladım ki, bu düğün benim için sadece bir gösteriş değil; aynı zamanda bir sınavdı. Hem kendi korkularım, hem çevremin gözleri, hem de Miran ’ın soğuk bakışlarıyla karşı karşıya kalacağım bir sınav. Ve ben, bunu sessizce, çaresizce geçmek zorundaydım.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE