Elif’in odasında masa darmadağındı. Bora yere çökmüş, parçalanmış maketin kolonlarını, çatısını ve karton duvarlarını dikkatle birleştirmeye çalışıyordu. Uğraşırken alnından ter damlıyordu. Elif de onun yanında diz çökmüş, ince parçaları tutuyor, yapıştırıcıyı sürüyordu. Dakikalarca, nefes bile almadan uğraştılar.
Saat hızla ilerledi. Göz ucuyla saate bakan Elif’in kalbi sıkıştı: 15.00 olmuştu.
Ellerini dizlerine vurup doğruldu.
— Yetişmeyecek… Ne kadar uğraşsak da yetişmeyecek.
Bora başını kaldırdı, gözleri hâlâ ciddiyetle ışıldıyordu.
— Pes etme, biraz daha deneyelim.
Elif’in gözleri doldu. Başını iki yana salladı:
— Olmaz… Ben hocayla konuşurum. Ne yapalım, olmazsa sene tekrar ederim. En azından denedim.
Bora’nın yüzünde şaşkınlık belirdi. Normalde Elif’in böyle kolay pes eden biri olmadığını fark etmişti. Yavaşça ayağa kalktı.
Elif derin bir nefes aldı, gözyaşlarını silerken ona döndü:
— Sen taşınmayı bıraktın, bana yardım ettin. Bunu unutmayacağım. Sana kızgın değilim artık.
Bora’nın dudaklarının kenarı hafifçe kıvrıldı. Bir şey söylemek ister gibi oldu ama sustu. Elif ise elini kaldırıp ona baktı:
— Bekle burada.
Bora kaşlarını çattı.
— Nereye gidiyorsun?
Elif çantasını kaptı, sinirli ama kararlı bir sesle:
— Okula. Hocayla kendim konuşacağım. Belki şansım yaver gider.
Elif odadan fırtına gibi çıktı. Bora, bir an öylece kalakaldı. Ama sonra dudaklarının kenarında inatçı bir gülümseme belirdi.
— Sen bekle, Karadeniz fırtınası… Bu iş bende.
Akşamüstü, fakültenin dar koridorlarında Bora hızlı adımlarla ilerliyordu. Elif’in hocasının odasının önünde durdu. Kapıyı tıklattı. İçeri girdiğinde, sert bakışlı, otoriter hocayı gördü.
Elif orada değildi.
Bora kendinden beklenmeyen bir ciddiyetle söze başladı:
— Hocam, öğrenciniz Elif’in ödeviyle ilgili konuşmaya geldim. Bugün talihsiz bir kaza oldu, maketi dağıldı. Ama bütün gece emek vererek hazırlamıştı. Sizden sadece yarına kadar süre istiyoruz.
Hoca kaşlarını çattı:
— Kurallar belli. Bugün teslim edilmeyen ödev kabul edilmez.
Bora pes etmedi. Gözlerinin içine baktı:
— Haklısınız hocam, ama bu kız bu bölüm için yaşıyor. Bir gün yüzünden koca seneyi kaybetmesi haksızlık olur. Size yemin ederim, yarın sabah ilk iş ödev masanızda olacak.
Hoca, karşısında dik duran bu gencin kararlı bakışlarına şaşırdı. Kısa bir sessizlik oldu. Sonunda başını salladı:
— Yarın sabah 9’a kadar. Daha fazlası değil.
Bora’nın gözleri parladı. Hafifçe gülümsedi:
— Teşekkür ederim hocam. Elif adına da teşekkür ederim.
Elif, evde bitkin bir halde yatağına kapanmıştı. Umutsuzca tavanı izlerken kapı çaldı. Açtığında Bora’yı gördü. Elinde yapıştırıcılar, maket parçaları ve kararlı bakışlarıyla kapının önündeydi.
— Yarın sabaha kadar vaktimiz var. Hadi bakalım, Karadeniz fırtınası. Bu sefer başaracağız.
Elif’in kalbi bir anlığına hızla çarptı.
— Ne… Ne yaptın sen?
Bora gülümsedi:
— Hocanla konuştum. İzin aldım.
Elif’in gözleri doldu. Dudakları aralandı ama kelime çıkmadı. Sadece fısıldayabildi:
— Sen… gerçekten…
Bora başını hafif eğip göz kırptı:
— Ben gerçekten özür dileyen ve yardım eden bir Ankaralıyım işte.
O anda Elif’in yüreğine istemeden bir sıcaklık yayıldı.
Elif, Bora’nın sözleriyle afallamış halde geri çekildi,inanamıyordu. İçinde bir umut kıpırtısı kabarıyordu ama bunu belli etmemek için kaşlarını çattı:
— Hocayla… sen mi konuştun?
Bora kendinden emin bir şekilde başını salladı:
— Konuştum. Yarın sabah 9’a kadar izin aldım. Artık bahanemiz yok. Hadi işe koyulalım.
Elif istemsizce gülümsedi.
— Delisin sen…
Bora omuz silkti.
— Ankara delisi. Sen de Karadeniz fırtınasısın. İkimiz bir araya gelince bayağı kasırga oluyoruz.
Elif gözlerini devirdi, ama kalbinin hızlandığını gizleyemedi. Masaya geçtiler. Maketin parçaları özenle dizildi. Bora, cetveli ve yapıştırıcıyı eline aldı.
— Şimdi dikkatlice şu kolonları sabitleyeceğiz. Yük taşıyan noktalar en önemli yerler.
Elif kaşlarını kaldırdı:
— Sen gerçekten bu işten anlıyorsun.
Bora dudaklarını kıvırdı.
— İnşaat mühendisliği öğrencisiyim ben. Siz hayal edersiniz, biz hesaplarız.
Elif küçümser gibi gülümsedi:
— Demek ben hayalperestim, sen matematikçi.
— Aynen öyle. Ama biliyor musun? Hayaller olmazsa hesaplar da anlamsız kalır.
Elif’in kalbi bir anlığına durdu. O cümle, hiç beklemediği kadar anlamlıydı. Ona baktı. Bora, ilk kez ukala bakışlarının arkasında, gerçekten başka birini saklıyor gibiydi.
Saat ilerledikçe ikisinin elleri yapıştırıcıya bulanıyor, maketin parçaları yavaş yavaş bir araya geliyordu. Elif bazen telaşla yanlış parçayı yapıştırmaya kalkıyor, Bora hemen müdahale ediyordu.
— Hayır hayır, orası kuzey cephesi, bak buradaki pencere açısı farklı.
— Offf… beynim sulandı artık!
Bora kahkaha attı:
— Yalnız pes etmediğine sevindim. Biraz önce bırakmıştın neredeyse.
Elif’in yanakları kızardı.
— Sen olmasaydın çoktan bırakmıştım.
Bora’nın gülüşü biraz yumuşadı. Sesi alçaldı:
— O zaman iyi ki çarpışmışız.
Elif’in bakışları onun gözlerinde bir an takılı kaldı. Sonra hızla başını çevirdi.
— Hadi, işimize bakalım. Romantizm zamanı değil.
Gece ilerledikçe maket yavaş yavaş toparlanmaya başladı. Masanın üzerinde ışıkların altında kartonlar, çizimler ve cetveller bir araya geliyor, Elif’in hayali yeniden şekil buluyordu.
Bora elini saçlarına attı, alnındaki teri sildi.
— Saat kaç oldu?
Elif telefonuna baktı:
— Gece üç.
— Güzel. Daha altı saatimiz var.
Elif istemsizce güldü.
— Sanki maraton koşuyoruz.
— Koşmuyor muyuz zaten? Hayat da bir maraton. Hem sen bitiş çizgisini göreceksin.
Elif’in gözleri doldu. Yavaşça başını eğdi.
— Teşekkür ederim Bora… Bunu yapacağını hiç düşünmezdim.
Bora, gözleriyle onu süzdü. Bu kez hiçbir alay yoktu. Sadece samimiyet:
— Ben de düşünmezdim, Elif. Ama işte buradayım.
Sabahın ilk ışıkları odanın perdelerinden süzüldüğünde, maket masanın üzerinde neredeyse kusursuz bir şekilde tamamlanmıştı.
Elif yorgun ama mutlu bir şekilde geriye yaslandı.
— Başardık…
Bora başını salladı, gözleri parlıyordu.
— Başardık Karadeniz fırtınası.
İkisi de sessiz kaldı. O an, aralarındaki bütün kavga, öfke ve çarpışmaların ötesinde başka bir bağ kurulmuştu.