Elif’in dersi bitmişti. Anfinin ağır kapısı ağır ağır açıldı, içeriden öğrencilerin konuşmaları, ayak sesleri koridora doldu.
Elif çantasını omzuna takarken kalabalığın arasında birini fark etti — tanıdık bir duruş, rahat bir tavır.
Koridorun sonunda, duvara yaslanmış, bir eli cebinde diğerinde telefon…
Bora.
Başını hafifçe öne eğmiş, ekranına bakıyordu. Yüzünde belli belirsiz bir gülümseme vardı; sanki o an sadece kendi düşüncelerindeydi.
Elif, istemsizce adımlarını yavaşlattı. Kalbi hafifçe kıpırdadı — onu burada, böyle, ansızın görmeyi hiç beklemiyordu.
Derin bir nefes aldı, dudaklarına belli belirsiz bir tebessüm yerleştirip yanına yürüdü.
— “Birini mi bekliyorsun?” diye sordu, sesi hafif bir merakla karışık alay taşırken.
Bora başını kaldırdı, göz göze geldiler.
Kalabalığın uğultusu bir anda uzaklaştı, sanki koridorda sadece ikisi kalmıştı.
Bora, telefonunu cebine koydu, gülümseyerek doğruldu.
— “Belki,” dedi, sesi sakin ama anlam yüklüydü. “Ama beklediğim kişi tam zamanında geldi.”
Elif gözlerini devirdi, ama gülmemek için kendini zor tuttu.
— “Yine başladın...” dedi, ama sesindeki yumuşaklık alaydan çok alışkanlıktı artık.
Bora başını yana eğip gülümsedi.
— “Ne yapayım, bazen kelimeler kendini söylüyor.”
Bir adım geri atıp ellerini iki yana açtı.
— “Seni almaya geldim. Aynı yere gidiyoruz sonuçta… Neden beraber gitmeyelim dedim.”
Elif kollarını göğsünde kavuşturdu, kaşlarını kaldırdı.
— “Hımm… öyle mi? O zaman Bilge ve Suna’yı da alıyoruz. Hatta Emre’yi de… servis şoförlüğüne mi başladın yoksa?”
Bora bir an sustu, sonra başını geriye atarak kahkaha attı.
O kahkaha… yüksek tavanlı koridorda yankılandı.
Elif’in gözleri bir an o gülümsemede takılı kaldı.
Düzgün dizilen bembeyaz dişleriyle, ışık gibi bir şey parladı yüzünde.
“Zalımın oğlu, ne güzel gülüyorsun be…” diye geçirdi içinden, ama söylemedi.
Bora göz ucuyla ona baktı, hâlâ gülümseyerek,
— “Öyle demeyelim de,” dedi, sesi yumuşak ama alttan alta flört doluydu.
Bir adım yaklaştı, bakışlarını kaçırmadan ekledi:
— “Bugün, sadece şoför değilim… eşlikçi say beni.”
Elif, kalbinde istemsiz bir sıcaklık hissederek başını çevirdi.
— “O zaman bakalım, yolun sonuna kadar dayanabilecek misin, eşlikçi bey,” dedi alayla.
Bora hafifçe gülümsedi.
— “Sen yeter ki yanımda ol, yol uzasa da şikayet etmem.”
Koridorun ucuna doğru yürümeye başladılar.
Arabaya bindiklerinde kısa bir sessizlik oldu.
Motorun sesiyle birlikte radyodan hafif bir şarkı çaldı; Elif camdan dışarı bakarken Bora göz ucuyla onu izliyordu.
— “Abin bir şey dedi mi?” diye sordu Bora sonunda, merakla. “Sinirli çıkmıştı kapıdan.”
Elif gülümsedi, başını iki yana salladı.
— “Bakma sen ona, Karadeniz siniri o. Çabuk parlar, çabuk söner.”
Bir an durdu, sonra ekledi:
— “Aynı apartmanda yaşadığımızı duyunca biraz sakinleşti diyelim…”
Bora kaşlarını kaldırdı, hafif bir şaşkınlıkla baktı.
— “Sakinleşti ha?”
Elif alaycı bir gülümsemeyle omzunu silkti.
— “Taa ki akşam yemeğini duyana kadar!”
Bora kahkaha attı.
Elif direksiyonun üzerindeki Bora’ya döndü, gözlerinde ince bir parıltı vardı.
— “Bu arada bir tost daha yapacaksın… Abim de geliyor yemeğe. Komşularla kaynaşmak lazımmış.”
Bora’nın yüzündeki ifade görülmeye değerdi.
— “Ciddi misin?”
— “Hem de çok.”
Elif dudaklarını büzüp gülmemeye çalışırken ekledi:
— “Hazırlan bakalım, şef Bora… cumartesi menüde ‘kaynaşma yemeği’ var.”
Eve gidene kadar yol boyunca sohbet ettiler.
İkisi de konuşacak konu bulmakta hiç zorlanmıyordu.
Elif, daha önce maket üzerinde çalışırken de fark etmişti bunu; sanki uzun zamandır birbirlerini tanıyorlarmış gibi her şey doğal gelişiyordu.
Konu konuyu açıyor, kelimeler aralarındaki sessiz bağın üstüne ince ince seriliyordu.
Yol, farkına bile varmadan bitiverdi.
Bora arabayı park edip motoru susturduğunda ikisinin de içinde garip bir sessizlik doğdu — ne söyleneceğini bilmeyen ama gitmek de istemeyen bir sessizlikti bu.
Kapının önüne geldiklerinde Elif gülümseyerek,
— “Teşekkür ederim,” dedi.
Bora gayriihtiyari bir şekilde karşılık verdi:
— “Yarın sabah görüşürüz.”
Söylediği anda, kendi sesi bile şaşırmış gibiydi. Gözleri bir an Elif’inkilere kaydı, ardından utangaç bir gülümseme yerleştirdi yüzüne.
— “Yani… aynı yere gidiyoruz ya, ondan dedim.”
Elif, başını hafifçe yana eğip gözlerinin içine baktı.
Gülümsemesi hem yumuşak hem anlamlıydı.
— “Peki,” dedi sessizce. “Görüşürüz sabah.”
Kapı kapandığında, Bora’nın dudaklarının kenarında hâlâ o gülümseme vardı.