Bora’nın uzattığı el havada bir süre asılı kaldı.
Elif’in bakışları kararsızdı; kalabalığın uğultusu arasında nefes almak bile zor geliyordu.
Ama içindeki o tanıdık dürtü — kaçmak yerine kalmak, susmak yerine hissetmek — bu kez galip geldi.
Yavaşça elini uzattı.
Parmak uçları birbirine değdiğinde, ikisinin de kalbinde görünmez bir kıvılcım çaktı.
Salonun ortasında dönmeye başladılar.
Yaylıların sesi, havadaki gerginliği ipek gibi inceltiyor, her adımda geçmişin gölgesi biraz daha yaklaşıyordu.
Elif, bir an için Bora’nın gözlerinden kaçmaya çalıştı.
Ama o bakış... hafif alaycı, biraz da tehlikeliydi.
Kendini kaptırmamak imkânsızdı.
— “Dans etmeyi beceremiyorsun sanırım,” dedi Bora, dudak kenarındaki sinsi tebessümle.
Elif gözlerini devirdi.
— “Seni görünce dengemi kaybettim demek daha doğru olur.”
— “Bunu iltifat olarak alıyorum.”
Elif omzuna bakmadan, kuru bir edayla:
— “Sen nasıl istersen öyle al.”
Bir an sessizlik oldu, sonra ikisi de istemsizce güldü.
Belki gülmek, söyleyemedikleri şeylerin yerini tutuyordu.
Melodi bittiğinde, ellerini bırakmakta geciktiklerinde, salonun içindeki sessiz tanıklar — babaları — çoktan her şeyi fark etmişti.
Osman Bey eliyle çağırdı:
— “Haydi bakalım gençler, gelin bakalım buraya. Birlikte atıştıralım!”
Elif derin bir nefes aldı, gözlerini kaçırarak masaya yöneldi.
Bora ise sanki hiçbir şey olmamış gibi, rahat ve umursamazdı.
Masaya geldiklerinde, Mert’in bakışları neredeyse yakıcıydı — Bora’ya değil, sanki bir yabancıya değil de, açık bir tehdide bakar gibiydi.
Elif o anda abisini neredeyse unutmuştu, hafifçe yutkundu, aralarına oturdu.
Mert ise "Bu kız benimdir," der gibi, elini Elif’in omzuna koydu.
Bora’nın kaşları o anda fark edilmez biçimde çatıldı.
İçinden geçirdi:
Bu çocuk da nereden çıktı böyle? Ne hakla bu kadar rahat davranıyor?
Adem Bey, ortamı yumuşatmak istercesine söze girdi:
— “Elif senin şirkettedir değil mi Bora? Bizim oğlanı yanında tutamadım, illa inşaat mühendisi olacağım dedi!”
Elif başını hafifçe yana eğdi, sesi kibar ama vurguluydu:
— “Ben mimarlık okuyorum, amca.”
Bora hemen araya girdi, keyifle gülümseyerek:
— “Bak baba, benim gibi asi demek ki.”
Mert’in göz bebekleri küçüldü, dişlerini sıktı.
Dudaklarının arasından kısık bir sesle, sadece Bora’nın duyabileceği bir fısıltı kaçtı:
— “Göreceksin sen o asiliği, merak etme.”
Bora kaşlarını kaldırdı, belli belirsiz bir gülümseme geçti yüzünden.
— “Ben merak etmeyi severim zaten.”
Masadaki gerginlik, yalnızca babalar tarafından fark edilmemiş gibiydi.
Osman Bey kahkaha attı:
— “Bizim kız inatçıdır, Mert de öyleydi küçükken. Ama sonunda akıllandı.”
Adem Bey kadehini kaldırdı, keyifli bir ses tonuyla:
— “Belli belli! Bakışlarından bile belli. Benim Bora da inatçıdır ama huyu tatlıdır.”
Bora, Elif’e dönüp göz kırptı:
— “Demek o yüzden anlaşamıyoruz. İkimiz de suyun yönünü değiştirmeye çalışıyoruz.”
Elif içinden boğarım seni o suda diye geçirdi ama dışarıdan yalnızca zarif bir tebessümle karşılık verdi.
Kahkahalar sofrayı doldurdukça, Elif’in içindeki huzursuzluk sessizce büyüyordu.
Masadaki herkes keyifliydi — sadece o hariç.
Akşam, iki baba için keyifli; iki genç içinse yorucu bir masayla son buldu.
Vedalaşma vakti geldiğinde, Adem Bey Bora’nın omzuna elini attı, Osman Bey’e dönerek gür bir sesle söyledi:
— “Yarın akşam bize gelin Osman! Hem eski günleri yâd ederiz, hem de çocuklar da kaynaşır.”
Osman Bey memnuniyetle kabul etti:
— “Ne güzel olur Adem! Zaten konuşacak çok şeyimiz var.”
Elif’in içi bir anda sıkıştı.
Sesi belli belirsiz çatladı:
— “Baba, ben yarın biraz dinlenmek istiyordum aslında. Hem Mert bana Ankara’yı gezdirecekti.”
Mert hemen onaylar bir ifadeyle başını salladı.
Ama Osman Bey gülerek elini kızının omzuna koydu:
— “Dinlenirsin kızım. Sohbetin içinde dinlenmek gibisi var mı? Adem’in hanımı da seni çok sevecek.”
O sırada Bora, sesini alçaltarak, neredeyse fısıltı gibi söyledi:
— “Ben gezdiririm seni Elif. Yarım kalan sohbetleri sevmem ben.”
Elif başını hafifçe yana eğip gülümsedi.
O gülümseme zarifti, ama bir o kadar da keskin.
— “O zaman sen yarım kalanlara alışsan iyi olur.”
Ama içinden geçen bambaşkaydı:
Bir yanı o yemeğe hiç gitmek istemiyordu,
diğer yanı ise... gitmemeyi asla başaramayacağını çok iyi biliyordu.