9

697 Kelimeler
Aradan haftalar, ardından aylar geçmişti. Ne Elif ile Bora karşılaşmış, ne de birbirlerine tek kelime etmişlerdi. Sanki o akşam yaşananlar, bir rüyanın sabahında buharlaşıp gitmişti. O bakışmalar, söylenmemiş cümlelerin ağırlığı, içlerinde kabaran duygular… Hepsi, zamanın soğuk eliyle silinmiş gibiydi. Elif, her sabah olduğu gibi erkenden uyanıyor, kahvesini içerken notlarına göz gezdiriyor, sonra derslerine gidiyordu. Akşamları yorgun argın eve döner, penceresinden dışarı bakarken düşüncelerini susturmayı denerdi. Hayat, sanki yeniden rayına girmişti — ama o raylarda artık ne bir kıvılcım, ne de bir sürpriz kalmıştı. Ev arkadaşı Bilge, Elif’in içindeki o sessiz dalgalanmayı fark etmeyecek kadar kalın kabuklu biri değildi. Bazen Elif’e uzun uzun bakar, sonra hiçbir şey söylemeden konuyu değiştirirdi. Elif’in yüzünde, söylenmemiş bir cümle gibi yarım kalmış bir durgunluk vardı. Ne adı geçerdi Bora’nın, ne de anısı... Sanki o isim, evin duvarlarından bile silinmişti. Aylar, bu ağır sessizliğin içinde eriyip gitti. Dönem sona erdiğinde Elif bavulunu topladı; kalbinde yorgun bir huzurla Rize’ye, çocukluğunun evine döndü. Rize’nin yeşili başka bir yeşildi; insanın içine işleyen, kalbini yumuşatan bir yeşil. Havanın tuzlu kokusu, denizin uzaktan gelen uğultusu, o tanıdık sis... Elif, evlerinin kapısından içeri adımını atar atmaz, şehirde bastırdığı nefesi bırakır gibi derin bir iç çekti. Evleri mütevazıydı ama içindeki sıcaklık, denizlerin ötesine taşardı. Kim derdi ki bu sade evin sahibi, Karadeniz’in en büyük gemi filosuna sahip bir iş insanıdır? Elif’in babası Osman Bey, gösterişten uzak, emeğiyle büyümüş bir adamdı. Ama denizler kadar geniş bir hırsı vardı; bu yüzden kızının kendi yolunu değil, ailesinin yolunu sürdürmesini istiyordu. Elif’in iki abisi vardı. En büyüğü Murat, babasının dinginliğini taşırdı. Evliydi; iki küçük kızı ve onların arasında sürekli bir şenlik havası vardı. Eşi Derya, Elif için yalnızca bir yenge değil, çocukluğundan beri sırlarını paylaştığı, kalbini açtığı bir dosttu. Derya’nın yanında Elif her zaman küçük bir kız çocuğu gibi hissederdi — ama bir o kadar da güvende. Ortanca abi Mert ise tam bir Karadeniz fırtınasıydı. Deli dolu, dobra ve bazen tahammül sınırlarını zorlayan bir kıskançlıkla kardeşini korurdu. Elif onu çok severdi ama sık sık, “Abi değil, baş belası gibisin,” derdi gülerek. Mert’in “Ben bilirim, sen anlamazsın,” diye başlayan cümleleri, evin klasik replikleri arasındaydı. Ne kadar çekişseler de Elif, onsuz bir hayatı düşünemezdi. Bavulunu koridora bırakıp derin bir nefes aldı Elif. Evin içi, çocukluğunun sesiyle doluydu sanki — eski duvar saatinin tıkırtısı, mutfaktan gelen çay kokusu, Derya’nın tatlı telaşı… “Hoş geldin küçük hanım!” diye seslendi Derya, elinde çay tepsisiyle. “Bir bak bakalım, bu evin havası hâlâ şehirdeki o kafe latte’lere benziyor mu?” Elif kahkahayı bastı. “Hiç benzemiyor, yenge. Burada süt köpüğünü bile denizden alıyorsunuz sanki.” Derya güldü. “Ah o deniz! Babana sor, hâlâ sabah beşte gemi arıyor rüyasında. Kızım, adamın damarında kan değil, motor yağı akıyor motor yağı!” O sırada mutfaktan bir ses duyuldu: “Elif geldi mi?!” Mert’ti bu. Elif refleksle göz devirdi. “Geldim abi, daha eşiği geçer geçmez sorguya mı başlayacaksın?” “Sen Rize’ye döndüysen, ben de görev başındayım!” diyerek içeri girdi Mert. Üstünde hâlâ iş tulumu, saçları dağınık, yüzünde o tanıdık alaycı ifade. “Ne o? Şehirde kimseyi fazla mı sevmedin yoksa?” Elif bir an duraksadı, sonra hemen toparlandı. “Yok abi, sadece senin gibi birini bulamayınca özledim bu kıymetli enerjiyi.” Mert kıkırdadı. “Enerji mi? Sen bana laf mı çarpıyorsun?” Derya araya girdi: “Siz başlamadan çayı koyayım da bardaklar kırılmadan bitsin şu hasret.” Elif kahkahalar arasında çayını alıp oturdu. Bir süre sessizce denizin sesini dinlediler. Sonra Derya’nın sesi yumuşakça yükseldi: “Peki anlat bakalım… Şehirde neler oldu? Dersler, insanlar, kalbin?” Elif gözlerini çay bardağında gezdirdi. “Dersler iyi, insanlar kalabalık… kalbim ise pek konuşkan değil bu ara.” Derya anlamlı bir tebessümle baktı ona. Mert hemen lafa girdi: “Kalbini susturmak en iyisidir. Şehirde konuşan kalplerin sonu kötü olur.” Elif başını kaldırıp gülümsedi: “Seninki susuyor mu peki?” “Benimki megafonla bağırıyor ama işte… dinleyen yok,” dedi Mert, omuz silkip. Derya kahkahayı bastı. “Ah Mert, senin kalbin değil, senin sesi susturmak mesele zaten!” Elif gülse de içten içe bir şey kıpırdadı içinde. O kahkahaların arasında, Bora’nın sessiz bakışları bir anlığına aklından geçti. Sonra hemen susturdu o sesi. Bu evde geçmişin yankısına yer yoktu. Şimdilik…
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE