0.4

2392 Kelimeler
Kızgın bir geçmiş, kırgın bir bedendi benim bedenim. Ruhum yaralarla kaplanmış, acı bir tat boğazımın içine yayılmıştı. Hıçkırıklarım melodik gelmeye başladığında burnumun sızlayışı geliyordu aklıma. Yaşamak için sebebin kalmadığı o anda.  Ben alışkın değildim. İlgi gören biri, ilgisiz kaldığında yaptığı ilgi çekme itemlerine düşüyordum. Bu beni itici ve antisempatik gösterdiğini bilirdim. Yinede kendimi alamazdım. Odada her şey düzenliydi, dikkatle gözlerim etrafta gidip gelirken raftaki romanlar romanların altındaki klasik arabalar dikkatimi çekiyordu. Ahşaptan klasik arabalardı. Minik minik oluşu göze hitap ederken değişik bir hava veriyordu odaya. Masa sıradan, eşyalar sıradandı fazlasıyla. Tek fark, masanın üzerinde duran Hazal'ın gülen yüzü vardı. Baş köşeye Hazal'ın resmi. Hak eder mi, diye sorsalar düşünmeden evet derdim. Ne olursa olsun, fazlasıyla kardeşken çıkıpta öyleydi demezdim. Diyemezdim.  Resmi geri koyup roman kitaplarına bakarken eskimiş olduklarını görüp iç geçirdim. Kitap okuyan erkek diye bir şey vardı ve bu fazla iyiydi. Zeki bir adam her zaman tercih ettiğim kişiydi sanırım. Zekadan önemsiz çok şey vardı. Romanlar arasında gözlerimi gezdirirken, içeriye girdi biri. Kapı tıklatılmamıştı.  Dikkatle Sevda'ya bakarken, "Ben Mirza var sanmıştım," dedi doğrudan, bey kelimesini kaldırmıştı anlaşılan.  "Yok burda," dedim sadece. Soğuk bir sessizlik vardı. Sanki önceden olan ilgimi biliyormuş gibi. Benden hiç hoşlanmadığına emindim.  "Görüyorum," dedi ve derin bir nefes aldı. "Sekreter olarak sizli bizli konuş demeye hakkınız var ancak Sevda yani Mirza'nın sözlüsü olarak odada yokken burda durmanızdan hiç hoşlanmadım." Tek kaşımı kaldırırken alayla güldüm ona. "Şirketin patronu benim."  Omuz silkti, "Mirza benim sözlüm ve o bu şirketten daha önemli," diyerek bana baktı. "İlk günde dediğim gibi onun için önemsiz birisin, bu şekilde kalacaksın. Sözlüme bu şekilde yakın olmaya çalışıyorsan hiç deneme. Biz evleneceğiz."  Dudaklarımı birbirine bastırıp kahkaha atmayı engelledim. "Sen ne dedin,"diye sordum gülerek. "Mirza ile aramda bir şey olduğunu mu söylüyorsun?" "Senden hoşlanmadım." Gözlerimi devirdim sinirle.  "Ne fark eder? Çok rahatsızsan bu durumdan Mirza'ya, Berfin ile görüşmeni istemiyorum dersin. Profosyönel iş yaparken senin saçma sapan kıskançlıklarını alttan alamam."  Dişlerini sıkarken, "Mirza'yı senden kıskanmıyorum, senin gözündeki o ışıltıyı sevmedim," dedi sinirle Sevda. "Sakın başka bir amaçla gitme ona. O zaman bu kadar sakin kalmam."  Histerik, alaylı bir kahkaha döküldü dudaklarımdan. "Mirza'ya olan güvenin gözlerimi yaşarttır doğrusu, yoksa çevreye mi güvenmiyorsun?!" Gözlerimi devirirken, "İki dünya bir araya gelse bundan sonra Mirza ne beni düşünür, ne de ben giderim ona. Eskiden.. öyleydi. Mirza'ya aşık olduğumu sanıyordum ama o kadar. Korkmanın sebebi ben değilim Sevda. Mirza hep böyleydi. Sen ona aşıksın ama o sana değil. Üzgünüm ama bu benimle ilgili bir durum değil," dedim en içten tavrımla. Beni kendine rakip görüyordu ama yanılıyordu.  Baştan kaybederdi. Biliyordum, öyle bir durum olmazdı ama seçim yapılırsa yenik başlardı bu karşılaşmaya. Dicle'nin de dediği gibi. Ben bu karşılaşmada hep birinci olan taraftım. "Mirza ile birbirimizi seviyoruz."  "Öyle sanmaya devam et o halde, şimdi çık odadan. Odada ben varken bir daha girme. Yoksa.. o zaman asıl halime eşlik edersin. Ciddi bir şekilde işini yap, özel hayatınız beni hiç ilgilendirmez. Orda ne yaparsanız yapın. İyi çalışmalar Sevda Hanım."  Kaşlarını çatıp sessiz kalmak zorunda kaldı. Biliyordu ki, böyle olacaktı. Ben büyük patrondum, o benim şirketimde bir çalışan. Sevda kapıya doğru ilerlerken gözlerimi devirdim. Doğrusu cesaret edebilmesine şaşkındım ama anlıyorum. Kimse Mirza Aksu'yla evlenecekken onu kaybetmek istemezdi.  Peşinden bakmayı bırakıp etrafta dolandım. Her şeyi merakla incelerken gözüme takılan kitaba yönelmiştim. Benim kitabımdı. Ona uzanırken gözlerim daldı anlığına. Geçmişe sürüklendim. Aşk ve Gurur. Çok anlamlı gelirdi o zamanlar. Şimdi hiç bir anlam ifade etmiyordu.  Uzandığımda benim aldığım kitap olduğunu fark ettim. Tek kaşımı kaldırırken, ilk yaprağını açtım. Geçmişin tozlu sayfalarıydı. On sekiz yaşımın ilk baharı. Gözlerimin dolduğunu hissederken yazdığım cümleyi okudum sesli bir şekilde.  "Gururundan bana gelmediğin her gün öldüğümü bil istedim. Sen bana gelmedikçe ölüyorum. Berfin Şadoğlu.." Dudaklarımdan dökülen o kelimeler zehirli sarmaşık gibiydi, beni bırakıp gittiği o gün büyüdüm ben. Beni kırmadı sadece, parçalara bölmüştü. Gözlerimi devirip kitabı fırlattım masanın üzerine. Nefes alışverişim fazlasıyla hızlanırken Mirza girdi.  Gözlerimizin kesiştiği anda bir adım attım ona. "Odama girme ben yokken bir daha," dediğinde güldüm kinayeli bir şekilde.  "Burası da benim," dedim dişlerimin arasından. Ona attığım adımlardan hoşlanmazken dibine kadar girdim. Anlım dudaklarının hizasına kadar geliyordu, bana tepeden bakarken işaret parmağımı kalbinin üzerine doğru koyup vurdum iki kere.  "Hani dedin ya, yarım bıraktıklarını tamamlamayı tercih ettiğinde büyürsün Berfin.. Sen ne zaman büyüyeceksin Mirza? Yarım bıraktığın şey karşına geçip dik durduğu zaman mı? Gurur var artık, aşk yok. Aşk ve Gurur'dan sadece ayaklar altına aldığım gururum var. Ve sen Mirza Aksu," dedim gülümseyerek. "Kapısını açmadığın kalbinden içeri sızan o ışık seni aldatmasın, olmayacak bir şey bu. Sen beni tam anlamıyla kaybettin! Deli divane Berfin yok."  Mirza sessiz kalırken ona acıdım. Hatta sadece ona değil, Sevda'ya da acıdım. Doğru olmayan bir ilişkide harcanıp gidecekti belkide.. evlenip mutlu olacaktı. Tam kestiremezken çantamıda alıp çıktım odadan. Bir kere olsun yüzüme bakmayan adam! Ona aldığım kitabı senelerdir saklamıştı, yepyeni duruyordu.  Sinirlerime dokundu saniyelerce. Hızla terk ettim şirketi.  ♤ Konaktan içeri girer girmez Kuzey'i gördüm. "Hoşgeldin hala," dedi sırıtarak. Geçen senelerde kocaman adam olmuştu. Abime benzerliği onu daha yakışıklı kılarken, "Hoşbulduk aslan parçası," dedim abimi taklit ederek. Göğüsünü gerdi yine. Şadoğlu ailesinin ilk torunu. Bulunmaz altın değerinde.  "Annen nerde? Dicle yengen nerde?" Merakla sorduğumda Kuzey kaşlarını çatarak, "Dicle yengem, annemin yaşam koçu oldu. Haliyle birlikte vakit geçiriyorlar," dedi gülerek. "Kilo aldığı için depresyondaydı annem. Şimdi daha iyi." Büyümüşte küçülmüş misali. "Peki, nerdeler?"  "Spor salonuna gittiler, amcamda izin vermeyince salonu kapattılar. Dicle yengem sinirlendi ve kavga ettiler. Eyüp amcam, spor yapmasında sorun olmadığını ama bir Şadoğlu olduğunu unutmaması gerektiğini söyledi. En son Dicle yengem hayatımın hatası diye bağırıp gitti."  Güldüm anlattıklarına. "Sonra abim, barışmak için gitti kesin," dediğimde olumsuz anlamda salladı başını.  "Evlenmeden önce daha iyiydik, başını yakma oğlum dedi bana."  Kahkaha attım. "Şaka yapıyor amcan," dediğimde Kuzey omuz silkti.  "Dicle yengem gibi seven birini bulunca nikahı basacağım, herkes Şadoğlu olamıyor. Biliyorsun," diyerek göz kırptı Kuzey, bu haline gülümserken, Fatma ana girdi mutfaktan. Beni gördüğü için mi, bilmiyorum ama bir gülümseme takındı. Sıcacık bakıyordu bana.  "Hoşgeldin Berfin'im." Gülümserken sarıldı Fatma anaya.  "Hoşbulduk sultanım." Kıkırdadı Fatma ana, bu haliyle daha çok mutlu ederken beni, "Erkencisin," dedi, "Mirza eve gelmek bilmiyor," diye yakındı. Gelmemesinin sebebi belli diyebilirdik, Sevda içindi.  "Sözlüsü orda, işi orda. Ne diye gelsin eve,"dedim umursamaz bir tavırla, yine de içimdekini tutamıyordum işte. Sonuç itibari ile bugün Sevda çok ileri gitmişti. Mirza ise.. o benim için geçmekte olan bir yara.  "Sözlüsü varda ne oluyor,"dedi sinirle Fatma ana. "Bir günden bir güne kıza çicek almıyor. İki kelime hoş söylese üçünceye bağırıp çağrıyor. Sevda ona iyi dayanıyor." Dediklerini hayal edip kendimi başka yerlere çekmemek için zor tutarken başımı salladım sadece. "Neyse sen gir içeri, dinlen biraz. Baban gelir birazdan. Konuşun, sabah öyle gitti. Küs kalmayın sakın!"  "Bakalım bir,"dedim sadece. Babamın ikna olma ihtimalini düşünürken Fatma anaya Kuzey'i emanet edip odama çıktım. Bana tanıdık gelen duygular vardı her yerde. Yutkunarak derin bir nefes aldım.  Söylemekten korkuyorum ama doğru, biliyorum. Aşk ve Gurur kitabını o rafta görünce içimde filizlenen bir çiçek olmasından korktum. Yıllarca saklanmış bir kitap, en fazla ne anlam taşıyabilirdi ki?  Benim için, geçmişte kalan bir yaradan ibaret sadece.  En azından öyle olması gerekti.  * Akşam yemeğine yakın kapımın çalınmasıyla bilgisayara bakıp, gülümsedim Andrew'e, onu görmek iyi geliyordu bana. "Şimdi kapatmam gerek. Sonra görüşürüz,"diyerek el salladığımda Andrew göz kırpmıştı.  Bilgisayarın ekranını indirirken, "Gelebilirsin," dedim kim olduğunu bilmezken. Kapının açılmasından çok geçmeden, içeri giren kişi Asaf abimdi.  Beni gördüğünde gülümserken, "Pınar ağlıyor, ona bakar mısın Berfin," diye sordu merakla, hayır demeyi aklımdan bile geçirmezken kapıya yaslanıp iç geçirdi. "Gözde ile Dicle henüz gelmemiş. Çocuğu susturamadı Fatma anada," dedi sinirle. "O kadar dediğim halde hala inanmıyor."  Kaşlarımı çatarken, "Neye abi," diye sordum merakla.  "Her haliyle onu sevdiğimi.. kilo alma, verme, gözlerinin yanlarının biraz kırışması, kıyafetleri.. ne kadar fiziken değişirse değişsin ruhundaki kadını sevdiğimi anlamıyor."  Gözlerinin içine bakarken üzgün adamı seyrettim. "O bizim gibi değildi, hiçte olmadı ama zamanla alışır gibi olunca inanmıştım. Değişmedi, hep aynı özelliklerini taşıyacak, her haliyle sevmeye devam etsem bile eskisi gibi olmak için çabalayacak."  Sevmek.. bedenen değildi. Ruhunu sevdiğim kadın diyordu. Duraklayıp başımı kaldırdım. Duyduğum en güzel iltifattı belkide. Kaç kilo olursa olsun, yaşlansada, zayıflıktan görünmese, belki gülümsemese bile onu sevmeye devam edecekti.  Çünkü gerçek aşk buydu.  Bir insanı gidecek güzellik için sevmek ne kadar zavallıca bir davranıştı.  Sevmek.. böyle olmaması gerekirdi.  Sevmek üzmemeli, mutlu etmeliydi.  "Abi, zamana ihtiyacı var. Kuzey'den sonra ikinci doğum beklediği gibi olmadı. Dicle'de hemen verince kilosunu kaldıramadı haliyle."  "Kızmıyorum ona," dedi dikilerek. "Sadece alışmasını bekliyorum. Bu arada, Fatma ana seni bekliyor."  Başımı sallarken abimin sırtını sıvazlayıp odamdan çıktım, değişen tek şey odaların içindekilerdi. Bir bedendeki ruhlar aynıydı, üç ayrı hayat yeşermişti konakta. Mucizeler ardardaydı. Merdivenlerden inip avluya çıkacağım sırada, Pınar'ın ağlama seslerini duymaya başladım.  Abimde peşimden inmişti. "Ben bizimkileri bulup geleceğim," dedi Pınar'ın şiddetli ağlamasını duyup dahada sinirlenirken.  Elim ayağım titrerken başımı sallamakla yetindim.  Sesi, onu görene kadar devam ederken, Fatma ana pışpışlıyor ama fayda etmiyor gibiydi. Beni görünce telaşla, "Kızım bir bak hele, yemek yedirdim, altını aldım, gazını bile çıkardım hala susmuyor. Normal mi," diye sordu panikle.  Pınar'ı kucakladım, endişelendiği belliyken Dicle'nin olmasını isterdim doğrusu. Pek bu konularda bilgim yokken, "Abi," diye bağırdım, sesime gelmesini beklerken içeriye giren kişi olmadı. Telaşlanmıştım. Canı yanıyor olsa gerekti.  Bütün ihtiyaçları giderilmesine rağmen bir bebek neden ağlardı ki?  Avluya Pınar ile birlikte çıktığımda kapıya fırladım çocukla. Mehmet'i gördüğümde, "Abim çıktı mı," diye sormuştum. Susmuyordu Pınar. Git gide ateşlendiğini görüyordum.  "Gitti az önce."  Başımı sallarken, "Arabayı hazırla," dedim ona. Fatma ana peşimdeydi her daima ancak şuanda sesi bana o kadar buğulu geliyordu ki.  Mehmet'in araba getirmesini beklerken Fatma ana, "Çocuğa bir şey mi oluyor," diye yakındı. Neredeyse ağlayacaktı koskocaman kadın.  "Ağlama bebeğim," dedim sessizce. Zarar görmesinden ölesiye korkarken Mehmet getirdi arabayı. Arka tarafa Pınar'la birlikte binerken kucağımda sallıyordum. Mehmet hızla arabayı çalıştırırken, Fatma anada öne bindi. Elim ayağım titriyordu. Gözümden akan yaş Pınar'a doğru dökülürken ardı ardına birikti göz yaşlarım. İçim acıyordu sanki.  "Ah yavrum..." Ağıtlar yakan Fatma anaya karşın dahada şiddetlendi göz yaşlarım sel olup yağdı o an. Elimde bir can hiç bir şey yapamamak. Çok zordu.  Kaşlarımı çatarken, "Beş dakikaya hastanedeyiz," dedi Mehmet.  Saniyeler yıllar gibi geçerken sonunda hastaneye gelmiştik. Acil kısmından içeri atarken kendimizi Fatma ana hemen girişi yaptırmıştı, elimde bir can koşuşturdum sanki. Gözlerim sel olup giderken Efe'yi görmüştük, bizim yanımıza gelirken Fatma ana bütün doktorların gelmesi için bağırıyordu neredeyse.  "İyi misiniz siz?" Dehşete düşmüş ifadesine kan çanağı gözlerimi dikerek baktım, üzülüyordum hâlâ. "Pınar mı hasta,"diye sorarken kucağımdaki Pınar'a uzandı. "Biz bir bakalım,"dedi sonradan. Pınar ile koridorda kaybolurken ağlama sesi yankılanıyordu.  Hastane koridorları bana acıyı anımsatırken kendimi bıraktım banklardan birine. Fatma ana, yanımda ikimizinde tek düşündüğü o küçük candan ibaretti. ♤ Pınar'ın eskiye dönmesi üzerine Efe beni çocuk odasına sokmuştu, onun iyi olduğuna inanmakta zorluklar yaşarken Efe, "Üzülme artık," dedi sırıtarak. "Maşallahı var,"diyerek imalı bir bakış attığında yumruğumu geçirdim omzuna.  Gülümsedi. "Sadece biraz nazlanmak istemiş,"dedi gülümsemeye devam ederken Efe. "Şadoğlu ailesinin prenses torunu olacak sonuçta. Nazlanacak biraz."  Şadoğlu ailesinin daima tek kızı olmama rağmen nazlanmamıştım hiç, aralarına girerken annemi koparıp götürmüşken birde nazlanacak halim yoktu. Pınar şanslıydı, Eymen ve Kuzey'de. Çok güzel aileleri vardı. Anneleri ve babaları yaşıyordu. Güzel bir hayattı yani. "Öyle."  Kolunu omzuma atıp kendisine çekti beni Efe. "Ağlarken çok çirkinsin," diye laf attığında omzumdan sarkan kolunu ısırdım sinirle. Acıyla geri çekilirken, "Tamam, tamam," dedi ani bir hareketle. "Ağlarkende güzelsin."  Keyifle sırıtırken, "Kes sesini,"diye uyardım onu. "Gidiyorum ben, Fatma ana bekliyor kapıda."  Efe başını sallarken, "Eymen'ide getir bir gün. Bizde sevelim,"dedi eğleniyor gibi gözükürken.  Gözlerimi devirirken, "Görmek için evimize gelebilirsin,"diyerek omuz silktim. Kapıya doğru ilerlerken arkamdan gülme sesini duymuştum. Can sıkıntısından onunla uğraşmak eğlenceli bir hal almıştı. Çınar ile aradaki mesafeli ilişkiden sonra sıcak samimi bir ilişkiyi beğeniyordum. Efe abim gibiydi. Bana kardeşi gibi davranıyordu, bazen arardı hiç olmadık anda. Unuttu sandığım adam arar ve saçma sapan bir konuşma yapardı.  O saçma konuşma beni buraya bağlayan tek konuşmaydı belkide. Onunla vakit geçirmek güzeldi. Kapının önünde bekleyen Fatma ananın yanındaki Sevda, dikkatimi çekerken Fatma ana, "İyi mi Pınar," diye sordu. Yaşlı bir kadındı Fatma ana, Hazal gidişiyle en çok onu üzdü belkide.  "İyi Fatma ana, birazdan çıkaracaklar. Eve gidebiliriz."  "Annesiyle babasınada haber vermedik,"diyerek dizlerine vurduğunda omuz silkerek dişlerimi sıktım. Annesiz kalan çocuğun hali nereye gitmişti. Ben.. annemsiz nasıl dayanmıştım? Bir bebekken.. nasıl hayatta kalmıştım..  "Söylemeye gerek yok Fatma ana. Ağabeyim, yengemi bulmak için çıktı evden. Kendimizden daha çok düşünmemiz gereken şeyler var. Eğer, bir çocuk doğurduysan ona bakman lazım. Pınar'ın yaşadıklarının tek sorumlusu Gözde yengem."  Sert bir dille konuştuğumda Fatma ana, gergin gözüküyordu. "Bebeğe bakmak, karnını doyurmak, gazını çıkarmak.. anne olmayanlarda yapar bunu,"dedi, başımı kaldırıp bakma ihtiyacı duymazken Mirza yanımdan geçip annesinin yanına oturdu. "Annelik yapmak bunlar değil. Bu dediklerini bakıcılarda yapıyor. Hissetmek önemli."  Gözlerimi devirirken, "Hiç bir bakıcı seni annen kadar düşünmez,"dedim sinirle, Sevda gergin ortamda sesini çıkartmazken Mirza'nın bakışlarına ateş ediyordu bakışlarım. Sert bir mizaç takınıp yumruklarımı ona geçirmek isterken buluyordum her defasında.  "Aynı şeyi söyledik."  Başımı olumsuz anlamda sallayıp alayla baktım ona. "Biz aynı şeyleri söylememiz için aynı şeyleri düşünüyor olmamız gerek, seninle aynı düşünceleri paylaşacak kadar.." Durdum. Kelimenin sonu kötüye doğru gidiyordu. Belki canını yakardı ama ne fayda. Ben canı yansın diye uğraşmayı bırakmalıydım.  "Kavga etmeyin yine,"dedi Fatma ana. "Arayalım Asaf oğlumu,"diye bastırdı. Bana kalırsa aramamalıydık.  Bu yüzden aramak için tek bir hamle bile yapmazken, "Eğer isterseniz Asaf Bey'i arayabilirim,"dedi Sevda Fatma anaya yaranmak için. "Fatma ana," diye eklediğinde samimiyetleri vurdu suratıma.  Acı ama gerçek. İkisi sözlenmişlerdi. "Ara kızım." Sevda, Fatma anayı dinleyip abimi aradığında Efe geldi yanımıza. "Hoşgeldin Mirza."  Başıyla selamladı. "Pınar nasıl oldu?"  Efe, "Turp gibi," diyerek içimizi rahatlattığında, "İyi bari,"dedi Mirza.  "Ne zaman çıkabilir?" Fatma ana hâlâ endişeli ifadesiyle Efe'ye bakarken sormuştu, Efe gülümseyerek, "Hemen çıkabilir,"dediğinde Fatma ananın yüzü güldü.  "Berfinim, Pınar'ı da alıp çıkalım o zaman, Eyüp aradı. Konağa geçmişler, anlattım ona. Geleceğim diye tutturunca Mirzalar burda dedim. Sinirlendi o da."  Başımı sallarken, "Tamam Fatma ana," diyerek onayladım. "Efe, Pınar'ı alabilir miyi?"  Gülümserken, "Takip et beni,"diyerek göz kırpmıştı, ona gülümserken bulunca kendimi Sevda'nın ters bakışlarını yakalamıştım. Sanki, ona ne oluyorsa?!  Pınar'ı Efe'yle gidip aldıktan sonra hastaneden çıkmıştık, Mehmet'i yollamışlardı. Mecburen, Mirza'nın arabasına binerken öne Fatma ana, arkaya Sevda ile ben oturmuştum.  Sağa dönüp, onu parçalamıyorsam prensesliğimdendi. "Sevda, önce seni bırakalım,"dedi Mirza, Sevda başını sallarken Fatma ana arada arkaya bakıp Pınar'ı kontrol ediyordu. Pınar.. çok güzel bir bebekti.  Yol boyunca uyurken, Sevda'nın evini öğrenmiştim sayesinde. Vera'nın arka sokağında bir sokaktı burası. Efe'nin evinin önünden de geçmiştik. Sevda, arabadan inerken Mirza camını indirip arkasından bakmıştı. Tam apartman önünde dönüp el salladığı zaman, "Girdiğini göreceğim," dedi, Sevda gülümsedi kocaman.  Benim içimde bir kere daha fırtına koptu. Aramızda olmasını istediğim diyologlar aralarında dönerken başımı eğmiştim sadece. Sonra, araba çalıştı. Giderken derin bir nefes aldım.  Pes etmek, bana yakışmazdı. 
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE