Davullar zurnanalar çalarken masada oturuyorduk Dicle ile, Eymen'i uyutup eve gönderdikten sonra kalan eğlence için bizimkileri beklemeye zorlandık. Yol yorgunu olduğum için eve gidip uyuma taraftarıydım ancak Dicle de yanlız kalmasın diye kalmak zorunda kaldım.
Önümüzde duran bardaktaki meyve suyuna baktım, tatlarını beğenmesem bile içiyordum. "Daha fazla durmak istemiyorum. Dicle beni sal, lütfen." Sinirden elim ayağım titrerken ara ara gözüme değen takım elbiseli Mirza Aksu'dan kendimi çekmeye adapte edemiyordum. Herkesin yöresi ayrı güzeldir ancak bizimkiler daha iyi oynuyordu sanki.
"Berfin, babamı görüyorsun. Nasıl diyeyim, hadi gidelim. Ben gidemem, haliyle sende kalman lazım. Mecbur yani." Dicle bir nefeste soluduktan sonra evdekilerden birini arayıp Eymen'i sordu, yanlız başıma masada kaldığımda ayakta duranlardan Asaf ağabeyim yanıma oturdu.
Gözde yengem, çoktan eve geçmişti. Kuzey vardı yanımızda, oda uykusu gelince korumalardan biriyle eve göndermiştim. "Uzun zaman olmuştu keyiflice oynamayalı." Gözlerimi devirirken, abime kaşlarımı çattım.
"Eyüp ağabeyimin düğününde döktürmüştün, hatırlatırım."
Omuz silkerken, "Yaşlandık artık, baksana iki çocuk babasıyım ben," dediğinde kıkırdadım. Hâlâ çok fit bedene sahipti, yediklerine içtiklerine dikkat ederdi, et yerdi çoğunlukla. Standart bir hayatı olmasına rağmen fazla kilosu yoktu. Herkes başaramaz bu şekilde kalabilmeyi.
"Hâlâ çok yakışıklısın abim."
Gülümserken, "Senide evlendirsem içim rahat olacak bir süre daha," diyip konuyu evliliğe getirdiğinde nefesimi üfleyerek bayraklarımı sallandırdım. Nasıl oluyorsa evliliğe gelen mucizevi bir muhabbeti vardı ailemin. Her gelişimde babamın ve abilerimin öğütleri bu yöndeydi. Eskiden evleneceğim diye söylendiğimde yeri gökü inletenler şimdi evleneyim diye gözlüyorlardı.
"Evlenmiyorum,"dedim omuz silkip. Küçük bir çocuk gibi mızmızlanıp onlara rahat vermemek istiyordum. "Evlenmek istemiyorum. Kariyer yapacağım ben!"
Asaf abim, "Sen bilirsin Berfin ama aile kurduğunu hepimiz görmek isteriz," dediğinde kaşlarımı çatarak ona bakmaya devam ettim. "Eyüp ailesini kurdu, Çınar desen Buse ile birlikte. Yakında onlardanda nişan bir söz bekliyoruz. Sonra.. senden de gelse mutlu bir haber. Hepimiz seviniriz."
Sevinirlerdi. Burda kalıyorum diye belki. Üzgünüm ama uzun bir süre daha evlenmeyi düşünmeyecektim. "Merak etme abi sen, her şey olacağına varır." Davulcular artık çalmayı kestiğinde hava karanlığa kavuşmuştu. "Ne zaman gidiyoruz eve? Uyumak için can atıyorum."
Başını sallarken ayağa kalktık, diğerleri de ayaklanmışlardı. Çoğunluk ailedenken, aileden olmayan tanıdık gelmeyen bir kaç kişide vardı. Babam, "Arabalar hazır mı," diye sordu, bir kaç kişi babamı onayladığında yanıma geldi. "Dicle, Berfin'le bir gitsin. Eyüp, sen bırak kızları. Ben önce şirkete uğrayacağım. Ordan geçerim eve."
Babam verdiği emirden sonra herkes işine bakarken, "Baba bu saatte ne işi," diye sordum bozularak. "Hem çok geç olmadı mı?"
Babam gülümsedi burukça. "Burda kimsenin imza yetkisi olmadığından dolayı izin belgelerini imzalamam gerekiyor. Gidecektim, ertelemiştim. Yarına yetişmesi lazımmış, Mirza ben getiririm dedi ama sürekli eve kadar yoruyorum çocuğuda. Hemen halledip gelirim. Sen uyu kızım, yorgun görünüyorsun." Bir nefeste konuştuktan sonra, ileride bekleyen Mirza'nın arabasına doğru yürüdü.
Dicle ile arabaya bindiğimde, "İşler nasıl bölündü şimdi," diye merakla sordum. "Babam bu saatte şirkete gidiyor. Yaşlı adam sonuçta, emekliye ayrılması gerek."
Asaf abim ve Eyüp abim öndelerdi, biz Dicle ile arkada otururken, Dicle, "Mirza abim İstanbul'u bırakınca yer değiştirdiler bir nevi. Eyüp İstanbul, abim Mardin'deki işleri devraldı. Tek sorun, abim Şadoğlu olmadığı ve yetkisi az olduğundan önemli konular için ilgilenecek bir imza yetkilisinin olmaması," diye açıkladıktan sonra ekledi tekrardan. "Tabi, Asaf abinin dışında."
Anlamayarak aynadan abime baktım. "Ankara'da yeni işletmeleri açınca babam mirasını böldü aramızda," dedi ciddi bir tavırla. Babamın mirası bölünmüştü demek ki.
"Neden? Babam, bunları hiç konuşmazken neden mal varlığını böldü ki?"
Eyüp ağabeyim iç çekmişti. "Vakit geçiyor ve babamda yaşlandığının her zaman farkında. Muhtemel olacak her şey için önceden önlem aldı. İstanbul, Ankara, Mardin, İzmit.. hepsini böldü. Herkes işinin başında sadece.. sen değilsin Berfin." Kaşlarım çatılırken nefesimi üfledim huzursuzca.
Kasvetli bir konuşmayı bana andırırken, "Bana neyi bırakacak babam," diye sordum, abimin bahsettiği şeyi tahmin edebildiğim halde emin olmak istedim.
"Çınar'a İzmit'i verdi, Asaf abim Ankara'da ki işlerle meşgul.. ben desen İstanbul. Senin içinde bu şirketteki imza yetkisini düşünmüş. Bu şirket senin yani."
Ben imza yetkimi almadığım her zaman babam gidecekti. Yaşlı başlı haliyle yorulacaktı. Peki, neden bana sormuyordu? Mal istemiyordum, evet babamın adı, soyadı, malı, şöhreti hepsi vardı ancak ben mal istemedim hiç bir zaman.
Malı çok olanın canına kıyıldığı bir dünyada iki simitle karnımı doyurup yaşamayı seçerdim. "Ben istemiyorum şirketi.. ben hiç bir şey istemiyorum. Kendim yapmadığım hiç bir şeyi hayatımda istemiyorum."
Güldü dediğime Asaf abim. "Herkes mal mülk ister Berfin, dediğine bak!"
Omuz silkerken, "Öyle," diye direttim. Kesinlikle istemiyordum.
Hele, Mirza'nın CEO'su olduğu şirketi hiç istemiyordum. Yanı başında kalayım diye Mardin'deki şirketi bana vermişti babam. Ah, babam. Ah. "Babamla konuşurum. Her hangi birinizin olabilir ya hut ortak. Ben istemiyorum. Gerek yok."
"Şuan ihtiyacın yok ama ileride lazım olabilir,"dedi Dicle gözlerini devirerek. "Hem, babandan sana miras bırakılan bir şey. Kabullenmeye bak. O mal senin hakkın."
"Değil! Ben istemiyorum ki!"
Eyüp abim, "Berfin, abartma bu kadar. İstemiyorsan babam zorla imza yetkini verecek hali yok ya. Çınar'da kabullenene kadar yük yüklemedi ona," dedi sabırlı bir şekilde. Çınar abime önce yetki sonradan geri aldığını hatırladım. Şimdi her şeyi bırakmıştı ona. Çınar ağabeyimde büyümüştü çünkü. Yıllar bizi değiştirirken büyütmüştüde aynı zamanda.
Başımı sallarken sessiz kalıp geriye doğru yaslandım. Bu gece odamda rahatça uyuduktan sonra sabahına düşünebilirdim.
Düşünecektim. Ama şimdilik en azından ertelemeliydim.
♤
"Berfin!!"
Dicle'nin sesini duymamın üzerinden dakika geçmeden kapıdan içeriye fırladı, içindeki çocuk ölmemişti, hâlâ o eski günlerdeki gibiydik. Bana şaşkın bir şekilde baktıktan sonra nefesini üfleyerek kaşlarını havaya kaldırdı. Şaşkındı.
Dudaklarımı birbirine bastırıp suratında oluşan ifadeye baktığımda, "Uyanmışsın," diyerek ağzından baklayı çıkardı. "Giyinmişsin ve hazır görünüyorsun."
Güldüm daha fazla kendimi tutamayıp. Almanya'da hayata erken kalkarak başlıyordum, sonra geceye kadar çalışıp dört saatlik uykuya kanıp sabah tekrardan aynı sabaha uyanıyordum. Yoğun tempolu bir hayattı. "İki saattir uyanığım Dicle, sadece odamdan çıkmadım."
Gözlerini devirip, "Mağdem öyle, niye kalkıp gelmedin avluya," diye sitemle konuştu. "Sabahtan beri tek başıma sıkıldım aşağıda."
Omuz silkerken yatakta doğrulup aynadaki halime bakıp, "Babam nerede," diye sordum, Dicle'yi seviyordum, her zamanda sevdiğim biri olarak kalacaktı ancak şuanda ona bakınca abisini hatırladığım için ondan uzaklaşma iç güdüsüyle doluyordum. Oysa onun hiç bir suçu yoktu. Zamanında bana da çok dedi. Yapma, abimle olmaz diye kaç kere uyardı ama yaptım.
Başıma buyruk hareket edip gidip abisine aşık oldum. "Babam çıktı az önce. Abinlerle, toplantı yapacaktı şirkette. Şirketlerin genel durumu hakkında. Çınar'da geldi sabah erkenden. Önemliymiş."
Şaşırırken, "Beni neden çağırmadı," diye sorduğumda Dicle omuz silkerek duvara yaslandı.
"Dün istemediğini söyledin, Eyüp abinde babana hazır değil deyince babanda hazır olana denk beklerim dedi. Bu yüzden senin yerine kendisi gitti bir nevi."
Dicle'nin açıklamaları ardından kapıdan içeri firar eden Pınar, sürünüyordu yerde. Dokuzuncu ayındaydık, yeni yeni sürünmeye başlamıştı. Abim ve yengemin tıpa tıp benzeri diyebilirdim. Çok tatlıydı. Dicle yere eğilip Pınar'ı kaldırdıktan sonra, "Ah gelinim," dedi sırıtarak. Pınar'ı, Eymen'e alacakmış sözde!
İki Şadoğlu, çekilir miydi!?
Güldüm tekrardan. "Yerim seni kız!" Eymen olunca sevinsede kız çocuğu bir kadın için ayrıydı, Pınar'a ayrı düşkündü Dicle. Bu haline sırıtırken, "Ters köşe yapıp oğlunu emzirirsem kızımla abi kardeş olurlar," dedi araya giren Gözde yengem.
Onların çocuk kavgaları iki kaynana misaline dönerken kahkaha attım. Dicle pis pis bakıyordu Gözde'ye. "Benim oğlum senin kızına mı kaldı? Al şunu," diye bir çırpıda uzattı Pınar'ı. Annesi kucağına alırken Dicle hâlâ Pınar'dan gözlerini alamıyordu.
"Benim kızım, elini sallasa ellisi. Eymen'e yar olmaz."
"Belki, kızın deli gibi aşık olucak Eymen'e. Eymen'de yüz vermeyecek, kuzenime aşığım da diyemeyecek. Kahrından giderse görürüm."
Gözlerimi devirirken Dicle'de cümlenin nereye gittiğini fark ederek, "Ya özür dilerim, ne diyorum ya," dedi sinirle. Bu haline sırıtırken Gözde hâlâ pis pis bakıyordu Dicle'ye. Son zamanlarda veremediği kilolardan şikayetçiyken Dicle'nin hâlâ kızlığında olduğu gibi olması canını sıkıyor olabilirdi.
Dicle hâlâ çok fit ve güzeldi.
"Ben şirkete gideceğim, babamla konuşmam lazım. Ben gelene kadar birbirinizi mümkünse yemeyin ve çocuklarınıza dikkat edin."
Gözde gözlerini devirirken Dicle, "Hastaneye gidecektim, dün gelemedi Efe ve Vera. Onları görecektim," diye söylendiğinde Gözde'ye döndü. "Ben gelene kadar Eymen'e bakabilir misin elticiğim?"
Gülmemek için kendimi tuttuğumda Gözde, "Hepinizden nefret ediyorum," diye söylenerek odadan çıkıp, Pınar la gözden kaybolduklarında Dicle, "Neyse ben oğlumla giderim, Efe dayısıda özlemiştir onu," diye ekledi.
Onun bu haline sırıtırken, "Ben gidiyorum artık," dedim, el sallayarak odadan çıktığımda koşa koşa merdivenleri indim. Kapıya çıktığım zaman konağa baktım, taksi ile gitmeyi düşünürken Mehmet çıka geldi bekçilikten.
"Berfin Hanım, bir yere mi gideceksiniz?"
Sorusuna gözlerimi devirirken, "Gidiyorum Mehmet, sen işine devam edebilirsin," dediğimde kaşlarını çatarak gözlerimin içine bakmaya devam etti.
"Adem ağamın kesin emri var, yanlız kalmayacaksınız. Sizi bırakabilirim."
Gözlerimi devirirken, "Zaten benim için en güvenli yere gidiyorum, babam ve abilerimin yanına," diye söylendim, Mehmet başını sallarken araba durdu tam önümde. İndi bizim çocuklardan biri.
Mehmet ısrarla kapıyı açarken, "Buyrun," demişti, sinirle ona bakarken babamın katı kurallarına denk geldiğinden tepkisizce bindim arabaya. Mehmet, kendi yerine bindiğinde gözlerimi camdan tarafı çevirdim.
Şirkete gitmeyi sevmezdim hiç bir zaman. Şimdi diyeceklerimi toparlarken aklımda, babamın sevineceğini düşünüyordum. Sevinirdi ama sonunu düşünmeden hareket etmesini istemiyordum.
"Neden gittin Berfin?"
Kaşlarımı çatarak Mehmet'e bakınca Mehmet nefesini üfledi. Hanım kelimesi bir anda kaybolduğunda anlamsızca sinirlenmiştim. "Beni tanımadın ama ben seni tanıyorum. Orta okulda aynı sınıftaydık."
Hatırlamaya çalıştım, Mehmet'in suratı belli belirsiz zihnimin boşluğunda yer edinirken, "Okumak için," diyerek omuz silktim, fazla samimi olmak istemiyordum. Sercan ve Andrew ile hayatımdaki arkadaşlık boşluğunu zaten dolduruyordum.
"İnanmadım ama neyse."
Cevap vermedim. Şirketin kapısının önünde durduğumuzda büyük binaya göz gezdirdim arabadan inmeden önce. Kapıyı açıp indikten sonra çalan telefonuma göz gezdirip gülümser bir vaziyette telefonumu açmıştım.
"Merhaba Andrew!"
Gülümsüyordum. Andrew'i gerçek anlamıyla seviyordum arkadaş olarak. Onu ve diğerlerini özlemiştim şimdiden. "Sanada merhaba Berfin. Aramasam, arayacağın yok.." Hafif bir sitem yüzüme çarparken girişe doğru çıkan merdivenlerden çıktım.
"Andrew.. sadece işlerim var. Geceleri mesajlaşıyoruz zaten?"
Andrew sessiz kaldığında bu durumu sevmediğini tekrardan anlayarak derin bir iç çektim, bende memnun değildim. Acı çekmek, kimi memnun ederdi ki!? Kaşlarımı indirip, rahat bir tavırla, "Andrew.. sonra seni arasam olur mu, toplantıya gireceğim," dedim, Andrew ikna olup veda sözcüklerini söylediğinde telefonu kapatan taraf o olmuştu.
Bir an önce onunla konuşup ikna etmem gerekti. Bu şekilde üzülmesini hiç istemiyordum. Girişteki sekreter, beni baştan aşağı süzdükten sonra, "Nasıl yardımcı olabilirim," diye merakla sordu. Beni tanımaması çok normaldi. Bir kere bile adımımı atmadım buraya. Büyümeseydim, yine aynı düşüncelere sahip olmuş olsaydım yine gelmezdim.
"Mirza Bey ve Adem Beylerin toplantı salonunun kaçıncı katta olduğunu söyler misin?"
Kaşları çatılırken, "Şuanda önemli bir toplantıları var, isterseniz Mirza Bey'in sekreteri ile görüşebilirim. İşi yoksa daha sonrasında onunla iletişime geçebilirsiniz," diye açıklama yaptı uzun uzun. Gözleri hayretler içerisinde bana bakarken toplantıyı nerden bildiğimi merak ettiğini anladım.
"Sen beni çok yanlış anladın, ben Mirza Bey ile görüşmeye gelmedim aksine o toplantıya girmek için geldim. Arayıp geldiğimi bildirirsen Mirza Bey, gelmemde bir sakınca olmadığını söyleyecektir."
Başını olumsuz anlamda sallarken, "Mirza Bey, bu durumdan hiç hoşlanmayacaktır," dedi emin tavrı ile gözlerimi ona dikmeme neden olduğunu bilseydi demezdi. Nefesimi içimde tutarken, "Ara hemen," dedim sinirle.
"Kusura bakmayın ama yapamam."
Beni sinirlendirdiğinin farkında olmadığını fark ederken, Mirza'yı aradım. Telefon numarasını silmiştim telefonumdan. Sonra.. fark ettim ki aklımdan silememiştim. Ezbere girdiğim numara, çalarken, açmasını bekledim.
Almanya'da olduğumdan dolayı yeni gelen elemanların beni hiç tanımama ihtimali normaldi ancak beni en azından birileri tanıması gerekirdi. Berfin Şadoğlu, kendi şirketinde üst kata bile çıkamıyordu! Beni meşgule attığında sinirle mesaj attım.
Benim şirketimde, istediğim bir toplantıya almamalarını geçtim, üst kata bile çıkmama izin vermeyen bu sekreteri kovmadan ara şunları Mirza Bey.
Atmadan mesajı sildim. Fazla tripli ve egoist bir cümleydi. Sekretere otuz iki diş sırıttıktan sonra, "Bir dakika," diye söylenip tekrardan aradım.
Mesajla olacak şey değildi. Açmasını beklerken ikinci kere beni meşgule atmasına dişlerimi sıktım. Gerizekalı Mirza!
Derin derin nefes alırken, "Berfin," dedi biri, arkamı döndüğümde Çınar Şadoğlu'nu görmüştüm. Bütün karizmasıyla karşımdaydı.
Siyah bir pantalon içine siyah bir tişört giymişti. Babamın ısrarları sonucunda bir ceketle kombinini tamamladığında fazla iyi görünüyordu. Sekreter ikimiz arasında gidip gelirken boka bastığının yeni yeni farkına varıyordu. "Çınar Şadoğlu!" Onu gördüğüme bu kadar sevinebileceğimi düşünmezdim.
Abim bana gözlerini devirirken sıkı sıkı sarıldı. Geldiğimden beri devir daim oluyordu sanki.
Birileri gitmemden korktuğu için sarılabileceği kadar sarılmak istiyordu. Korkuyorlardı. Gitmemden korkuyorlardı. Onları yapayanlız bırakıp gitmemden. Düşününce bile kalbe zarardı. "Toplantı bitti mi?"
Başını olumsuz anlamda sallarken, "Sıkıldım," diyerek omuz silkti. "Şirketi turlayayım dedim."
Dersten sıkılıp tuvalete giden çocuklar misali. Kaçıp etrafı turlamak! Manyakça.
"O halde nerdeler? Benimde konuşmak istediklerim var."
Tek kaşını kaldırıp bana merakla baktığında gülümseyerek, "Gelirsen sende öğrenebilirsin," dedim.
Çınar, "Belki sonra," dediğinde çok sıkıldığını vurgulamıştı. Yanda duran sekretere dönerek, "Toplantı odasını gösterir misin Yağmur, Berfin Hanım da katılacak," dedi resmi bir dille. Şirkette zaman geçirmek ona yaramış gibiydi. Utana sıkıla başını sallayan sekreterimsi şey, "Tabiki Çınar Bey," dedi yalın bir ağızla.
Çınar beni bırakıp gittiğinde, sekreter beni asansöre bırakmıştı. Gitmeden evvel utançla, "Sağdan ikinci kapı olacak," dediğinde başımı sallayarak 2.katı tuşladım. Aklımda biriken sonuçlar ve ihtimaller dışında fena sayılmazdım. Sekreter Yağmur, utana sıkıla giderken asansör kapıları kapandı.
Derin bir iç çekerken tırnaklarımı batırıyordum avuç içime. Hayal edemediğim yerdeydim. Bundan kaç yıl sonra nerede olacağımızı nasıl anlardık? Anlayamazdık, yaşamadan göremezdik. Benim en büyük hayalim Mirza'nın sevdiği kadın olabilmekti eskiden. Şimdi, onun patronu olacak ona haddini bildirecektim.
Nedense sonradan daha da üzülürdü insan. Elindeyken kıymet bilmeyenin, giderken ağlayışına tanıklık etmek istiyordum. Yüzündeki pişmanlığını görmek istiyordum. Olmaz yapamam dediğinde beni nasıl öldürdüyse, canı öyle bir yansın ki. Çözümsüz derde düşmüş gibi acı çeksin. Kaybetmek nedir anlasın.
Benim bu hale gelmeme sebeb olan Mirza Aksu, deli gibi pişman olmalı.
Asansör açıldığında derin bir iç çekerek yürümeye başladım Yağmur'un dediği odaya doğru. Önüme bakarak yürürken topuklu ayakkabın sesi koridorda yankı yapıyordu. Özgüvenimi tatmin ediyordu bu ses nedense. Sağadan ikinci kapıya baktığımda, kalbimin hızının desibeli bile değişmişti.
Kapıyı tıklayıp araladığımda, "Hey dursana," diye bir ses işittim, kapıyı açmadan kaşlarımı çatarak baktım ona.
"Sorun nedir?" Sinirlenmemeye özen gösterdiğimde kaşlarını çatarak bana baktı.
"Giremezsiniz!" Ardından baştan aşağı beni süzüp, "Sende kimsin? Mirza Bey, seni görmeden git. Kimse için Mirza Bey ile kavga etmek istemiyorum, hadi," dedi sinirle.
Önce Yağmur, sonra bir başkası.
"Beni tanımadığın belli," dedim imalı bir şekilde. "Tanışalım istersin."
Gözlerini deviren sekreter, "Önemli biri olsaydın, Mirza Bey bana senden bahsederdi," dedi, boğazımda oturan yumrunun nedeni Mirza değildi. Öyle bir kelime kurmuştu ki, acıttı canımı.
Dişlerimin arasından, "Berfin Şadoğlu benim adım," dedim sinirle. Yüzünün aldığı şaşkınlığı umursamadan kapıyı açıp içeriye girdim.
Babamı gördüğümde suratım biraz olsun gevşemişti, aynı şekilde beni gördüğünde, "Berfin," dedi şaşkınlık dolu. Gülümsedim.
"Merhaba,"dedim abilerime hitaben. "Ben Berfin Şadoğlu, Şadoğlu ailesinin tek kızı." Herkes bana dikkatle bakarken babama bakıp gülümsedim tekrardan. Abilerimde dikkatle bakıyordu bana. "Babamın isteği üzerine imza yetkisini üzerime almaya karar verdim, gereken her şeyi hallettikten sonra imza yetkisini üzerime alacağım. Baba, artık şirkete git gel yapmana gerek yok, artık emekliye çıkabilirsin."
Ona güldüğüm zaman babam yerinden kalkıp gülümsedi bana. "Berfin'im.. Almanya'ya dönmekten vazmı geçtin?" Gözlerinin içi güldüğünü gördüğümde ağzımdan çıkacak kelimeye bakıyordu.
Nefesimi üfledim.