2.Bölüm [Okul]

1004 Kelimeler
Sabahın ilk ışıkları odaya süzülürken uyandım. Okula gitmek benim için hiçbir zaman heyecan verici olmamıştı. Hep dışlanmıştım, hep yalnızdım. Yüzüme soğuk su çarpmak bana iyi geldi. Su... bu hayatta bana dokunan tek huzur kaynağıydı. Odaya döndüm, okul için kıyafetlerimi seçtim. Giyindim. Aynada kendime baktım. Masanın üzerindeki birkaç makyaj malzemesiyle sade bir makyaj yaptım, ardından lenslerimi taktım. Su gözlerim gerçek benliğimi ele verirdi. Saçlarımı topladım ve tokayla sabitledim. Artık hazırdım. Derin bir nefes aldım. Tam o sırada annem kapıyı açtı. — “Diana, kahvaltı yapacak mısın?” — “Hayır anneciğim, direkt çıkacağım.” Kitabı da yanıma aldım. Canımı sıkacak bir şey olursa, ona sığınırdım. Evden çıkıp okula doğru yürüdüm. ••• Lyra: “Lenslerini takmayı unutma. Ateş gözlerin seni hemen ele verir.” Draven: “Son bir tekrar: Ailemle kavga ettim, bu kasabaya yalnız başıma yerleştim. Kendi hâlimde yaşayacağım. Sen de uzaktan akrabamsın, bana yardımcı oluyorsun.” Lyra: “Aferin Johnny. Artık hazırsın.” Babam, annemin ölümünden beni sorumlu tuttuğundan beni asla sevmedi. Ama ben sevgisini kazanacaktım. Lyra da dâhil kimse bu planı bilmiyordu. Atlantis’te giydiğim kıyafetler bu dünyanın kıyafetlerine hiç benzemezdi. Orada ateş soyuna mensup olduğum için koyu, kasvetli giysiler giyerdim. Bu dünya ise yapaydı, her şey fazlasıyla açık renkteydi. İnsanların enerjisi bile garipti. Atlantis’te okulları genellikle hava ve toprak elçileri yönetirdi. Ateş elçileri savaş eğitimi alırdı. Ana dört elementten sayısız elçi yaratılmıştı. Lyra bir toprak elçisiydi. Actaeo’nun cinsiyeti yoktu, ama onun yarattığı elçiler cinsiyetliydi. Toprak elçileri şifa gücüne sahipti, bitkileri yönetir, görünmez olabilirlerdi. Hava elçileri savunma ve ışınlanma gücüne sahipti. Tinia, Doris’i ölümden kurtarmıştı. Ateş elçileri ise uçabilir, kanatlara sahipti; çeviktiler ve hayvanları kontrol edebilirlerdi. Su elçileri zihin okuyabilir, evrenin her köşesinden bilgi alabilir ve su kapılarıyla galaksiler arası yolculuk yapabilirlerdi. Tinia kadın, Actaeo ise erkek formunda tanınır. Doris kızının kim olduğunu bilmesine rağmen, Chantico’nun onu öldürmek isteyeceğini bildiği için yerini gizliyor. Actaeo ise sadece gölün yerini söyleyerek sessizliğini koruyor. Ben ve Aura, ölümlü bedende doğmuş olsak da dört elementin gücüne sahiptik. İlk olarak ateşi öğrendim, sonra diğerlerini. Doris zihnimi okumaya çalışsa da başaramadı; çünkü zihnimi kontrol etmeyi biliyordum. Okula ulaştım. Müdürün zihnini kontrol ederek kendimi sisteme normal bir öğrenci gibi kaydettim. Sınıflar tekti, bu işimi kolaylaştıracaktı. Lyra bana dünyada kullanacağım isim olarak "Johnny" adını vermişti. Oysa ben "Draven" ismimi seviyordum. Sınıfa geçtiğimde sınıf arkadaşlarımı gözlemledim. Aura özel olduğunu bilmiyordu, bu yüzden zihnini okumak şimdilik faydasızdı. 🔥💧🌫️🌾 Okul kapısında tanıdık bir ses duydum: — “Diana! Seni görmek ne hoş.” — “Tomris, seni görmek de öyle.” — “Bu güzelliği fark etmemek aptallık olurdu, değil mi?” — “Beni utandırıyorsun Tomris. Sınıfa geçmeliyim.” Tomris, bana her zaman nazik davranmıştı. Diğerlerinden farklı olduğumu sezmiş olsa da bana kötü davranmamıştı. Sınıfa girdim ve kütüphanede karşılaştığım çocuğu gördüm. O gözler… bakışları hem tanıdık hem de tedirgin ediciydi. Her zamanki gibi göz önünde olmamak için onun yanındaki sıraya geçtim. Tomris sınıfa girdi. Okulun popüler çocuğuydu. Yanıma geldi: — “Her sene arkada oturuyorsun. Bu yıl benim yanımda oturmak ister misin?” — “Teşekkür ederim ama istemem. Göz önünde bulunmak hoşuma gitmiyor.” — “O zaman ben senin yanına geçerim.” Göz kırptı ve çantasını alıp yanıma oturdu. Utandım, yüzümü çevirdim. Johnny dikkatle bana bakıyordu. — “Merhaba, bir sorun mu var?” — “Hayır, sadece dikkatimi çektin.” — “Ben Diana.” — “Johnny.” — “Tanıştığıma memnun oldum.” Öğretmen geldi, ders başladı. Johnny kısaca kendini tanıttı. 🔥💧🌫️🌾 Yanımda oturan kız dikkatimi çekmişti. Sarı saçları, lenslerle gizlenmiş su mavisi gözleri vardı. Kıyafetleri sadeydi ama duruşunda bir asalet vardı. Güzelliği göz alıcıydı. Tomris, etrafında pervane gibiydi ama Diana'nın ilgisini çekmiyordu. Derken teneffüs oldu. Diana’yı sınıftaki birkaç popüler kızın arka tarafa doğru çektiğini gördüm. Görünmez olup peşlerinden gittim. Daphne ve diğerleri, Tomris’ten uzak durması için Diana’yı sıkıştırıyordu. Görünür oldum. — “Ne oluyor burada?” — “Sana ne yeni çocuk?” — “Karıştım bile.” Diana’yı tutan iki kızın ayağının yanına, toprak gücümle ısırgan otu çıkardım. Bitkiler bacaklarına değince çığlık atarak geri çekildiler. Diana’ya fısıldadım: — “Kaç çabuk!” Diana kaçtı, ben Daphne’yi tutarak zaman kazandırdım. Sonra ortadan kayboldum. Onu bir duvarın ardında buldum. Derin nefesler alıyordu. Omzuna dokundum, irkildi. — “Korkma, benim. İyi misin?” — “İyiyim… Teşekkür ederim.” — “Güvensiz insanlar, korkularını başkalarına yansıtır. Az önce yaşadığın buydu.” — “Ne demek istiyorsun Johnny?” — “Tomris’in sana ilgisi var. Diğer kızlar bu ilgiyi kıskandı.” — “Tomris sadece arkadaşım. Hep öyleydi.” — “Demek ki ilgisi yeni değil. Sınıfta dikkat çeken bir şey olmuş olabilir.” — “Yanıma oturdu sadece.” — “Sen onu sadece arkadaş olarak gördüğün için farkında değilsin, apagorevméno louloúdi.” — “Son dediğini anlamadım… Eğer Tomris beni öyle görüyorsa, bunu bana söylemeli.” — “Söylesin mi istiyorsun? O zaman senin de ona karşı hislerin var demektir.” — “Bilmiyorum… Ne arkadaşlık, ne de sevgililik yaşadım. Ne istediğimi bile bilmiyorum.” — “Neden hiç yaşanmadı?” — “Kasabalılar çocuklarını benden uzak tutmak istediler. Ben de kendimi hobilerime verdim.” Zihnini okumaya yeltendim, tam o anda telefonu çaldı ve uzaklaştı. Sonra zil çaldı, derse döndük. 🔥💧🌫️🌾 Ders bitince eve döndüm. Kek yapmayı düşünüyordum ama annemin sert tepkisi yüzünden vazgeçtim. Pastaneden küçük bir pasta alırım. Kitabın kapağını açtım: “Ölümlülerden Doğan Çocuklar” > Bu çocuklar insan bedeniyle doğmuşlardır. Ölümlüler elementlerin birleşiminden yaratıldıkları için bu çocuklar dört elementin gücüne sahiptirler... Kitapta Draven’in anlattıklarını tekrar okudum. Ardından Doris ve Chantico’nun savaşı anlatılıyordu. İkisinin ölmesi, kendi elementlerinin yeryüzünden silinmesi demekti. Su elçileri kibardı, ateşle evlenemezlerdi. Chantico’nun ölümlü kadına olan aşkı, Doris’e olan hırsı kaderin onu nasıl ikilemlere sürüklediğini gösteriyordu. Sekiz yıl sonra o kadın, Chantico’ya bir evlat verip hayatını kaybetmişti. Chantico yas içinde hapsolmuş, çocuk eğitime gönderilmişti. Kitapta sadece Toprak ve Hava elçilerinin kader tanrıçalarıyla konuşabildiği yazıyordu. Belki de bu yüzden Doris, dünyaya gelip bir ölümlü bebek doğurdu. Her şey çok karışıktı. Peki bu adam madem bu kadar karanlık, o kadına neden sevgiyle bakıyor? Gerçekten Doris’e hırs mı, yoksa aşk mı duyuyordu? Düşünceler içinde uyuyakaldım...
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE