Vay.
İçeriye girdiğimde ağzımdan kaçan ilk kelime buydu. Evin dış cephesine baktığımda zaten bir gül bahçesi beklemiyordum ama bu da fazlaydı sanki…
Devrilmiş içki şişeleri, devrilen kül tablaları…
Yüzümü buruşturdum. “Siz burada nasıl yaşıyorsunuz?” diye sordum. “Seni ilgilendirmeyen şeylerle uğraşma.”
Parmak ucumla orta sehpanın üzerini silip gelen tozlara bakıp “Burayı foşur foşur yıkamak lazım.” diye homurdandığımda arkamdan değişik sesler çıkararak tekli koltuğa kendini attı.
Koltuğa oturur oturmaz çıkan ciyaklama ile kaşlarımı çattım. Alperen gözlerini devirip elini poposunun altına atıp bir şey çıkardı.
Küvete konulan oyuncak ördekler. Öfkeyle homurdanıp sıktığında tekrardan aynı ciyak sesinin çıkması ile “Ulan Enes.” diye homurdandı.
Duyduğum isim ile gözlerim parladı. “Enes mi! O da mı burada? Nerede? Hani hani!” diye sevinçle zıpladığımda Alperen oyuncağı yere atıp boş gözlerle baktı.
“Sen hala burada mısın?”
“Evet.”
Alperen ayaklarını orta sehpaya uzattı ve her iki elini karnının üzerine sarıp başını arkaya yaslayarak gözlerini kapadı. “Çıkarken kapıyı kapat.” dediğinde gözlerimi devirdim.
“Bunu yapacağımı düşünmen çok tatlı.”
Gözlerim merdivenlere kaydı. Rüya yukarıdaydı ama neden aşağı inmiyordu? Alperen sanki aklımı okumuş gibi mırıldandı. “Yukarı çıkmayı aklından bile geçirme.”
“Geçirmemiştim zaten.” dedim.
“Hm. Kesin öyledir.”
Rüya aşağı inene kadar veya diğerleri eve gelene kadar sanırım burada bekleyebilirdim. Üçlü koltuğun en temiz olduğunu düşündüğüm yerine oturduğum anda garip mekanik bir ses ile saniyeler içinde yere düştüm.
Ben şaşkınlıkla ne olduğuna bakarken “Koltuğu kırdın.” dedi.
“Ben kırmadım.” dedim ayağa kalkarak. Harbiden kırılmıştı bu! “Üzerinde tam olarak sen varsın.”
“Üzerime suç atmaya çalışma.”
“İşim gücüm yok onunla uğraşacağım.” diye homurdanınca gözlerimi devirdim. “Tamam en meşgul sensin.”
“Aynen.” dedi. Derin bir nefes aldım. Hiç takmıyordu bile!
“Diğerleri ne zaman gelir?” dedim bende aynı umursamazlıkla. O kiminle aşık atıyordu bakayım?! Daha beni tanımıyordu.
“Sana soruyorum.” dedim cevap vermeyince. “Alp!” sinir bozucu bir şekilde sırıttığımda tek gözünü açtı. “Hiç değişmemişsin.” dedi homurdanarak.
“Evet evet. Sende.” dedim.
Hiç değişmiş olur mu canım?! Resmen o kibar, tatlı, anlayışlı oğlan çocuğu yerine nemrut suratlı biri gelmişti! Ağzından birkaç kelime bile alamıyordum be!
“Tabii.” dedi o da aynı alayla. “Hiç değişmedim.”
“Neyse.” dedim ve yanındaki tekli koltuğa doğru giderken bilerek bacaklarına vurdum. Alperen sinirle güldüğünde “Ne oldu? Bir şey mi oldu?” dedim sırıtıp oturarak.
Bana cevap vereceği sırada kapının açılmasıyla irkildim. Biraz önce oturduğum koltuktan hızlıca kalktığımda Alperen isitifini bozma zahmetine bile girmemişti.
Kapıdan gelen gürültülerle başımı uzattım. Birisi, “Çok yoruldum.” dediğinde diğeri “Ulan sokağın başından beri sırtında taşıtıyorsun kendini hayvan herif! Bir de utanmadan yoruldum diyorsun.” dedi.
“Bunun lafını mı yapıyorsun? Sana yazıklar olsun, yazıklar! Senin yüzünden az kalsın ölüyordum.”
“Geri zekalı, düz yolda ayağın takıldı.”
“Senin yüzünden. Sana laf yetiştireyim diye önüme bakamadım!” diye diklendi tekrar. “Lan oğlum o ağzını koparacağım lan artık! Sus!”
“Yeter.” dedi oldukça sert, otoriter sesli bir kadın. Onun ‘yeter’ demesi ile diğer ikisi sessizleşirken adım sesleri buraya yaklaşıyordu. Tabii arkada kavga eden ikilinin sessizliği birkaç saniye sürmemiş fısır fısır tekrar konuşmaya başlamışlardı.
“Ayağıma krem süreceksin.”
“O ayağı alır, senin ağzına sokarım.”
“Bend-“
Üçünün salona girip beni görmesiyle donması bir oldu. Cam gibi olan mavi gözlerinden onu direkt tanıdım.
Enes.
Sarı saçları bir altın gibi parlarken çocukluğumuzdaki gibi hayat dolu gülümsüyordu.
Yanındakine baktım. Enes’e göre uzun kalıyordu. Bana siyah gözleri sorgu dolu bir şekilde bakıyordu. Bu, Yavuz’du. Saçları üçe vurulmuştu. Keskin çene hatları, çıkık elmacık kemikleri ile ben tehlikeliyim diye bağırıyordu.
Ve yanındaki.
Burcu.
Uzun, simsiyah saçları neredeyse beline kadar uzanıyordu. Simsiyah gözleri ile öyle bakıyordu ki, sanki içimi okuyor gibiydi. Kollarını göğsünde birleştirip vücudunun ağırlığını tek ayağının üzerine vererek kaşlarını kaldırdı.
“Sen kimsin?”
“Güneş!” dedim sevinçle.
Boş gözlerle bakmaya devam etti. “Bunun bir anlam mı vermesi gerekiyordu?” diye aynı duygusuz ses tonu ile konuştuğunda içimden Alp ile aynı hödüklüğe sahip diye iç geçirdim.
Bu sırada merdivenden inen, tereddütlü adım seslerini duydum. Enes gözlerini benden ayırmazken “Rüya yukarıda bekle.” diye mırıldandığımda omzumun üstünden arkama baktım.
Ve Rüya.
Pembe, kıvırcık saçları ile marijinal görünüyordu. Çiçekli bir elbise giymişti. Renkli renkli boncuklu takıları ile parlıyordu.
Eh. Bunların arasında biri parlıyordu!
“Güneş? Gerçekten sen misin?” dediğinde nefesimi tuttum. “Evet.” dediğimde gülümser gibi oldu. Üzerimi taradı.
“Yakışmış.” deyince ilk başta anlamasam da burnumu işaret edince piercingimden bahsettiğini anlayarak burnuma dokundum. “Teşekkür ederim. Sana da yakışmış.” diyerek saçlarını işaret ettiğimde kıkırdadı.
“Teşekkür ederim.”
Ne diyeceğimi bilemeyerek “Rica ederim.” dedim. “Bir ara sana da yapalım.”
Tam, “Olu-“ diyeceğim esnada sert bir ses konuşmamızı böldü. “Öyle bir şey olmayacak.” dedi Burcu katı bir ses tonu ile. “Çünkü gidecek ve bir daha dönmeyecek. Değil mi Güneş?”
Ona baktım. Tek kaşını kaldırmış, ‘hadi lafımın üstüne laf söyle’ der gibi bakıyordu. “Gidiyor musun?” diye sordu Rüya.
“Yo. Ne münasebet.” dedim.
“Gidiyorsun gidiyorsun.”
“Gitmiyorum gitmiyorum.”
“Güneş!” dedi Burcu.
“Beni hatırlamadınız mı?” diye patladım dayanamayarak. Halbuki hatırladıklarını biliyordum ama düşmanmışım gibi davranmaya ne gerek vardı değil mi!?
“Ben hatırladım!” diye cıvıldadı Rüya arkamdan. Burcu dik dik arkama bakıp gözlerini bana çevirdi. “Bunun bir önemi yok. Buradan çık ve bir daha gelme.” daha sonra sinirli gözleri Alperen’e kaydı.
“Onu neden bu evden kovmadın?”
“Kovdum.”
“O zaman neden hala burada?”
“Gitmedi çünkü.”
“Kovamamışsın demek ki.”
“Sen kov o zaman Burcu.” dedi Alperen umursamaz bir sesle. Ofladım. “Bende buradayım farkındaysanız.”
“Farkındayız güzellik. Parlıyorsun.” dedi Enes muzhip bir sesle. Sonunda konuşabilmişti.
“Enes!” dedi Burcu öfkeyle köpürerek. “Çok kasma Burcu’m ya.” dedi Enes hiç umursamayarak. Alperen’in yanındaki koltuğa rahatça yayılırken ses tonu sakindi.
Yavuz’a döndüm. “Sen bir şey demeyecek misin?” diye sordum, oldukça sessizdi. “Ne dememi bekliyorsun?”
“Bilmem.” dedim. Sesimi inceltip taklit yaparcasına “Çabuk git buradan, seni burada görmek istemiyoruz gibi şeyler sanırım?”
Enes güldü. “Burcu’ya laf sokuyor, anlamadıysanız.”
“Enes sus.”
Yavuz, “Niye geldin?” diye sorduğunda duraksadım. Sonunda biri bunu sormuştu demek! “Yavuz…Sen küçükken de böyleydin.” dedim hayran hayran.
“Nasıl?” dedi anlamayarak.
“En zekimiz.”
Garip bir şekilde suratıma bakarken “Aslında en zeki olanımız Alperen’di.” dedi Rüya. Duymazlıktan geldim.
“Neyse.” dedim umursamayarak. “Bir an hiçbiriniz sormayacaksınız sanmıştım.”
“Cevabı ne?” dedi Yavuz.
“Cevabının ne önemi var?! Eninde sonunda gidecek zaten.” dedi Burcu.
“Ay Burcu içim şişti, ne gıcık bir şey olmuşsun sen ya!” dedim sinirle. Herkes duraksarken Burcu gözlerini kırpıştırdı, “Sen, sen bana mı gıcık dedim?”
Enes kendini tutamayıp kahkaha attığında Burcu sinirle üzerime yürüyordu ki Alperen ayağa kalkıp önüne geçti. “Tamam Burcu, sakin ol.”
“Çekil Alperen.”
“Yeter dedim Burcu.”
Öfkeyle birbirlerine bakarlarken Burcu sinirle dış kapıya ilerledi ve “Geri döndüğümde toz olmuş ol!” dedi.
“Tamamdır canım.” dedim umursamayarak. Kapıyı sertçe çarptı. Yavuz, yüzünü ovuşturdu. “Aslında,” dedim. “Geçen gün bir fotoğraf buldum,” çantamdan fotoğrafı çıkardım.
“Sonra bilmiyorum ama içimdeki bir ses buraya gelmemi istedi. Sizi görmek istedim. Çocukluğumuzu hatırladım ve..ve sizi özlediğimi fark ettim. Bilmiyorum. Eskisi gibi olmak istemiyorum tabii ki ama sizi merak etmiştim işte. Nasılsınız görmek istedim. Arkadaşlarımı görmek istedim.” dedim tüm içtenliğim ile.
Enes yanıma gelip fotoğrafa bakarken Alperen boğazımı temizledi. “Geldin, gördün. Seni tatmin etti mi?”
“Hayır. Beni kovmaya uğraşmaktan sohbet bile edemedik ki!” dedim homurdanarak.
“Bizim bir arkadaşa ihtiyacımız yok.” dedi Alperen. Enes, fotoğrafı elimden çekip aldığında o an bunu fark edememiştim bile.
“İyi!” dedim öfkeyle kapıya giderken. Sinirle evden ayrıldım. Konuşmaya çalıştıkça izin vermiyorlardı ama beklesinler..ben bir kere inat etmiştim.
Onlarla tekrar arkadaş olacaktım, işte o kadar! O kötü çocuk ayakları bana sökmezdi.
Yerden rastgele aldığım taşı sinirle evin camına atarken “Bu da benden size hediye olsun!” diye bağırdım ve camın kırılışını zevkle izleyip koşarak mahalleden ayrıldım.