BÖLÜM 6

2480 Kelimeler
Aybars Odamda oturmuş bir şeyler okuyordum. Gün boyunca yorulmuştum ama uyumak da istemiyordum. Epey geç bir saatte, Nihan’dan mesaj geldi. Melis’le ilgili birkaç bilgi vermeye başlamıştı. Tam onunla konuşurken babam girdi odaya, kapıyı bile çalmadan. “Baba hayırdır?” deyip yerimden fırladım çünkü babamın rengi benzi atmıştı. “Oğlum, panik yapma ama Ayaz küçük bir kaza geçirmiş ve hastanedeymiş. Jankat’a da haber ver hastaneye gidiyoruz” deyince dondum kaldım. Babamın halinden durumun ciddi olduğu belliydi ama sormaya korkuyordum. “Ta-tamam” dedim ve hemen Jankat’a gittim. Uyuyordu ve nasıl uyandırıp haber vereceğimi bilemedim. Ama başka çare yoktu. Yavaşça dürttüm ve seslendim. Mırıldanarak uyandı ve bana dikti gözlerini. “Ne oldu ya?” deyince “Kalkman lazım” diyebildim. “Biri mi öldü ?” dedi ve oturdu yatağın içinde. “Ya Ayaz bir kaza mı ne geçirmiş, hastaneye kaldırmışlar” dediğim an yataktan fırladı ve odanın içinde sağa sola yürümeye başladı. Ne yaptığının farkında değil gibiydi. Onu tutup: “Giyin Jan!” dedim. Kısa bir süre bana bakıp: “Tamam” dedi ve elbiselerini aldı. Ben de odama geçip üzerimi hızlıca giyindim ve aşağı indik. Annemler bekliyordu. “Doğruyu söyleyin, ölmüş mü?” diye sorarak aşağı inen Jankat, bütün iliklerimi dondurdu bir anda. “Hayır” dedi babam. “Ama ne olduğunu bilmiyoruz biz de. Alp amcanız aradı ve gelin dedi sadece. Hadi!” deyince peşlerine takılıp arabaya bindik ve yola çıktık. O hastane yolu bitmek bilmedi. Kimse konuşmuyor ve tepki bile vermiyordu. Saniyeleri saydım, tek tek hepsini saydım ve sonunda hastaneye ulaştık. Jankat’la beraber fırlayıp içeri koştuk hemen. Yağmur ablayı gördüm ilk ve Jankat’a gösterdim. Yanlarına ulaşınca, yüzlerinden gördüğüm ifade korkuttu beni. “Nasıl durum?” diye ortaya sorarken annemler de geldiler. Gülçin teyze anneme sarıldı ağlayarak. “Bilmiyoruz Aybars, saatlerdir içeride” diye Yağmur abla cevap verdi bana. “Ne olmuş, nasıl olmuş?” diye soran babamdı bu kez. Alp amca: “Evden yürüyüşe çıktı,” dedi. “Uzun süre gelmeyince merak ettim peşinden çıktım. Sitenin yanındaki parkta buldum onu. Yerde yatıyordu, başında kan vardı” deyince nefesim kesildi gibi oldu. “Ne olmuş Alp amca?” dedim sinirle. “Biri mi saldırmış, bir şey mi çarpmış?” “Bilmiyoruz oğlum” diyebildi. Onun da hali iyi değildi. Bizden sonra Çınar amcalar ve Yiğit de geldi. Herkes şaşkın ve korkmuştu, kimse ne diyeceğini de ne yapacağını da bilmez haldeydi. Uzunca bekledik, neredeyse sabah olurken doktor çıktı nihayet içeriden. “Oğlum nasıl?” diye koşan Gülçin teyzenin bu halini ilk kez görüyordum. Üzülmekle beraber başka bir şey de vardı sanki. Çünkü ne Alp amca, ne de kızlar hiç konuşmuyordu onunla. Bunu düşünmeyi bırakıp doktora odaklandım. “Kafasına aldığı darbeler neyse ki ciddi bir komplikasyona neden olmamış. Tomografi çekildi, bilinci de açık durumda. Dikiş atıldı açılan yaralara ama önlem olarak birkaç gün tutacağız” diyerek ve anlamadığım dört beş cümle daha kurarak durumu özetledi. odaya alındıktan sonra çok yormadan görebileceğimizi de ekleyerek gitti. Onun arkasında sedye ile Ayaz’ı çıkardılar, uyuyordu. Yanımızdan geçip giderken, sessizliği içime dokundu. Onun o çok konuşan, her lafa bir cevap bulan, sürekli eğlenen hali gitmişti sanki. Son zamanlarda yaşadıklarımızdan dolayı zaten biraz sakin ve durgun olmuştu ama bu hali… Bambaşkaydı. Biraz hava almak için Yağmur ablayla beraber dışarı çıktık, Jankat ve Yiğit de geldiler. Yağmur abla çok üzgündü, hatta üzgünden de öte bir haldeydi. “Abla” dedi Yiğit. “Ne olmuş olabilir, var mı bildiğin bir şey?” Yağmur abla Yiğit’in sorusuyla derin bir nefes aldı önce. Sonra konuşmaya başladı: “Ne olduğunu bilmiyorum ama neden o saatte dışarıda olduğunu biliyorum ve bu yüzden çok öfkeliyim!” dedi içindeki kini kusar gibi. Şaşırmıştık ama kesmedik sözünü, anlatmaya ihtiyacı vardı çünkü. “Annem çok üstüne gitti yine, derdi nedir bilmiyorum ama son zamanlarda iyice katılaştı ona karşı. Sürekli azarlayıp eleştirdi kardeşimi. Tamam, biliyoruz ki siz de masum değilsiniz ama Ayaz düzelmek için çabalıyordu. O aslında, çok güzel kalpli bir çocuk. Annemin hırçınlığından bu hale geldi ve en kötüsü de annem bunu görmüyor!” deyip ayağa kalktı. “Ben biraz yürüyeceğim, yalnız kalmak istiyorum” deyip uzaklaştı sonra da. Bir şey dememize fırsat vermemesi iyi olmuştu bir yerde. Çünkü bu konu bizi de çok fazla rahatsız ediyor olsa da, Yağmur ablaya bununla ilgili yorum yapmamız doğru değildi. Hele ki böyle bir zamanda. “Kavga mı etmişler yine?” dedi Yiğit. “Sanırım öyle olmuş” dedim. “İyi de, biz konuşurken odasındaydı bu adam. Ne zaman dışarı çıktı da bunlar oldu?” diye soran Jankat oldu. “Biz konuştuktan sonra muhtemelen Gülçin teyzeyle kapıştılar. Ya önemli olan o değil, ona ne olduğu! Bunu ona kimin yaptığı!” dedim sinirle. “Ve neden!” diye ekleyen Yiğit’e: “Nedeni inan hiç önemli değil” dedim. “Ayaz’ı o halde gördükten sonra, hiçbir nedenle ilgilenmiyorum!” Kimse cevap vermedi. Biraz daha kaldıktan sonra belki Ayaz’ı görürüz diye içeri geçtik. Babamı arayıp oda numarasını öğrendim ve oraya gittik. Alp amca çıktı odadan ve içeri girmek için hareketlenen Gülçin teyzeyi durdurup: “Sen sonra girersin” dedi. Ama bu ‘sonra’ kelimesi fazla uzun bir süreyi kastediyor gibiydi. Ya da ben Gülçin teyzeye kızgın olduğumdan öyle olmasını istedim. Alp amca bize dönüp: “Siz girin” dedi. “Ama çok kısa” diye de ekledi ve hemen odaya girdik. Neyse ki uyanmıştı. “Beyler” dedi zorla gülümseyerek. “Çok az zamanımız var” dedi Yiğit. “Bize bunu kimin yaptığını söyle” “Tanımıyorum” diye yanıtladı Ayaz. “Ne oldu peki?” diye Jankat sordu. “Bisikletli bir kız çarptı bana. Sonra kavga ettik. Abilerini alıp gelmiş” dedi ve durup dinlendi. “Yorma kendini” dedim. “Sen toparla da abilerine de o kıza da gösteririz” “Başınızı bensiz belaya sokmayın, bozuşuruz” deyince güldük. “Sen toparla, çok bela var başımızı sokacak” diyen Yiğit de havayı biraz yumuşatmış oldu. Alp amcanın bizi çağırmasıyla çıktık odasından ve Yağmur abla girdi biz çıkarken. “Bir şey dedi mi?” diye soran Alp amcaya dönüp: “Evet, birileri saldırmış” dedim. Sonra annemlere doğru döndüm: “Ayaz’a bunu yapan her kim ya da kimlerse bedelini ödeyecek. Dünyanın öbür ucuna da sürgün etseniz, hesabını soracağız haberiniz olsun” dedim. Öfkemden ölebilirdim. “Sakin ol şampiyon” dedi babam. “Olamam baba” derken daha sakindim. “O benim kardeşim, bebekliğimden beri yanımda. Onu bu halde görmenin ne kadar zor olduğunu anlatamam” derken Jankat girdi araya: “Hastaneye gelirken, neyle karşılaşırız diye düşünmekten öldüm. Bunu yapan kimse hesap verecek” diye ekledi. “Biz kardeşiz” dedi Yiğit de. “Onun canı yanarsa bizimki de yanar. İsterseniz zincirleyin, yine de hesap soracağız biz” diye de ekledi ve üçümüz beraber yürüyüp uzaklaştık onların yanından. Bahçeye çıkınca kendimi kaldırım taşının üzerine bıraktım. “Ulan on yaş yaşlandım” dedim derin bir nefes alıp. Şuraya gelene kadar ‘Öldü de söylemiyorlar’ diye geldim.” “Ona bir şey olsa ne yapardık abi biz?” diye hepimizin kafasındaki soruyu sordu Yiğit. “Kollarımdan biri gitmiş gibi olurdu” diye cevapladı Jankat. “Onsuz bir hayatı aklıma getirmek istemiyorum” “Ben de…” dedim. “Ama en çok Gülçin teyzeye iki laf edemedim ya içimde patladı” “Aklı başına gelmiştir bence” dedi Yiğit. “İnşallah artık bunaltmaz” “Son zamanlarda iyice azıtmıştı zaten. Cezadır, çalıştırmaktır, sürekli azarlamaktır… Yani bu şeyler yaşanmasaydı keşke ama inşallah ona da bir ders olur” dedim. “Onu bırakın da beyler, Ayaz’a saldıran o itleri bulmamız lazım” dedi Yiğit. “Elimizdeki bilgiler, bisikletli bir kız ve abileri olduğu, başka bir şey yok. Ayaz’ın iyileşip bize göstermesi lazım onları, başka türlü bulamayız. Onlarca bisikletli kız var” diyen Jankat haklıydı. “Öyle ya da böyle” dedim. “Gerekirse tek tek sorgulayıp buluruz. Ama Ayaz’ın görmesi lazım o pisliklere cezalarını verdiğimizi. O yüzden bekleyeceğiz” “Aynen” dedi Yiğit ve Jankat da onayladı. Biri bana gösterseydi o anda, gidip kafalarını bile keserdim hiç düşünmeden. Biz dördümüz beraber büyümüştük, dört kardeş gibi. Birimizin canı yansa, dörde bölünüyordu. Her şeyimiz ortaktı, her şeyimiz beraber. Mahşerin dört atlısıydık biz, boşuna koymamışlardı bu ismi. Ayaz’ı konuşurken görmek, daha doğrusu yaşadığını görmek gerçekten de bir ateşin içindeyken su döküp söndürülmüşüm gibi hissettirmişti. Şimdi hastaneden çıkmasını ve o pislikleri bize göstermesini bekleyecektik sadece…   BİRKAÇ HAFTA SONRA… Jankat Ayaz hastaneden çıkıp bir süre evde dinlendi. Bu sırada bizim ceza işi de askıya alınmıştı. Hastane çıkışı onu görmeye gittiğimizde açıkladılar bize. Ayaz kısa bir süre yanımızda oturmaya gelince, bizimkilerin arasında bir kaş göz işaretleri döndü. Ne olduğunu anlamaya çalışırken Alp amca konuşmaya başladı: “Çocuklar” diye girdi konuya. “Size söylemek istediğimiz bir şey var. Çok korkutucu ve üzücü bir olay yaşadık hep beraber, çok şükür ki atlattık. Bizim en büyük korkumuz size bir zarar gelmesi, bunu lütfen aklınızdan çıkarmayın. Size kızıyoruz, kısıtlamalar getiriyoruz, cezalar veriyoruz ve bazen bunu abartabiliyoruz,” derken göz ucuyla Gülçin teyzeye bakması dikkatimden kaçmamıştı. Konuşmaya devam eden Alp amcaya odaklandım tekrar. “Ama bunların hepsi, size bir şey olacak korkusundan. Okulda yaşadığınız olaydan sonra size bir ceza sistemi uygulamaya karar vermiştik, ilk günlerinizi de tamamladınız. Ama bu cezayı, tekrar ne zaman başlayacağı belli olmayan bir tarihe kadar erteliyoruz” deyince hepimiz birbirimize baktık. Yüzümüzdeki sırıtmayı görüp: “Hemen gevşemeyin” dedi annem. “İptal etmedik.” Biz bir şey demeden Alp amca cevap verdi anneme: “İptal etmedik Sinemis haklısın, ama belirsiz bir süreyle erteledik.” Sonra yine bize dönüp: “Verdiğimiz cezayı abartarak uygulayanlarımız oldu. Bizlerin de gözden geçirmesi gereken şeyler olduğu için şimdilik cezanızı öteledik.” Bu söz tamamen Gülçin teyze içindi ve aralarındaki buzdan rüzgârı biz bile hissettik o anda. Devam etti Alp amca: “Ama bu demek değil ki sınırsız bir özgürlük içindesiniz. Yaşanan her şey size ders olsun ve lütfen artık kendinizi de bizi de üzecek şeyler yapmayın.” Tam sükûnet içinde konuşmasını tamamlamak üzereyken, Aybars bütün yaprakları havaya savuran bir cümle kurdu: “Üzgünüm Alp amca ama Ayaz’a bunları yaşatanların cezasını vereceğiz” Ortalık buz kesti birden. Kimse ne söyleyeceğini bilmez halde birbirine bakarken babam cevap verdi ona: “Cezasını vereceğiz derken oğlum?” “Yani babacım, onları bulup bu olanlar için hesap soracağız” “Biraz sakin ve hatta aklı başında olmayı deneyebilir misin acaba?” derken babam gergindi. “Baba senden sadece şunu söylemeni istiyorum” dedi Aybars. “Siz de birlikte büyümüşsünüz, aynı bizler gibi kardeş gibisiniz. Eğer bu Alp amcanın başına gelse, sen ne yapardın?” Babam, mantıklı bir cevap verdiğinde buna inanmayacağımızı biliyordu. Çünkü o da arkadaşları için aynı şeyi yapardı, adımız gibi biliyorduk. “Sizinle bunu tartışmayacağız” diye araya giren annem, babamı kurtarmak istedi. O da farkındaydı çünkü. Aslında susup, bu tartışmayı eve bırakmak vardı ama yapmadı Aybars. “Tartışmayın anne, ama bilmenizi istedik sadece. Sonra şaşırmayın. O gün hastanede de söyledim, sürgün de etseniz bizim kararımız belli” dedi ve hepimiz onu destekledik. “Siz biraz ileri gidiyorsunuz ama” diyen Gülçin teyzeye baktık birden,  Alp amca da dâhil. “Cezanız ertelendi falan diye, eskisi gibi kudurmayı aklınızdan bile geçirmeyin. Yaşanan şeyler size de ders olsun” deyince, tepemde bir ısınma oldu birden ve: “Merak ediyorum Gülçin teyze, sana ders oldu mu bu olanlar?” dedim. Böylelikle, Aybars’ın havaya uçurduğu yaprakları bir hortumla da ben dağıtmış oldum. Herkes sustu, kimse bir şey diyemedi ama Alp amcanın yüzünde gördüğüm o ifade, bana ne kadar doğru bir cümle kurduğumu göstermişti. Bu da bana yetti… “Biz artık kalkalım” diyen Efsun teyze konuyu toparlamak ister gibiydi. “Çocuklar annemde, canına okumuşlardır kadının” dedi ve peşinden herkes de ayaklandı. Biz de… Yola çıkınca bir süre konuşulmadı ama annem dayanamadı sonunda: “Söylediğin hiç hoş değildi Jankat Kubilay” dedi. Kubilay ismini nadir kullanırdı, genelde çok ciddi durumlarda. “Çok sert” diye fısıldayan Aybars’ı dürtüp anneme odaklandım ve sakince: “Haklı olabilirsin annecim, ama Gülçin teyzeye çok kızgınım” dedim. “Kızgın olman, böyle bir suçlamayı orada yapmanı gerektirmiyordu ama” derken annem de sakindi. Çok makul bir şekilde olayı değerlendiriyor olmamız bana tuhaf gelmişti ama bozmadım. “Herkesin ona kızgın olduğunun farkındayız. Alp amcanın yaptığı göndermeleri de anladık biz. Ama onun çok ilgilendiğini düşünmedim, baksanıza hala bir baskı yapma isteği var” dediğimde: “Bunları anlamak için biraz daha olgunlaşmanız gerek” diyerek sessizliğe büründü annem. Aslında o da biliyordu çok haklı olduğumu…   Ayaz Saldırıya uğradıktan sonra birkaç gün hastanede kaldım. Her gün bir sürü kontrolden geçirip, en sonunda iyi olduğuma ikna oldular ve eve çıkabildim. Hastanedeyken annemle hiç konuşmadım. Olan biten şeylerin arasında, bana yaptıklarını da söylediklerini de unutmamıştım. Herkesten biraz daha üzgün olduğunu görebiliyordum, daha çok pişman. Benim başıma gelenlerden sonra ceza konusu da rafa kaldırılmıştı hepimiz için. Sanırım herkese ders olmuştu, en çok da anneme. Onunla kısa cümleler dışında iletişim kurmuyordum, konuşurken yüzüne bakmamayı tercih ediyordum çoğunlukla. Üzülüyordu ama bu da benim çok umurumda değildi. Sürekli sorguladığım şey, annemin bana karşı neden bu kadar katı olduğuydu ama buna bir yanıt bulamıyordum. Anneme tavır alan sadece ben değildim. Babam, ablam ve kardeşim de ona karşı soğuktu ve annem evin içinde tek başına kalmış gibiydi. Jankat’ın ona söylediği şeyler de onda ayrı bir etki bırakmıştı ama bunu asla konuşmadı kimseyle. Ondaki bu tavrı, bu mesafeyi ve soğukluğu gerçekten anlayamıyordum. Bir gece, gürültülere uyandım. Annem ve babamın sesi yüksek şekilde yankılanıyordu evin içinde. Kalkıp odamdan çıktım, benimle beraber ablam ve Melek de çıkmışlardı. “Ne oluyor ya?” diye sordum ablama. “Kavga” dedi sadece ve sessizce dinlemeye başladık. “Daha ne kadar burada yatacaksın diyorum sana Alp?” diye bağırdı annem. Babam, benim olayımdan sonra salona taşınmış gibiydi, annemin yanında yatmıyordu. “Ya sana bağırma dedim!” diye kükreyen babam bizi bile ürkütmüştü. “Git ve yat, beni de bırak uyuyacağım! Sana bununla ilgili açıklamayı yapmıştım!” “Gitmiyorum!” diye diretti annem. “Ne yapmaya çalışıyorsun? Yeter artık bu tavır bitsin!” “O tavır bitmeyecek çünkü sen hala aynısın, değişmeye de niyetin yok!” “Bütün olanların tek suçlusu ben miyim?” derken annemin ses tonu çok rahatsız ediciydi. “Ya kim? Olanları hatırlamak istemiyorum yeniden. Lütfen diyorum bak daha fazla nazik kalamayabilirim, git odana!” “O benim de oğlum, sadece senin çocuğun değil! Hepiniz bana tavır aldınız ve bunlar hep senin yüzünden. Sen böyle yapmaya devam ettiğin için çocuklar da senden etkileniyorlar.” “Sen hak ettiğin muameleyi görüyorsun!” diyen babam, kendi sınırlarının çok ötesine geçmişti. “Müdahale etsek mi?” dedim, ablam durdurdu. “Bana mı söylüyorsun sen bunu? Kaç yıllık karına mı bunu dedin?” “Cümlemi tekrar ettirme bana!” “Haklısın, sen bana ne yapsan haklısın. Ben daha baştan yaptım hatayı. Seninle hiç evlenmeyecektim…” derken babam: “Gülçin sakın!” dedi ama annem onu hiç duymuyor gibi devam etti. İş boşanmaya gidiyor gibiydi ve endişelenmeye başlamıştım. “Dinleyecektim annemi, sana asla evet demeyecektim. Seni her şartta kabul edip, aldatılmayı sineye çekip,  çocuğunu da kendi çocuğum gibi kucakladığım gün hataların en büyüğünü yaptım ve ben bunların hepsini hak ettim!” dedi ve bitirdi cümlesini. Sonrasında bitireceği birçok şeyin başlangıcı gibi…
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE