6 YIL SONRA
Aybars
Uçağın camından bakarken, olan biten her şeyi gözümün önüne getirdim. Yaşananlar, söylenenler, kararlar, sonuç… Pişman olup olmadığımı onlarca kez sormuştum kendime ama cevap hep aynıydı, ‘Hayır!' Tek soru işaretim, bundan sonra ne olacağıydı…
“Ne oldu?” diyen Jankat’a bakıp:
“Hiç” dedim yarım ağızla. Onun da benden farkı yoktu.
“Hazır hissetmiyorsun değil mi?” dediğinde gözlerimi kaçırdım ondan. Sadece:
“Ondan değil, nasıl olacağını düşünüyorum bundan sonrasının,” dedim.
“Olanlar…” dediğinde kestim hemen lafını:
“Olan oldu Jan, artık geriye dönüşü de yok. Gittik ve dönüyoruz, sadece bu var şu anda.” Diyerek yeniden sessizliğe bürünüp düşünmeye devam ettim. Bendeki bu tereddüt eden hali görüp o da etkilensin istemiyordum. Ama olanlar… Onlar aklımdan hiç çıkmamıştı bunca zaman boyunca...
Ayaz’ın yaralanmasının üstüne, Yağmur ablanın durumu patladı. O kadar karmaşıktı ki her şey, her an yeni bir şeye şaşırır olmuştuk. Bu arada da Ayaz’ı yaralayanlarla ilgilenememiştik ama o konu aklımızdaydı, asla çıkmayacak bir halde hem de.
Ayaz’dan öğrendiğimiz kadarıyla Gülçin teyze terapi almaya başlamıştı. Bu da ona olumlu yansıyordu ve evde daha keyifliydiler. Yağmur ablanın da dönmesi de yardımcı olmuştu onlara.
Akşam odamda otururken Yiğit aradı, açtım.
“Buldum” deyince, önce ne demek istediğini anlamadım.
“Ne buldun abi?” diye sorunca sinirlendi.
“Jankat’ı da çağır, konferans görüşmesi yapalım”
“Önce ne olduğunu söylesene”
“Aybars, siz şimdi ikizsiniz ya, muhtemelen beyin kısmını Jankat aldı. Sen tek başına anlayamıyorsun”
“Senin ben …”
“Küfretmeyi bırak da Jankat’ı çağır, durum önemli” diye ciddi bir tonda konuşunca:
“İyi tamam” deyip kalktım, Jankat’ı da alıp odama geldim. Hemen Yiğit’i aradık.
“Dinliyoruz” dedim gergin bir tonda. Yiğit bana çok aldırış etmeden anlatmaya koyuldu.
“Ayaz’ı yaralayanları buldum, kim olduklarını, okullarını, evlerini ve hatta doğum tarihlerini bile öğrendim”
“Nasıl ya? Nasıl yaptın oğlum sen bunu?”
“O civardan, annemin bir hastası var. Tesadüfen öğrendim oturduğu yeri. Sonra durumu anlattım, çocuk da o mahalleyi iyi biliyormuş. Biraz araştırdı, soruşturdu ve öğrendi işte.” diye anlatırken telefonum çalmaya başladı, Ayaz arıyordu. Bana ulaşamayınca Jankat’ı aradı ama açmadı. Sonra Yiğit’i aradı derken gruptan bir sürü uygunsuz içerikli mesaj geldi. Mecburen onu da aldık konferansa. Durumu anlatınca biraz sessizlik oldu.
“Ne oldu?” diye sordum o konuşmayınca.
“Abi, benim yüzümden başınız belaya girsin istemiyorum” dedi cevap olarak.
"Senin yüzünden dediğin şey, bizim kardeşimizin hayatıydı Ayaz" dedi Jankat, aşırı ciddiydi ki beni bile fazlasıyla etkiledi.
"Tamam," dedi Ayaz. "Anlıyorum benim için neler hissettiğinizi ama bakın zaten yeterince zor zamanlar yaşadık hep beraber. Üstelik ailelerimizin tavırları da belli. Başka bir olayı kaldıramazlar"
"İsterlerse hayatları boyu affetmesinler" dedim. "Biz bunun hesabını soracağız!"
Dakikalarca konuştuk ve Ayaz artık bizi ikna edemeyeceğini anlayınca mecburen bıraktı itiraz etmeyi. Planımızı yaptık, bu işi bitirmeye kararlıydık artık.
Bize yardım eden, Yiğit'in tanıştığı çocuk sayesinde o itlere ulaşmamız da onları istediğimiz yere çekmemiz de kolay oldu. Hatta hiçbirimizin beklemediği kadar kolay…
Annemlerin aylık dışarı çıkma akşamında, biz de planı uygulamaya koyulduk. Seçtiğimiz yerde, Ayaz'a saldıran çocukları sıkıştırdık ve yaşadığımız her korkunun, üzüntün, öfkenin bedelini ödetmek için ölümüne dövdük. Vururken, en iyi hatırladığım şey hiç tereddüt etmediğimdi. Diğerlerinin de öyle olmadığına, kendimden emin olduğum kadar emindim.
Hıncımızı aldığımızı hissettiğimizde bıraktık onları ve oradan uzaklaştık. İlk durağımız babamların da ortak olay sonu toplanma yeriydi. Orayı bildiğimizden haberleri bile yoktu aslında, bir konuşma sırasında öylesine bahsettiklerinde öğrenmiştik. Sonra da özel durumlarda bizim de kaçış yerimiz olmuştu.
"Bitti mi yani?" dedi Jankat, gözlerinde tuhaf bir ifade vardı.
"Sanırım..." dedi Yiğit sadece. Başka kimse konuşmadı.
Bir süre daha orada kaldıktan sonra evlerimize dağıldık. Olanların ne zaman duyulacağını, olayların ne zaman kopacağını hiçbirimiz kestiremiyorduk ve beklemekten başka çare yoktu. Ben odamın balkonunda bunları düşünürken Jankat gelip oturdu yanıma. Çok kısa bir süre sessiz kaldıktan sonra:
"Sence bize ne yaparlar?" diye sordu.
"Bu kez, sanırım bizi sınır dışı ederler" dedim ve ikimiz de kahkaha atmaya başladık. Komik değildi aslında ama olanların sinir bozukluğundan muhtemelen, böyle bir tepki vermiştik ikimiz de. O an bunlara gülerken, başımıza gelecek şeyi doğru tahmin ettiğimi ikimiz de bilmiyorduk.
Birkaç gün sonra hepimizin stresi artmıştı. Sürekli gruptan konuşuyor ve haber olup olmadığını soruyorduk ama bir ses yoktu. Ana haber bültenlerini, son dakika haberlerini, yerel haber sitelerini alt üst etmemize rağmen hiçbir haber bulamamıştık.
Üçüncü günün akşamı haber Yiğit'ten geldi. Çocuklar hastaneye kaldırılmışlardı ve hayati bir tehlikeleri yoktu. Çok fazla kırıkları olduğunu, tedavinin sürdüğünü öğrenmişti. O tanıştığı çocuk vermişti bu bilgileri de ona. Bizi ele vereceğini tahmin ediyordum ama yapmamıştı. Yardım etme sebebini anlayamamıştım, yani neden böyle pis bir işe bulaştığını ama 'Haklı bir nedeni var demek ki' dedim içimden.
Biraz sakinleşmeye, bu olaydan bir şey çıkmayacağını düşünmeye başlamıştık ki, işte tam o an başladığında kıyamet de başladı. Etkileri uzunca sürecek olan mutlak sonumuz...
Biz babamla maç izliyorduk, annem çalışma odasında işleriyle uğraşıyor ve Setenay da Gülay teyzeden örgü örmeyi öğrenmeye çalışıyordu. Tam bir aile saadeti yaşıyorduk aslında. Kapının birden vurulmasıyla herkes dikkat kesildi. Zili çalmamıştı gelen, kapıyı sanırım yumrukluyordu. Babam hızla gidip açınca, karşısına bir adam ordusu dizildi.
"Ne oluyor, kimsiniz siz?" diye sordu babam. Cevabı biliyorduk ama yanıtı veren biz olmamıştık.
"Anlatacağım!" dedi şişman ve kel adam. "Önce o diğer çocukları ve ailelerini de buraya çağıracaksınız!"
"Diğer çocuklar kim? Kimsiniz siz?" diye öfkesi artarak sordu babam yine. O arada annem de aşağı inmişti.
"Ne oluyor ya baskın gibi?" dediği anda, kalabalık grubu gördü ve gerildi.
"Oğlumu öldürmeye çalışan çocuklarınıza hesap sormaya gelen bir babayım ben!" diye kükredi şişman adam. Babamın o anki bakışı, gözlerindeki o büyüme, yüzünde sürekli değişen o renkler... Hayatım boyunca asla unutmayacağım şeylerdi.
Babam bize soruyordu bakışlarıyla ama cevaplayamıyorduk ikimiz de.
"Arayın" dedi adam. "O iki serserinin de anne babasını arayın gelsinler buraya!"
"Doğru konuş ve bana emir verme!" diye kükredi babam adama karşı. Arkasındakiler bellerindeki silahları göstermek için hareketlenince annem panikle "Ali!" dedi. Babam çok etkilenmişe benzemiyordu ama bizim için korktuğunu biliyordum.
"Tamam" dedi şişman, "Sakince içeriye geçelim. Siz de diğer çocukları ve ailelerini arayın, gelsinler. Bu meseleyi burada, bütün suçlularıyla konuşalım"
"Ne meselesi ne suçu be adam!" diye annem cevapladı bu kez. Adam arkasını dönüp bir şeyler sordu yanındakine, sonra bize dönüp:
"Aybars ve Jankat sizin oğullarınız, yani şu ikisi. Ayaz ve Yiğit de diğerleri"
Babam alnını kaşıyordu, bir yandan da göz ucuyla bize bakıyordu. Sanırım o an, sormaya korkuyordu bize neler olduğunu. Çünkü olayın ciddi olduğunu ve adamın da doğru söylediğini iyi biliyordu.
"Geçin," dedi derin bir nefes alarak. Adamlar hepsi, sanırım on kişi kadar, salona doğru geldiler.
"Sinemis, Gülay, Setenay! Siz yukarı çıkın ve ben çağırmadan aşağı kesinlikle inmeyin" diyen babamı ikiletmeden dinledi hepsi ve gittiler. Babam telefonunu çıkardı ve Alp amcayı aradı.
"Alp," dedi gergin bir tonda. "Soru sormadan hemen Ayaz'ı al ve bize gel." Alp amca ne dedi bilmiyorum ama babam, "Soru sorma, olay ciddi Alp. Hemen gelin!" dedi ve kapadı. Sonra Çınar amcayı aradı, o sanırım Alp amca gibi soru sormadı çünkü konuşma çabuk bitti.
Babam yanımıza gelip şişman adamın karşısına dikildi:
"Aileme bu yaşattıklarının hesabını vereceğini aklında tut" dedi dişlerinin arasından. Adam pis bir gülümseme yerleştirdi yüzüne:
"Siz önce benim aileme yaşattıklarınızın hesabını verin, gerekli olan her hesabı vereceğimizden emin olabilirsiniz" diye cevapladı.
Babam sıkışmıştı, tam anlamıyla bir kutunun içine sıkışmış gibi terliyor, derin nefesler alıp veriyor ve bize hiç bakmıyordu. O an için, babamı öyle gördüğüm için içimde bir yer çok fena acıdı. Pişman yine değildim ama gerçekten canım yanmıştı.
Şişman adam sürekli bize bakıyordu, nefret doluydu bakışları ama ikimiz de ondan korkmuyorduk. Bizi korkutamadığını görünce, daha da kinlendiğini hissedebiliyordum.
Çok geçmedi, kapı çalınca babam hızla gidip açtı. Alp amca ve Ayaz gelmişti. Ve tabi ki Gülçin teyzem. Babam Gülçin teyzeyi hemen annemlerin yanına gönderdi ve çok şaşırtıcıdır ki, o da sessizce dediğini yaptı.
"Gel bakalım üç numaralı it" diyen şişman adama babam öfkeyle bakıp:
"Doğru konuş seni bir daha uyarmam!" diye yürüyünce Alp amca geçti önüne. Tabi koruma grubu yine 'Bizim silahımız var' hareketini yapmayı ihmal etmemişti. Alp amca ne olduğunu anlamamıştı ama o da çok gerilmişti. Ayaz'a bakışını ise hiç ama hiç sevmemiştim.
Yine kapı çaldı, Çınar amcayla Yiğit ve Beril teyze de gelmişti ve artık mahkeme başlayacaktı. Beril teyze yukarı gönderildi, Çınar amcayla Yiğit kapıdan girdiler ama beklemediğim bir grup insan daha vardı arkalarında. Bülent amca ve adamları.
Bülent amcanın buraya nasıl geldiğini düşünüp anlamaya çalışırken Jankat'a baktım. O haber vermişti. 'Aferin benim ikinci yarıma!' dedim içimden. En azından evimizdeki insanları koruyabilecek bir destek vardı artık. Bize ne olduğu çok umurumda değildi.
"O!" dedi Bülent amca. "Senet Remzi"
"Hoş geldin Bülent," derken ses tonu hiç de memnun çıkmamıştı. Rahatsız olduğu her halinden belliydi. Bülent amca konuşmaya devam etti:
"Ben bıraktığımda, alemde kadınlı çocuklu aile evlerine silahlı adamlarla gelinmezdi Senet, yol yordam mı unuttunuz, alem mi bozuldu?"
"Bizim kimsenin karısına, suçu olmayan çocuğuna bir şey yapacağımız yok! Suçu olanların cezasını görmeye geldik!" diye cevapladı ama Bülent amca daha da sinirlendi bu cümlelere.
"Bak Remzi, bu alemin kaç yıldır içindesin. Senin en toy zamanlarını bilirim ben. Ama hala öğrenememişsin ki, ceza dediğin şey böyle kesilmez. Kaldı ki kulaklarını iyi aç dinle, bir kereden fazla söylemeyeceğim sana bunu. Sen bu çatı altındaki hiç kimseye ceza kesemezsin"
"Çocuğumun canına kasteden kimse, cezasını keserim!"
"Şimdi sana adammışsın gibi muamele edip derdini dinleyeceğim. Ama önce şu itlerini bir kenara çek, adammışsın gibi otur derdini söyle" deyince ortam bir anda yine gerildi. Kaç tane adam silahına davrandı, sayamadım o anda.
"Höst!" diye bağıran Bülent amcanın sesi evi inletti. "Çoluk çocuğun yanında silah çekilir mi lan!"
Remzi'nin adamları da Bülent amcanın adamları da silahlarını yerlerine koydular, ikisinin emriyle. Sonra da hepsi evden dışarı gönderildiler. Artık ortamdaki kalabalık azalmış ve mahkeme kurulmuştu. Herkes oturdu, biz dördümüz de yanaya oturduk, daha doğrusu oturtulduk.
"Evet" dedi babam Bülent amcadan göz ucuyla müsaade alarak. "Nedir derdin anlat"
"Sizin bu çocuklarınız, benim oğlumu ve arkadaşlarını pusuya düşürüp öldüresiye dövmüşler. Günlerdir hastanedeyiz, çocuğum ölüm kalım savaşı veriyor" dedi Remzi.
"Senin çocuğun kim?" diye soran Alp amca olayı çözmeye yakın gibiydi.
"Onu oğullarınıza sorun" deyince, herkes bize dönüp baktı. Bülent amca:
"Anlatın evladım, ne olduysa anlatın şu işi anlayalım. Yaptınız mı bu adamın dediği şeyleri?" derken hem sakin hem de gergindi. Ben aldım sözü:
"Yaptık" dediğim anda babam gözlerini kapadı. Şakağındaki damarın giderek büyüyüşünü izledim ama buradan dönüş olmadığını iyi biliyordum.
"Neden?" diye yine Bülent amca sordu. Çünkü ne babam, ne Alp amca ne de Çınar amca konuşabilecek kadar sakindi. Sanırım o anda hepsi bizi eşek sudan gelene kadar dövmeyi çok istiyorlardı.
"Çünkü onun oğlu ve arkadaşları Ayaz'ı dövdüler. Neredeyse öldürüyorlardı."
"Onlar mıydı?" diyen Alp amca, gözlerindeki nefreti dışarı çıkartsa kesin ortalığı ateşe verirdi.
"Evet" dedi Ayaz. "Onlardı baba"
"Yalan" diyen Remzi'ye dönüp:
"Benim oğlum yalan söylemez!" diye hırladı Alp amca.
"Benim oğlum da öyle bir şey yapmaz" diye cevaplayan Remzi'ye Bülent amca dönüp:
"Emin misin?" diye sordu. Çünkü ses tonu gerçekten de inandırıcı değil. Adam tam ağzını açacakken:
"Peki sen bizim çocukları nasıl buldun?" diye sordu Çınar amca.
"Oğlumla arkadaşları söyledi"
"Ne dediler?" diye babam sordu bu kez.
"Tarif ettiler işte" derken gerildi Remzi.
"Sen de bir tarif üzerine bizim evimize kadar buldun, öyle mi?"
"Peki" dedi Alp amca, "Bizim çocuklarla sizinkiler tanışıyor mu?"
"Olabilir" diye cevaplayan Remzi'yi Yiğit yalanladı:
"Tanışmıyoruz," deyince Bülent amca yine Remzi'ye dönüp:
"Yalan söylemeyi kes!" dedi. "Ben sana anlatayım madem sen anlatacak kadar yürekli değilsin. Senin oğlanla arkadaşları sana dedi ki, bizi dövdüğümüz çocukla arkadaşları bu hale getirdi. Sen de o zaman oğlunun pisliğini örtmek için yok ettiğin delillerden bizimkileri araştırdın buldun, buraya kadar doğru mu?"
"Bak Bülent," derken lafını kesti Bülent amca:
"Şu karşında gördüğün çocuğun kafasına öldürücü darbeler verip hastanelik etti senin oğlunla arkadaşları" deyip Ayaz'a döndü:
"Neden yaptılar oğlum sana bunu?"
"Parkta yürüyordum, bir kız gelip bana bisikletiyle çarptı. Bu adamın kızı sanırım. Yoluma devam etmek istedim ama kız bana bağırıp çağırıp gitti, sonra da abisiyle arkadaşlarını alıp geldi. Sonrasını zaten biliyorsunuz, kafama bir şeyle vurdular."
Bülent amca Ayaz'ı dinledikten sonra yine Remzi'ye döndü, son vuruşu yapacak gibi bir hali vardı:
"Şimdi sen, buraya gelip de oğlunun yediği dayağın hesabını soruyorsun ya, kendi götündeki pisliği yok sayarak yaparsan bunu eğer, adamlığın da kalmaz babalığın da. Bu çocuklar benim elimde büyüdüler, hepsi de delikanlıdır, sağlamdır. Yaptıkları doğru yanlış diye seninle tartışmayacağım çünkü sen o delikanlılıkta değilsin"
"Bülent!"
"Kes sesini, dinle! Bu olanların neresinden bakarsan bak, haklı değilsin. Bilip bilmeden, anlayıp dinlemeden birine saldıracak bir oğul yetiştirmişsen, başına gelenleri de kabulleneceksin. Kabahati kendinde arayacaksın. Seninki yok yere yapılmış, bu çocukların yaptığı da kardeşlerine yapılanın hesabını sormak için. Teraziye koyunca, sen her türlü kaybedersin. Kimse sorarsan sor, sen kaybedersin. Ama senin gençliğini düşünüyorum da oğluna şaşırmıyorum. Senden olan başka kime benzeyecek ki" derken ne demek istediğin, neyi ima ettiğini deli gibi merak ettim ama elbette ki soramadım.
"Benim oğlum canından oluyordu!" diye çıkışan Remzi'ye
"Ya sen baksana bir bana, benim oğlumun da dizleri yaralanmadı! Kafasını patlattılar anladın mı, kafasını!" diye çıkışan Alp amcayla Remzi, gözleriyle birbirlerine kurşun sıktılar resmen.
"Benim..." diye konuşmak için ağzını açan Remzi'yi yine Bülent amca susturdu:
"Senin söyleyecek lafın sözün kalmadı. Eğer eşitlikse istediğin, durum şu an eşitlendi. Önce seninkiler başlattı, ilk darbeyi onlar vurdular. Bizimkiler de karşılık verdi. Bu konu da böylece kapanıp gidecek, herkes her şeyi bir kenara bırakıp yoluna bakacak"
"O kadar kolay değil"
"Kolay Remzi, kolay! Ha eğer diyorsan ki illa ben rahat durmayacağım, sen bilirsin. Sadece aklında olsun, bu çatının altında gördüğün herkes benim ailemdir. Benim aileme de elini, dilini uzatan, zarar vermeyi aklından bile geçiren kim olursa olsun, eceli olurum. Bana yeminimi bozdurma, kendi idam fermanını da imzalama!"
"Beni tehdit etme Bülent!"
"Sen de geldiğin yeri unutma Remzi! Aç köpekler gibi süründüğün, kimsenin sana iş vermediği, adam diye yüzüne bakmadığı zamanlarında benim sana yaptıklarımı unutma. Bir de benim nasıl bir adam olduğumu sakın aklından çıkarma. Boş laf etmeyeceğimi, dediğimi yapacağımı sen çok iyi bilirsin, az hafızanı kurcalarsan hatırlarsın"
"Bu çocukların yaptıkları cezasız kalmayacak!"
"Ben sana söylenecek her şeyi söyledim. Olur da bir yanlış yaparsan, İstanbul'u başına yıkar, seni de o enkazın en bok yerine gömerim. Şimdi bu konuyu burada kapat, git!"
"Sana da yaptığın şeylere de saygım var, emeğini unutmadım"
"Unutmamış olsan, bir zamanlar abi diye peşinde dolandığın adama şimdi ismiyle seslenip diklenmezdin. Ben seni iyi bilirim Remzi, bana kendini anlatma. Hiçbir şeyine de güvenme, uykularını bile alırım senin. Kabusa çeviririm hayatını. Bu konuyu burada mühürlüyorum, mührü kıran kim olursa cezasını keserim!" dedi ve konuyu kapadı Bülent amca.
Derin bir nefes alıp, kalktı Remzi. Bize bir bakış attıktan sonra yürüdü.
"Remzi!" diye arkasından seslenen Bülent amcaya omzunun üstünden baktı.
"Yaşamak güzel şey," diye tamamladı lafını Bülent amca, hayatımda duymadığım türden bir imaydı bu. Remzi cevap vermeden yürüdü ve çıktı salondan. Sonra da büyük kapıdan çıkıp terk etti evimizi.
Ne yalan söyleyeyim, Bülent amcanın tavrından sonra rahatlamıştım. Bu işi kolay atlatacağımıza biraz olsun inanmaya başlamıştım ki babam bütün inancımı kâğıttan bir kula gibi devirdi.
"Bu sondu!" diye öyle bir söyledi ki, her şeyin bittiğini ancak bu kadar net anlatabilirdi. Yerinen kalktı, annemi ve diğer anneleri çağırdı.
"Başka kimse gelmesin!" diye bağırmayı da ihmal etmedi. Annemler geldi, salonun kapısı kapandı ve asıl mahkeme işte o an başlamıştı.
"Aklım, fikrim, hiçbir hücrem almıyor nasıl yapabildiniz bunu! Siz nasıl böyle sorumsuzca davranabilir, böyle bir olaya nasıl karışabilirsiniz!" derken annem:
"Ali ne yapmışlar?" diye sordu, duyacaklarından çok korktuğu her halinden belli oluyordu.
"Ne yapmışlar biliyor musun hayatım, siz de öğrenmek ister misiniz değerli hanımlar? Hemen söylüyorum; eşkıya kesilip Ayaz'ı döven çocukların haddini bildirmişler. Onları öldüresiye dövüp hastanelik etmişler!" dediğinde hepsinin yüzü bembeyaz oldu. Annemle göz göze geldiğimde, kocaman açılmış gözlerindeki dehşeti gördüm. Babam bütün şiddetiyle bize dönüp:
"Siz kimsiniz ulan!" diye haykırdı. Sesinin bu tonunu, bu kadar bağırabildiğini ilk kez öğreniyordum, hepimiz öyle. Devam etti, duracak gibi de değildi:
"Öldüresiye dövmek nedir? Hastanelik etmek nedir? Hiç mi düşünmediniz ulan siz olabilecekleri?! Aklınıza gelmedi mi, o çocuklar ölse neler yaşayacağınız, neler yaşayacağımız!"
O anda nasıl bir cesaretti bendeki bilmiyorum ama cevap verdim babama:
"Onlar da Ayaz'ı öldüresiye dövdüler" dediğim anda babam bana hücum etti. Alp amca bir hamleyle durdurdu onu.
"Aybars elimde kalırsın oğlum, evlat demem seni şuracıkta gebertirim!" dedi ve Alp amcaya 'Tamam' deyip bıraktırdı kendini. Birkaç dakika sessiz kalıp volta atmaya devam etti, sonra yine bize döndü daha sakin ama ölümcül zehirli bir tonda:
"Siz, bu kadar zaman her haltı yediniz hepsini bir şekilde hallettik. Okullardan atıldınız, yine affettik. Basket topuyla arkadaşınızı dövdünüz, ona bile tamam dedik ama bu sondu. Bu aktık son nok-tay-dı!" dedi ve geçip koltuğa oturdu. Yüzünü ellerinin arasına alıp:
"Evimizi silahlı, ne olduğu belli olmayan adamlar bastı benim bu akşam. Karım, kızım, evdeki emektarım, şurada oturan hayırsız oğullarım..." dedi ve
"Ya benim evimi silahlı adamlar bastı sizin yüzünüzden!" diye haykırdı. "Bunu sizin o içi boş kafalarınıza hangi cümleyle sokabilirim bilmiyorum ama ben bir baba olarak, bir koca olarak, bir insan olarak bu akşam korkunç bir şey yaşadım! Hem de bunu, 4 tane evladımın hiç düşünmeden yediği boklar yüzünden yaşadım! Ne hakkınız vardı ulan bunu bana yaşatmaya!" dedi Jankat’la bana bakarak. Sonra da:
"Siz ikiniz" dedi Ayaz'la Yiğit'e, "Babalarınızı buraya çağırdım, nasıl geldiler o yolu hiç anlayabildiniz mi? Nasıl korktuklarını hissettiniz mi? Hiç sanmıyorum. Sanmıyorum çünkü siz dördünüz de hayatımdaki en sorumsuz şeylersiniz! Sizi ne emeklerle ne çabalarla, en kötüsü ne güzel hayallerle büyüttük biz. Hakkınız var mıydı bunları bize yaşatmaya! Var mıydı söylesenize!" dedi ama hiçbirimiz cevap veremedik.
"Bülent amcanız olmasa, belki de bizi şu an kurşuna dizmişti o adamlar. Ne kadar ciddi ve ne kadar korkunç bir durum olduğunu hayal edebiliyor musunuz? Hiç sanmıyorum çünkü sizde bunu anlayacak kapasite yok. Olsa zaten bunları konuşuyor olmazdık. Olsa, siz şu anda okullarında başarıyla okuyan ve gelecekleri için planlar yapan gençler olurdunuz. Ama ne yazık ki birer hiçsiniz!" dedi ve yeniden nefes aldı derin derin. Sonra:
"Tamam" dedi ve önce anneme döndü:
"Razıysan" dedi ve diğer ebeveynlere teker teker aynı şeyi söyleyip, sonra da bize dönüp ama onlara hitaben:
"Razıysanız eğer, bu dördünün cezasını keseceğim" dedi. Annem ve diğerleri babama tam yetki verdiklerini belli eden birkaç cümle kurunca babam da kararını açıklamak üzere konuşmaya başladı:
"Siz, bir arada hiçbir hayır getirmediniz bize. Ne yaptıysak, hangi yolu denediysek başaramadık, sizi adam edemedik. Her şeyimizi emanet edeceğimiz evlatlar beklerken, mafyacılık oynayan, aklı beş karış havada zibidiler yetiştirmişiz de ne yazık ki bunu da bu kadar iğrenç bir şekilde öğrenmek nasipmiş" dedi ve kararı açıkladı:
"Birkaç gün içinde her şeyi ayarlayacağım, ne gerekiyorsa işte nakil, yer yurt, kayıt, bok püsür ne varsa halledeceğim ve... Sizi yurtdışında ayrı ayrı okullara göndereceğiz!" dediği anda, bütün bedenim sarsıldı. Bizi 'ayrı ayrı' ve 'yurtdışında' okullara mı gönderecektiler yani?
"Bunu yapamazsınız!" dedi Jankat. Sonra da hepimiz itiraz ettik ta ki babam yine kükreyene kadar:
"Keeeees!" diye öyle bir bağırdı ki, kim olsa konuşamazdı.
"Kes dedim! Karar verildi, cezanıza katlanacaksınız. Eğer bir tek itiraz, bir tek taşkınlık görürsem, hiç düşünmeden sizi kendi ellerimle polise teslim ederim" deyince bir diğer şoku yaşadık.
"içeride olmanız, dışarıdakinden daha hayırlı olur çünkü" diye de ekledi.
O gece, kimse başka bir şey söylemedi bize. Sadece Bülent amca sarıldı ama bir şey demeden gitti. Herkes derin bir şok içindeydi, çok sarsılmışlardı. Herkes gittikten sonra odalarımıza çekildik, Jankat'la bile aynı yerde değildik ve konuşmamıştık.
İki gün boyunca çocuklarla iletişim kurmadık, bu ayrılık olayını sindirmek hepimiz için çok zordu gerçekten. Okula gidip geldik, servisle bile gitmemize izin vermeden şoförlerle yolladılar. Evde hiç kimse bizimle konuşmadı, diğerleri de aynı durumdaydı. Ailelerimiz bizi aforoz etmiş gibiydi.
Bir ayın sonunda babamın bizi çağırdığını söyledi Gülay teyze ve salona indik. Ayaz ve Yiğit de gelmişti aileleriyle. İlk kez konuşuyordu o geceden sonra bizimle babam.
"Geçin" oldu ilk sözü ve oturduk.
"Cumartesi günü gidiyorsunuz" deyince şaşırdık. Bir yanım hep belki yumuşar diyordu ama demek ki boş bir umuttu bu. Babam ailelere bakıp:
"Siz mi söylemek istersiniz?" diye sorunca:
"Sen söyle" dedi Alp amca ve Çınar amca da onaylayınca babam yeniden bize dönüp:
"Gideceğiniz yerleri söyleyeceğim" dedi. "Yiğit Bey, sizi Almanya'da bir okula kaydettirdik. Orada lise dengi okulunu bitireceksiniz." dediğinde "Siz mi?" dedim istemsizce sesli düşünerek.
"Siz tabii, hoşunuza mı gitmedi Aybars Bey?" diye sorunca:
"Yok, şey..." diye gevelemeye başladım. Babam oldukça sert:
"Kes sesini, dinle sadece!" dedi. "Adam yerine koyduğumdan değil, hepinizi kendime ne kadar uzak hissettiğimi anlayın diye. Ama sizde o kafa olmadığı için boşa kürek çekiyorum da neyse, devam ediyorum kesmeden dinleyin" deyip konuşmayı sürdürdü:
"Ayaz Bey, sizi İsviçre'ye göndereceğiz, siz de aynı şekilde okulunuzu orada bitireceksiniz. Ve ikizler, sizin için de planımız şöyle; Jankat Bey sizi İsveç'e göndereceğiz, şartlar yine aynı. Ve ekibin sayın basın sözcüsü Aybars Bey, sizin için de uygun bulduğumuz yer Fransa." dedi. Sonra yine ailelere dönüp:
"Söylemek istediğiniz bir şey yok ise devam ediyorum" dedi. Neye devam edecekti ki daha diye düşünürken, aileler sözü ona bırakınca anladık neye devam edeceğini.
"Buraya kadar lise dengi eğitiminiz içindi. Sakın bir yıl falan kalırsınız, sonra bizimkiler yumuşar da döneriz diye düşünmeyin çünkü sizin için öyle bir seçenek yok." dedi. Babamın acımasızlığı beni ürpertmişti.
"Gittiğiniz ülkelerde üniversite eğitimlerinize devam edeceksiniz. Biz reşit olduk, hayatımıza kimse karışamaz diye ümitlenmeyin, böyle bir yola başvurursanız ağır bedel ödersiniz bilmiş olun. Hiç düşünmeden redderim sizi. Emin olun bu odadaki tüm anne babalar aynı fikirde. Adam olmayı öğrenecek, sonra döneceksiniz geriye. Yani aklınızı başınıza toplamak için uzunca bir zaman sizi bekliyor olacak.
Okullarınızı bitirecek, hatta stajlarınızı bile orada yapacaksınız. Tam anlamıyla eğitilmiş, yontulmuş, insana ve en önemlisi doğru düzgün adamlara dönüşüp öyle geleceksiniz geriye. Hiç aklınıza bütün bu süreç bitene kadar yumuşayacağımız fikri gelmesin, siz bütün haklarınızı tükettiniz bizim nezdimizde." dedi ve lafı annem aldı.
"Herkesin canını, hayatınızı, geleceğinizi tehlikeye attığınız gün, bizdeki krediniz de tükenmişti" dedi. Alkışladım annemi içimden, babama bu kadar uyumlu bir eş olduğu için.
"Şimdi, gidin yukarıya, son kez bir arada olmanın tadını çıkarın. Çünkü uzunca bir zaman bu ülkede asla bir araya gelemeyeceksiniz" dedi babam ve hep birlikte kalktık. Tam çıkarken dönüp onlara baktım ama bir şey demedim. Çünkü hiçbir sözün tesir edemeyeceği kadar kalın bir zırh giymişlerdi, hayal kırıklığı...
Bize kestikleri cezayı bitirmiş, artık geriye dönüyorduk işte. O kadar yaşanan şey, geçen yıllar sonunda babamın istediği gibi bireyler olmuştuk. Bütün o aşırı davranışlarımız, fevriliklerimiz, başına buyruk ve düşünmeden hareket edişlerimiz bitmişti. Ama bunlarla beraber biten başka şeyler de vardı. En önemlisi, bunca yıl boyunca biz, dördümüz yaşadığımız büyük sevinçleri, heyecanları, stresleri, yenilikleri ailelerimizle paylaşamamıştık. Ve aynı şekilde, bir arada yaşayamamıştık onca şeyi. Ailelerimiz bizi, onların deyişiyle adam etmek için bu yolu seçerken, bize kaybettirdikleri şeyleri hiç hesaba katmamışlardı...
Uçağımız İstanbul'a inerken, hayatımızda başlayan bu yeni sürecin nasıl olacağını düşünüyordum