BÖLÜM 3

2932 Kelimeler
Ayaz Ali amcalardaki duruşmadan sonra, odada oturup ne yapacağımızı konuşuyorduk ve serinkanlılar familyasından olan Yiğit’in önerisiyle vukuatsız döneme geçiş yapmaya karar verdik. Adım gibi biliyordum zor olacağını ama en azından evde geçecek ceza günleri boyunca rahat durabilirdik. Okula dönünce çok zorlanacaktık çünkü bu karardan dolayı. Ceza konularını bırakıp sohbet etmeye başlamıştık ki annem odaya daldı birden. “Ayaz! Kalk hadi gidiyoruz” diye emrini verdi. “Anne kapıyı vursaydın…” diye çıkışmaya başlamışken Yiğit bana bir tekme vurdu ve hemen toparlandım. “Geliyorum” dedim sakince ve kalktım. Annem neyse ki ilk söylediğimin üzerinde durmadı ve gitti. “Daha ilk dakikadan bozdu ya adam kararı” diye söylene Yiğit’e bakıp: “Kapıyı bile vurmadan odaya girmesine de mi bir şey demeyeceğim? İşimiz var yemin ederim ya!” dedim. “Sen idare et, duymazdan gel abi” dedi Jankat. “Şu kara dönem geçsin de sonra hesaplar görülür.” “Sabırlı olabileceğim inşallah” diye cevaplayıp odadan çıktım ve aşağı indim. Bizimkiler de peşimden geldiler, diğer herkes de ayaklanmıştı çünkü. Ama odaya dalıp beni çağıran bir tek benim annemdi. Ayarsız şiddet Gülçin Hanım! Çocuklarla vedalaşırken babamın: “İyi sarılın, bir hafta birbirinizle görüşemeyeceksiniz” demesini de umursamamaya çalışıp vedamı ettim. Sonra da çıkıp arabaya bindim. Diğerleri de kendi arabalarına binince Ali amcaların bahçeden çıktık ve yola koyulduk. Eve varana kadar kimse konuşmadı benimle. Annemle babam kendi aralarında işleriyle ilgili birkaç şey konuştular ama benimle ilgilenmedi kimse. Sonunda eve ulaştık ve arabadan indim. Onları beklemeden içeri geçip odama girdim. Benim peşimden hemen ablamla Melek geldiler içeri ve sorular sormaya başladılar cezayla ilgili. Onlara olabildiğince özetledim durumu. İkisi de desteklemiyordu annemle babamı, doğru olmadığını düşünüyorlardı bu kararın ama yapacak bir şey ne yazık ki yoktu. Onlar çıkınca kulaklığımı takıp müzik dinlemeye başlamıştım ki içeri annem daldı yine. Ağzımı açıp söylenmemek için kendimi zor tutup ona baktım, kulaklığımı çıkarmamı işaret etti. Çıkardım ve ne söyleyeceğini dinlemeye başladım: “Cezan başladı Ayaz, telefon ve bilgisayarını ver” deyince içimde bir öfke nöbeti belirdi ama onu bastırdım. “Olur” deyip telefonu kapadım önce. Sonra da bilgisayarımı çalışma masamdan alıp anneme verdim. Şaşırmış gibiydi: “Hayırdır, isyanını nereye sakladın?” demesine aldırmadan: “Başka alacağın bir şey yoksa ben uyuyacağım anne biraz” dedim. “İyi” dedi. “Başka bir şey olursa gelir alırım sonra” dedi ve çıktı. Yatağa yatıp uyumaya çalıştım ama başaramadım. Telefon ve bilgisayar olmayınca zaman geçmiyordu. Okula gitmediğim bir hafta ne yapacağımı kara kara düşünürken, ablam kapıyı çalıp içeri girdi. “Sıkılıyorsun değil mi?” deyip arkasına sakladığı kitapları çıkardı. “Biliyorum okumayı çok sevmezsin ama bunlar çok güzel kitaplar ve seveceğine kesin eminim. Bir şansı hak ediyorlar” dedi gülümseyerek. Ben de gülümsedim ona ve uzanıp kitapları aldım. Ablamın gülüşü o kadar güzel ve sıcaktı ki, ona dünya üzerinde kimsenin ‘Hayır’ diyebileceğine inanmıyordum. Biz ablamla kitapların hangisinden başlamamız gerektiğine karar vermek için konuşurken annem: “Yağmur!” diye seslendi. “Herhalde görüş saati bitti” dedim gülerek ve aynı anda annem odaya daldı yine. Bu kadının bu huyunu acilen terk etmesi gerekiyordu. “Yağmur” dedi yine “Efendim anne” diye cevapladı ablam da. “Ne yapıyorsun burada?” diye öyle bir soruşu vardı ki, ablam gibi sakinlik abidesi bir insanı bile sinirlendirdi. “Kardeşimle sohbet ediyoruz anne, hayırdır ona da mı yasak koydunuz?” diye çıkışan ablam annemi şaşırtmıştı, sakince cevapladı onu: “Hayır, ne alakası var kızım, aşk olsun ama. Bana yemek için yardım eder misin diyecektim ben sana. İşin mi var demek istedim” “Ayaz’a birkaç kitap verdim anne, konularını anlatıyordum. Birazdan yardıma gelirim” diye aldığı cevaba daha da şaşırdı annem. “Ayaz ve kitap? İkisini bir arada hayal etmek bile aklıma gelmezdi” dedi biraz alaycı bir gülüşle. Yine sakin kalmak için zorladım kendimi: “Bence benim yaşım bazı alışkanlıkları edinmek için geç değil anne” dedim gülümseyerek. Bunu o kadar sakin ve olgunca söylemiştim ki, annem bir şey diyemedi. Bilmiyordu ki cümlemin altyazısında ona ne göndermeler yapıyordum. “İyi, inşallah kalıcı bir alışkanlık olur” dedi ve çıktı. Ablam bana gülümseyip: “Hadi bakalım, başla birinden. Umarım seversin, devamında da kitaplığımdan istediğin kitabı alabilirsin” deyip çıktı. Kitap, adını duyduğum ama asla ilgilenmediğim bir kitaptı. Kendimi odaklayarak okumaya başladım, ilgimi dağıtacak bir şey olmadığı için kolay olmuştu ve kendimi kitabın konusuna bıraktım. O kadar dalmışım ki, babamın kapıyı açıp da bana baktığını bile fark etmedim. “Ayaz” diyerek parmağını şıklatınca kendime gelip ona baktım. “Efendim baba?” dedim çatallı çıkan sesimle. “Ayaz kitap okuyor deyince annene inanmamıştım ama gerçekmiş. Ceza işe yarıyor galiba?” derken yüzünde o babama has samimi tebessüm vardı ama çok da yüz vermek istemiyor gibiydi. “Olabilir” dedim sakince, Yiğit Beyin tavsiyelerini dinlemeye çalışıyordum. Yoksa neler söylerdim… “Hadi, ara ver de yemek yiyelim” diyen babama ‘Tamam’ dedim ve kitabın sayfada kalan son cümlelerini de okuyup işaret koydum. Sonra da odamdan çıkıp ellerimi yıkadım ve masaya geçtim. Normal bir akşam yemeğiydi, sadece herkesin bana olan sorgulayıcı bakışları vardı ek olarak. “Hangi kitaba başladın canım?” diyen ablama kitabın adını söyledim. “O çok harika bir hikâyedir” diyen ablamla kitap hakkında koyu bir sohbet tutturmamız, ev halkına gerçekten de ilginç gelmiş olacak ki annem: “Bir yaşıma daha girdim gerçekten, Ayaz kitap yorumu yapıyor” dedi ve babam da baş hareketleriyle onu destekledi. İçimden geçen ‘Sanki siz de kitap kurdusunuz!’ sözünü yutup: “Evet” dedim ve yemeğime devam ettim. Her halimle daha da şaşkına dönüyorlardı. Biz yemek yerken kapı çalınca, kıdemli kapı açıcı olarak kalktım ve kapıya yürüdüm. Babaannem gelmişti. “Paşam!” diye her zamanki abartılı sevinciyle sarıldı bana. “Hoş geldin babaanne” dedim ve yemek odasına geçtik. “Anne hoş geldin!” diyen babam yemekten kalkmaya yeltenince: “Kalkma oğlum, bitir yemeğini. Ben salona geçiyorum” deyip onu durdurdu ve salona yürüdü. Annem hemen masadan kalkıp onun peşinden gitti. Yüzündeki o mutsuz ifadeyi de hemen yapmacık bir gülümsemeye çevirdi. İkisinin arası hiçbir zaman iyi olmamıştı zaten. Annemin bu haline o kadar alışmıştım ki, onun yalandan gülümsemesi rahatsız etmiyordu. Yemeği biten herkes salona geçti ve sohbet başladı. Birazdan elinde çaylarla gelen ablamın ikram ettiği çaya: “Çok demli olmuş bu! Yağmur, bir öğrenemedin nasıl çay içtiğimi!” diye söylendi babaannem. Ablamı nedense pek sevmiyor gibiydi, hep onun bir hatasını kollar hali vardı. Bunu hiç çözememiştik ama ablam artık aldırmıyordu. “Babaanne, senin çayın sağ taraftaki, onu babama koydum” deyince hiç geri adım atmadan: “İyi, benimki açık ama bu kadar demli çay da kimseye verilmez” dedi ve çayını aldı. Babaannem tam bir tiyatro gibiydi. Her hali gülmek için bir sebepti ama gülemiyordum annemin korkusundan. Çünkü biz ne yaparsak yapalım, hep anneme kabahat buluyordu ‘Bu çocuklar hep senin yüzünden böyle’ diyerek. Babaannem, yerinde biraz kıpırdanıp boğazını temizledi. Belli ki gelişinin bir nedeni vardı. “Alp” diye babama seslenince babam gözlerini ona çevirip: “Anne bir şey mi oldu?” diye sordu: “Evet, yani olmadı ama olacak” “Anne taksit taksit anlatmasana, ne olacak?” derken endişelenmişe benziyordu. “Sakin ol evladım, kötü bir şey yok. Benim evin halini biliyorsun, koca ev babandan sonra iyice bakımsız kaldı. Baban sağken iyi kötü bakım yaptırıyorduk ama benim uğraşacak halim yok. E tabi, abinle sen de ilgilenmiyorsunuz” derken bir gerdan kırışı vardı, ablamla birbirimize bakıp kahkahalarımızı içimize tıktık. “Anne bir şeye ihtiyaç varsa söyle demiyor muyuz sana hep?” dedi babam da. “Öyle yarım ağızla söylenince olmuyor. Neyse, ben evi bakıma aldırıyorum, babanın hep çalıştığı şirketten gelecekler. Ama uzun sürecek ve banyolar, yerler, hepsi elden geçecek” “Yani anne?” derken iyice sabırsızdı babam. Sağlam bir şeyin geldiği belliydi. “Yani, ben iki hafta sizde kalacağım” deyince annemin boğazına çay kaçtı. Artık dayanamadım ve yüzüme yastığı siper edip gülmeye başladım. Annem anlamasın diye o kadar çok çabaladım ki, anlasa babaannemin ortaya attığı bombayı ağzımda patlatırdı. “Ne o Gülçin Hanım, şaşırdın mı?” diyen babaanneme, annem zor cevap verdi: “Ne alakası var anne, niye şaşırayım” “İstemiyorsanız kendime kalacak yer bulurum” “Anne nereden çıktı şimdi istememek? Başımızın üzerinde yeriniz var” derken, annemin ne kadar profesyonel bir yalancı olduğuna bir kez daha şahit oldum. “Mecbur olmasam size de zahmet vermem” diyen babaannem, kalması için yalvartacak hale getirecekti sonunda belli ki. “Anne lütfen, ne zaman istersen burada kalabileceğini biliyorsun. Burası senin de evin ve burada bir odan dahi var” diyen babama: “İyi madem, yarın eşyalarımı alır gelirim” dedi babaannem. Gerçekten de evde, babaanneme ait bir oda vardı bu fikir annemden çıkmıştı bu eve taşındığımızda. “Yaşlı kadın Alp, hastalanır falan kalır bizde” diyerek babamın aklına da o sokmuştu bu fikri ama babaannem bunu bilmiyordu ve annem de hiç bahsetmemişti. Çaylar içildikten sonra babaannem kalktı ve babam da onu evinde bırakmak için onunla gitti. Ben de odama geçtim. Kitabın devamını okumaya daldım ve iyice uykum gelince de uyudum. Birkaç Gün Sonra Ceza devam ettiği için hiçbir şekilde kimseyle iletişim kurmuyordum. Aslında evde kimse yokken ablamın bilgisayarını kullanabilirdim, ablam da gizlice söylemişti ama ben yapmak istemiyordum. Çünkü inanılmaz şekilde kitap okuyordum ve bunu gerçekten sevmiştim. Bizimkiler duysa ne kadar dalga geçerdi kim bilir. Babaannem bizde olduğu için, arada odadan çıkıp onunla da ilgileniyordum. Benim okula gitmediğim ilk gün, babaannem ceza olayını öğrenmiş oldu. Üzerine bizimkilerin de verdiği cezayı öğrenince akşam küçük çaplı bir kıyamet koptu tabi. “Erkek çocuğu bu, üzerine o kadar gidilmez” diye başladığı cümleleri, fişek gibi savurdu annemle babama. İzah etmek için, yani benden ne kadar bıktıklarını anlatmak için onca dil döktüler ama babaannem sakinleşmiyordu. En sonunda annem: “Çocuk benim çocuğum, size mi soracağım ne ceza vereceğimi?” diye haykırınca: “Kendi çocuğuna yaptığını başkasından olana yapmıyorsun ama!” diye karşılık verdi. Bunun ne anlama geldiğini anlamadan onları izlemeye devam ederken babam: “Anne!” diye öyle bir kükredi ki, herkes olduğu yerde kaldı ve sustu. Bu cümlenin, bizim bilmediğimiz ama onların bildiği bir konuyla ilgili olduğunu anlamamak için aptal olmak gerekirdi ama sormak da aynı derecede aptallık gerektirirdi. Babana böyle bir şey sorsam, beni ayağımdan falan asacak gibi bir hali vardı ve bir şey konuşulmadı. Ama aklıma takılmıştı benim. Birlikte yalnız olduğumuzda babaanneme konuyu açacak oldum ama bir şey alamadım ondan da. Ya çok önemsiz ya da gerçekten çok önemliydi. Cezanın bittiği gün, yine Ali amcalarda toplanacağımızı öğrendim. Diğer cezayı yani o muhteşem cezamızı açıklayacaklardı muhtemelen bize. İçime bir sıkıntı oturdu ama ablamın desteğiyle biraz toparlandım ve hep beraber yola koyulduk. Ali amcalara gelince Jankat ve Aybars’ın yanına koştum hemen. Onları görünce deli gibi sarıldım. Bu kadar özlediğimi fark etmemiştim ve bu kadar özleyeceğimi de tahmin etmezdim aslında. “Kardeşim ya!” dedi Jankat. “Özlemişiz vallahi” “Oğlum ben de çok özledim ya” dedim ve bir kez daha sarıldım ikisine de. Biz hasret giderirken Yiğit de geldi. Onunla da hasret giderdikten sonra oturup neler yaptığımızı konuşmaya başladık. “Ben kitap okudum” dediğimde Aybars gülmekten kendini yerlere atarken, Jankat ayağa kalkıp gözlerini kocaman açıp bana baktı ve “Abooovvvvv!” diye haykırdı resmen. Yiğit olduğu yerde durup şaşkınlıkla açılan ağzını kapatmakla meşguldü. “Ne var ulan!” dedim hepsine bakıp. “Abi sen ve kitap aynı cümlede mi geçti? İnanamıyorum!” diyen Aybars’a sağlam bir tekme attım. “Evet, sen de annemler gibi saçma salak tepkiler verme! Kitap okudum ve çok da keyif aldım. Bundan sonra da yatmadan sürekli okuyacağım. Bence siz de deneyin, hatta önerebilirim” derken o kadar ciddiydim ki, gülmeyi bıraktılar. “İyi, vaktini geçirecek bir şey bulmuşsun sen” dedi Yiğit. “Ben babamın projelerine yardım ettim, annemin eski hasta kayıtlarını temize çektim, Ela’ya ders çalıştırdım ve tabi ders çalıştım zorla.” “Öf, ne sıkıcıymış ya üzüldüm” diye cevapladı onu Aybars. “E siz ne yaptınız? Tabi siz iki kişisiniz illa bulmuşsunuzdur bir şey” dedim ikizlere dönüp: “Biz ilk gün Pazar diye mecburi aile saadeti yaşadık. Sonra bir gün ikimiz de odamızdan çıkmadık. Ben bir beste yaptım” diyen Aybars’ın sözüne: “Ben de annemlerin unuttuğu tabletten dizi izledim” diye ekledi Aybars. “Ama sonra öyle uyuyakalınca annem yakaladı tabi” diyerek güldü Aybars. “E diğer günler?” sorusu, Yiğit’ten geldi. “Sonraki günlerde mecbur beraber takıldık. Aşağıda film izledik işte annemler yokken. Sonra sabah erken kalkıp koşalım fikri geldi Aybars’tan, iki gün onu denedik ama devam etmedi. Saçma sapan oyunlar geliştirdik, bir şekilde geçti işte zaman. İnşallah bugün rahata eriyoruz” diye anlatan Jankat’a olumsuz anlamda başımı sallayınca: “Tabi ya!” dedi. “Bugün büyük cezamız açıklanıyor” “Evet, kim bilir ne tür bir manyaklıkla karşılaşacağız” diye ekledi Aybars da. “Ya ben bizimkilerin son günlerde yumuşadığını gözlemledim ama” diyen Yiğit’e güldüm. “Bebeğim, bizimkiler yani annem dışındaki ebeveynler zaten kendi başlarına oldukça zararsız. Ama bir araya gelince onlar dünyanın eksenini değiştirir. Birbirlerini gaza getirirken yeni bir gezegen oluşturacaklar diye korkuyorum” deyince herkes gülmeye başladı. “Özlemişim senin bu laflarını yalnız” diyen Yiğit’in olumlu ve samimi açıklaması beni şaşırttı. “Sen bu cümleyi kurduysan, gerçekten özlemişsindir” demekten alamadım kendimi. “Neyse, oynaşmayı bırakın da ne olacağı hakkında bir şeyler duydunuz mu hiç?” diyen Aybars yine konuya odakladı bizi. “Valla abi, hiçbir ipucu gözlemlemedim ben” dedim. “Sen onların hain planlar yaptıkları esnada kitap okuduğun içindir” diye dalga geçen Jankat’a el hareketiyle karşılık verdim. “Benim olduğum yerde konuşmamış olabilirler mi acaba? Ya da evde konuşmamış?” “Bence evde konuşmadılar, yoksa bir şekilde duyardım ben” dedi Yiğit. “Sürekli onlarla dip dibe yaşadım çünkü. Belki dışarıda bir araya gelip konuşmuşlardır” derken Ali amca önce kapıyı vurup sonra içeri girdi. Hepimiz idam sehpasına çıkacak mahkûmlar gibi ona bakarken bulduk kendimizi. “Aşağı gelin bakalım” deyip odadan çıkınca da, kısa bir süre herkes başını öne eğdi. Sonra grubun yaşlısı Yiğit aldı sazı: “Bakın, aşağıda ne derlerse desinler isyan etmek yok” diye başladığı cümleyi Aybars kesti: “Dilinizi keseceğiz derseler de sessizce uzatacak mıyız?” deyip dilini çıkarmasına güldük epey, Yiğit dışında tabi. “Sulandırma abi, sulandırma rica edeceğim. Ne konuştuk biz? Bir süre üzerimizdeki imajı silmek için uslu duracağız. Bu ceza hepsinden ağır olacak, onu zaten biliyoruz ama bakın lütfen sakin karşılamaya çalışın. Bir süre, geçecek hepsi” diyen Yiğit’in, 300 Spartalı filminde gibi yaptığı konuşmadan sonra “This is Sparta!” diye bağırmak istedim ama tuttum kendimi. Bu işi öğrenmeye başlamıştım galiba, yani kendimi tutma işini. “Tamam, öyle yapacağız mecbur” dedi Aybars. “Hadi inelim de buna da delirmesinler” Merdivenleri inişimiz, her ne kadar bir Polat Alemdar havasında olmasa da yine bir karizmamız vardı bence. Başlar dik, gözlerde kararlılık ve her şeye hazırlıklı çelik gibi bir sabır iradesi. Salona girdik ve bize ayrılan 4 sandalyeye oturduk. Rahat görünmeye çalışıyorduk hepimiz. Ve beklenen an geldi, Ali amca sözü aldı: “Tahmin ediyorsunuzdur neden toplandığımızı” deyince başlar sallandı ama kelime çıkmadı ağızlardan. “Peki, madem onayladınız o zaman açıklamaya gelelim” dedi ve ailelere dönüp: “Kim açıklamak ister?” dedi. Çınar amca: “Sen devam et abi” deyince Ali amca da bize döndü yeniden: “Son yaptığınız olaydaki riskleri zaten konuşmuştuk, tekrar etmeyeceğim bunları. Bir haftadır da ön cezanızı çekip tamamladınız. Gayet başarılı geçmiş sanırım, hatta Ayaz’ın kitap okumaya başlamadı da beni çok sevindirdi” deyince ona bakıp sonra çektim gözlerimi. Neden benim kitap okumam, UFO’ların gerçek olduğunun kanıtlanması kadar ilgi görüyordu anlamıyordum. Ama cevap vermeme hakkımı kullandım mecburen. “Şimdi, sizinle açık konuşacağım ve bu anlatacaklarım hepimizin ortak fikridir, bunu önceden belirtmek isterim. Biz, bu kadar olayın arkasında yatan nedenin, sizin hayata dair hiçbir sorumluluğunuzun ve zorluk nedir bilmemenizin olduğunu düşünüyoruz. Tabi ki kimse çocuğunun sıkıntı çekmesini, hayatı zor tarafından yaşamasını istemez ama sizde bu durum ters tepti. Biz ne kadar üzerinize düştüysek, ne kadar iyi olun diye mücadele ettiysek, siz o kadar zıvanadan çıktınız. Ve sonu ölümle sonuçlanabilecek bir olaya kadar dayandırdınız durumu. İnsan hayatının o kadar değersiz olmadığını, emek ve çabanın ne kadar önemli olduğunu anlamanız için size çok uygun bir ceza planı yaptık” diye öyle bir anlatıyordu ki, sizi alıp köye göndereceğiz ve tarla süreceksiniz derse asla şaşırmazdım. Ali amca devam etti: “Cezanız şöyle olacak: her hafta değişmeli olarak her cumartesi, dördünüz de bizlerden birinin yanında çalışacaksınız. Ayrı ayrı, dört farklı işte olacaksınız yani bir arada olmadan. Bu, okullar kapanana kadar devam edecek ve durumunuza göre yaz tatilinde devam edip etmeyeceğinize karar vereceğiz. Yani gözlem altında olacaksınız. Bir kişi benim yanımda, bir kişi Sinemis’in fabrikasında, bir kişi Gülçin’le eczanede ve bir kişi de Çınar’ın yanında çalışacak” dedi ve yine diğerlerine döndü. Herkesten işaret gelince: “Evet, ne diyorsunuz?” diye bize sordu. Ne dememizi bekliyordu acaba? “Hayırlısı olsun” diye ilk tepkiyi veren Aybars oldu. Ve tek tepkiyi de o verdi, diğer üçümüzden ses çıkmadı. Diyecek bir şey yoktu ki, cezamızı kesmişlerdi ve bizden de uymamızı bekliyorlardı. Biz tutup da istemiyoruz desek bir şey mi olacaktı sanki? İçimden binlerce cümle kurdum hepsine ama söylemedim. Eminim herkes aynısını yapıyordu. Hepimiz ceza duruşması bitince salondan çıkıp odaya geçtik ve isyanlar başladı elbette. “Saçmalık!” dedi Aybars. “Akıllarınca bize işkence edecekler!” “Diğerlerini bilmem ama annemin yanında çalışacak herkese çok acıyorum!” diye yorumumu ekledim. “Babam da aşağı kalmaz ben söyleyeyim. Ama en çok bana işkence yapacaktır” dedi Yiğit de. “Bana bakın!” diye sert bir giriş yaptı Jankat. “Biz bir karar verdik, bu oyunlara gelmeyeceğiz. İstedikleri bizi pes ettirmek, ezmek ama biz istediklerini vermeyeceğiz. Bir gün ya, haftada bir gün gidip ne diyorlarsa yapacağız ve sonunda da kazanan biz olacağız” “Doğru, patron haklı beyler” diye onu destekledi Yiğit de. Hepimizin ortak kararıydı, pes etmeden dayanacak ve sonunda kazanacaktık…
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE