BÖLÜM 14- KARANLIK MECLİSİN GÖLGESİ

1200 Kelimeler
Gece, sanki dünyayı yutmaya kararlıydı. Rüzgârın uğultusu bile ormanın ölü sessizliğinde kayboluyordu. Elena, dizlerine kadar yükselen sisin içinde yürürken her adımında toprağın titreştiğini hissediyordu. Bu titreşim, yüzyıllar önce edilen yeminlerin, bozulmuş antlaşmaların yankısıydı. Burası —Karanlık Meclis’in Toprakları— Alfa soyunun lanetle mühürlendiği yerdi. Ay ışığı ağacın dalları arasından süzülüyor, gümüş bir perde gibi Elena’nın üzerinde geziniyordu. Bir zamanlar bu topraklarda hükmedenlerin fısıltıları hâlâ havada asılıydı. Elena gözlerini kapadığında o sesleri duydu: > “Güç, kurban ister…” “Kan, sözü mühürler…” “Alfa’nın tahtı, yalnızlıkla taçlanır…” Elena dişlerini sıktı. “Artık değil,” diye fısıldadı kendi kendine. “Artık hiçbir şey kanla mühürlenmeyecek.” O anda uzaktan bir ışık belirdi. Eski bir tapınaktı bu —taşları yosun tutmuş, duvarları çatlamış, ama içinden hâlâ karanlık bir enerji yükseliyordu. Kapısının üzerinde eski bir sembol vardı: İki kurt başı, ortasında kırılmış bir ay. Elena kapıya yaklaştı. Elini kaldırıp dokunduğunda taşlar sıcaklaştı, sonra yavaşça ayrıldı. Kapı açıldığında içeriden gelen soğuk hava, yılların öfkesini taşıyordu. İçeride yedi koltuk vardı. Her biri, Meclis üyelerinden birine aitti. Ama koltuklar boş değildi. Gölge gibi şekiller oturuyordu üzerlerinde —yarı insan, yarı duman. Elena derin bir nefes aldı. “Beni bekliyordunuz.” Ortadaki figür başını kaldırdı. Sesi yankılıydı. “Alfa’nın kızı. Yüzyıllar sonra bile soyun hâlâ inatla yaşıyor. Sana verilmesi gerekeni geri almaya mı geldin?” Elena’nın gözleri karardı. “Hayır. Ben, sizden alınanı geri almaya geldim.” O anda gölgeler hareket etti. Tapınağın içindeki hava ağırlaştı, taş duvarlar çatladı. Bir kadın figürü öne çıktı —diğerlerinden daha netti. Yüzü güzeldi ama gözleri simsiyah, dudakları griydi. “Lanet senin kanında, kızım,” dedi alayla. “O laneti taşıdığın sürece, Alfa olsan bile bizden kaçamazsın.” Elena bir adım öne çıktı, sesi tok ve kararlıydı. “Lanet benim zincirim değil artık. Onu kırmak için buradayım.” Kadın gülümsedi. “Zinciri kırmak mı? O zincir, bizi de ayakta tutan şey. Sen onu yok edersen, sadece kendini değil, tüm soyunu da silersin.” Elena’nın gözleri bir an için karardı. “Soyum zaten öldü. Kalan sadece ben ve intikamım.” Bir anda tapınağın ortasındaki zemin yarıldı. Kırmızı bir ışık gökyüzüne yükseldi. Gölgeler çığlık attı, kadın figürü geriye çekildi. Elena diz çöktü ama ellerini toprağa bastı. “Benimle birlikte doğan lanet, benimle birlikte bitecek!” Bir an için tapınak sarsıldı. Duvardaki semboller kırmızıyla parladı, gölgeler dağıldı. Fakat o anda içlerinden biri —en sessiz olanı— hareket etti. Derin, kalın bir sesle konuştu: > “O kadar kolay değil… Lanet, bir kişiye değil… bir soyun ruhuna bağlandı.” Elena nefes nefese kaldı. “Kim… kimsin sen?” Gölge, yavaşça şekil kazandı. Yüzü tanıdıktı —çok tanıdık. Arden’in yüzüydü. Elena’nın kalbi sıkıştı. “Hayır… bu imkânsız.” Figür gülümsedi. “Beni kurtardığını mı sandın? Ben de lanetin bir parçasıyım, Elena. Beni yanına aldığında… onu da yanına aldın.” Elena’nın gözlerinden yaş değil, öfke aktı. “Yalan söylüyorsun!” “Gerçeği bilmeden savaşırsan, kaybedersin.” Tapınak yeniden titredi. Gölge Arden’in suretine bürünmüş şekilde ona yaklaştı. “Ben senin son sınavınım.” Elena kılıcını çekti, gözyaşlarının arasından parlayan alevle fısıldadı: “O zaman bu lanet, beni değil seni yutacak.” Ve tapınağın duvarlarından yankılanan sesler, bir kez daha kanla mühürlenmiş kaderi çağırdı. > “Kurtuluş, yalnızca fedayla gelir…” Tapınağın içinde yankılanan sesler, insanın ruhunu parçalayacak kadar keskin bir yankı hâlini almıştı. Her yankı, duvarlardan sekip Elena’nın kalbine saplanıyordu. Arden’in yüzünü taşıyan o varlık bir adım daha yaklaştı; her adımında yer sarsılıyor, taşlar kırılıyordu. Elena’nın gözleri dolmuştu ama kılıcını sıkıca tutuyordu. “Beni kandıramazsın,” dedi dişlerinin arasından. “Sen o değilsin. Arden asla bana böyle bakmazdı.” Gölge başını yana eğdi, dudaklarında o tanıdık, alaycı gülümseme belirdi. “Emin misin, Elena? Senin içindeki karanlık onu çağırmadı mı? Onun yanında huzur bulduğunu sanıyordun, ama aslında o huzur... benim sessizliğimdi.” Elena bir adım geri çekildi. “Hayır! O benim ışığımdı. Karanlığa rağmen bana inanan tek kişiydi!” “Ve şimdi o ışık da karardı,” dedi gölge sessizce. Ellerini açtı, avuçlarının arasında kıvılcımlar dolaşmaya başladı. Bu kıvılcımlar kırmızı değil, siyahtı; soğuk ve keskin bir enerji yayıyordu. “Ben, o inancın içindeki korkuyum. Senin onu kaybetme korkun, onun sana ihanet edeceği ihtimalinin yansımasıyım.” Elena’nın dizlerinin bağı çözüldü. Kılıcını bırakmadı ama nefes almakta zorlandı. “Demek lanet… dışarıdan gelen bir şey değilmiş,” dedi kısık sesle. “Benim içimdeymiş.” Gölge yaklaştı, sesi artık yumuşaktı. “Sonunda anlıyorsun. Alfa’nın laneti, soyunun değil, kalbinin içindeydi. İlk Alfa, kendi sevgisini bastırdığı için lanetlendi. Sen o sevginin devamısın. Ve ben, o bastırılmış sevginin öfkesiyim.” Elena’nın gözlerinden yaşlar süzüldü. Bir yandan korku, bir yandan fark ediş vardı. “Yani bütün bu kan, bütün bu acı… birinin sevememesinden mi doğdu?” “Evet,” dedi gölge. “Ve sen aynı hatayı yaparsan, bu lanet asla bitmez.” Elena gözlerini kapadı, nefesini tuttu. Bir süre sadece kalp atışlarını duydu. Sonra kılıcını yere sapladı, dizlerinin üzerine çöktü. “Yeter artık,” dedi fısıltıyla. “Ben savaşmak istemiyorum.” Tapınaktaki gölgeler bir anda hareketlendi. Sanki bu söz, onları rahatsız etmişti. Duvarlardan karanlık kıvrımlar çıktı, Elena’nın etrafını sarmaya başladı. Ama bu kez Elena korkmadı. Gözlerini açtı —ve ilk kez o gözlerde tam bir Alfa parladı. “Korkumla savaşmayacağım,” dedi sakinlikle. “Ona bakacağım, onu tanıyacağım… ve sonra serbest bırakacağım.” Ellerini yavaşça havaya kaldırdı. Gölge Arden’in yüzüyle ona baktı, ama bu kez yüzünde öfke yoktu —yalnızca hüzün vardı. “Elveda, Elena,” dedi gölge. “Beni unuttuğunda, özgür olacaksın.” Sonra bir ışık patlaması oldu. Tapınağın tavanı paramparça oldu, ışık ve gölge birbirine karıştı. Elena gözlerini kapadığında, gölge yok olmuştu. Yalnızca yerde Arden’in kolyesi yatıyordu. Elena titreyen parmaklarıyla onu aldı. “Demek… sen gerçekten bendin,” diye fısıldadı. “Ve ben seni sonunda bıraktım.” Bir süre sessiz kaldı. Tapınağın içinden rüzgâr geçti, kül ve ışık dans etti. Elena ayağa kalktı, omzundaki yük sanki kalkmış gibiydi. Ama bir yandan da göğsünde bir sızı vardı. Çünkü o fark etmişti: Bir laneti kırmak, bazen bir kalbi kırmakla aynıydı. Tam arkasını dönecekken tapınağın taş duvarlarının arkasından biri çıktı. Gerçek Arden’di. Yüzü solgundu, kanlar içindeydi. “Elena…” diye fısıldadı. Elena olduğu yerde dondu. “Sen… yaşıyorsun…” Arden zorlukla gülümsedi. “Benim içimden bir parça eksildi ama… o parçayı senin elinle yok etmek gerekiyordu. Aksi halde, ben de sonsuza kadar onunla birleşecektim.” Elena gözyaşlarına hâkim olamadı. Onun yanına koşup diz çöktü. “Bunu bana neden söylemedin?” Arden elini uzattı, parmaklarını onun saçlarına doladı. “Çünkü kaderini kendin seçmeni istedim. Beni sevmenin bedelini, laneti değil senin kalbin belirlemeliydi.” Elena başını onun göğsüne yasladı. “Ve şimdi?” diye fısıldadı. Arden gözlerini kapadı, yorgun bir nefes verdi. “Şimdi… özgürsün, Elena. Ama unutma, özgürlük bazen yalnızlıkla gelir.” O anda tapınak bir kez daha sarsıldı. Duvarlar çatladı, gökyüzü aydınlandı. Arden’in bedeni yavaşça ışığa dönüştü. Elena bağırdı, “Hayır!” diye. Ama ışık onu sardığında, sadece Arden’in sesi kaldı geride: > “Beni hatırlarsan… lanet yeniden uyanır.” Işık kayboldu. Tapınak sessizliğe gömüldü. Elena dizlerinin üzerine çöktü, elinde sadece kolye kaldı. Yağmur yeniden başladı. Fakat bu kez yağmurun her damlası, sanki geçmişi yıkıyordu. Elena ayağa kalktı, gözlerinde artık korku yoktu. O artık yalnız bir kadın değil, soyunun mirasını taşımaya hazır bir Alfa’ydı. Ve o an anladı: Her lanet, aslında bir dua gibi başlamıştı.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE