11 sene önce
12/08/2014
O yaz, iki köyün arasındaki tozlu yol ne farkındaydı taşıdığı sırrın, ne de iki gencin adımlarını her gün biraz daha birbirine çektiğinin. Fadime kendi köyünde, Eleni'yle birlikte büyümüştü. Eleni, abisinin kızı, pek sevgili yeğeniydi; kendinden sadece 4 yaş küçüktü. Aynı evin içinde büyümüşlerdi.
O yaz da her zamanki gibi beraber gezip dolaşıyorlar, dere kenarına iniyor, köyün gençlerine özgü o özgürlükle günleri dolduruyorlardı.
İso ise karşı köydeydi. Furtunalılar, Koçarililerle öyle içli dışlı değildi; bayramlarda, düğünlerde, mecbur kalındığında bir araya gelinen türden bir samimiyet vardı aralarında. Ne düşman, ne dost... Sadece mesafe.
Ama kalpler arasındaki mesafeyi hesaplayan bir yol yoktu. Çünkü bin yıl önce Furtuna'nın kalbi, Koçari'ye verilmişti.
O gün Eleni ve Fadime Taşköprü'nün altında ki dere kenarında keçilerini otlatıyorlardı. İki köyü ortak bir noktada buluşturan yerdi. Güneş ılık, çimenler yumuşaktı, nehir genç kızların kahkahalarına eşlik ediyordu. Fadime, saçını toplayıp bağlamaya çalışırken Eleni dalgın bakıyordu karşı yamaca. Vardı omun da küçük kalbinde yeşermeye başlayan bir sevdası. Küçüktü ama, sevmek ve sevilmek ne demekti iyi bilirdi. Annesi ve babasında en güzelini görmüştü.
"Bak kim geliyor," dedi sonra, sesinde hem alay hem heyecan vardı.
Fadime başını kaldırdı.
İso'yu gördü.
Farklı köyde olmaları Fadime'nin içini rahatsız eder gibi yapıyordu çoğu zaman ama aslında farkında olmasa bile genç kızın kalbi onun yakınlığını çoktan kabul etmişti bile. İso'da garip bir çekim vardı; fazla bir şey söylemezdi, ama sustuğu yer bile insanın içini karıştırırdı.
İso yaklaşırken içindeki çarpıntıyı gizlemeye çalışan kişi yalnızca Fadime değildi. Genç delikanlı da Fadime'yi gördüğü her an, kalbinin ritmini kontrol edemeyecek kadar sarsılıyordu. Bu hâlini ailesi fark etmesin diye özellikle dere kıyısına yalnız çıkıyordu; ama gerçekten yalnız olma düşüncesi hoşuna gitmiyordu. Çünkü umudu vardı...
Belki yine onu görürdüm.
Yaklaştığında utangaç bir sesle "Selam," dedi.
Eleni cevap verdi ama Fadime'nin sesi çıkmadı; bu utangaçlığından değil, kalbinin aniden boşlukta asılı kalmasındandı. Bu kadar hızlı atması normal miydi?
İso, Fadime'ye bakarken derin bir sıcaklık hissetti.
Bu kız... Kendini en azından bir kere olsun özel hissetmeyi hak eden o kızdı.
~
Sonraki günlerde yolları sık sık kesişti. Bu sefer tesadüf değildi.
İso, yardım bahanesiyle Fadime'nin köyüne sık sık uğrar olmuştu. Fadime, Eleni'yle birlikte dere kenarına biraz daha erken gidiyor, sanki biri gelmeyecekmiş gibi davranıyordu ama kalbinde hep bir "Acaba gelir mi?" düşüncesi vardı.
Köyler arasında mesafe vardı, ama genç kalpler bu mesafeyi yok sayıyordu.
Her karşılaşmada birbirlerinin bakışlarında biraz daha cesaret, biraz daha tanıdıklık buldular. Aileleri birbirine pek yakın değildi ama o yaz, onların yan yana duruşu bile her şeyi unutturuyordu.
~
Kader, iki genç kalbi aynı çizgiye toplamaya devam etti. Aynı sokağa aynı anda girmeleri, aynı bakkalın önünde durmaları, hatta birbirlerinden habersiz aynı anda su içmek için çay ocağına uğramaları... Köyleri küçük değildi ama iki köyü de birleştiren ortak noktaları vardı. Onların rastlaşmaları fazla büyüktü: Kalplerin kendine yol bulan o gizli çekimiydi olan.
Bir akşam güneş turuncuyla kırmızı arasında dev bir gölge gibi çökerken, Fadime çay ocağının önünde oturuyordu. Eleni evde kalmış, köy sessizliğe gömülmüştü. O an Fadime'nin içindeki bir boşluk, bir şeyin eksik olduğu hissi, bir anlık dalgınlık vardı.
İso gölgesiyle birlikte belirdi. Kokusu, yine kendinden önce gelmişti.
Yaklaştığında ne diyeceğini bilmiyordu; farklı köyden olmanın getirdiği o mesafe, ailelerin soğukluğu, aralarındaki 'olmaması gereken bağ' düşüncesi... hepsi bir anlık susturuyordu onu.
Ama gençlikte kalbin sesi, aklın bütün hesaplarını sustururdu.
Sessizce sandalyeye oturdu. Zorlamadı.
Ama kalbi o kadar hızlı atıyordu ki, Fadime neredeyse duyacak sandı.
"Selam," dedi. Sesi hafif titredi.
Bu titremeyi Fadime fark etti; fark edince de kalbi bir an daha hızlandı.
"Selam." Fadime'nin verdiği kısa karşılık, ikisinin de duyamadığı bir şeyi fısıldadı aslında: Artık hiçbir karşılaşma tesadüf olmayacaktı.
"Rahatsız etmedim değil mi?" diye sordu genç adam.
Bu soru aslında şöyle yankılandı içinden: Seni görmek için geldim.
Fadime başını salladı. "Hayır." Rahatsız değildi. Indan asla rahatsız olabilir miydi? Sadece biraz fazla heyecanlanmıştı. Kalbi pır pır atıyordu.
İkisi de konuşmayı bilmiyordu ama içlerinde kopan fırtınalar, çay ocağının loşluğunda çatışıp duruyordu. İso bardağın sapıyla oynuyor, Fadime parmaklarını sıkıyor, rüzgâr ikisinin arasında dolaşan o çekimi bile taşıyordu.
"Ben..." dedi İso, sonunda cesaretini toplayarak.
Gözleri Fadime'nin gözlerine ilk kez bu kadar uzun takıldı. "Ben.. seni görünce... böyle... yani... bilmiyorum." Bir nefes aldı, çünkü genç bir delikanlı için bu cümle bitirmek zordu. "İçim tuhaf oluyor."
Kaçamak yollara başvurmak İso'ya göre değildi. Özellikle konu hisleri olduğu zamanlardı. Bir şey hissederse söylerdi. İyi veya kötü olduğunun bir önemi yoktu onun için. Kaçmazdı. Yine öyle yaptı.
O an Fadime'nin kalbi duyduğu sözün safiyetine tanıklık etti. Genç kız bir anda hem utandı hem sevindi.
Çünkü o da aynıydı. Ve aynı olmak bazen iki köyün arasındaki bütün yolları eşitlerdi.
"Ben de..." dedi, gözlerini kaçırmadan.
Bu iki kelime, İso'nun o yaz boyunca ihtiyaç duyduğu bütün cesareti verdi.
~
Dere kenarındaki buluşmalar artık kaderdi.
Fadime, Eleni'nin şakalarını dinlerken bile aklı bir yanıyla "Acaba bugün gelir mi?" diye düşünüyordu.
İso, her gelişinde ailesinin soğukluğunu, köyün mesafesini unutuyordu. O sadece Fadime'ye yakın olmak istiyordu.
Minik itiraflarının üzerinden üç gün geçmişti. İki genç bu üç gün içinde hiç karşılaşmamışlardı.
Bir gün yağmur bastırdı. İki köy arasındaki patika çamura dönerken, Fadime ile İso aynı ağacın altına sığındılar. Rüzgâr sertti ama içleri yumuşaktı.
Omuzları birbirine değince, ikisinin de içinden geçen tek şey aynıydı: İyi ki bugün geldim.
İso, cesaretinin göğsünde birikmeye başladığını hissetti. Dereye attığı küçük taşın halkalarını izlerken elini uzattı. Parmakları önce tereddüt etti çünkü farklı köyden olmak, ailelerin soğukluğu, aralarındaki "Olmaz" düşüncesi parmaklarında titremeye dönüşüyordu.
Ama yine de uzattı.
Fadime'nin parmakları bir an geri çekilmek istedi.
Korkudan değildi bu. İlk defa birinin onu bu kadar dikkatle tutacağını hissettiği içindi.
Sonra geri çekilmedi.
İki genç el ele kaldı.
O an tüm mesafeler kalktı, iki köy birbirine karıştı, yağmur bile durdu.
Ve kader o anın üzerine sessiz bir mühür bastı:
İso'nun kalbinden bir cümle geçti: "İşte burası..." Kalbimin olması gereken yer burası."
Fadime ise başını hafifçe onun omzuna yasladığında, ikisinin de bilmediği bir gerçek vardı:
Bu yaz bir gün bitecek, yollar bir gün ayrılacak, kader bir gün acımasızlaşacaktı.
Ama o anda...
O anda ikisi de dünyanın en doğru yerindeydi.
Ve o yaz, hayatları boyunca unutamayacakları ilk aşka dönüşüyordu.
^^^
Hastaneden eve geleli saatler olmuştu. İki üç günde bir yaptırmam gereken pansumanım haricinde ciddi bir şeyim yoktu. Masadaki bardağımı elime alıp kahvemden bir yudum aldım. Bilgisayarda ki bazı notlarımı inceliyordum.
Zorunlu atamam kafamı çok bulandırdığı için biraz araştırma yapmıştım ama bir sonuca varamamıştım. Hep bildiğim şeyler çıkmıştı.
Saat gece yarısına gelirken laptobumun ekrarınını kapattım. Bütün gün içim daralmıştı, kimseye bir şey söyleyememiştim. Kapının zili çaldığında, elimdeki kahveyi masaya bıraktım.
İsmim gibi biliyordum kimin geldiğini; sanki kalbim tanımıştı çoktan. Ama yine de açmadan önce bir an duraksadım.
"Açmasam mı acaba?"
Ama neden geldiğini merak ediyorsun Fadime.
Kapının deliğinden baktığımda, hissimin doğru olduğunu anladım. Kalbim tuhaf bir şekilde hızlandı. Kapıyı açarken nefesimi tuttum.
Ve karşımdaydı.
İsmail Furtuna.
Kapıyı açınca, göz göze geldik. Gözlerinde alışık olmadığım bir şey vardı: Telaş.
Omuzları kararlı birinin omuzlarıydı; gözlerinde bir şey saklıydı ama aynı zamanda telaşı da ortadaydı. Sanki bütün günü benim bu tayin haberiyle baş etmeye çalıştığımı hissetmiş, üstüne plan kurmuş gibiydi. Yüzünde belli belirsiz bir gerginlik belirdi.
"Müsait misin" dedi. Üzerinde sivil kıyafetleri vardı, saçları dağınık, bakışları kararlıydı. Sanki buraya koşarak gelmiş gibiydi.
Hiçbir şey demeden içeri buyur ettim. Ayakkabısını çıkarırken bile bana bakıyordu. İlk kez evimdeydi; ilk kez benim alanımdaydı. Bu bile kalbimi sıkıştırmaya yetti.
"Konuşmamız lazım." dedi direkt. Ne selam ne başka bir şey. Kalbim bir anlığına durdu.
Bulunduğumuz odadaki hava ağırlaştı. Sanki yıllardır konuşulmamış şeylerin yükü, koltuklarla duvarlar arasında dolaşıyordu.
"Kahve alır mısın?" dedim. Ne söyleyeceğimi bilmiyorum. Neden içeri aldığımı da..
"Hayır." dedi. "İçersem konuşamam."
Sözlerim boğazımda düğümlendi. O an anladım.
Bu adam bir karar vermişti.
"Ne konuşacaksın?"
Birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra, iki eliyle omuzuma dokunup "Sen evlen benle ya." dedi.
Sanki evimde biri bir tabak düşürüp kırmış gibi irkildim. Nefesim kesildi. Kalbimin bir saniyeliğine durduğunu hissettim. Gözlerim büyüdü. Boğazımdan tek kelime çıkamadı.
"Ne?" dedim, omzuma hafif yaslı duran başımı kaldırıp yüzüne bakarken. Ciddi miydi, dalga mı geçiyordu anlayamıyordum şu an?
"Gideceğiz bi imza atağız kâğıt üzerinde, bitti gitti. Kimse de seni bir yere gönderemez."
Yüzümde anlamsız bir sırıtış peyda olurken "İsmail sen iyi misin?" dedim.
"Kötü gibi mi duruyorum?" dedi. Kendinden oldukça emin dururken.
"Yani saçmalıyorsun da.." Aklıma Eleni'yle konuşmalarımız geldiğinde yerin dibine girmek istedim. Pek sevgili yeğenim, biricik sevgilisine bu dahiyane planını anlatmış olamazdı değil mi? "Bunu Eleni ya da Oruç mu soktu aklına?
Başını sallayarak "Yoo," dedi. Ciddi gibi duruyordu ama emin olamadım. "Ya sen burada kalmak istiyor musun istemiyor musun?"
"Ya istiyorum.. Hem de çok istiyorum." Şu aralar istediğim başka bir şey yoktu.
"Öyle dümdüz söylemeye geldim." diyerek devam etti. "Süslü cümle kuramayacağım. Gitmeyeceksin. Eğer kağıt üstünde bir evlilik seni burada tutacaksa tamam, ben kabulüm. Başka çözüm yok konu kapanmıştır." dedi ellerini birbirine çırpıp derin bir nefes verdi. "Gidip imza atacağız bitti gitti." Az önceki gerginliğinden eser kalmamıştı. Şimdi çok rahattı.
Peki Fadime'cim sen yelkenleri çabuk suya indirdiğinin farkında mısın?
Başka sansın yok. Kabul etmek zorundasın.
Daha netleşmedi. Hemen karar verme.
Elime böyle bir fırsat geçmişken işimi şansa bırakmak istemiyordum.
Tiye alarak "Karı koca olacağımızın farkında mısın?" dedim. Deliye vurmazsam kafayı yerdim.
"Kağıt üzerinde. Aynı evde yaşayacak değiliz herhalde. Hm. Anlaştık mı?"
Kağıt üzerinde bir evliliğin ikimiz içinde sorun olacağını düşünmüyordum. Durum bu kadar ciddiyetini korumasaydı böyle bir teklifi asla kabul etmez, hatta ve hatta önce böyle bir teklifle bana geldiği için önce İso'yu, sonra da bu fırsatı ona verdiğim için kendimi keserdim. Ama şu an bütün bunları kafamdan silip atmak istiyordum çünkü ona mecburdum.
Tayin işini başımdan savdıktan sonra anlaşmalı olarak boşanırdık. Tamam, mantıklıydı.
Ben içimde sayısız hesabı yaparken öylece İso'nun yüzüne bakmaya devam ettiğimin farkında değildim. "Anlaştık mı?" diye bastırarak konuştuğunda iç dünyamdan ayrıldım.
"İyi tamam.. Anlaştık." dedim. Sesim heyecandan titriyordu.
"Tamam hadi görüşürüz." dedi ve elleriyle tekrar omuzlarıma dokunduktan sonra çıktı gitti. Ben ise arkasından aptal bir gülümsemeyle baktığımın farkında değildim. O kadar mutluydum ki, bastırmasa da dokunduğu omuzumun sızıntısını bile çok sonra fark etmiştim..
•••
X: Busdeva