20. Bölüm

1125 Kelimeler
20. Bölüm: Toprağın Dili, Sessiz Adımların İzinde Elif, Boran’ın kapıyı kapatırken söylediği o cümleyi aklından çıkaramadan sabaha karşı uyanmıştı. “Yarın… birbirimizi görmeye başlayalım.” Boran’ın ağzından çıkan hiçbir kelimenin kolay olmadığını biliyordu. Hele de bu evde, gururun ve suskunluğun dil olduğu bir yerde… O söz, yalnızca bir yumuşama değildi. Bir başlangıç ihtimaliydi. Ama aynı zamanda yeni sınavların da işaretiydi. Elif hazırlanırken, tül perdelerin arasından içeri sızan sabah güneşi odanın karanlık köşelerine dokundu. Saçlarını yine sade bir örgüyle topladı, üstüne rahat bir kıyafet seçti. Bugün tarlaya gideceklerini biliyordu; kadınlarla tanışacak, belki de onların gözünde sınavdan geçecekti. Mutfaktan gelen kokular arasında Meyrem Ana çoktan kahvaltıyı hazırlamıştı. Elif içeri girdiğinde kadın ona alışık olmadığı bir sıcaklıkla baktı. “Bugün işin zor kızım,” dedi. “Aşiretin kadınları dışarıdan geldi diye kolay kolay bağırlarına basmaz kimseyi.” Elif hafifçe gülümsedi. “Ben de bağırlarına basılmayı beklemiyorum zaten. Sadece… benim kim olduğumu görsünler istiyorum.” Meyrem Ana başını salladı. “İşte o zaman, bugün senin günün olabilir.” Boran kahvaltıya indiğinde hava hâlâ serindi. Bacalardan yükselen hafif duman, sabahın sessizliğine karışıyordu. Elif onun gelişini fark ettiğinde oturduğu yerden doğruldu. Boran da kısa bir bakışla onu selamladı ama yüzünde sanki düşüncelerini saklamaya çalışan bir ton vardı. “Kahvaltıdan sonra çıkıyoruz,” dedi sadece. Masada Hüseyin Ağa da vardı, ama bu kez konuşmadı. Elif’e eskisi kadar sert bakmıyordu. Ancak bu bakış bir kabul değil, daha çok “Görelim bakalım ne yapacaksın?” diyen bir sınayıcı bakışıydı. Kahvaltı bittiğinde Boran kapıya yöneldi. Elif de onu takip etti. Avluda birkaç kadın, suluklarını ve sepetlerini hazırlamış, onları bekliyordu. Muhtemelen köyün önde gelen kadınlarıydı ve Elif’in varlığını merakla izliyorlardı. Boran yanında yürüyen Elif’e doğru hafifçe eğildi. “Bugün, tarladaki kadınlarla konuş. Onlar seni gördükçe değişirler. Ama dikkatli ol; burada herkes her sözü ölçer.” Elif onun bu sözündeki uyarıyı anladı. “Ben doğruyu söyleyeceğim. Gerisi onların bileceği iş.” Boran kısa bir süre onun yüzüne baktı. Sanki Elif’in beklenmedik bir olgunlukla karşı karşıya olduğunu fark etmiş gibiydi. Sonra hiçbir şey söylemeden önden yürüdü. Tarlalara ulaşmaları fazla sürmedi. Konaktan çıkan patika yol önce zeytinliklerin içinden, sonra geniş ekili alanlar arasından geçip açık bir ovaya çıkıyordu. Rüzgâr toprak kokusunu taşıyor, güneş giderek yükseliyordu. İlk ışıklar toprağın üzerinde küçük parıltılar oluşturmuştu. Kadınlar tarlaya dağılırken, aralarında fısıldaşmalar başladı. “Gelin de gelmiş…” “Şehirli bu değil mi?” “Boran Ağa’nın karısı… döndü diyorlar…” Kimse açık açık konuşmuyordu ama bakışlar yeterince şey anlatıyordu. Elif derin bir nefes aldı. Boran, biraz ileride durup kadınlara seslendi: “Bugün Elif de aramızda. Birkaç işi öğrenecek. Ona yardımcı olun.” Bu cümle, kadınların bakışında küçük bir kıpırdanma yarattı. Boran’dan gelen her söz bir otoriteydi. Ancak bu otoritenin arkasındaki Elif’i kabul etmek, başka bir meseleydi. Boran işleri ayarladıktan sonra Elif’e döndü. “Ben çevredeki işleri denetleyeceğim. Bir sorun olursa çağır.” Elif başını salladı. Boran atına bindi ve uzaklaştı. Kadınların arasında kaldığında, bir anlık sessizlikten sonra yaşlıca bir kadın yanına yaklaştı. “Ben Meliha,” dedi. “Burada kadınlara iş öğretenlerdenim. Ağa sana yardımcı olmamızı istedi, o yüzden elimizden geleni yapacağız.” Elif nazik bir gülümsemeyle cevap verdi. “Memnun oldum. Ne gerekiyorsa yaparım.” Meliha, Elif’i bir süre süzdü. “El emeği bilmeyen gelin… tarlanın dilini anlamak için toprağa el sürecek. Bakalım nasıl olacak.” Elif bunu bir aşağılama olarak değil, bir sınavın ilk adımı olarak gördü. “Toprağı tanımak istiyorum,” dedi. Kadın onu tarlanın kenarına götürdü. Ekinlerin arasında, toprağın dokusu yumuşaktı. Elif eğilip elini toprağa değdirdi. Soğuk değildi. Hafif nemli, canlı, güçlü bir kokusu vardı. “Tarlanın dili budur işte,” dedi Meliha. “Toprağı elinle, kalbinle tanırsın. Eğer ona saygı gösterirsen, o da sana verir.” Elif toprağı parmaklarının arasında ezdi. Bu dünyanın ona tamamen yabancı olduğunu biliyordu ama aynı zamanda bu toprağın üstünde kurulan bir hayatın içinde olduğunu da. “Peki,” dedi, “Ne yapmam gerekiyor?” Gün boyunca kadınlarla birlikte çalıştı. Ekinlerin durumunu öğrenmeye çalıştı, sulama yöntemlerini dinledi, bazen çapa yaptı, bazen tohumların kontrolüne yardım etti. Kadınlar önce ona mesafeli olsa da, Elif’in çalışmaktan geri durmadığını gördükçe yumuşamaya başladılar. Özellikle bir an vardı ki, Meliha’nın bile kaşlarını kaldırmasına sebep olmuştu. Öğleye doğru, kadınlardan biri ağır bir su kovasını taşırken dengesini kaybetti. Kovayı düşürmemek için zorlanıyordu. Elif hemen koştu, kovaya omuz verdi ve birlikte taşıdılar. Kadın şaşkınlıkla sordu: “Sen elin bulaşmaktan korkarsın sanıyordum…” Elif hafifçe nefes nefese kalmıştı. “İnsan elini nereye uzatması gerekiyorsa… oraya uzatır.” Bu söz, kadınların bakışmasını sağladı. Artık Elif’e karşı bir merak değil, saygıya yakın bir anlayış oluşuyordu. Boran tarlaya döndüğünde güneş tepedeydi. Atının üstünden Elif’i izledi bir süre. Elif’in yüzü kızarmış, elleri toprağa bulanmıştı. Ama çalışırken o kadar doğal görünüyordu ki, Boran’ın gözlerinden şaşkınlık geçti. Yanına yaklaştığında Elif terini sildi ve ona doğru döndü. “İşler bitti sayılır,” dedi. Boran’ın bakışlarında bir yumuşama vardı. “Zorlandın mı?” Elif, “Hayır,” dedi. “Sanırım alışacağım.” Boran başını onaylar gibi salladı. “Kadınlar senden memnun kalmış gibi görünüyor.” Elif etrafa baktı. Meliha hafifçe başıyla ona selam verirken diğer kadınlar da gülümsüyordu. Bu, sabahki bakışların tam tersiydi. “Evet,” dedi Elif. “Galiba bugün beni… gördüler.” Boran bu cümleyi işitince bir an durdu. Belki de dün gece söylediği sözün karşılığını bulduğu içindi bu sessizlik. “İyi,” dedi. “Bugün iyi iş yaptın.” Elif’in gözleri Boran’ın bakışlarıyla buluştu. Uzun zamandır bu kadar yorulmamış, bu kadar da huzurlu hissetmemişti. Dönüş yolunda ikisi de sessizdi. Ama bu sessizlik artık rahatsızlık değil, sanki düşünceleri yan yana yürüyordu. Konakta Hüseyin Ağa avluda oturmuş, tespihini çekiyordu. Boran ve Elif’i görünce dikkat kesildi. “Ne oldu?” dedi sert bir tonla. “Kadınlar gelini beğendi mi?” Boran kısa bir bakış attı. “Beğendiler.” Elif söze girmek isterken Hüseyin Ağa elini kaldırdı. “İyi. Ama bu gördüğüm şeyler kalıcı mı olacak, göreceğiz.” Elif başını eğdi. Saygıdan değil; bu adamla savaşmak için doğru zamanın bugün olmadığını biliyordu. Akşam, Elif odasına çekilmek üzereyken Boran kapısının önünde belirdi. “Bugün… dediğin gibi,” dedi. “Birbirimizi görmeye başladık.” Elif bir an şaşırdı. Bu sözü tekrar etmesini beklemiyordu. Boran devam etti: “Ben bazı şeylerde aceleci davranmış olabilirim. Öfkem… kırgınlığım… engel oldu. Ama bugün… seni ilk kez olduğun gibi gördüm.” Elif’in kalbi bir an sıkıştı. Bu söz, bu evde duyduğu en gerçek cümleydi. “Ben de seni…” dedi usulca, “biraz daha anladım bugün.” Boran gözlerini kaçırdı. Bir an söylemek istediği bir şey varmış gibi durdu ama sonra derin bir nefes alıp geri çekildi. “Yarın erken kalkacağız,” dedi. “Beraber bir yere gideceğiz.” Nereye olduğunu söylemedi. Ama Elif, Boran’ın sesindeki tınıdan bunun sıradan bir yer olmadığını hissetti. O gece Elif pek uyuyamadı. İçinde bir merak, bir korku ve bir umut birbirine karışıyordu. Boran’ın yarın nereye götüreceğini bilmiyordu, ama bunun bugünkü adımlarının devamı olduğunu hissediyordu.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE