8. Bölüm

1206 Kelimeler
8.Bölüm: Kırık Kalbin İntikamı Bir ay geçmişti. Ve o gün gelmişti. Asım'ın köyüne varış, kasvetli bir sessizlikle karşılandı. Tek tük görünen yüzlerde merak ve düşmanlık vardı. Elif, atından inerken başı dikti. Rüzgar ve iki adamı hemen yanındaydı, tetikte. Onları Asım'ın evine götürdüler. Devran , Rüzgar’ı ve Dilan’ı konakta yaşamasına izin vermişti. İçeri girdiğinde, geniş odada Asım'ı kürklü sandalyesinde gördü. Yanında adamları vardı. Asım'ın yüzü ince bir alayla sırıtıyordu. "Vay, vay," diye başladı sesi buz keserek. "Boran Ağa'mız bizi yalnız bırakmış. Yoksa o büyük ağa, küçük bir kadını kendi savaşlarını savaşması için mi yolladı?" Ortamda bir gülüşme dolaştı. Elif, soğukkanlılığını korudu. "Boran'ın burada olmaması, size duyduğumuz güvenin işareti, Asım Bey. Töre gereği misafiriz." "Asıl töre, ağanın ağanın karşısına çıkmasıdır!" diye gürledi Asım aniden, yumruğunu sandalyeye vurarak. "Boran'ın ağalığını zaten tanımıyorum ben! O, sorumsuzluğu yüzünden , Zilan'ı ölüme terk etti. Böyle bir adam ağa olamaz!" Şimdi Elif, Asım'ın gerçek niyetini anlıyordu. Bu sadece bir berdel veya intikam değildi. Bu, bir iktidar savaşıydı. Boran'ı aşağılamak, onu gözden düşürmek istiyordu. "Boran, Zilan'ın ölümüyle yüzleşti," dedi Elif sakin ama net bir sesle. "Ve kendi cezasını kendi içinde yaşıyor. Sizin yapmaya çalıştığınız, sadece daha fazla acı." "Sus!" diye bağırdı Asım'ın adamı, ileri atılarak. "Ağamızla böyle konuşamazsın! Görüyorsunuz," diye döndü etrafındakilere, "Boran o kadar korkak ki, yerine bir kadını yollamış, o da ağzını bozuk para gibi şıngırdatıyor." Tam o anda, kapı aniden açıldı. Gölgelerin arasından, tozu dumana katmış, üzerinde yol tozuyla Boran belirdi. Nefes nefeseydi, gözleri odanın içindekileri taradı ve Elif'in sağ salim ayakta durduğunu görünce, yüzündeki gerginlik bir an için hafifledi. Arkasında, silahlarına davranmış birkaç adamı daha vardı. "Asım!" diye kükredi, sesi odanın duvarlarını inletircesine. "Beni aradığını duydum. İşte geldim." Odaya bir şok dalgası yayıldı. Asım ayağa fırladı. Yüzündeki şaşkınlık, hızla öfkeye dönüştü. "Boran! Bu ne cüret? " "Sen benim karımı çağırmışsın, ben de eşlik etmeye geldim," diye karşılık verdi Boran, adımlarını ağır ağır Elif'in yanına atarak. Ona bir anlık baktı, gözlerinde 'güvende misin' sorusu vardı. Elif'in hafifçe başını sallayışı, içini bir nebze olsun rahatlattı. "Karın mı?" diye alay etti Asım. "Onu senin karın olarak mı görüyorsun? Zilan'ın yerini hiçbir kadın dolduramaz, Boran. Sen sadece onun gölgesini arıyorsun. Bu kadın da senin acını unutmana yardım etsin diye bir araç sadece." Boran'ın yumrukları sıkıldı, ama Elif'in yanında duruşu sağlamdı. "Benim ne hissettiğim, seni ilgilendirmez, Asım. Buraya barış için geldik. Berdel teklifini kabul etmişsin. Onu konuşalım." "Berdel mi?" diye güldü Asım acımasızca. "Berdel, eşitler arasında olur. Sen benim için eşit değilsin. Sen bir korkaksın. Zilan'ı o karda ölüme bıraktığın gibi, şimdi de bu kadını benim karşımda yalnız bırakmaya çalıştın. Ama bak," diye eliyle Elif'i işaret etti, "o senden daha yürekli çıktı." "O benim bir uzantım değil," diye kesti Boran, sesi daha da yükselerek. "O, kendi başına bir iradeye sahip Ve evet," diye ekledi, nefesi kesilir gibi oldu, sanki itiraf etmekten korktuğu bir şeyi söylüyordu, "o, Zilan'ın yerini doldurmuyor. Çünkü Elif, kendine has bir kadın. Ve bu eve, bu aşirete, bana... kendi kimliğiyle geldi." Odanın havası değişti. Boran'ın bu sözleri, onun için büyük bir adımdı. Elif, yanı başındaki adamın sırtını daha da dikleşmiş gördü. Asım ise bu itiraf karşısında afallamıştı. Beklediği pişmanlık veya suçluluk değildi bu. "Demek ihaneti kabul ediyorsun," diye homurdandı sonunda. "İhanet etmedim," diye karşı çıktı Boran. "Zilan'ı sevdim. Ve onu kaybettiğim için parçalandım. Ama hayat devam ediyor, Asım. Sen de devam etmelisin." "Ben devam edeceğim!" diye haykırdı Asım, öfkeden titreyerek. "İntikamımı alarak! Berdel'i kabul ediyorum, ama bir şartla. Sen, Boran, bu kadın için savaşacaksın. Benim en iyi adamımla. Eğer kazanırsan, barış olacak. Kaybedersen, ikiniz de öleceksiniz, ve aşiretin dağılacak!" Bu, apaçık bir tuzaktı. Asım'ın en iyi adamı, muhtemelen kendisinden bile iyi bir savaşçı olacaktı. "Kabul etme," diye fısıldadı Elif, Boran'a. Ama Boran'ın gözleri Asım'ın üzerine kitlenmişti. Gözlerinde, yılların öfkesi ve acısıyla bir kararlılık vardı. Bu, sadece kendisi için değil, Elif için, aşireti için, geçmişin zincirlerini kırmak için verdiği bir savaştı. "Kabul ediyorum," diye ilan etti, sesi çelik gibi. "Ama benim şartım var. Eğer kazanırsam, sadece barış değil, sen de Boran Ağa'yı tanıyacak ve itaat edeceksin. Ve Zilan'ın anısına, bir daha asla kan dökmeyeceksin." Asım'ın yüzünde bir şaşkınlık ifadesi belirdi. Boran'ın bu kadar ileri gideceğini beklememişti. Ama geri adım atamazdı. Gözleriyle en iri, en güçlü adamlarından birini işaret etti. "Kabul. Yarın şafakta. Meydanda." O gece, Boran ve adamları, Asım'ın misafirhanesinde bir odaya alındı. Hava gergindi. Elif, Boran'ın yanına yaklaştı. "Bu delilik," dedi, sesi endişeyle titreyerek. "Neden kabul ettin? Bu onun oyunu." Boran, ona döndü. Kandil ışığında, yüzündeki savaş çizgileri daha da belirgindi. "Senin için değil," dedi, ama bu sefer sesi yumuşaktı, incitmek için değil. "Kendim için. Zilan'ın ölümünden beri kaçtığım her şey için. Asım haklıydı, bir noktada. Kendimi cezalandırarak, aslında herkesten, senden... kaçıyordum." Elif, nefesini tuttu. Bu, itirafıydı. "O uçurumdan seni çıkardığımda," diye devam etti Boran, "sadece seni kurtarmıyordum. Kendimi de kurtarmaya çalışıyordum. Ve sen, her şeye rağmen, bana bunu hatırlattın. Senin o 'kaybedecek hiçbir şeyim yok' çığlığın, aslında benim de çığlığımdı." Elif, ona bakakaldı. İçinde, tarifsiz bir sıcaklık yayılıyordu. "Yarın... dikkatli ol." Boran, ona doğru bir adım attı. Aralarındaki mesafe, bir nefes kadar yakındı. Elini kaldırıp, yanağına hafifçe değdirdi. Dokunuşu farklı, neredeyse hürmet dolu bir dokunuştu. "Eğer kazanırsam," diye fısıldadı, "seninle, duvarlar örmeden konuşmak istiyorum. Gerçekten." "Kazan," diye cevap verdi Elif, sesi de bir o kadar yumuşak. "Sadece kazan." Ertesi sabah şafak sökerken, köy meydanı dolmuştu. Her iki aşiretten insanlar, gerilimle bekliyordu. Ortada, Boran ve Asım'ın seçtiği dev gibi adam, Burak, hazırdı. Asım, kenarda, kendi sandalyesinde oturuyor, güvenle sırıtıyordu. Dövüş, bir ölüm kalım mücadelesiydi. Burak, gücüyle saldırıyor, Boran ise çevikliği ve zekasıyla savunma yapıyor, karşı saldırılar düzenliyordu. Toprak, ayaklarının altında çamur olmuş, her yere sıçrıyordu. Elif, kenarda, Rüzgar'ın yanında, yüreği ağzında izliyordu. Boran'ın her darbe alışında içi acıyor, her karşı saldırısında umudu yeşeriyordu. Boran, yorulmuştu. Burak'ın bir yumruğu, omzuna isabet etti ve onu sendeltti. Asım'ın adamları sevinç çığlıkları attı. Burak, avantajı kullanmak için üzerine çullandı. Boran yere düştü, Burak onu boğmak için üzerine çöktü. O an, Boran'ın gözleri Elif'le buluştu. Onun yüzündeki korku ve inanç, ona son bir güç verdi. Zilan'ın yüzü gelmedi aklına. Hayal etti. Sadece Elif'in, karla kaplı uçurumun kenarında ona uzattığı eli geldi gözünün önüne. Hayata tutunmak istiyordu. Yeni bir hayata. Bir enerji patlamasıyla, Burak'ı üzerinden attı. Hızla ayağa fırladı. Burak şaşkındı. Boran, son bir hamleyle, tüm gücüyle üzerine atıldı ve onu yere indirdi. Yumruğunu kaldırdı, son darbeyi indirmek üzereyken, durdu. Burak'ın gözlerinde yenilgiyi gördü. "Yeter!" diye bağırdı Asım, ayağa fırlayarak. Yüzünde inanılmaz bir öfke ve şaşkınlık vardı. "Öldür onu! Töre bu!" Boran, yumruğunu yavaşça indirdi. Burak'ın üzerinden kalktı. "Hayır," dedi, nefes nefese. "Töre, denge içindir. Kan dökmek değil. Ben kazandım. Burak yenildi. İstediğini yapabilirdim, ama yapmadım. Çünkü ben bir ağayım, bir cellat değil." Meydanda bir sessizlik oldu. Asım'ın adamları, Boran'a saygıyla bakıyordu. Asım, bu manzara karşısında sarsılmıştı. En sadık adamı bile ona dönmüş, "Ağam, yeterli," diye fısıldıyordu. Asım, bir an tereddüt etti. Yılların kinini, Boran'ın bu beklenmedik merhametiyle tarttı. Ve yenik düştü. Omuzları çöktü, gözlerini kapadı. "Peki," diye mırıldandı, sesi ilk kez bu kadar kırık çıkmıştı. "Kazandın, Boran Ağa. Barış olsun." Boran, meydanda ayakta duruyor, yorgunluk ve zaferle Elif'e bakıyordu. Elif, kalbindeki coşkuyu zor tutarak, ona doğru koştu. Ona sarılmadı, sadece yakınında durdu. "Gördün mü?" dedi Boran, yüzünde küçük, yorgun bir tebessümle. "Döndüm." Elif, gözlerindeki sevinç gözyaşlarını tutamadı. "Bekliyordum." İki kırık kalp, o kanlı meydanda, nihayet buluşmuştu. İntikam değil, anlayış kazanmıştı. Ve yarın, artık korkutucu değil, umut doluydu.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE