7.Bölüm

1690 Kelimeler
"Davut ne oluyor?" Deyip, çığlıklar atmaya devam ettiğimde, silahlar sustu. Doğrulup adamlara baktığımda, silahlarındaki şarjörleri değişiyorlardı. "Gazla!"diye bağırdığımda, Davut arabayı çalıştırıp üzerlerine sürdü. Her biri ayrı tarafa atlarken, geriye dönüp baktığımda ayağa kalkıp silahlarını arabaya yönlendirdiler. Tekrar koltuğa yatıp, ellerimle kulaklarımı kapatarak çığlıklar savurdum. Nihayet silah seslerinden uzaklaştığımızda doğrulup oturarak, dirseğimi koltuğa yaslayıp kırık camdan arkaya baktım. "Keşke şu kurşun geçirmezi alsaydım!" Diye kendi kendine söylenen Davut'u duyduğumda, şok geçirmiş şekilde yönümü ona doğru çevirdim. "Ne... ne? Adamlar az önce üzerimize ikişer şarjör boşalttılar ve bir kaç saniye daha orada dursak, bizi geberteceklerdi. Tek sorunun bu mu gerçekten? Ne bu umursamazlık? Ne bu çok normalcilik? Kimsiniz ya siz? Ne işim var benim sizin gibilerin arasında? Sizin yüzünüzden beni de gebertecekler! Kurunun yanında yaş da yanacak..." diye söylenerek ellerimi saçlarımın arasına geçirip, derin nefesler almaya çalıştım. "Yenge sakin ol!" "Başlatma yengene!" Diye bağırdığımda, sanırım bu sesin benden çıktığına ikimiz birden şaşırmıştık. Gözlerimi kapatıp sert bir soluk vererek sakinleşmeye çalıştım. Tekrar bakışlarımı aynadan yansıyan gözlerine çevirdim. "Beni şurada indir de gideyim, Allah'ını seversen Davut..." dedim yalvarırcasına. Yapamam ki, ben bu insanların arasında daha fazla kalıp bu aksiyonlarına dahil olamam. Silah görsem çakmak sanacak insanım, gelmiş mafyanın -Renat'ın- kucağına düşmüşüm. Ama harbi anlamda düşmüşüm yani. "Yenge yapamam, Renat abi beni öldürür. Ayrıca bu saldırının sebebi zaten sana karşı kurulmuş bir suikastti. Ben seni nasıl yalnız bırakabilirim?" Dedi. Sesindeki endişe bariz şekilde okunuyordu. "Ne yani? Şimdi beni hiçbir zaman bırakmayacak mısınız? Bunlar kim ve neden beni öldürmek istediler?! Yahu artık bir açıklama yapacak mısın?! Çünkü, ben fıttırmak üzereyim farkındaysan?" Diye çemkirdiğimde, bir an kendi konuşmamdan tiksinip yüzümü buruşturdum. "Bunu Renat abiye sorsan daha iyi olur..." dediğinde, yenilgiyle omuzlarımı düşürüp başımı önüme eğdim. "Peki, Davut." Zaten ben Renat'ın esiri değil miyim? Pardon bir an kendimi önemli biri sandım. ✴✴✴ Bir yanım ondan uzaklaşmak istese de, kendime bunun mümkün olmadığını hatırlattım. Eski ev arkadaşımın ölümünün suikast olduğunu öğrenen adamdan kaçmam imkansız gibi bir şey. Hatta gibisi fazla. Acaba bu olayla bir ilgisi var mıdır? Yoktur ya, o kadar da değil. Bilip bilmeden konuşma Cennet, sen de onların yanında kala kala onlara benzemeye başladın. Noluyor daha iki gün oldu?... Dersten çıktığımda Davut farklı bir arabaya yaslanmış, elindeki telefonu kurcalıyordu. Saatlerce beni burada beklememişti, herhalde dönüp farklı bir araba alıp geri gelmişti. Yine içimde büyük bir korku vardı. Ya yine saldırırlarsa? Ev de öyle ıssız bir yerde ki, Davut'a ne kadar güvensem de o yoldan geçmekten deli gibi korkuyorum. "Davut..." diye seslendiğimde başını kaldırıp vücudunu arabadan ayırdı. "Efendim yenge?" Dedi şaşkın kahvelerini gözlerime dikerek. "Beni şirkete, Renat'ın yanına götürür müsün? Onunla acil bir şeyler konuşmam gerek..." dedim, kedi yavrusu gibi bakarak. Düşünceli şekilde şakağını kaşıdıktan sonra, sanırım bana kıyamadı ve başını onaylar anlamda salladı. Arabanın arka kapısını açtığında, oturup çantamı koltuğa bıraktım. Kapımı kapatıp ön koltuğa yerleşti ve arabayı çalıştırdı. Aynadan gözlerime bakıp, "Yenge abi bana kızacak.... kızsın be seni mi kıracağım?"deyip arabayı çalıştırdığında, gözlerimi sıkıca açıp kapattım. "Anlayışın için teşekkür ederim. Gerçekten oraya gitmem gerek, bu yanlış anlaşılmayı düzeltmem lazım..." diye mırıldandığımda, arabanın aniden fren yapmasıyla beraber öne doğru savruldum. "Bir şey mi oldu?" Deyip ön tarafa baktığımda, Davut'un aynadan yansıyan kocaman gözleriyle karşılaştım. "Yenge o konuyu konuşacaksan şirkete gitmeyelim. Çünkü, zaten stresli olduğu bir ortamda iyice gerilecek. Senin iyiliğin için diyorum..." dedi, endişeli bir ses tonuyla. İyi de bunda aniden fren yapacak ne vardı ki? "Kızarsa bana kızar, benim oraya gitmem lazım. Evde konuşacak olsam evde konuşurdum. Beni Renat'a götür, hem de şimdi!" Deyip kollarımı göğüs hizamda birleştirip sırtımı koltuğa yasladım. "Peki yenge." Deyip arabayı tekrar çalıştırdı. "Ben uyarımı yaptım, artık gerisi sana kalmış..." deyip gaza köklendi. Bakışlarımı pencereden dışarıya dikip derin bir nefes aldım. Renat, sana hem nefret ediyorum, hem de seni, ne yaşadığını merak ediyorum. Bu hiss hoşlantıdan uzak, acımadan bihaber... Ne yaşadın mesela? Hem bu kadar kibar, hem de bu kadar gaddar nasıl olabiliyorsun? Ne yaptın mesela, birini öldürdün mü kendi ellerinle? Can aldın mı hiç? En önemlisi, bana neden inanmıyorsun? ✴✴✴ Tüm cevapların bulunduğu o beyine bir kaç metre uzaklıktaydım. Kapıyı çaldığımda 'gel' dediğini duyup, kapıyı açarak içeriye girdim. Önündeki dosyaya imza attıktan sonra başını kaldırıp gözlerime baktı. O zümrüt yeşili gözler, hem huzur verici, hem de ürkütücüydü. Her baktığında buz kesmem normal miydi? Hiçbir tepki vermemesinin yanı sıra, sanki donmuş gibi öylece bana bakıyordu. Bir kaç dakika sonra ayağa kalkıp masanın etrafından dolanarak yanıma ulaştığında, elini belime dolayıp beni dışarıya doğru yönlendirdi. Belimdeki elinin baskısıyla tenim ürperirken, sessizce yönlendirdiği yöne doru yürümeye devam ettim. Şirket içindeki balkona ulaştığımızda Renat elini belimden ayırıp gür bir alkış savurarak, "Arkadaşlar!" Diye seslendi. Herkesin bakışları bir anda bizi bulurken, gerilen vücudumu ve heyecanımı saklamaya çalışarak burukça gülümsedim. Eli tekrar bel oyuntumdaki yerini alırken, aşağıdaki çalışanlara beni tanıttırdı. "Sizi müstakbel karım, Cennet ile tanıştırayım..." dediğinde, bakışlarımı hızla ona çevirdim. Aynı anda o da bana baktığında kaşlarımı çattım. Ne karısı? Benim niye haberim yok? Zaten her şeyi en son sen duyuyorsun, çok da şaşırma. Herkes bir anda alkışlamaya başladığında, kızaran yanaklarımı aşağıdaki insanlara çevirdim. Ne demekti bu? Bu adam ne yapmaya çalışıyordu? Gözlerime dolan damlalar az sonra akacaklarını belli ettiklerinde, arkamı dönüp hızlı adımlarla Renat'ın odasına doğru yürüdüm. Odaya girip kendimi koltuğun üzerine attığımda ellerimle yüzümü kapatarak, göz yaşlarımı serbest bıraktım. Bu adam resmen beni rezil edecekti. Benden intikamını böyle alıyordu. Ama biri ona söylemeli, 'bu kızın bir suçu yok' demeli. Kimse demiyor, bana da inanmıyor işte. Kapının sesini duyduktan üç saniye sonra elini sırtımda hissedip irkildim. Ellerimi yüzümden çekip başımı yukarıya kaldırdığımda, çatık kaşlarının altından bana bakıyordu. "Cennet," diye fısıldadı anlamaz şekilde bakarken. "Neden ağladın? Kalbini kıracak bir şey mi dedim?" Önümdeki sehpanın üzerine oturup, yanaklarımı avuçladığında korkudan titreyen vücudum onu daha çok rahatsız ediyor gibiydi. Baş parmaklarıyla yanaklarımı silerken, afallamış şekilde gözlerime bakmaya devam etti. "Benden korkma..." deyip ellerini yanaklarımdan çekti. "Ve ağlama, o kirpiklerini ıslatan tek şeyin saf su olmasını istiyorum..." deyip sertçe yutkundu. "B- Ben çalmadım, lütfen... Bırak beni gideyim..." dedim yalvarırcasına. Burnumun direği sızlarken, ellerimle yüzümü kapattım. "Bana ne yapacaksın?" Deyip, tekrar gözlerine baktım. "Hiçbir şey! Tamam mı?!" Diye bağırarak ayağa kalktı. Arkasını dönüp ellerini siyah saçlarından geçirerek ilerledi. "Seni dövmüyorum, sövmüyorum, kötü bir şey de söylemedim..." dedi sanki kendi kendine konuşur gibi, odanın içinde volta atmaya başlarken. "Peki neden ağlıyorsun?" Dedi yüzünü bana çevirerek. Her kelimesinde gözlerime biraz daha yaş dolarken, güçlükle yutkunup dudaklarımı araladım. "Ko...korkuyorum, senden korkuyorum... Beni kandırıyorsun, biliyorum... Kötü davrnacaksın, acıtacaksın biliyorum." Deyip ayağa kalktım. Ona doğru adımlayıp tam karşısında durduğumda sadece hareleri ile hareketlerimi takip etmekle yetindi. Ellerimin tersiyle göz yaşlarımı silip, başımı dik tutmaya çalıştım. "Ne yapacaksan yap, uzatma. Böyle ali cengiz oyunlarına gerek yok, açık oyna..." dedim, net bir sesle. Öfkem korkumun önüne geçiyordu. Dövmüyordu, canım yanmıyordu ama on beş gün ve artı şimdi yaptığı psikolojik şiddet beni yiyip bitiriyordu. O haklıydı. Fiziki şiddet somut bir acıydı ve iyileşiyordu. Psikolojik şiddetin bende kalıcı olacağının farkındaydı. Beni iyi tanıyordu. Benim o kadar da güçlü bir kız olmadığıma adı gibi emindi. Aniden bana doğru bir adım attığında geriledim. Belime doladığı kolları buna engel olurken, vücudumu vücuduna yasladı. Ellerim giydiği takımının üzerinden bile sert göğsünü hissederken, ıslak kirpiklerimi sıkça kırparak ona bakmaya devam ettim. "Şşşhhh rahatla..." diye fısıldayarak beni kendine iyice bastırdığında, yüzüm göğsüne yaslandı. Yüzümü yana çevirip başımı göğsüne yasladım. "Boşuna korkuyorsun, seni acıtmak veya rezil etmeye niyetim yok." Dediğinde yutkunup gözlerimi kapattım. Parmakları uzun saçlarımı yavaşça okşarken, derin bir nefes alıp üzerindeki ayaz kokusunu ciğerlerime doldurdum. Bu adam sanki hep dışarıdaymış gibi ayaz kokuyordu ve teni buz gibiydi. Ama o buz gibi kollar şimdi içimi ısıtmaya yetiyordu. Belki de ısıtan kolları değil, sarf ettiği kelimelerdi. Çenesini başımın üzerinde hissettiğimde bir eli saçlarımı incitmeden okşarken, diğer eliyle sırtımı sıvazlıyordu. Sanki bir bebek uyutuyor gibiydi. Burnunu ve dudaklarını saçlarımın arasında hissettiğimde, ani bir hareketle geri çekilip kollarının arasından çıktım. Beni koklamış mıydı? Yüzünde garip bir tebessümle sakallarını okşayarak gözlerime bakmaya devam etti. "Hep 'cennet gibi kokuyor' dediklerinde, bu kokunun nasıl bir eşsizlikte olduğunu merak ediyordum. Demek ki, cennet böyle kokuyormuş..." dedi sakin bir tonda. Elimi enseme götürürken, kızaran yanaklarımı görmemesi için başımı önüme eğdim. Adım seslerini duyduğumda irkilerek yana çekildim. Yanımdan geçip masasının önündeki koltuklardan sol taraftakine oturdu. Eli ile kibar şekilde önündeki koltuğu gösterdiğinde, başımı bir kez eğip tam karşısındaki koltuğa yerleştim. Çekingen bakışlarım gözlerindeyken istemsizce alt dudağımı çekiştirdim. Ne olmuştu az önce? Bana sarılmıştı, saçımı ve sırtımı okşamıştı. Üstüne üstlük bir de iltifat etmişti. Bakışlarını dudaklarıma indirdiğinde, dudağımı serbest bırakmamla beraber tekrar gözlerime baktı. "Cennet..." dedi, içime işleyecek kadar güzel bir ses tonuyla. Dudaklarımı yavaşça aralayıp, "Efendim,"dedim sesimi düz tutmaya çalışarak. Derin bir iç çekip sağ ayak bileğini sol dizinin üzerine aşırarak, koltuğa iyice yayıldı. "Benden kokmayı bırak ve bana alışmaya çalış..." dedi, düz bir sesle. Gözleriyle gülümsüyorken yüzünde bir mimik bile kıpırdamıyordu. "Benimle evlenmeni istiyorum, bu yüzden bana alışmanı bekliyorum..." dedi, buz gibi bir sesle. Afallamış şekilde kaşlarımı kaldırıp, dudaklarımı araladım. Anlamadığımı fark ederek, bakışlarını aşağıya indirip yavaşça ayağa kalktı. Koltuğun etrafından dolanarak cam duvara yaklaştı. Ellerini simsiyah takımının paltonunun cebine koyup, düşünceli şekilde vücudunu bir ireli bir geri gerdi. "Sedat seni evde tuttuğumu ağzından kaçırmış, babamın yanında..." Yavaşça ayağa kalkıp ona doğru adımladım. Bir metre arkasında durup, görmemesinden faydalanarak kaşlarımı çattım. "Yani?" Dedim, meraklı bir sesle. "Yanisi," diyerek arkasını dönüp büyük bir adımla yanıma ulaştı. "Babama seninle evleneceğmizi söylemiş. Açıklamaya çalıştım, fakat yüzündeki mutluluk bana engel oldu. Söyleyemedim." Deyip, kaşlarını derinden çatarak düşünceli bakışlarını etrafta gezdirdi. "Çok sevindi, yaşım da geçiyor. Adam artık haklı olarak evlenmemi istiyor." Deyip soğuk bakışlarını gözlerime dikti. Bu sefer o zümrüt yeşilleri hüzünle kaplıydı. "Hasta mı?" Dedim birden bire. Güliz hanım Renat'ın babasının yıllar önce felç geçirdiğini söylemişti. Ama ne derecede olduğunu soramadan Davut gelmişti ve konuşmamız yarım kalmıştı. Başını olumlu anlamda salladığında, yüzündeki buruk tebessüm kalbimi acıttı. Bu karşımdaki caniye acıyacak kadar aptal mıyım bilmiyorum. Yaptıklarını unutacak değilim ama vicdanım var işte. Ben onlar gibi değilim. "Kabul ediyorum," deyip başımı önüme eğdim. "Seninle kağıt üzerinde bir evlilik yapabilirim. Ama fazlası olamaz." Deyip başımı kaldırarak gözlerine baktım. Yutkunduğunda bakışlarım saniyelik boğazındaki yumruya indi. "Sadece kağıt üzerinde, ve sadece baban için... Ama sonra beni serbest bırakacaksın. Bunu kabul ediyorsan, insanların yanında gülümseyen ve sana aşık bir kadın gibi davranırım. Kabul etmez, zaten buna mecbur olduğumu söylersen, yanında somurtkan, soğuk bir kadın taşırsın..." Bakışlarını yere indirip derin bir iç çektikten sonra, tekrar zümrüt gözlerini gözlerime diki. "Kabul..."
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE