Keyifli okumalar...
Beraber salona girdiğimizde, Renat eliyle koltuğu işaret etti. Yavaşça geçip L şeklindeki beyaz koltuğun tam ortasına oturduğumda, ağır adımlarla yaklaşıp yarım metre mesafe bırakarak yanıma oturdu.
Adamlar tam karşımızda dikilmiş, ellerini önlerinde birleştirerek başlarını önlerine eğmişlerdi.
Az sonra Davut elinde CD ve bilgisayar ile döndüğünde, alt dudağımı kemirip başımı önüme eğdim. Bilgisayarı açıp önümüzdeki sehpanın üzerine koyduktan sonra CD'yi taktı. Görüntüleri saat 5 civarında durdurup geri çekildi.
Renat sırtını koltuğa yaslayıp, sağ ayak bileğimi sol dizinin üzerine atarak görüntüleri izlemeye başladı. Zümrüt yeşili gözlerini iyice kısmış, dolgun kırmızı dudaklarını düşünceli şekilde büzmüştü. Bakışlarımı ondan ayırıp ekrana baktığımda, kalp atışlarım hızlandı.
Dakikalar geçtikçe eve getirilişimi, iki defa kovuluşumu ve saatlerle dışarıda oturuşumu hızlı çekimde izliyorduk. Elimle boynumu ovuşturup, bakışlarımı önüme indirdim.
"Tamam," dedi Renat. Bakışlarım onun yan profilini bulduğunda, kaşlarının hafif çatık olduğunu farkettim. Eliyle işaret ettiğinde Davut bilgisayarı alıp kapatarak eline aldı ve diğerleriyle birlikte uzaklaştı. Bahçe kapısından dışarıya çıkıp kapıyı kapattıklarında, onunla bu kadar yakın olmak bile ürkmeme neden oluyordu.
"Güliz hanım!" Diye bağırdığında, olduğum yerden sıçradım. Ayağa kalkıp suçlu çocuklar gibi önünde dikildim.
"Onun bir suçu yok, lütfen kovma. Nereden bilebilirdi ki? Üstüm başım öyle olunca güvenemedi..." dedim, heyecandan kesik kesik çıkan sesimle. Ürkütücü bakışları gözlerimi bulduğunda, bakışlarımı gözlerinden kaçırıp etrafta gezdirdim.
"Efendim Saru bey." Diyen Güliz hanım içeriye girdiğinde, bakışlarım onu buldu. Şimdi ben şikayet ettim sanacak.
"Dünkü davranışların için, Cennet hanımdam özür dile!" Dediğinde, bakışlarım hâlâ yüzüme sabitlenmiş olan gözlerine kaydı.
"H...hiç gerek yok. Gerçekten..." diyerek başımı olumsuz anlamda salladım.
"Özür dilerim Cennet hanım." Diyen Güliz hanıma baktığımda, yaşlı kadının yüzündeki mahcup ifade kaşısında ezildim.
"Önemli değil, gerçekten." Diyerek, burukça gülümseyip başımı olumsuz anlamda salladım.
"Çekilebilirsin." Dedi Renat. Kadın başıyla onaylayıp uzaklaşarak mutfağa girip, kapıyı kapattı.
Bakışlarım tekrar Renat'ın gözlerini bulduğunda, tek mimiğini bile oynatmadan bana bakıyordu. Öfkeli bir soluk verip yanına yaklaşarak, önünde dikildim.
"Kadın çok haklıydı! Beni bir dilenciye döndüren sendin zaten! Kadın beni dilenciye benzetmekte çok haklı! O halde kendime bakmak bile iztemezdim, kadın beni neden eve alsın ki zaten?" Diye tısladığımda, kaşları tamamen çatıldı.
Aniden bileğimi kavrayıp beni kendine çektiğinde, belimden kavrayarak dizinin üzerine otuttu. Kalkmaya çalıştığımda belimdeki parmaklarının baskısı arttı. Bakışlarım zümrüt yeşili gözlerine sabitlenirken, dolgun dudakları yavaşça aralandı.
"Bana yalan söyledin. Yalanın cezası bende ölümdür..." dedi, ürkütücü bir ses tonuyla. Dilim damağım kururken, korku dolu bakışlarla gözlerine bakmaya devam ettim.
Bileğimi elinden kurtarmaya çalıştığımda, bileğimi yavaşça bırakıp iki elini de bel oyuntuma koydu. Yaptığı baskıyla burun buruna geldiğimizde, gözlerim büyüyüp kocaman oldu. Buz gibi parmakları kıyafetlerimin üzerinden bile tenime işleyecek kadar baskındı.
"Onlar yalan söylemiş olsa, ölürlerdi. Ama sen daha benim huyumu bilmediğin için, bu seferlik geçiyorum." Diyerek belimdeki ellerini gevşettiğinde, bunu kavrayamayıp dizinin üzerinde oturmaya devam ettim.
"Yerini sevdin herhalde." Dediğinde, hızla dizinden kalkıp bir kaç adım geriledim.
Bakışlarımı gözlerinden kaçırıp, bir kaç dakika içimi kemirmekle meşkul oldum. Daha sonra bakışlarımı gözlerine dikip cesaretimi topladım.
"Ben okuluma devam etmek istiyorum." Dedim, düz tutmaya çalıştığım sesimle.
Yavaşça ayağa kalktığında irkilsem de kıpırdamadım. Ellerini eşofmanının ceplerine koyup, iki büyük adımda yanıma ulaştı.
"Tabii ki, devam edebilirsin. Istediğin her yere gidebilirsin. Ama, ..." deyip duraksadığında bakışlarım gözlerini buldu. "... gece bu eve döneceğini unutmamak şartıyla. Ve iki koruma eşliğinde." Diyerek arkasını dönüp benden uzaklaştı. Dudaklarım aralansa da bir şey söyleyemedim.
Az önce olanları düşündüğümde alnımdan soğuk terler akarken, başımı iki yana sallayıp silkindim. Salondan çıkıp aşağıya inen merdivenlere yöneldiğinde, hızlı adımlarla salondan çıktım. Bembeyaz merdivenleri çıkarken, duraksayıp omzumun üzerinden geriye baktım. Aşağıya inen simsiyah merdivenler bir mahzenin girişinden farksız duruyordu.
Önümde dönüp hızlı adımlarla dördüncü kata çıktım. Odama girip kapıyı kapattığımda, gözlerimi kapatıp derin bir soluk verdim. Gözlerimi açıp duvardaki saate baktım. 10:55. Bu adam kesin 11'de uyuyordur, 11 onun uyuma saatidir.
"Uyunur mu 11'de ya?" Diye söylenerek yatağa doğru yürüdüm. Yatağın ortasına oturup duvara baktım. Levha'nın üzerindeki yazıyı gördüğümde şaşkınlıkla tekrar ayağa kalktım. Yavaşça levhaya doğru adımlayıp, siyah kalemle yazılmış yazıyı okudum.
"Karanlık dünyama hoşgeldin..."
Bakışlarım levhanın altındaki sarı kaleme indiğinde, düşünceli şekilde levhaya bakmaya devam ettim. Renat renk görüyse ve sadece siyah ile beyazı seçebiliyorsa, sarı ile yazılanı görmeyecek mi?
Kalemi elime alıp kapağını açarak, levhanın sol tarafına yazdım.
"Dünyam zaten karanlıktı..."
Kalemin kapağını kapatıp yerine bıraktıktan sonra, arkamı dönüp odaya göz gezdirdim. Diğer komodinin üzerindeki telefonu gördüğümde, kaşlarım şaşkınlıkla çatıldı. Hızla yatağın etrafından dolanıp telefonu elime aldım. Bu benim telefonumdu.
Omzumun üzerinden levhaya bakıp, dişlerimi dudaklarıma geçirdim. Hızlı adımlarla geri dönüp levhanın karşısına dikildim. Odanın ışığını kapatıp, telefonumun ışığını açarak levhadaki yazıya tuttum. Siyah yazı okunuyordu ama sarı yazılar okunmuyordu. Hatta hiç yazı yok gibiydi.
"Demek ki, benim yazdıklarımı okuyamayacaksın." Diye mırıldandım.
Sarı kalemle yazamaz, çünkü doğru yazıp yazmadığını anlamaz. Siyah ile yazar ama sarı ile yazdıklarımı okuyamaz.
Odanın ışığını açıp telefonu arka cebime koydum. Elimin iç tarafıyla yazdığımı silip siyah kalemi elime aldım.
"Aydınlanır belki..."
Ne yapıyorum ben ya? Bana ne ki? Adam beni kaçırmış bir de dalga geçiyor. Sil şunu.
"Hiç hoş bulmadım!"
Bu daha iyi oldu.
Kalemi yerine bırakıp, arkamı dönerek yatağa yaklaştım. Üzerimi değişmeden yatağa girip ellerimi başımın altına koydum. Her gün olduğu gibi bakışlarımı tavana dikip hayal kurmaya başladım.
Bu adamdan, bu evden, bu haksız suçlamalardan nasıl kurtulacağım? Kime ne yaptım ki? Kendi kendime de yalan söylüyor olamam ki. Ben kimseye bir şey yapmadığım halde, neden hep haksızlığa uğruyordum. Gerçekten de dünya iyi insalar için cehennem mi?
Aşağıda kendi cehenneminde boğulam adam, kötü biri mi?
Kötüyse ne kadar kötü?
Bana en fazla ne yapar?
Zihnimde dönen bin bir düşünceler, ağırlaşan göz kapaklarım sayesinde bir müddet daha ertelendi.
✴✴✴
Alarmın tiz sesiyle yerimden sıçrayıp doğruldum. Afallamış gibi etrafıma bakıp, gözlerimi güçlükle araladım. Ben alarm kurmamıştım ki??
07:00
Kulaklarıma işkence eden alarmı kapatıp, sırtımı tekrar yatağa attım.
Yüzümü yana çevirip levhaya baktığımda, kaşlarım anında çatıldı. Yine bir şeyler yazılmıştı. Üzerimdeki pikeyi kenera itip, hızlı adımlarla levhaya yaklaştım. Dün yazdığının tam altına başka bir cümle eklemişti.
"07:30'da kahvaltıda olmanı istiyorum."
Ya sabır.
"Ben istemiyorum..."
Kalemi yerine bırakıp tekrar yatağa döndüm. Uzanıp üzerimi örterek ellerimi yanağımın altında birleştirip uyumaya devam ettim. Dersim 9'da başlıyordu ve genelde 8'e kadar uyurdum. Ama bu manyak sırf kendi bu saatte kahvaltı edecek diye, beni de uyandırıp zorla sofraya oturtmak istiyordu.
✴✴✴
Yüzüme çarpan soğuk suyun etkisiyle, küçük bir çığlık eşliğinde yerimden fırladım. Ellerimle gözlerimi silip kirpiklerimi kırpıştırarak, afallamış şekilde etrafa baktım.
Aniden iki adam kollarımdan tutarak çekiştirdiğinde, yine o günleri hatırladım. "Ya bir durun! Bırakın beni!" Diye bağırsam da, sürükleyerek odadan çıkardılar. Ayaklarım merdivenlere dokunmadan aşağıya indirip, salona getirdiler. Yemek masasında Renat'ın sol tarafındaki sandalyeye oturttuklarında, şaşkın bakışlarımı yüzüne diktim.
Kahvesinden yudumlayarak tabletinden haberlere bakıyordu.
"Günaydın, bu gün nasılsın?" Diye sordu, düz bir sesle.
Adamların hızla uzaklaştıklarını görüp, tekrar ona baktım.
Yine başa döndük iyi mi?
"Sence nasıl görünüyorum?!" Diye tısladığımda, zümrüt yeşili gözleri gözlerimle buluştu.
Elindeki tableti sertçe masaya bıraktığında gerildim. Yavaşça bana doğru eğildiğinde, yutkunup geriye çekildim.
"Çok güzel görünüyorsun." Diyerek, bakışlarını göz bebeklerime dikip uzun bir süre baktı.
Aynı sorular. Aynı cevaplar. Bahsettiği psikolojik şiddet bu. Ama ben işlemediğim bir suçu nasıl itiraf edebilirim ki? Şu an bunu düşünüyorum. İşlemediğim bir suçu kabullenmem mi gerek? Kabullensem mi?
Gözlerini gözlerimden ayırıp geri çekildiğinde, yüzümdeki ıslak saçlarımı geriye ittim. Tabletini eline alıp kahvesini yudumlamaya devam etti.
"Takıntılı biri misin?" Diye aniden sorduğumda, gözlerime bakmadan onayladı.
"Öyle de diyebiliriz. Fazla titiz, fazla dakik. Obsesif kompülsif bozukluk..." deyip bakışlarını anlık gözlerime dikti. "Fazla değil, kontrolüm altında."
"O yüzden mi şu an ıslağım?" Diyerek ellerimi iki yana açtığımda, bakışları yüzümden boynuma, oradan da ıslak beyaz tişörtüme indiğinde resmen utandım.
"Seni dövüp sürükleyerek sadece kirpiklerini ıslatabilirdim Cennet. Ama ben karşımda deniz kızı gibi oturmanı tercih ettim..."