1. Bölüm

960 Kelimeler
Andrew'den "Ah şu lanet Türker" derken tükürdüm. Ömrümde çok savaş gördüm ama Türklerle verdiğim savaş kadar hiç zorlanmadım. Kral'ın beni bu savaşa neden yolladığını daha iyi anlıyordum. Ben bu kadar yenilgi yaşadıysam diğerlerinin hiç bir şansı yoktu. Bitkin düşmüş bir şekilde yürürken içimde büyük bir öfke vardı. Ülkeme dönerek daha güçlü bir orduyla gelecektim. Bu savaş artık savaş olmaktan çıkmış kişisel bir savaşa dönmüştü. "Binbaşı Andrew, efendim" diye koşar adım gelen adama baktım. "Ne oldu?" "Az ilerde bir köy var binbaşım." "Asker gönderin güvenli olup olmadığına baksınlar" asker bana başıyla saygı gösterip uzaklaştı. Yavaş ve emin adımlarla yürümeye devam ettim. Toplasan 200 askerim ancak kalmıştı. Bu, bugüne kadar verdiğim en büyük kayıptı. Ben sorumlu olduğum askerlerim bu haldeydi, ya diğerleri? Türkler savaşmıyor sanki savaş için yaşıyor. Ben böyle bir ordu görmemiştim. Hatırladıkça sinirleniyordum. Aylardır burdayız ama yenilgi dışında bir şey elde edemedik. Yaklaşık yarım saat oturup dinlendikten sonra köyün güvenli olduğunu öğrendim. Askerlerle o köye gittik. Askerler her an tetikteydi. Bulduğumuz yiyecekleri yedik. Askerlerin doyduğuna emin oldum. Köyde bulunan tüm atları toplatıp güçlü askerlerim ve beni taşıması için bir alana topladım. Artık bu köyde son görevim kalmıştı. Bakışlarımı önümde ki ibadethaneye diktim ve kirli postallarımla içeriye doğru yürümeye başladım. Bu onlar için en büyük saygısızlıktı biliyorum. İçerde kimse görünmüyordu ama ben olduğunu biliyordum. Sessiz şekilde içeriye doğru yürüdüm. Namaz kılınan yeri geçtim. Küçük bir oda gibi bir yere geldim. İnsancıklar burda olmalıydı. Kapalı bir alana doğru yürümeye başladım. Artık nefes sesleri duyabiliyordum. Kapalı kapıya en güçlü tekmemi atıp kırdım. Zaten eski olduğu için dayanamazdı. Çığlık sesi duyuldu ve yüzümde ki gülümseme büyüdü. İçeriye doğru bir adım atarken bana doğru gelen hamleyi fark edip, üzerime gelen sopayı yakaladım. Sopayı kendime çekince bir kız kucağıma düştü. Bana çarpıp durdu. Hafif acıyla inledi. Kendini toparlayıp geriye çekilince göz göze geldim. Mavi gözlerim onun ilk defa gördüğüm açık renk kehribar gözlerine kaydı. Peçesi yüzünde olduğu için sadece gözleri görünüyordu. Gözlerine bakarken boşta kalan eliyle bana saldırdığı için transtan çıktım. Elini tutup onu kendime çektim ve peçeyi tek seferde çıkardım. Tam da düşündüğüm gibi çok güzel bir kızdı. Türk kızları çok güzel olurdu ve bu kız onlardan biriydi. Gözlerinde ki kinle bana bakarken benim ifadem ise sadece memnuniyet odaklıydı. Benden kurtulmaya çalıştı ama ben istemezsem bu imkansızdı. "Bırak beni aşağılık herif" dili tam dönmese de dilimizi biliyordu. Uzun zamandır savaşta olmamızın artısı bende epey Türkçe öğrenmiştim. "Bu kızı alın" diye askerlerime emir verdim. Onu ve daha fazlasını esir olarak alacaktım. Elimde sinirle debelenirken etkisizdi ama o hiç beklemediğim bir şey yapıp dizini bacak arama geçirdi. Hamleyi geç fark etsem de sert vuruşundan kurtuldum. Canımı yakmıştı. Başına sarılı örtüyle saçını ele geçirip onu yere savurdum. Sert şekilde düştüğü için acıyla inledi. Hızla eğilip saçını kavradım ve acıyla bağırmasını sağladım. "Bana bak sürtük! Sen kime saldırdığını zannediyorsun?" dişlerimi sıkmıştım. Askerleri ayrı dertti birde kadınlarından dayak yiyordum. "Çek elini" diye tısladı bana. Saçını geriye çekip canını daha fazla yaktım. Direncini kırmayı bilirdim. Güçlü durmaya çalışsa da başarılı olamayacaktı. Dakikalar geçmişti ama o pes etmeyip bana karşı gelmeye devam etti. "Binbaşım askerler geliyor" diyen adamla sinirli bir soluk bıraktım. Ayağa kalkarken kızın saçını çekerek onu da kendimle ayağa kaldırdım. "Atları hazırlayın gidiyoruz" diyerek kızı kolundan tutup sürüklemeye başladım. Bağırıp kurtulmaya çalışsa da etkili olamadı. Onu ibadethane den çıkarıp diğer esirlerin yanına fırlattım. "Onu bağlayın ve kaçmadığına emin olun. Kaçarsa sizi gebertirim" dedim. İki asker onu tutup zincire vururken karşı koymaya devam etti. En fazla 20 yaşındaydı ama çok asi ve güzeldi. Onunla ilgili güzel planlarım vardı. Günler sonra keyfim azda olsa yerine gelmişti. Benim için hazırlanan atın yularını tutup tek seferde üzerine çıktım. Asi kıza bir bakış atıp "Gidiyoruz" diyerek önüme dönüp atın arkasına vurup koşturmaya başladım. Yeni bir savaşa katılacak gücümüz yoktu. O yüzden ülkeye geri dönmek zorundaydık. Buda günler sürecek bir yolculuktu. Meva'dan Ellerim bağlı sürüklenirken, yırtılan elbise eteğim yüzünden dikenler tenimi çiziyor, tenimin ince sızılarla yanmasını sağlıyordu. Savaşın gölgesinde yaşamak zaten çok zorken, şimdi birde esir alınmıştım. Benimle aynı yerde saklanan genç ve çocuk karışık 5 kişi daha vardı. Aslında kendimi bir şekilde feda etmiş gibi oldum. Saatlerdir yolda olduğumuz için bedenim bitkin düşmüştü. Benimle birlikte esir alınan 10 dan fazla kadın, kız görmüştüm. Hepsi için ayrı üzüntü duyuyor, kendim için ekstra endişe ediyordum. Can tatlıydı ve ben namusunu korumaya çalışan genç bir kızdım. "Biraz dinlenmek için mola vereceğiz" diyen binbaşı ile etrafa baktım. Ağaçların arasında bir açık alanda bizi durdurmuştu. Askerler tek tek oturmaya başlayınca, bizim başımızda ki askerler de bizi oturmamız için teşvik etti. Kızlar tek tek otururken bende kendime rahat bir yer baktım. "Sen oturmayacaksın asi Türk kızı, hemen yanıma gel" diye böğüren binbaşına sinirle baktım. Hepi topu 200 civarında askeri vardı. Geriye kalanlar Türk askerleri sayesinde cehennemi boylamıştı. Nefretle yüzüne baktım. Onun da nefreti benden aşağı değildi. "Gelsene, bir kere de anlamıyor musun?" diye bağırınca sinirli bir soluk bırakıp yanına doğru yürümeye başladım. Ona uzak bir mesafede durunca yüzüne baktım. "Yaklaş" dedi. Az daha yaklaştım. "Yaklaş" dedi. Aramızda iki adım mesafe bırakana kadar önüne ilerledim. "Ne istiyorsun?" diye sorunca beni baştan sona süzdü. "Gergin hissediyorum, rahatlamaya ihtiyacım var" diyince mal mal yüzüne baktım. "Masaj mı istiyorsun?" diye sorunca etrafta bir gülme sesi oluştu. Bin başı etrafına ters ters bakınca gülenler sustu. "Masajı benim ufaklığa yapacaksın" diyince ilk başta anlamadım ama daha sonra gözlerim büyüdü. "Ne saçmalıyorsun?" "Aranızdan birini seçecektim ama seni becermek en zevkli olan diye düşünüp seni seçtim" dedi pişkin pişkin. "Bu asla olmayacak" derken sesim gür çıkmıştı. Yanıma ulaşıp kulağıma yaklaştı. "Şimdi kararı kendin vereceksin asi Türk kızı, ya benim altıma yatıp beni memnun edeceksin, yada tüm gördüğün askerler senin üzerinden geçecek?" diye iğrenç bir teklif sunduğu zaman ağzım açık ona bakakalmıştım. Lanet pislik. "Ben dinlenene kadar zamanın var, daha sonra kararını öğreneceğim" diyerek beni omuzumdan itti. Sinirle gerilen bedenimle geriye dönüp bir kenara oturdum. Şimdi ben ne halt yiyecektim?...
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE