Boş Buldum

2107 Kelimeler
kafamı yeni okulumdaki ilk günümün hayaline kaptırmaya çalışsam da çok birşey hatırlamıyordum. okulu gezerken ki heyecanımı yanımızdaki müdür yardımcısına sezdirmek istemiyordum ve gezdiğimiz çeşit çeşit sınıfın büyüsüne kapıldığımdan hatırladığım çok bir şey kalmamıştı. bir yandan da aklım bizimkilerin dışarıda ne işi olduğu ve beni neden yanlarına almadıklarındaydı. hala sinirliydim onlara karşı . Keşke evdeki su tabancamı getirseydim diye geçirdim içimden. Bakışlarımdan, geride bırakılma durumuna bozulduğumu ele vermiş olmalıyım ki yengem aklımı okumuş gibi hızlıca yanımdan ayrılıp elinde dolu bir su şişesiyle geri geldi. Gözlerini devirerek dışarıyı işaret etti. Nasıl da tanıyor beni. Gidenin arkasından su dökerim ben, beni bozup gitmişse üzerine dökerim orası ayrı. Su tabancası yoksa da kurşun kalem ve su şişem vardı elimde şimdi. Yengemi evliliklerinin ilk yıllarında amcamı benden aldı diye sevmezdim. Amcamla birlikte bizi ziyarete geldiklerinde kendimi amcamın gözünde ikinci plana düşmüş görmemek için yanlarına gitmez uzakta oynardım. Giderlerken amcama sinirlenir, yengemi arkasından su tabancamla ıslatırdım. Yengeme, amcamı ondan kıskandığım için böyle yaptığımı söylemem 2 seneyi almıştı. Çünkü anca anca birbirimize alışmıştık. Beyler merdivenleri inene kadar ben pozisyon aldım. Zaten 1. Katta olan dairede balkon hemen binanın girişine baktığından Serhat’ı nişan almak çocuk oyuncağıydı. Sadece onu sırılsıklam ıslattıktan sonra peşi sıra mesajlar attım. Peş peşe atmazsam, o telefon ısrarla çalmazsa açıp bakmaz çünkü: “Daha bugün tanıştığın insanla ne işin varmış bakiim” “Benim yerime onu mu gezdircen yurt dışında heeeh” “hemen de biricik hasta, yaralı beni satıp gidiyon kuzen “ “broluğa sığar mı bu yaptığın” diye ardından mesaj attım ama dönmedi gıcık herif. Yengemden[F1] müsade isteyip tıpış tıpış odama geçtim. Yarın okula gideceksem dönemin ortasında okul değiştirmiş bir lise ikinci sınıf öğrencisi olarak öteki okulumu kötü temsil etmek istemiyordum. Dün gece taşınmanın yorgunluğuyla kendimi yatağa zor atmıştım. Bugün akşama kadar derslerde tutmuş olduğum notları okuyup soruları tekrar çözmeyi hedefledim. ne kadar çalıştım bilmiyorum. En son defterlerimi toplayıp yatağın ucuna dizmiş ve kendimi yatağa atmıştım. Edebiyat defterini okuyup bitirip bir arayı kendime hak görmüştüm. Defteri koymaya üşenerek sarılıp gözlerimi kapatınca sanırım uyuyup kalmışım. Kapının tıklanma sesine uyandığımda başta babamlar geldi sandım ve tirip atıyor olduğumu hatırlayıp kapıya çıkmama kararı aldım ama kapı uzun süre kapanmayınca kafamı uzatıp bir göz attım. Yengem o sırada kapıyı kapatıyordu. Komşular benim geldiğimi duyup hoş geldin demeye geleceklermiş. Yengem hastaneden geldiğimi söyleyince “yarın geliriz öyleyse” diyip gitmişler. Uyku mahmurluğunu üzerimden atmak için lavaboya gidip elimi yüzümü yıkadım. Sıcak suyun akmasını beklemeden soğuk suyu çarptım yüzüme. Kapının arkasındaki askıya sıralanmış beş havludan ortadakini alıp yüzümü ve ıslanmış kahküllerimi kuruladım. Herkesin, amcamla yengemin bile, ayrı havlusu var evde, üçüncü sıra benim. soğuk koyu gri renkli yer fayanslarının krem renkli desenli duvar fayanslarıyla buluştuğu lavabo giriş kapısının tam yanında kalıyor. Lavabodan çıkıp yengemi yokladım. Salonda tek başına oturmuş telefonundan açtığı sakin tempolu müzik eşliğinde organik bebek denen örgü el işini yapıyordu. Serpil yengem bir ev hanımı, Konya’da psikoloji okurken bölümünün kendine uygun olmadığına karar verip eğitimi bırakmış ve İzmir’e ailesinin yanına dönmüş. O sıralar belediyede staj yapan Serkan amcam İstanbul ve İzmir belediyelerinin ortak olduğu bir faaliyet için belediye komitesini temsilen bir grupla İzmir’e gitmiş ve orada bir vesileyle tanışmışlar. Mesafeler engel olmamış ve tanışıklıkları yerini sevgiye bırakmış 1 sene sonunda aileler de işe dahil olunca evlilik yoluna girmişler. Yengem değişen sınav sistemine hazırlanarak tekrar üniversite sınavına girdi ve dört yıllık iç mimarlık ve çevre tasarımı bölümünü kazandı. Şimdi sekiz senelik evliler ve o bölümünde 3. Sınıfı okuyor. Derslere gitmek yerine ev ekonomisine destek olmak için el işi kursuna gidip sertifika aldı. Bu uğraşı yapmak hoşuna gittiği için örgü bebekler yapıp satmaya başladı. Evden dersine çalışıp sınavdan sınava okula gidiyor, onun dışında zevkine bebekler örüp internet aracılığıyla satıyor. Geniş çevresiyle çok iyi anlaşan yengem haftada bir mahalle arasındaki günlere katılmayı da çok seviyor. Her hafta kiminin kardeşine kiminin yeğenine bebek siparişleri toplayıp onları yetiştirmeye çalışıyor. Bu yoğun tempolarına bir de ben eklendiğim için tedirgin hissediyordum ama benim onu seyrettiğimi fark eden yengem müziği durdurup beni yanına çağırınca aramızda geçen şu muhabbet içimdeki çekingenliği alıp götürdü: - Bakıyorum daha iyisin. Eee, şimdi sen yarın kesin okula da gitmek istersin. - Çok mu belli ettim. Tabiisi yani yengelerin bir tanesi, sen de amcamı ikna etcen ya di mi? - Ama amcan doktorun lafından çıkmaz ki gülüm, “bir gün dinlensin” dedilerdi ya - Ayağımı kırmadım birşey yapmadım. Bence sen amcamın sağından girer solundan çıkar dediğini yaptırırsın Piloşum. - E tabii, okuluna alış bir an evvel de seni benimkilerle tanıştırıp çırağım ilan etcem daha. Ne kadar erken gitsen o kadar iyi. Okuldan gelince komşular hoş geldin demeyle geçmiş olsun ziyaretine gelcekler, unutma ama. yardım edicen bana. - Ayıpsın yengecim. Sen o işi oldu bil. diyip başımı omzuna koydum. Ben kendimi fazladan yük oldum sanarken o bana da bebek yapmayı öğretip usta çırak örgü örme planları kuruyormuş. Bak sen yengeme... odaya geçip ders tekrarıma devam ettim. Yarına okula gitmem kesin gibi birşeydi. İlk lisemde konularda çok ilerlememiştik. Edebiyat ve Türkçe derslerine bakmıştım. Matematik sorularıyla devam etmek için masa başına geçtiğimde yine kapı çaldı. Bu sefer gelenler babamlardı. Telefondan Serhat’ın mesajlarımı okuyup okumadığına baktım. Okumuş ama bir şey yazmamış gıcık. Kapıdan amcamla babama “hoş geldiniz” diyip en son giren kuzenime dil çıkarıp içeri odama kaçtım. Akşam yemeğine kadar salona geçmedim, matematikten sonra coğrafya dersinin kitabını kurcaladım biraz. Karnım guruldadı sanıp uyuşuk uyuşuk loş odamda etrafa bakarken kapı bir anda açıldı. Babam normalde tıklamadan hayatta dalmaz odama ama karın gurultum sanıp cevap vermediğim ses babamın kapıyı tıklamasıymış meğerse. Benden ses gelmeyince yine birşey gördüm bayıldım sanıp telaşlanmış. Şaşkın şaşkın birbirimize bakarak gülmeye başladık ikimiz de. Aniden birinin içeri dalması da ders tekrarından aklı sulanmış ve aç olan beni ürkütmüştü. Yengem lahmacun söylemeyi teklif etti ve oy birliğiyle kabul ettik. Amcama iyi olduğumu ispatlamak maksadıyla amcamla birlikte evin karşı sokağındaki lahmacuncuya çıktık. Arkamızdan yengem “çiğdemle gazoz da alın” diye sipariş verdi. 9 acılı 6 acısız lahmacun söyledik. Babam da yengem de acıdan nefret eder, biz yerken de “ne diye kendinize acı çektirirsiniz anlamam” der acısız lahmacundan lezzet aldığını sanıp kendi yemeklerini yerler. Amcam lahmacunları beklerken ben yengemin siparişlerini almaya yandaki yeni açılmış küçük markete girdim. Boncuk gibi parlak maviş gözleriyle beyaz saç ve sakal içinde bir amca oturuyordu kasada. ben alış verişimi bitirirken ( babam kartını verdiği için elbette ki bir gazoz bi çekirdekle dükkandan çıkmam) kasada bana nereli olduğumu sordu. 5 dakika da sohbete tutulunca amcam nerede kaldığıma bakmak için dükkana geldi. Zaten tanışık oldukları için beyazlı amca Serkan amcamdan yarım saat dükkana göz kulak olmasını istediğinde amcam kıramayıp kabul etti. “Hatır için çiğ et yenir, biz de soğuk lahmacun yeriz, ne olucak” dedi amcam arkasından ve kasa arkasındaki sandalyeye oturup bana da kenarda duran bir tabureyi işaret etti. ilk 10 dakika gelen giden olmadı. Sonra 2 küçük çocuğuyla bir kadın gelip adres sordu. İş olmadan boş dükkanda gün geçirmenin ne kadar sıkıcı olduğunu düşünürken bir yandan da rafları düzenliyor, nerde ne var öğrenmeye çalışıyordum. Belki yaz döneminde de burada kalıp çalışabilirdim. Hep ileriyi düşünen yapım gereği üniversite için şimdiden birikim yapmaya çalışıyordum. Babamın gönderdiği harçlığın büyük kısmını kenara ayırıyor, genelde evden ekmek arası birşeyler götürüyordum okulda veya dershanede yemek için. Yaz tatilinde çalışabilirsem daha hızlı para biriktirme fikri hayatımda kendi başıma attığım ilk adım olan okul nakli başvurumun ilk seferinde çıkmıştı ortaya. Bu işlemle birlikte yalnız okulum değil, yerleşkem, arkadaş çevrem, imkanlarım ve geleceğime giden yol değişecekti; iyi veya kötü; zaman gösterecekti. Ben düşünceden düşünceye atlar, markette volta atarken amcam kasanın üzerindeki duvara sabitlenmiş led monitör televizyonu izliyordu. Akşam ezanı okundu, cemaat toplanıp dağıldı. Beyazlı amca anında ben yaşlarında bir oğlanla dükkana girerlerken yanındaki oğlan çocuğu kalın sesiyle birşeyler anlatıyordu amcaya. Kahve rengi saçları orta uzunlukta olmasına karşın gözlerini perdeliyordu. Uzakta olduğum için yüzünü tam seçemesem de kıyafeti ilgimi çekmişti. Siyah dar paça kot pantalon üzerine büyük koyu kırmızı harflerle “GAL” yazısı baskılı sarı renk bir kapşonlu sweat giyiyordu kiii. Benim nakil aldırdığım yani orta okuldan beri hedeflediğim lisenin adının ilk harfleriydi bunlar. Henüz okulun üniformasını almamıştım ama daha önce görmüştüm. Demek ki aynı okula gideceğiz. Hemen tanışmak istedim ama sohbet başlara uzar diye hiç oralı olmadım. Amca selam verip sağ ayağıyla içeri girdiğinde çocuk konuşmayı bırakmıştı. Anlaşılan amcamla o da tanışıyor ki direkt “Serkan abi” diyerek selam verdi, amcam da “Allah kabul etsin yeğen. Siz de geldiğinize göre artık biz müsade isteyelim.” dedikten sonra beyazlı amcayla Serkan amcam helalleştiler. Amcamla kol kola ayrıldık dükkandan. Hava iyice kararmış, sokak lambaları yanmıştı. Eve gidip soğumuş lahmacunları saç tavada ısıttık. Yanına da ayran yaptık ve kişi başına 3 lahmacunu midelere gömdük. Ben geçe kalmak istemediğimden çekirdek faslına kalmadım. Babamla Serhat’a içerdeki köşe koltuklara yataklarını serip odama çekildim. Tavuklu çalar saatimin ayarını kontrol edip saat altıya kurulu olduğundan emin olunca kendimi uykuya bıraktım. Ertesi sabah kızarmış hamurun mis kokusuyla uyandığımda tavuklu saatim saat 7’yi gösteriyordu. Uyanamadığıma inanamayıp telefonuma baktım. Yanlış değildi, saat 7 olmuş ve ben anca uyanabilmiştim. Formamı henüz almadığım için elime geçeni giyip ayak üstü birşeyler atıştırmak için mutfağa girdiğimde yengemin pijamalarıyla ayakta olduğunu ve mutfaktaki küçük yarım daire şeklindeki masaya benim için kahvaltı hazırladığını gördüm. Benim odamın hemen yanı, aradaki uzun holle evin giriş kapısının tam karşısında kalan mutfak, evin gün ışığıyla en çok aydınlanan odasıydı. Sabah güneşi doğrudan masanın önündeki camdan içeriyi aydınlatıyordu. Parlak su yeşili mutfak dolapları altta ve üstte sıralanmış kare şeklindeki odayı dönüyordu. Yerde ince büyük bir yolluk seriliydi. Metal ayaklı beyaz mermer desenli mutfak masası genelde yemek odasında yemek yendiğinden katlı olarak yarım daire şekilde duruyordu. Yengem şimdi o asayı kahvaltılıklarla donatmıştı benim için. Camın tam karşısındaki duvar saatine bakarak: -ben de seni uyandırmaya gelicektim şimdi. Günaydın, dedi. Dünkü kahvaltı hazırlamaktaki başarısız deneyimimden sonra kendi hazırlamaya karar vermişti herhalde. Ama her zaman olmayacağını biliyorum elbette. İlk günüm olduğu için muhtemelen yengem bana böyle bir kıyak geçti ve tatlış bir sürpriz yaptı. En bi çok sevdiğim hamur kızartmasıyla bile uğraşmış sabahın altısındaki alarmıma uyanıp. “Günaydıın Piloooş” diyip boynuna sarıldım kocaman. Sonra geçip iki bardağa de çay doldurdum. Sabahın bu saatinde kalkmış olması bile bir mucize zaten, bir de bana kahvaltı hazırlamakla uğraşmış. Hızlı hızlı birkaç parça atıştırıp, birkaç tanesini yanıma beslenme niyetine aldım. çıkmadan önce son kez aynaya baktım. Açık ketane renk kahküllerimi kenarlara atıp kalan kısmı at kuyruğu tarzında bağlamıştım. Alel acele üzerime çektiğim siyah kot pantalonum ve üzerine giydiğim kırmızı baskılı sarı eşorfman üstümle üniformasız olmamın göze çarpmamasını umuyordum. Koyu kırmızı renkli canvas çantamı tek omzuma atıp kapıdan çıktım. Ayakkabılarımı akşam içeri almayı unutmuş, yataktan çıkmaya üşendiğim için gece içeri almayı düşünsem de o an için sabaha kadar çalınmamış olmasını ummakla yetindim. Kapıdan çıktığımda uslu uslu beni bekleyen beyaz ayakkabımı gördüğümde içim rahatlamıştı. Ayakkabılarımı giyerken eğildiğimde hissettiğim sızıyla ayak bileğimin biraz üstündeki yaramı hatırladım. Patlayıp bacağıma saplanan cam parçası kaslarıma ulaşmasa da derin bir kesik oluşturduğu için doktor yürürken dikkatli olmamı ve bandajı sık sık değiştirmemi önermişti. Otobüs durağına doğru hızlı adımlarla yürürken daha henüz aydınlanmamış gökyüzünde ayı görebiliyordum. 10 dakika süren kısa sabah yürüyüşünden sonra durağa vardım ve otobüsü beklemeye koyuldum. Benimle birlikte birkaç kişi daha vardı durakta ama dün akşam markette gördüğüm çocuk gelmemişti. Birkaç otobüs geçtikten sonra beni okula yakın bırakacak otobüse bindim, boş yerlerden birine oturup etrafımdakilere göz gezdirdim. Farklı üniformalı birkaç kişi haricinde otobüs boş sayılırdı. Yarım saat süren yolculuğum sırasında gökyüzü aydınlanmış etraf daha seçilebilir olmuştu. İndikten sonra daha vaktim olduğu için yavaş adımlarla okula doğru yürüdüm. Üniformalı bir grup öğrenciyi rehberim belirleyerek peşlerine takıldım. Giderken belli başlı göze çarpan işaretleri ve tabelaları ezberleyerek yolu kafamda oturtmaya çalıştım. Okula yaklaştıkça önümde beliren öğrenci topluluğu kalabalıklaşmaya başlamıştı. Sonunda üstü dikenli sarmal telle çevrilmiş pembe renkli yüksek duvarların bir noktasında tabela ve büyük bir bahçe kapısı belirdi. Bahçedeki kalabalık müdür yardımcısının ara sıra mikradonda dokunup milleti uyarmasıyla hizaya geçiyor sonra tekrar dağılıyordu. Nihayet saat 8 olduğunda müdür yardımcısı son kez mikrafonu eline alıp rahat- hazır ol komutları verdikten sonra bina kapıları açıldı ve öğrenciler L şeklindeki okul binasına girmeye başladılar. Ben henüz sınıfımı bilemediğimden sıraya dahil olmamıştım. İçeriye girdiğimde karşıma çıkan ilk duvarda kocaman bir gurur tablosu yer alıyordu. Mezun öğrencilerin adı, kazandıkları bölüm ve üniversite yazan her eğitim yılına ayrı ayrı hazırlanmış peşi sıra 5 tabloya hayran hayran baktım. Gerçekten çok güzel yerlere yerleşmiş bir sürü mezunu olan bu liseye gelebilmiştim. Hedeflediğim okulda ilk günüm başlamıştı. çok heyecanlansam da vakit dar olduğu için tabloları incelemeyi sonraki bir zamana bırakıp müdür yardımcısının odasını aramaya koyuldum. 4 katlı olan okul binası aslında L değil T yapılıymış. Kat nöbetçileri henüz yerleşmediğinden hemen giriş kattaki çay ocağına uğrayıp: - Günaydın hanımlar, yeni nakil oldum da müdür yardımcısı Rahmi beyin odası nerede acaba? , Diye sordum. Aldığım cevap biraz cesaretimi kırmıştı çünkü bana Rahmi beyin geçen hafta ayrıldığını, onun yerine Hüseyin beyle görüşebileceğimi söyleyip beni 3. Kata yönlendirdiler. Okulda ilk ve tek tanıdığım kişi artık yoktu.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE