“Pekala Coren, şimdi beni iyi dinle!” Tüm dikkatini bana verdiğine emin olunca devam ettim. “İnsanlar ve hayvanlar arasındaki en büyük fark iletişimdir. Konuşmak ve doğru şeyleri söylemek bizim için önemli. O yüzden bugün iletişim çalışacağız.”
“Tamam.”
Faciayla geçen banyo sürecinden sonra Bayan Jane bana cilt bakımı yaparken özel olarak bazı şeylerden bahsettiğinde farkında olmadığı konular hakkında feci bir aydınlanma yaşadım.
Bu insanlar Coren’ın üçüncü birlik askeri olduğunu bilmiyordu. İnsanlığı öğrendiğini bilmiyordu. Onu sadece bir Lord zannediyorlardı.
Ve onların gözünden bakınca Coren inanılmaz derecede kibirli, kaba, korkutucu ve garip bir lorddu. Bayan Jane hizmetinin kötü olduğunu düşünerek benimle paylaştığı şeylerde Coren’ın ters bakışları vardı. Kadıncağız bir gece su almak için mutfağa gittiğinde suyun sesine deli olan Coren bardağı elinden almış ve “İçme.” Demiş.
Bana bir bardak suyu bile çok görüyor diye ağlayan kadın asıl problemi bilmiyordu tabi. Ona göre Coren kibir tanrısıydı.
Şimdi bunu düzeltmek için çalışacaktım.
Bir kitap çıkartıp ona kelimeleri söyledikten sonra tekrar etmesini bekledim. Uslu bir çocuk gibi yanımda oturuyor ve söylediklerimi yapıyordu. Açık camdan esen ılık rüzgar yeni taradığım saçlarını kıpırdatırken kendimi yine onu hayran hayran izlerken buldum.
Gözümü onunla açıp onunla kapatıyor, her anımı onunla geçiriyordum. Benimle birlikte Coren’da bensiz yapamaz olmuştu.
Kitabı ona okuma sırası bana geldi.
🐶
COREN
Rüzgar onun saçlarını karıştırırken kibar elini kaldırdı ve önünde sallanan ince bir tutamı kulağının arkasına sıkıştırdı. Pürüzsüz teni yumuşacık görünüyordu. Aklım asla okuduğu sözcüklere kayamasa da gözlerim sürekli hareket eden pembe dudaklardaydı.
Ona ait her şey mükemmel, her şey rüya gibiydi.
Irena’nın yanındayken kendimi cennette hissediyordum. Mutluluk, huzur, güven. Bu duyguları hiç tatmamıştım ama bu küçük kadın her gün bana hepsini doya sıya yaşatıyordu.
Dikkatim paramparça bir halde onu izlemeye dalmışken vücudum yine o tepkiyi verdi.
Hayır, yine.
Anormallik algılandı.
Onu izlerken bedenimde bir şey oluyordu. Cayır cayır yandığımı hissettim. Neydi bu? NEDEN OLUYORDU BU?
“Bence en iyisi…” Kitabı kapattı ve bana döndü. “Bahçeye çıkalım ve yaşayarak öğrenelim!”
Elleri elimi kavradığında onu hemen sıkıca yakaladım ve koca bedenimi zevkle onun peşinde sürükledim. Nereye götürse giderdim. Hiç sorgulamazdım. Çünkü cehennemin dibine gitmeye karar verse, orayı cennetim yapacağına emindim.
Ellerimiz bir an bile ayrılmadı. Bahçede yürürken, renk renk açmış çiçeklere hayran bakışlarını izlerken ve peşinden ilerlerken ikimiz de bu şekilde olmaktan mutluyduk.
Güneşin sıcak ışığı tenimizi yalayıp geçerken çiçeklerle kaplanmış bir yolun içinden yürüdük. Eli elimde.
Bunu seviyorum.
“Bak bu gül çalısı.”
Gösterdiği şeye baktım. “Gül çalısı.”
Etrafta uçuşan minik kuşlar, çiçeklerin üzerinde kibarca duran kelebekler, parlak gün ışığı, sıcak hava ve sakinlik…
Durdum ve derin bir nefes alarak tüm bunlar gerçek mi diye düşündüm. Bu dünyadan değil gibiydi.
“Güzel, değil mi?” Dedi sesi ılık ılık kulaklarıma akarken.
“Güzel.” Diye tekrar ettim onu. “Ama çiçekler uzun yaşamaz.” Zihnim çiçekleri vahşetimle bağdaştırınca yutkundum. Kımıldamayan sabit şeyler kolay ölürler. Yaşamazsa büyüyemez, gelişemez.
Ufak bir kuş omzumun üzerinden geçti. Dalların arasından yansıyan ışığa bakarken gözlerimi kıstım. Güneş.
“Gözlerin yanar.” Uzanıp başımı kendisine çevirdikten sonra yumuşak parmakları yanağıma dokundu. “Acıyor mu?”
“Acımıyor.” Dedim ama gözümden akan yaşları silerken. Hafifçe ona doğru eğildim ve bana rahat uzanmasını sağladım. Gözleri az öncekine göre daha iri açılmıştı. O da benim suratıma bakarak dalmıştı ve nefesini tuttuğunu hissediyordum. Ilık rüzgar ikimizin etrafında eserken yutkundu. Ben de yutkundum. Yüzümüz yakındı. “Gözlerim kamaşıyor.” Dedim bana anlatmak istediği söz sanatından bahsederek.
Ona bakarken gözlerim kamaşıyor. O güneşten daha sıcak, daha parlak ve daha göz alıcı.
Göz kamaştırıyor.
“Bana bakarken bile mi?” Dedi endişeyle. “Gözün hassas olduğu için acıyor olmalı! İçeri geçelim gel.”
Elimden tutup beni köşke sürüklerken arkasında sağa sola savrulan saçlarına baktım.
Ah…
Ona bakarken, gözlerim kamaşıyor.
🐶
IRENA
Coren’ın yazması ve iletişimi gelişmişti. Ona ait bir defter verdim ve oraya bir şeyler yazmasını istedim. Yazısı mükemmeldi ve cümleleri de fena değildi.
Sadece bazen çok TUHAF şeyler söylüyordu.
“Çikolata, bu tatlı.” Dedi çikolatalı kurabiyeyi alırken. Keyifle başımı sallarken bir laf daha etti. “Irena’nın boynunun kokusu gibi, tatlı.”
Ne dedin gülüm? “Hey, neden orayı kokladın ki?”
“Çünkü koklayabiliyorum.”
“Yapamıyormuş gibi davran.” Dedim panikle. Ve bundan sonra yüzü dramatik bir hal aldı.
“Anlamıyorsun Irena. Güzel bir kokuda bahsediyorum.” Ve dramatik bakışları yemin ederim alaya kaydı. Beni küçümseyen bir alaya…
Bunun hakkında konuşmaması için onu uyardıktan birkaç gün sonra keklerimizi yerken Coren bir çatal aldı ve yemeden önce “Bu kek Irena’nın vücudu gibi kokuyor.” Dedi.
Bana iltifat etmeye çalıştığını anlıyordum çünkü keke bayılmıştı. Bu biraz tatlı, bayağı tahrik edici olsa da önümdeki keki yiyebileceğimi sanmıyordum.
Ben yiyemediğim keke bakarken onun rahatça yediğini gördüm ve gözlerimi kıstım. “Coren.” Aşçının yeni tarifler bulmayı deneyerek yaptığı keki ona uzattım. Ben de yememiştim ve tadını bilmiyordum. “Bunu dene ve içinde Irena geçmeden tadını tarif et.”
Uzattığım keki kusursuz bir şekilde dilimledikten sonra aynı asilliğiyle tabağına aldı ve küçük bir parça kesip ağzına attı. Sessizce çiğneyip yuttuktan sonra uzun süren bir sessizliğin esiri olduk.
O sustu, ben bekledim. Belki bir umut konuşur dedim ama konuşmadan önce yüzü bok yemiş gibi ifadeye büründü. Bunun üzerine biraz daha düşündükten sonra kaşlarını kaldırdı ve bana döndü.
“Fermente edilmiş boka benziyor.”
Sessizlik.
Daha önce bok yemiş miydi?
“Kötü ruh halindesin diye yemeği böyle tanıtamazsın. Tekrar düşün.”
“Ciddiyim. Gerçekten fermente edilmiş bok tadında.”
“Yemek yerken boktan bahsetmemelisin Coren. Ayrıca bokun tadını nereden biliyorsun ki?”
Bana ciddi bir açıklama yaparak “Düşmanımızın ne yediğini bilmemiz gerektiğinde-“ Demeye çalıştı ama anında sözünü kestim.
“Hayır tamam sus lütfen hayır.” Lanet olası üçüncü birlik benim COREN’IMA BOK MU YEDİRTMİŞTİ? NE PİSLİK BİR YERDİ BURASI KAHRETSİN!
Merak ederek bir parça kopartıp ağzıma attım ama tadı mükemmeldi. Yumuşacık ve tatlı. “Tadı harika!” Dedim şaşkınca. Buna nasıl bok derdi?
“Anlamıyorum.” Dedi o da şaşırarak. Sonra bana döndü ve kaşını hafifçe çatarak o alaycı bakışı attı. “Ama boktan zevkine saygı duyuyorum.”
Seni küçük köpek!
BU CÜMLE HARİKAYDI BE!
“Tadı boktan değil. Damak zevki herkesin farklıdır.”
“Bende bir sorun yok.” Dedi küçük düşüren bakışları.
“Bakalım diğerleri ne diyecek!” Tatlıyı denemesi için Bayan Jane ve kuaför kadını çağırdım. Jane tadına bayılırken kuaför kadın öğürdü ve çatalını yere düşürdü. Resmen rengi gitmişti ve titriyordu.
“Bunun tadı neye benziyor?” Dedi bacakları titreyen kadın.
“Fermente edilmiş bok.” Dedi Coren kelimelere bastırarak.
Kadın şaşkınlıkla doğruldu. “Kesinlikle böyle! Tadına bakmasam bile böyle olduğuna eminim!”
“Beğenmediniz diye böyle dememelisiniz.” Dedi Bayan Jane. “Aşçı üzülür.”
“Dürüst fikriniz için teşekkür ederim lordum. Tek düşünen ben olsam delirirdim.” Dedi kadın onun önünde kibarca eğilirken.
“Haklıyız.” Dedi Coren dimdik duruşunu bozmadan.
Biz kendi aramızda homurdanırken yanımıza gelen aşçı bu durumu açıklayan harika bir açıklama yaptı.
“Kıtanın diğer ucundan getirttiğim juo adında kutuplayıcı bir malzeme kullandım. Seven kişiler güzel bir peynir ve tatlı bal tadı alırlar. Sevmeyenler de fermente edilmiş bok tadı alırlar.” Derken aşçıyı ilk defa gülerken gördüm. Kadının yanakları kızardı.
“Doğru.” Dedi Coren.
Aşçının bu kadar eğlenmesi iyi olmuştu. Baya gülüyordu çünkü.
🐶
“Beş gün sonra görüşürüz!”
Kapıda hepsine el salladım.
Lord Lucen ile konuşup köşkte çalışan herkesin tatile çıkartmaya karar verdik. Coren sürekli yeni insanlarla tanışıyordu. Sakinleşmesi ve duygularının yatışması için böyle yapmaya karar verdik. Açıkçası ben de sürekli tetikte olmaktan yorulmuştum.
Aslında dinlenmek istiyordum. Sakinlik istiyordum.
Ama elimdeki mektuba bakarken sadece yutkundum. Bu mührü biliyordum.
Bu kahrolası mühür ona gelmemi istiyordu ve ben de gitmem gerektiğini biliyordum.